İçeriğe geç

Açık Ufuk Kitap Alıntıları – İbrahim Kalın

İbrahim Kalın kitaplarından Açık Ufuk kitap alıntıları sizlerle…

Açık Ufuk Kitap Alıntıları

Düşüncenin bir duygu boyutu olduğu gibi, duygunun fikri ve kavramsal bir yönü vardır. Biz varlığı bu ikisinin bütünlüğü içinde tecrübe ederiz.
Varlığı hümanize etmek, düşünce ufkumuzu daraltmaktadır.
Zira sahih bir ontolojiye dayanmayan hiçbir
epistemolojinin bizi iyiye,doğruya ve güzele ulaştırması mümkün değildir.
İnsanı yok sayan varlık felsefesi kör, varlığı dikkate almayan insan felsefesi topaldır.
Buna göre “Nasılım?” sorusundan önce “Var mıyım?” sorusunu sormamız gerekiyor. “Ben neyim?” sorusunun cevabı, “Nasıl var oluyorum?” sorusunda yatar.
Bir şeyin varlığı, onun mahiyetini (özünü, neliğini, kimliğini) belirler.
Ne akıl kalbin, ne de kalp aklın alternatifidir. Varlık ve idrak serüvenimizde ikisinin de merkezi bir yeri vardır. Ne kalpten mahrum bir akıl ne de akıldan yoksun bir kalp bizi sahih bir varlık tasavvuruna ve ben-idrakine götürebilir. Aklı olgulara, kalbi duygulara indirgemek, insanın varoluşsal ve bilişsel bütünlüğünü parçalamaktır.
Var olmak, bulmayı istemektir. Neyi bulmak istiyorsak, onun tarafından bulunmayı arzularız. Bulduğumuz şey ile bizi bulan şey arasında uyum varsa, huzur ve bütünlük nasibimiz olmuş demektir. Bulduğumuz şey ile bizi bulan şey iki farklı dünyaya aitse, o zaman bir boşluk hissi doğar içimizde. Hüzün, keder, gam belki de büyük bir dram. Başımıza bu hâl geldiğinde de bulduğuna biz karar veremeyiz. Ancak umabiliriz. Bulmayı ve bulunmayı ummak da insan oluşumuzun bir parçasıdır.
Görmek, varoluşunu bize sunan yani Ben varım, buradayım. diyen bir varlığın mevcudiyetini kabul etmekle başlar.
Düşünmek, sonlu ve geçici bir dünyada bulunmanın ölümsüz ruhlarımızda açtığı yaraları sarmak için başvurduğumuz bir tedavi yöntemidir.
Düşünmek, yerimizi yurdumuzu bulmak için ayağa kalkmaktır.
Önceliğimiz malumat edinmek değil, var olmayı ve bilmeyi anlamlı kılan bir kavrayış düzeyine ulaşmak. Bize bilgi çağı diye dayatılan enformatik enkaz çağında daha fazla malumata değil, hikmete ihtiyacımız var. Bunun için iyi, güzel ve doğru kavramlarını hatırlamamız ve idrakimize yeniden yön vermelerine imkan sağlamamız gerekiyor.
Hakikati keşif sürecinde her iki yol da bize önemli imkanlar sunar. Birini diğerine tercih etmek yerine önümüze konan imkanları doğru kullanmak gerekir.
Düşünmek, yerimizi yurdumuzu bulmak için ayağa kalkmaktır
Okumanın amacı kitaplarda boğulmak değil, ruhu uyandırmaktır.

| Molla Sadra

Düşünmek, ancak bu varlık ve idrak mertebelerinin tamamını kucakladığımız zaman amacına ulaşır.
Önemli olan bir kitabı hızlı okumak değil, anlamak ve hazmetmektir. Bir çiçek bahçesinde kan ter içinde koşan bir insanın oradaki gülleri, laleleri, zambakları, yaseminleri, lavantaları, papatyaları görmesi ve koklaması mümkün değildir.
Çok konuşmak fikrin derinliğinden değil, cehaletin gevezeliğindendir.
İdrakimizin önündeki perdeler ortadan kalkıp varlıkların mânâları zuhur etmeye başladığında aklımızla görmeye başlarız. O mânâya nüfuz ettiğimizde kalp gözüyle görmeye başlarız.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Zengin, başarılı, ünlü, güçlü, vs. olmak dururken anlamlı bir hayat arayışı beyhude bir çabadır. Kendini çağın ruhuna bırakanlar yeteri kadar mutlu görünüyorlar. Bizlerin de onlara katılması tek yol olarak sunuluyor. Buna itiraz edenler ise gerici, yobaz, barbar, oyunbozan, ilerleme karşıtı, çağdışı vs. yaftasını yemeye hazırlıklı olmalılar.
Hayatımızda çok fazla hüküm, çok az hikmet var.
Bir şey sınırını aştığında, zıddına dönüşür.

| İmam Gazali

Bir şeyin ne olduğunu açıklamak ancak onun neden var olduğunu bilmekle mümkündür.
Gizemli olan, dünyanın nasıl var olduğu değil, var olmasıdır.

| Wittgenstein

Yolda olmak, aramaktır. Bulmayı ve bulunmayı istemektir. Yolun hâllerini, nimet ve külfetlerini, süprizlerini, tuzaklarını, ikramlarını bilerek aramaktır.
İnsanlar arasında bir etkileşim ve keşif süreci olarak tefekkür ve sohbet, ancak muhatabımızı, kim olduğunu ve ne söylediğini dikkate aldığımız ve ona değer verdiğimiz zaman mümkün hâle gelir.
Düşünmek çileli bir iştir; insanı zihinsel konfor alanından çıkartır.
Perdenin kalkması ve hakikatin ortaya çıkması mânâsında kullanılan keşfu’l-mahcûb ifadesi, tam da bu ilkeyi anlatır: Hakikatin ışığı her daim parıldamaya devam eder. Yapmamız gereken, önünde duran engelleri, perdeleri ve duvarları aradan çıkartmaktır. Zuhur etmesine izin verilen hakikat, kendi mecrasını bulur.
Düşünmek, insanın düşündüğü şey ile ünsiyet kurmasıdır.
Taocu bilgelerin dediği gibi esas mesele; canavarla mücadele ederken canavarlaşmamaktır.
Vatana sahip çıkmak, gerektiğinde onun için ölmek demektir. Vatana sahip olmaya çalışmak demek, vatanı kendi malı gibi görüp başkalarının hakkını yemek demektir.
Düşünmek, insanın ait olduğu yeri bulma çabasıdır.
Kader, insanın bu dünyada payına düşen şeydir. O payı takdir eden, insanın kendisi değil, onu var eden Yaratıcı’ dır. İnsanın özgürlük ve sorumluluk alanı, payına düşen şey ile ne yapacağına göre şekillenir. Vehbî olanla kesbî olan, yani insana verilenle insanın kendi eliyle kazandığı şey arasındaki ilişki, payımıza düşenin neye dönüşeceğini de belirler. Kurtuluşa ermek yahut kaybedenlerden olmak, bu ikisiyle ne yaptığımıza bağlıdır. Kadere inanmakla kadercilik arasındaki ince çizgi ancak incelikli ve derinlikli bir idrak ile kavranabilir. İnsanın payına düşeni özgürlüğünü kaybetmeden anlamlı hâle getirmesi de bu yolla mümkün olabilir.
Kaos varlıkta değil, zihnimizde.
Zira Allah’ı gerçek manada bilen kişi O’nu sevmeden edemez.
Sevgisiz Hikmet eksik, hikmetsiz sevgi yarımdır..
Hakikat giderek ekrandaki imgelerden, mesajlardan, logolardan, avatarlardan, emojilerden, profil resimlerinden ibaret hâle geliyor. Bir çınar ağacına baktığımızda varlığın tezahürlerinden birini değil, resmedilecek, kopyalanacak, renkleriyle oynanacak, ekran uygulamasına konacak, paylaşılacak bir “nesne”yi görüyoruz.
Var olmak bulmak mıdır yoksa bulunmak mı?
Düşünmek, insanın düşündüğü şey ile ünsiyet kurmasıdır..
İnsan kelimesi nisyan kelimesinden gelir. Nisyan, unutmak demektir ve zikrin yani hatırlamanın ve anmanın zıddıdır. İnsan, Rabbiyle yaptığı ahdi/misakı unuttuğu için ona bu ad verilmiştir. İnsan, unutan varlıktır.
Akıllıların adeti susmak, cahillerin adeti unutmaktır. Susmak, sahip olduğunuz bilginin kıymetini bilmek ve hakkını vermektir. Cahillerin unutması ise, asıl meseleyi, yani neden bu dünyada bulunduğumuzu unutmalarıdır. Çok konuşmak, fikrin derinlikliginden değil, cehaletin gevezeligindendir.
Eğer iyinin bir sebebi varsa o artık iyi değildir; bir sonucu -ödülü- varsa, o da artık iyi değildir. Bu yüzden iyi, sebep sonuç ilişkisinin dışındadır.
Hayat bekli de sonlu olduğu için anlamlıdır zira onu bir gün kaybedeceğimizi bilerek yaşamak, onun kıymetini bilmek demektir.
Bir insanın başına gelebilecek en kötü şey, kendi varlığının hiçbir anlam ve kıymetinin olmadığı fikrine mahkûm edilmesidir.
Dünyada olmak ama dünyadan olmamak
Ayakları yeryüzüne basan insan, yönünü bulmak için gökyüzüne bakar.
İnsana verilecek en büyük cezalarından biri, emeğini bir hiç yerine koyarak değersizleştirmektir.
Susmak, bazen sesinizi gür şekilde duyurmanın en etkili yoludur. Kelimelerin manaların gerisine düştüğünü gördüğümüzde manadaki sırrı korumak için susarız. Dilin susması, kalbin sustuğu anlamına gelmez. Kalbin manaları, dilin kelimelerinden daha fazladır. Varlığın sırrına erenler, çok konuşarak gürültü yapmak yerine, susarak kendilerine emanet edilen manaya sahip çıkarlar. Kelimelerin ötesindeki hal ve mana ile konuşanlar, birbirlerinin sessizliğini en iyi anlayanlardır.
Düşünmek, … çare diye sarıldığımız şeylerin elimizden kayıp gittiğini gördükten sonra batmayan, solmayan, yok olup gitmeyen bir kaynağa doğru uzanmaktır.
İnsan, aklıyla ve duygularıyla bir bütündür diyoruz ama o insanı tüketim müptelası bir müşteri hâline getirmek için insanın özünü arzular, istekler ve ihtiyaçlar olarak tanımlıyoruz. Eğitimin amacı akıl ve erdem sahibi insanlar yetiştirmek olmalı diyoruz ama matematik ve fen bilimlerini yegâne zekâ ve başarı kriteri olarak kabul ediyoruz. Bütünlüğü ararken kendimizi paramparça olmuş bir varlık ve insan tasavvuru içinde buluyoruz.
Düşünmek, insanın ait olduğu yeri bulma çabasıdır.
Yolda olmak, aramaktır. Bulmayı ve bulunmayı istemektir.
Kral Midas gibi, hırsla dokunduğu her şeyin altına dönüşmesini isteyen birinin sonra dönüp Benim neden bir çiçek bahçem yok? diye sızlanmasının bir anlamı olabilir mi????
Anlam ve değerden aındırılmış ve ölü maddeye indirgenmiş bir evren tasavvurunun bizi mahkûm ettiği var olma biçimi böyle bir şeydir.
Her düşünür aynı zamanda fikir sanatçısı olmak durumundadır.
Kendini çağın ruhuna bırakanlar yeteri kadar mutlu görünüyorlar.Bizlerin de onlara katılması tek yol olarak sunuluyor.Buna itiraz edenler ise gerici, yobaz, barbar, ilerleme karşıtı, çağdışı vs. yaftasını yemeye hazırliklı olmalılar.
Varlık üzerinde düşünmek, bizden önce var olan ve bizden sonra da var olmaya devam edecek olan hakikat ile ünsiyet kurmaktır.
Sizi kendisine benzetemeyen hiçbir kötülük amacına ulaşamamıştır. Öyleyse iyi ve doğrunun bilgisi bizi erdeme götürürken, kötünün ve karanlığın idraki de bizi şerre ve fenalığa karşı korunaklı kılmalıdır.
Taocu bilgelerin dediği gibi esas mesele, canavarla mücadele ederken canavarlaşmamaktır.
Latincede sapere fiili, lafzî olarak bil demektir. Fakat bu bilme, sıradan bir bilme değil, hikmetle bilmek demektir. Aynı kökten gelen sapiens kelimesi çıkarımsal-niceliksel değil, hikemî bilgiyi ifade eder. Homo sapiens, bilen canlı değil, eşyaya hikmet nazarıyla bakan varlıktır.
Yolun istikameti bellidir fakat bu bizim özgürlüğümüzü elimizden almaz. Arayan kişi zaten bir özgürlük iradesi ortaya koymuş kişidir. Özgürlük olmadan mana arayışı mümkün değildir. Mânâya yönelmemiş bir özgürlük ise insanı kemale, huzura ve mutluluğa değil kaosa, benmerkezciliğe ve yıkıma götürür. O halde aramak, bulmak ve bulunmak için mânâ ile özgürlük arasındaki ilişkiye bakmamız gerekiyor.
Cevaplayamadığı soruları anlamsız, lüzumsuz ve saçma bulan bir bilim anlayışının bize evrenin ve hayatın anlamı hakkında bir şey söylemesi mümkün değil. Bu, kitabı kağıda, vatanı araziye, müziği ses dalgasına indirgemekten farksızdır.
Fakir bir dille zengin bir düşünce dünyası kuramayız. Dil ve düşünce dünyamız eş zamanlı olarak fakirleştiğinde başkalarının kavram ve tasavvur dünyasının esiri oluruz. Düşünmek, bu esaretten kurtulmaktır.
Hikmet, onu ancak aklen ve ruhen sevdiğimiz, arzuladığımıź zaman kendini bize açar.Sevgisiz hikmet eksik, hikmetsiz sevgi yarımdır.
İnsan aklıyla ve duygularıyla bir bütündür diyoruz ama o insani tüketim müptelası bir müşteri haline getirmek için insanın özünü arzular, istekler ve ihtiyaçlar olarak tanımlıyoruz.
Hümanist ontolojilerin temel hatası, varlığın küllî hakikatini insandaki tezahürüne indirgemesi ve göklere isyan etmiş insanı varlığın merkezine koymasıdır.
Çagın ruhunu ayak uydurmak sözünün ifade ettiği teslimiyetçi yaklaşım, her tür eleştirel düşünce imkanını ortadan kaldırmak ve kolaycı bir zihin dünyası kurmak için icat edilmiş bir slogandır.
Düşünmek zihnin hayatı ise, hayret etmek de düşüncenin meyvesidir. Ancak düşünen ve hayret eden vuslata ere ve hayat bulur.
Her bir metaforun zihnimizde uyandırdığı his, aynı anda aklımıza, hayal gücümüze, duygularımıza, kalbimize, vicdanımıza ve ruhumuza dokunur. Tecrübe ettiğimiz şey, bilgi aktarımı değil, varoluşsal bir uyanıştır. Bu uyanış bir “hayret “ hâlidir.
Düşünmek zihnin hayatı ise, o zaman hayret etmek de düşünmenin meyvesidir. Ancak düşünen ve hayret eden vuslata erer ve hayat bulur.
Öğrenmenin ve düşünmenin nihai amacı kitap yüklü eşek (Cuma, 62/5) olmak değil, sahih ve erdemli eylemde bulunmaktır.
Bize ‘bilgi çağı’ diye dayatılan enformatik enkaz çağında daha fazla malumata değil, hikmete ihtiyacımız var.
Varlığı ancak bir üretim ve tüketim konusu olarak kavrayabilen modern kapitalizm, elinin uzandığı her şeyi hızla tüketmeye devam ediyor
Varlıkla konuşmak istiyorsak önce dinlemeyi öğrenmeliyiz.Varlığın her an tecelli ederek bize söylediği sözler, ancak varlığın dilini konuşmayı öğrendiğimiz zaman zihinlerimizde ve kalplerimizde anlamlı cümleler haline gelir.
Var olmak ciddi bir iştir.Düşünerek ve hesap vererek var olmak ise daha ciddi bir iştir.Emek ister, dikkat ister, sabır ve sebat ister.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir