İçeriğe geç

Adem’in Hikayesi Kitap Alıntıları – Aykut Tanrıkulu

Aykut Tanrıkulu kitaplarından Adem’in Hikayesi kitap alıntıları sizlerle…

Adem’in Hikayesi Kitap Alıntıları

O gün komşuyduk da bu gün neyiz? Rabbe döndürülünce ne deriz?
Kimimiz hamdık kimimiz pişkin ama komşuyduk biz o vakit.
Dünyada en çok kimi görmek istiyorsan, ben oyum.
Bu dünyaya ait olmadığını mı düşünüyorsun?
Ben de öyle
Nefreti sevgi, kıskançlığı yardımlaşma, köleliği hürriyet dize getirebilir.
Yokluğun uç sınırıdır dünya, adımladığımız sırattır.
Madde küçülüp inceldikçe, yoğunluğundan arındıkça, bizim ona ihtiyacımız tersine şiddetlenir. Gıdasız haftalarca, susuz günlerce, havasız bir kaç dakika dayanabiliriz.
Anladı ki, günâhkarlar bile kendilerini seveni severler.
Her an bir sırattır.
Değişen şartlar insanı şekillendirmez aksine kendi iç yüzünü açığa çıkarır.
Tek dünyalılar anlamazlar.
Anlayamazlar.
Boğuşur dururlar.
Niyedir bu sınav?
Nedendir bu sınanma?
Seviliyorsun ey Âdem!
Neden buradasın sanıyorsun?
Sen kendine bak.
Sınanmamış sevgiye güvenebilir misin?
Sınanmamış sevgiye güvenilmez. MUSTAFA ULUSOY
Kader, insan itiraz edemesin diye var. Unutma, kader inanılmayı değil fark edilmeyi bekler.
Ama zarar görüyorum ölüyorum, sen bana dönmüş, hürriyet teklifi karşısında herkes eşittir diyorsun.
‘Hayal’ duyguların, düşünüşlerin ekranıdır. Kainatı tüm genişliği ile kuşatır. Ruhtaki her mesele orada şekillenir.
Dahası kader, zamanla direkt alakalı bir mefhum değildi. Bütün zamanları içine alan, adeta zamanlar üstü bir mahiyetle kuşatıyordu hayatı. Kader okyanusunda yüzen gemiler gibiydik.
İnsanoğlunun kalbi üç şeye karşı nedensiz muhataptır, bu üç şeyi sebepsiz sever: Cemal, kemal ve ihsan. Düşmanımızda bile görsek güzelliğe, mükemmelliğe ve karşılıksız ikrama karşı kayıtsız kalamayız. Ne ki, tüm bu yönelişlerin varlığı, ancak kıyas yaparak ortaya çıkar. Güzellik, çirkinlikle nispet edildiğinde belirir. Işık karanlığın, iyilik ise kötülüğün varlığında fark edilir. Hastalık sağlık ile ve nihayet varlık yokluk ile bilinebilir. Bir şey tam olarak, ancak zıddıyla kaimdir. Değilse, evrende asıl olan güzellik ve düzendir. Göze çarpan çirkinlikler kıyas içindir. Güzelliklerin anlaşılması içindir.
Hayatın içinde ölüm, adaletin içinde zulüm saklıydı.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kur’an-ı Kerim’de: Sana iyilikten ne gelmişse Allah’tandır. Sana isabet eden kötülükler de senin nefsindendir işaret buyuruluyor. Belirtmeliyim ki, muhatabım kendi nefsimdir.
İnsanın en özel yeteneği farkı fark edebilmesidir.
Sınırlı hayatlarımızda, sınırsız inkişaflar elde etme ümidiyle..
Hayat gibi en güzel bir gerçeğin ölümle kuşatıldığı, adalet gibi varlığımızın en temel bir gerçeğinin zulümlerle mahvedildiği bir ortamda, gerçekten ne işimiz vardı ? Ilk insan Adem, cennette yaratılmıştı. Şer ve zulüm imkânı olmayan cennette, ilk yaratıldığımız o güzel yerde kalsaydık ; en azından bu kadar zulme seyircilik etmek zorunda kalmayacaktık . Ölüm ise hayatımıza girmeden atlatılmış olacaktı . Oysa burada, şerrin her çeşidinin sergilendiği bu diyarda, şerre seyirci olmak zorunda da kalıyorduk ; istemeden dahi olsa ölüme de vesile oluyorduk.
Hz. Adem nasıl bir bakışla çözmüştü bu olayları?
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Hayatın içinde ölüm, adaletin içinde zulüm saklıydı
Ölümle gerçekten sorunum(uz) vardı . Müthiş bir tezattı karşılaştığım olaylar. Soyut kavramların çarpışmaları , etrafımızı çepeçevre kuşatmıştı. Mantığım ve duygularım , hayata rağmen asla ölüm demiyordu. Ölümün hatırlattığı , yokluğa gönderebileceğim hiçbir duygumun olmadığını fark ettim.
Hayatın içinde ölüm, adaletin içinde zulüm saklıydı.
Sınanmamış sevgiye güvenilmez,derler.
Brüt değil net Müslüman olacaksın kardeşim,fark nefs-i emmarendir bileceksin.
İstenen çok şey değil,
ya göründüğün gibi olacaksın
ya da
olduğun gibi görüneceksin.
Tek dünyalılar anlamazlar.
Anlayamazlar.
Boğuşur dururlar.
Niyedir bu sınav ?
Nedendir bu sınanma ?
.
Dünya hayatı,aldatıcı bir menfaatten başka bir şey değildir.

Al-i İmran Suresi : 185

Unutma ;
hareket harareti,
hararet kuvveti,
kuvvet cazibeyi doğuruyor.
Unutma ;
öğrenilmesi gereken ilk dil,
tatlı dildir.
İnsanoğlunun kalbi üç şeye karşı nedensiz muhataptır, bu üç şeyi sebepsiz sever : Cemal, kemal ve ihsan.
Düşmanımızda bile görsek güzelliğe (Cemal ),
mükemmelliğe ( Kemal ) ve karşılıksız ikrama ( İhsan ) karşı kayıtsız kalamayız.
İnsan kilidini,feragat anahtarı açar.
Eğer son yirmi dört saatimizi yaşıyor olsaydık ki bu her an mümkündür; akıp geçen zaman için, acaba yine böyle vurdumduymaz kalabilir miydik?
Âdemoğlu çok istiyor, ama çoğu kelâmı bilmiyor ki söylesin. Ne istediğini, Kim’den istediğini düşünmüyor ki istesin.
Sevginin yaşı olur mu?Hangi aşk bitmek üzere başlamıştır? Tüm sevgilerin sınandığı yerdesin.
Dünyadasın
Kendisiyle konuşulmasını seven bir Rabbin var. Sen niye hariçte kalasın.
Bu dünyaya ait olmadığını mı düşünüyorsun?
Ben de öyle
Allah’ın varlığına onca delil ve alamet varken, yine de O’ndan habersiz bir ömür geçirerek gerçek mucizelere kayıtsız kalabilmenin tam bir mahrumiyet olduğunu düşünüyordum.
Hayatın içinde ölüm, adaletin için zulüm saklıydı.
Sana iyilikten ne gelmişse Allah’tandır. Sana isabet eden kötülükler de senin nefsindendir.
Hz. Adem dünyaya gelince, zıtların buluştuğu bir yere indirildiğini anladı. Zıtlıkların fena ve fani olanlarıyla çepeçevre kuşattlmıştı. Yaratılmış her ne varsa, üzerinde ‘fena mührü
vurulduğunu gördü. Adem (a.s.), fenaya dolanmıştı. Belki de yaratıldığı günden beri kendisini ve Rabbini ilk kez bu denli idrak ediyordu. Değişen şartlar Adem’i şekillendirmemiş, aksine kendi içyüzünü açığa çıkarmıştı. Üzerindeki ahsen-i takvim (en güzel surette yaratılma) sırrını çözecek açılımları fark
ettiği gibi; şeffaf olmayan bir evrende, bir yandan isimleri öğrenme imkanı bulurken, diğer taraftan esfel-i safıline (aşağıların aşağısına) doğru meyledecek özelliklerinin var olduğunu
gördü. Artık evren, Adem (a.s.) için tam bir ten tuzağıydı.
Dünyasız cennet ile, cennetsiz bir dünyanın ne anlama geldiğini en iyi bilen, hiç şüphesiz Hz. Adem’di. İkisi arasındaki farkı fark edebildiği anda; Adem (a.s.) hem kendi varlığını hem Allah’ı kavramanın yolunu bulmuştu. Allah’ı bilmek başka, O’nun Zatını bilmek başkaydı. Hz. Adem farkı fark ettikten sonra meseleyi anladı. Değilse Hz. Adem ile Havva, mükemmel kıvamda yaratılmış kaliteli insanlar oldukları halde,
cennetin farkına, güzelliklerin ayrımına varamadıkları için, o bir tek yasağa yapışmışlardı.
Yaşamakta olduğumuz hayatın küçük zaman dilimleri. Günlük yaşantının minik tik-takları. Anbean geçirdiğimiz ömür anlarımız. Çoğu zaman değerini bilmediğimiz, geçmesine kolayca izin verdiğimiz saniyeler
Ceset inceldikçe ruh kalınlaşır.
Kabuğunu çatlatma çelişkisine katlanamayan bir tohumun, ağaç olduğu hiç görülmüş müdür?
Hiçbir şeye inanmaz olalı beri, her şeye inanır oldun bakıyorum. Ölmeyi erteleyebilirsin belki ama eceli asla.
Tefekkürün olmazsa olmazı fikir hürriyetidir. Özgürlüğün olmadığı bir yerde orijinallik gerçekleşmez. Düşüncelerin kısıtlanmadığı bir ortamda, örselenmeyen bir akılla özgün cevaplara ulaşılabilir.
Biz aleme nasıl bakarsak, alem bize kendisini o şekilde gösterir.
Vicdan o kadar bizden bir parçadır ki konuşmadan konuşur, bakmadan görür, kafa yormadan algılar.
Kirlenmemiş donanımıyla, örselenmemiş coşkularıyla, saf ve masumane bir vicdanla doğar insan. Fakat ne olursa işte bundan sonra olur. Katiyen yalana cevaz vermeyen, gıdasını sadece doğruluktan alan vicdan, bencilliğe kurban gitmeye, akıl yürütmelerin altında ezilmeye, yalancı cennetlerin içinde elem çekmeye başlar. İçeriği şefkat ve acımak iken kendisi acınacak hallere düşer. Biz büyüdük ve kirlendi dünya demeye başlar.
İnsanın entegrasyonunda iki cihaz vardır ki, katiyen yalan söylemezler, olsa olsa susarlar: Fıtrat ve vicdan
Unutma, tohum eken çiftçinin ambarı boşalır ama tarlası ziyadeleşir.
Sondan başa bakabilmektir iman, neden yaratıldığını kavrayabilmektir. Hüzünlü bir ayrılıktır iman, neden gönderildiğini anlayabilmektir.
Söz, ruhun teneffüs anıdır.
Bir söz, hayatın ve ölümün gücüne sahiptir.
Gerçek elinden alındı mı, hayalleri korumaya başlarsın.
Hatasız olma lüksümüz yoktu.
Hatalar işledik.
‘Biliyorum’ dedi, ‘Ben (c.c.) geriye dönüşleri kabul ederim.’
‘Fark tövbe kapısıdır, kapatmayın.’
‘Olağanlık’ öyle ilginç bir yanıltmaca ki, ‘Bir şeyden etrafımızda birçok numune bulundu mu, o değersizdir’ dedirtiyor.
Renkler, söylemedikleri şeyleri ifade ediyorlar.
Yani, acizliklerini.
Ya özünde yokluğun mayalandığı siyaha ne demeli!
‘ Bütün renkler benim malım’ iddiasının hazin sonu değil mi,
‘Kapkara’ kalmak,
Ve hiçbir rengi yansıtamamak?
Güneşe karşı diklenmenin bedelini,
Kor olup yanarak ödemiyor mu kömür?
Unutma; unutmak ezeli bir şifadır.
Zevkler ve renkler tartışılmaz derler.
Ben, tarif de edilmezler diyorum.
Doktor beyim siz söyleyin, renk nedir?!

Sahi, nedir?

Güneşin okşamadığı bir nesne,
Giyebilir mi renk elbisesini üzerine?
Obje yoksa, rengi kalır mı ortada?
Varlık sahnesinde boy gösteren ne varsa,
Yuttuğu renk ile değil de, yansıttıklarıyla birlikte anılmıyor mu?

Hayat denen müthiş çığlığı resmetmek mümkün mü? Ya da ölümün o engin kayboluşunu?
Vicdan ise ruhun derisidir.
Her poliklinik defteri, kaderin bir cüzüydü.
Allah’ın bize mühlet vermesinin adıydı sebepler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir