Akilah Azra Kohen kitaplarından Aeden Kitap Alıntıları sizlerle…
Aeden Kitap Alıntıları
Yaralanmış bir ruhun yarası ancak paylaşılınca hafiflerdi.
Savaş tarihi yerine bilim ve sanat tarihi okutsalar bu durum ilk nesille birlikte yirmi beş yılda değişir, savaşların yerini sanat ve bilim yarışları alır.
Ama tesadüf yoktu ki, her şey hayatın matematiği değil miydi ?
Babam derdi ki, bu kadar iyi olma. Sen bu kadar iyisin diye evrenin bir yerinde birileri o kadar kötü olmak zorunda kalıyor. Evrenin tek sorunu denge…
Yargıladı Sonje, yargıladığı her şeyin hayat tarafından kendisine de yaşatılacağını bilmeden.
Ancak başkalarını konuşmayı bırakanlar üretime geçip konuşulan olabilirlerdi.
İnsan, sevdiği birine duyduğu öfkeyi nefrete çevirmeye çalıştığında, altında ezileceği bir yük alırdı sanki sırtına.
İyileşmen dileğiyle."
İnsan kendinden iyileşebilir miydi ?
İnsan kendinden iyileşebilir miydi ?
Tüketerek yaşayan her organizma işte böyle tükenerek yaşardı.
Peki ya fikirler? Yargılayarak tükettiğin fikirlerin yerine yenilerini üretebiliyor musun?"
Gideceğin yer neresi olursa olsun,kendine dürüst olduğun sürece seni sana yaklaştıracaktır, tereddüt etme. Evrende hata yoktur."
Çünkü güç değildi insanı yücelten şey, güçsüzlüğüne rağmen özünü koruyabilmekteki kapasitesiydi."
Hayat kaçmaya çalışanlar için ağırdı.Durup yüzleşmek, kendin olmak için çaba göstermek, gerekirse yeniden doğmak için yaşarken ölmek şarttı."
Ama tesadüf yoktu ki ,her şey hayatın matematiği değil miydi?"
“Gideceğin yer neresi olursa olsun, kendine dürüst olduğun sürece seni sana yaklaştıracaktır, tereddüt etme. Evrende hata yoktur.”
Sürekli yıkılıp yeniden kurulan karınca kolonisi gibiydi bu gezegendeki sözde insanlık, tüketmekten başka hedefleri yoktu. Alacakları araba, ev, sahip olmayı planladıkları para için yaşar olmuşlardı.
Umutluydu, isterse kış olsundu, güneş var olduğu sürece, ışık var olmaya, en karanlık günde bile güneş doğmaya devam edecekti nasıl olsa.
Küçücük bir tohum dev bir ormana anne olabilir miydi?
Kendilerini hapsolmuş hissettikleri büyük karanlığın içinde küçücük yapayalnız birer mum gibiydiler… Güneşe ihtiyaçları vardı.
Güç neydi? Etrafına saldığın korku mu? Etrafında uyandırdığın saygı mı?
Yaşanmışlıkların kimyasal formu duygu iken, matematiksel formu müzik değil miydi?
Bu insansıları anlamak bu kadar zorken yanlış anlamak çok kolaydı.
Ancak her şeyden kopabiliyorsan gerçekten özgürsün
Deneyim edinmeden bilmek anlamın en büyük zehriydi.
… bir adım at diye koşturuyordu sanki kalbi.
Ve bekleyeneleriniz olmalı. Derinden çıkmanızı , onlara kavuşmanızı bekleyenler , yanı başınızda,kalbinizin en yakınında sabırla beklemeliler sizi…
Okura not: Kullandığınız kozmetik ürünlerinin hayvanlar üzerinde test yapılmasıyla ilgili politikalarını biliyor musunuz? Bu ürünlerin birçoğunun ana rahmindeki bebeklerin cinsel organlarının gelişimini olumsuz etkilediğini biliyor musunuz? Saçınıza sürdüğünüz boyanın karnınızdaki bebeğin zekasını ne kadar etkilediğini biliyor musunuz? Hayvanlar üzerinde test yapan bir markanın kozmetik ürünlerini kullanıyorsanız laboratuvarlarda hayvanların gözlerine zehirli kremler sürüp onları kör eden, ciltlerindeki derinin hangi seviyede yaraya dönüşeceğini anlamak için hayvanlara işkenceler eden canilerden daha suçlusunuz
Hissettiği acı isterse gözyaşı olarak çıksın ama yeter ki çıksındı! Yoksa çıldıracaktı.
İnsan ancak fark ettiği zaman gördüğünün değerini bilebilirdi."
Bu sadece bir deneyim. İyi olacaksın. Bu deneyimi aşacak ve iyi olacaksın. Deneyime teslim olma ona sahip ol. İçindeki potansiyele sığın. İyi olacaksın. Bu sadece bir deneyim. SENİN YÜKLEDİĞİN KADAR ANLAMI OLACAK HAYATINDA, istersen basit bir deneyim. Anlam yükleme. İçinde büyütme.
Ulaşamadığın biri için ulaşılmaz olmak kalbin tek çaresiydi.
İnsan ancak fark ettiği zaman gördüğünün değerini bilebilirdi.
Bir ulusun köleliği; kendi vergileriyle hayat verdikleri kurumların diğerlerinin eline geçmesiyle başlar, kurulan nükleer santrallerin yaydığı zehirde yetişen nesillerin, hayatta kalmaktan başka hiçbir şeyi önemsemiycek sağlıksızlıkta olmasıyla devam eder ve samanı bile yurtdışından ithal eder hale gelmesiyle doruk noktasına ulaşırdı.
İnsan, ilgisine paha biçemediği varlığın ilgisizliğinde nerde olursa olsun cehennemde değil miydi?
Akıl hastalığının normal olduğu bu gezegende aklın sağlıklı olması delilikle suçlanmanıza yetiyor. Analiz edebilenler, fark edebilenler, bu delilerin arasında dalga geçilir haldeler.
‘Din’ diyorlar inandıkları yaratıcının konusuna, bir sürü dinleri var ama şaşırtıcı bir şekilde bu dinlerin hepsinin sahibinin aynı varlık olduğu konusunda hemfikirler! Aynı yere çıkan yolların kavgasındalar. Hatta aslında dinlerin kuralları bile aynı, sadece birkaç yöntem farklılıkları var.
Bir varlığa seçenekleri olduğunu, hayatın olasılıklar içinde var olduğunu göstermek onu özgürleştirmekti.
Ama mucizeler hayatın kendini hatırlatması değil miydi?
Acı neydi ki? Hayatının anlamını kaybetmek üzere olan biri için acı sadece hâlâ yaşıyor olmanın habercisiydi!
Hakkı korumak için kurulmuş devletler şirketlerin eline geçeli birkaç yüzyıldan fazla olmuştu.
“Kendi doğurduğu çocuğu zehirleyerek öldürebilen, döven annelerin gezegeniydi burası, ama buna şaşırmıyorum, dişiye uygulanan vahşet öyle bir boyutta ki tacizcisine bağımlı kurbanlar gibi olmuş gezegenin dişileri.
Ne kadar önemli oldukları unutturulmuş.
Böyle yetişen bir dişinin yavrusunu yeterince beslemesi, sevebilmesi, yüceltebilmesi nasıl mümkün olabilir? Anneyi ezen babalardan doğan çocuklar eşlerini ezen, çocuklarının annelerini ezen babalara dönüşüyorlar.”
Ne kadar önemli oldukları unutturulmuş.
Böyle yetişen bir dişinin yavrusunu yeterince beslemesi, sevebilmesi, yüceltebilmesi nasıl mümkün olabilir? Anneyi ezen babalardan doğan çocuklar eşlerini ezen, çocuklarının annelerini ezen babalara dönüşüyorlar.”
Burası adeta normalleştirilmiş kötülüklerin gezegeniydi!
Umut çaresizliğin tek çaresiydi…
Zihinsel evrim! Bu insansıların en büyük ihtiyacıydı.
İnsansıların beyni ilk beş yaşa kadar kodlanıyordu. Bu ilk yaşlarda yaşadıkları travmalar nasıl kişiler olacaklarını şekillendiriyordu. Bir tohumun hayat bulması gibi ilk beş yılda kendilerine yüklenen davranışların toplam sentezine dönüşüyorlardı hayatlarının geri kalanında. Annelerinin neden böyle olduğuna odaklandığındaysa dünyadaki çıkmazı anladı. Döllendiği erkek tarafından aşağılanan bir varlık, nasıl yavrusunu yüceltebilirdi ki! En büyük düşmanları kendileriydi bu insansıların.
İstediğin biri tarafından istenmemenin, hissettiğin biri tarafından hissedilmemenin sancısı, bedenindeki öfkenin kaynağıydı.
“Hissetmiyorsun, hissedemiyorsun ve hissedemediğin şeyleri yok sayıyorsun. Her şeyi bildiğini sanıyorsun ama anlamıyorsun. Anlamadıklarını yargılıyor, küçümsüyorsun!”
Acıma değil önemsenme istiyordu.
“Hayvanları öldürüyorlar, ormanları yakıyorlar, çocuklara tecavüz ediyorlar, okyanusları zehirliyorlar. Pes etmesek de bu kötülük devam ediyor. Karşı koyabilmek için en az onlar kadar kötüleşmemiz lazım, yoksa yapılan kötülüğe seyirci kalan, cehennemde yaşayan bir avuç intihar eğilimli insana dönüşüyoruz. Görmüyor musun! Pes etmiyoruz ama kazanamıyoruz da! Çok fazlalar, parayla insanları canavarlara dönüştürebiliyorlar. Kötülüğü yasallaştırıyorlar. Psikopatiyi normalleştiriyorlar! Bugün her 3 kişiden biri sosyopat. Hissetmeyen, orta beyinleri çalışmayan sosyopatlarla dolu dünya! Pes etmiyoruz ama ya ölüyoruz ya da sadece seyredebiliyoruz!”
Korku gezegeni. Çünkü ancak korkunun olduğu yerde taraflar var olabilirdi, zıtlık hayatta kalabilirdi.
Din artık bugün maalesef, salakların beynini kalıplarla yıkamak için, gelişmemiş ülkelerdeki uyanıklarca kullanılan bir silah haline gelmiş durumda. Aklı başında, sorgulayan kimse din adına konuşan bir başkasını dinlemez, kurallarını inceler ve kendi duygularını geliştirir. Kalıplarından sıyırır kendini.
Bir toplumun gelişmesi için anneye yani kadına, o toplumu doğuracaklara saygı mecburiyettir.
Dünyadaki tüm dinler tarihleri süresince bir ara kadını baskılayıp çocuğu köle yapmaya çalışmıştır. Her ülke kendi seçtiği dine göre bir dönem böyle bir baskıdan geçmiştir, bu baskıdan hızla çıkabilenler gelişmiş, bu baskının altında kalanlarsa gelişmemiş ülkelerdir.
Analiz edilmeyen duygular başıboş esen fırtınalardı, analiz edip fırtınayı anlamak, estiği kaynağı bulmak fırtınayı dindirebilmenin tek şartıydı.
Deneyim, bilginin bedende aldığı hal, ruhta bıraktığı izdi.
Varlıkları şekilleriyle yargılayan biri nasıl hakiki insan olabilirdi!
Hangi insan, hayatın problemlerle bizi eğittiğini ve problemlerle yüzleşerek ancak gelişebildiğimizi anlamak yerine, böylesine çaresizlikte mızıklanmayı seçerdi ki.
Hayatı sadece televizyondan, gazetelerden ya da okuduklarından takip edersen, durumun o kadar da kötü olmadığını ya da sadece küçük şeylerin yanlış olduğunu düşünmeye başlayabilirdi insan ama biraz medyadan uzaklaştığında, doğaya döndüğünde ve sonra geri dönüp insanlığa tekrar baktığında işte ancak o zaman uygulanan sistemli kötülüğü fark edebilirsin, eğer kalbin varsa.
..
İnsanlardan bazıları din, silah, tıp ve petrol sektörlerinin nasıl da birbirine bağlandığını ve insanların nasıl da kullanıldığını fark etmiş ama çoğunluk onlara deli muamelesi yapıyor.
Akıl hastalığının normal olduğu bir gezegende aklın sağlıklı olması delilikle suçlanmanıza yetiyor. Analiz edebilenler, fark edebilenler, bu delilerin arasında dalga geçilir haldeler.
İnsanlardan bazıları din, silah, tıp ve petrol sektörlerinin nasıl da birbirine bağlandığını ve insanların nasıl da kullanıldığını fark etmiş ama çoğunluk onlara deli muamelesi yapıyor.
Akıl hastalığının normal olduğu bir gezegende aklın sağlıklı olması delilikle suçlanmanıza yetiyor. Analiz edebilenler, fark edebilenler, bu delilerin arasında dalga geçilir haldeler.
Layık olmak isteyip de kabul göremediğimiz insanlar değil miydi duygu zindanlarımızın kapısı?
İnsan, sevdiği birine duyduğu öfkeyi nefrete çevirmeye çalıştığında, altında ezileceği bir yük alırdı sanki sırtına.
Bu kadar narin olan bir şeyin zamanla bu kadar sağlam olabilmesi ne kadar güven vericiydi. Umut hisettti Numi.
Yolcunun kararlılığı değil miydi varılacak yerin değeri?"
Hayat hepimizden daha akıllı. Bize, kendi potansiyelimize ulaşmak için sürekli fırsat verir. Bazen verilen fırsatları görmez, bazen bu fırsatları görüp kaçırır, bazense bu fırsatlarla savaşırız. Ama hayat vazgeçmez ,biz vazgeçmediğimiz sürece."
İnsan; ilgisine paha biçemediği bir varlığın ilgisizliğinde nerede olursa olsun cehennemde değil miydi?
Güç neydi? Etrafına saldığın korku mu? Etrafında uyandırdığın saygı mı?
Merak ettiğin her şey senin kim olacağına yön verir
Yaşam, hayatın değerini bilmeyen organizmaların yaşamasına izin vermiyordu
Duyguların ancak analiz edildiklerinde çekildiklerini, reddedildiklerinde iyice derinleştiklerini henüz bilmeden..
Hayat kaçmaya çalışanlar için ağırdı.
Yargılamak insanlığın en büyük duvarıdır. Anlamak ve kabullenmekse yargılamanın tek ilacı.
Çok güzel bir gezegende yaşıyoruz ve içinde Çi olan her şeye karşı saygımız var. Ama bazı şeyler içlerindeki Çi’ye rağmen , niyetleri öyle olmasa da , yaradılışlarından dolayı bize zarar verebilirler. Bu onları kötü ya da savaşılması gereken varlıklar haline getirmez. Yani düşman yapmaz. Sadece dikkat edilmesi gerekir. Bu varlıklarla aramıza daima mesafe koymalı, onların varlığına ekstra dikkat etmeliyiz.
Analiz edilmeyen duygular başıboş esen fırtınalardı, analiz edip fırtınayı anlamak , estiği kaynağı bulmak fırtınayı dindirmenin tek şartıydı.
Evrende hata yoktur, tesadüf yoktur.