Benjamin Constant kitaplarından Adoplhe kitap alıntıları sizlerle…
Adoplhe Kitap Alıntıları
Yeryüzünde hiçbir sevdalı kadın yoktur ki: Beni bırakırsan ölürüm, dememiş olsun. Ve yine hiçbiri yoktur ki terk edildikten sonra da yaşamamış ve teselli bulmamış olsun.
İnsanda hiçbir zaman tam bir birlik yoktur ve hiç kimse ne tam manasıyla açık yüreklidir ne de tam manasıyla kötü niyetlidir.
Aşk gerçekle savaşır, kaderle savaşır.
Çekingenliğin ve ölçülü oluşun insanlar üzerinde çok büyük bir tesiri vardır.
İnsan bu dünyada ne istediğini bilmeli.
Gönül denen şey bazen o kadar kolay kanar ki insan bunu izah edemez!
Sizi aşkla, hem en şefkatli aşkla seviyorum.
-insan kaderine karşı boş yere mücadele eder ama sonunda, daima ona boyun eğer.
İnsanlar o kadar hercai yaratıklardır ki yalancıktan edindikleri duyguları sonunda gerçekten hissetmeye başlarlar.
Gençliğinizin en güzel yıllarını boş yere harcıyorsunuz. Bu ise tamir kabul etmez bir kayıptır.
Kalabalık beni rahatsız ediyor, yalnızlık ise çileden çıkarıyor.
-insanda hiçbir zaman tam bir birlik yoktur ve hiç kimse -hemen daima- ne tam manasıyla açık yüreklidir ne de tam manasıyla kötü niyetlidir.
Ancak yapayalnız olduğum zamanlar kendimi rahat hissediyordum.
Utangaçlık insanın içinde yer eden öyle bir acıdır ki, en ileri yaşımıza kadar peşimizi bırakmaz; en derin duyguları bile içimize atmamıza sebep olur; dilimizi tutuklaştırıp ne söyleyeceğimizi bilemez hale getirir ve sonunda da bizi ya meramımızı müphem sözlerle anlatmaya, ya da -duygularımızı anlatamadığımız için hissettiğimiz acıdan ötürü bu duygulardan öç almak istiyormuşuz gibi- alaycı bir şekilde konuşmaya zorlar.
Koşulların pek az bir önemi var; halbuki karakter her şeydir.
Dinleyin beni: İnsan bu dünyada ne istediğini bilmeli.
İnsan yalnız gönlünün sesini dinlemek için boş yere ayak direr ama sonunda er geç aklının emirlerini dinlemek zorunda kalır.
İnsanın içinde bulunduğu koşulların pek az önemi vardır esas olan kişiliğidir.
Bu dünya da kimse başına gelmeyen bir şeyden ders çıkaramaz.
İnsan beyni günde elli binden daha fazla düşünce üretmek zorunda olmasına rağmen piyasada niçin bu kadar aptal var?Çünkü beynin sana günde elli binden fazla düşünce üretmek zorundasın demiş ama aynı düşünceyi tekrar tekrar üretmek yasaktır dememiş!
Sevmeyi beceremedikleri için birbirini seven insanları görmekten rahatsızlık duyarlar.
Hangi davranış ağızdan çıkanları silmeye yetebilir?
Kalbin davasını ancak kalbin kendisi savunabilir, kendi yarasının derinliğini ancak o bilir.
Söz konusu kendi çıkarları olmadığında insan öyle adil olur ki!
Ölüm, her gün karşılaşılmasına rağmen, insanın henüz ikna olmadığı, açıklanamaz bir gizem.
Bu dünyada insanın ne arzuladığını bilmesi gerekir.
Sevdiği erkek kendisini terk ederse öleceğini söylemeyen bir kadın yoktur ama hepsi hayattadır ve öyle ya da böyle kendilerini avutmuşlardır.
Biz insanlar öyle değişken canlılarız ki taklit ettiğimiz duyguları en sonunda hissetmeye başlarız.
Evet, sevip de sevilmemek korkunç bir talihsizlik ancak tutkuyla sevilip de artık sevememek çok daha beter.
Birbirini seven iki kalbin arasına bir sır girdiğinde, biri diğerinden tek bir düşüncesini dahi saklamaya karar verdiğinde, aşkın tüm cazibesi kaçar ve mutluluk kaybolur.
Dinmiş ve sonunda vazife hâline gelmiş bir duyguyu hangi güç tekrar alevlendirebilirdi ki?
İnsanı yanlışa sürükleyen ne aldığı hazdır ne de kendi tabiatı ve duyguları.İnsanı yanlışa, toplumun alıştırdığı hesaplar ve tecrübelerin doğurduğu düşünceler sürükler.
Bir şeyin dile getirilmemesi, var olmadığı anlamına gelmez ve var olan bir şey dile getirilmese de hissedilir.
Onlardan kaçıyorum fakat yalnız kaldığımda göğsüme öyle bir ağırlık çöküyor ki ne yaparsam yapayım nefes alamıyorum.
Deyim yerindeyse çok kısa zaman önce bize yabancı biriyle uzun senelerdir beraber yaşıyormuşuz gibi bir his uyandırır.
Kendime sevilmek istediğimi tekrar edip dursam da etrafıma baktığımda, bu tür duygular uyandırabilecek tek kişi göremiyordum, kimse aşkıma layıkmış gibi gelmiyordu.
Gençlik yıllarında, böylesine sahte ve tükenmiş bir toplum karşısında hayrete düşmek, aslında insanın fesat bir zihinden ziyade saf bir kalbi olduğunu gösteriyor.
Onlar nasıl kendilerini hudutsuzca sergilemekten keyif alıyorsa ben de onları gözlemlemeyi ve tasvir etmeyi seviyordum.
Kimseye kin gütmüyordum ama çok az insan bende ilgi uyandırıyordu.Ne var ki kayıtsızlık insanları incitir ve altında art niyet veya hastalıklı bir his ararlar, birinin onlarla vakit geçirmeyi sıkıcı bulmasının sıradan bir durum olduğuna inanmak istemezler.
Kendimi sadece yalnızken rahat hissediyorum.
Kendimi sadece yalnızken rahat hissediyordum.
Çok kitap okuyordu ama belirli bir düzeni yoktu.
İnsan, hiç düşünmeden kurduğu ilişkilerden acı çekmeden kopabileceğini sanır.
Elde ettiği kadın kollarındayken bile uğursuz öngörülerde bulunup bir gün onu terk edebileceğini sananın vay haline!
Yarattıkları enkazın ortasında dimdik duranların, pişmanlık duyacakları yerde kendini çözümleyenlerin kibrinden nefret ederim.
Siz siz olun asla kalbinizin çıkarlarını bir başkasına emanet etmeyin. Kalbin davasını ancak kalbin kendisi savunabilir, kendi yarasının derinligini ancak o bilir. Herhangi bir üçüncü şahıs yalnızca tahlillerde bulunan, uzlaştıran bir hakem olabilir. Kayıtsızlığa hak verebilir, bunun mümkün hatta kaçınılmaz olduğunu söyleyebilir. Tam da bu sebeple kayıtsızlığı affeder, öyle ki buna kendisi de hayret etse bile kayıtsızlık gözüne meşru gelmeye başlar.
Tüm iyi niyetiyle yol açtığı çaresizlik için kendini feda eden bir erkek, aslında kibrinin yarattığı sanrılara kendini kurban ediyordur. Sevdiği erkek kendisini terk ederse öleceğini söylemeyen tek bir kadın yoktur ama hepsi hayattadır ve öyle ya da böyle kendilerini avutmuşlardır.
İstediğim gibi davranmakta özgürdüm ama bu, uğruma tüm gemileri yakmış birini yalnızlığa terk edip zulmetme hakkını bana tanımazdı..
İşte böyle sefildir kalplerimiz. Yanında bulunmaktan keyif alamadığımız insanları terk ederken tuhaf şekilde korkunç bir azap çekeriz.
İnsanı yanlışa sürükleyen ne aldığı hazdır ne de kendi tabiatı ve duyguları. İnsanı yanlışa, toplumun alıştırdığı hesaplar ve tecrübelerin doğurduğu düşünceler sürükler.
bir şeyin dile getirilmemesi, var olmadığı anlamına gelmez ve var olan bir şey dile getirilmese de hissedilir.
Kendimi sadece yalnızken rahat hissediyordum.
İnsanda umut diye bir şey kalmadığında hayat daha ciddi ama daha olumlu bir hâl mi alıyordu? Nasıl bulutlar dağıldığında dağların tepeleri ufukta daha belirgin görünüyorsa hayat da tüm yanılsamalar kaybolduğunda çok daha gerçekçi mi oluyordu?
Kaldı ki ne olduğunu tam olarak kestiremediğim bir içgüdü de bana bu kadar radikal ve her türlü ince detaydan yoksun, basmakalıp kural bolluğuna karşı tetikte olmam gerektiğini söylüyordu. Ahmak insanlar, davranışlarına mümkün olduğunca az müdahale edilsin, tüm detaylarda özgür bırakılsınlar diye ahlak anlayışlarını devasa ve bölünmez bir kalıba sokarlardı.
Gençlik yıllarında, böylesine sahte ve tükenmiş bir toplum karşısında hayrete düşmek, aslında insanın fesat bir zihinden ziyade saf bir kalbi olduğunu gösterir. Kaldı ki toplumun bu bakımından korkacağı hiçbir şey yok çünkü üzerimize öyle bir çöker, alttan alta bizde öyle kuvvetli bir tesir bırakır ki evrensel kaliba göre yoğurulmamız uzun sürmez. Önceden hayret ettik lerimizden eskisi kadar etkilenmeyiz. Nasıl insan hınca hınç dolu bir tiyatro salonunda başta güçlük çekmesine rağmen sonunda rahatça nefes alabiliyorsa biz de aldığımız yeni şekle alışır, hayatımızı bu şekilde sürdürürüz.
Oysa suçluluğumu kanıtlayacak hiçbir hareketim olmadı. Aksine, bazı davranışlarımın cömert ve fedakâr biri olduğuma işaret ettiği inkâr edilemezdi ancak yine de ahlaksız ve tekinsiz bir adam olduğum söyleniyordu. Neyse ki bu iki sifat icat edilmiş de insanlar bu sayede idrak edemedikleri olgular hakkında üstü kapalı konuşabiliyor, bilmedikleri şeyler hakkında fikir öne sürebiliyorlar.
Söz konusu kendi çıkarları olmadığında insan öyle adil olur ki !
Sevdiği erkek kendisini terk ederse öleceğini söylemeyen tek bir kadın yoktur ama hepsi hayattadır ve öyle ya da böyle kendilerini avutmuşlardır.
Biz insanlar öyle değişken insanlarız ki taklit ettiğimiz duyguları en sonunda hissetmeye başlarız.
Sözlerim taşımaları gereken anlama göre değil, onda yaratacakları etkiye göre şekilleniyordu.
Birbirini seven iki kalbin arasına bir sır girdiğinde, biri diğerinden tek bir düşüncesini dahi saklamaya karar verdiğinde, aşkın tüm cazibesi kaçar ve mutluluk kaybolur.
İnsanı yanlışa sürükleyen ne aldığı hazdır ne de kendi tabiatı ve duygularıdır. İnsanı yanlışa, toplumun alıştırdığı hesaplar ve tecrübelerin doğurduğu düşünceler sürükler.
Bir seyin dile getirilmemesi, var olmadığı anlamına gelmez ve var olan bir şey dile getirilmese de hissedilir.
İnsan asla tutarlı değildir ne tamamen samimi ne de tamamen art niyetli olabilir.
İnsan denen canlının duyguları, muğlak ve karmaşıktır. Gözlem yetisinden kaçıp kurtulabilen izlenimlerden meydana gelirler, her daim bayağı ve alelade kalan sözlerle gayet ifade edilebilecek olsalar da asla tam anlamıyla tarif edilemezler.
İçinde fazlasıyla kişisel çıkar, duygu, kibir ve korku barındıran insan türüne alışmak zaman alır.
Gençlik yıllarında, böylesine sahte ve tükenmiş bir toplum karşısında hayrete düşmek, aslında insanın fesat bir zihinden ziyade saf bir kalbi olduğunu gösterir.
Gençlik yıllarında, böylesine sahte ve tükenmiş bir toplum karşısında hayrete düşmek, aslında insanın fesat bir zihinden ziyade saf bir kalbi olduğunu gösterir.
Ahmak insanlar, davranışlarına mümkün olduğunca az müdahale edilsin, tüm detaylarda özgür bırakılsınlar diye ahlak anlayışlarını devasa ve bölünmez bir kalıba sokarlar.
Gelgelelim, insanlar kendilerine aldırmazlık gösterilince bundan alınırlar.Bu aldırmazlığın sebebini kötücüllükte veya yapmacık merakında ararlar da başkalarının kendileriyle canları sıkılacağını bir türlü anlamazlar.
Kimseye hınç duyduğum yoktu ama, pek az kimse ilgi uyandırıyordu bende. Gelgelelim, kendilerine aldırmazlık gösterilince, insanlar bundan alınırlar. Bu aldırmazlığın nedenini kötücülükte, ya da yapmacık merakında ararlar da, başkalarının kendileriyle canları sıkılacağını bir türlü anlamazlar.
“Onun ölümden bu kadar çok bahsettikten sonra da,ölümün onu gözlerimin önünde yere serdiğine şahit olmuştum.”
“Utangaçlık insanın içinde yer eden öyle bir acıdır ki,en ileri yaşımıza kadar peşimizi bırakmaz;en derin duyguları bile içimize atmamıza neden olur.”
“Gözyaşlarımla taşları, ağaçların dibini onu bana hatırlatan her şeyi suluyordum.”
“Ölüm düşüncesi üzerimde hep büyük bir etki yaratmıştır. En zorlu acıları çektiğim sıralarda bile hemen yatıştırmıştır beni.”
“İnsanlar öylesine hercai yaratıklardır ki yalancıktan edindikleri duyguları sonunda gerçekten duymaya başlarlar.”
“Yeryüzünde birbirlerine destek olabilecek, hak verip anlaşacak, birbirlerini avutacak kimseler olan biz zavallı iki yaratığın şimdi birbirlerini paralamaya can atan iki can düşmanını andırır halimiz vardı.”