Fatma Barbarosoğlu kitaplarından Acı Deniz kitap alıntıları sizlerle…
Acı Deniz Kitap Alıntıları
Okunup okunmayacağı bilinmeyen bir kitaba imza atmaya mahkûm olmak neden? İmza günleri ses getirir. Diyor editör kendi söylediğine inanamamanın öfkesinde. Gelen sesler malûmumdur efendim. İçimden çıkıp giden sesleri anlatamamakta mazurum
Yaşadıklarım bana ait mi? Bana ait ise içimdeki bu kırıklık neden ?
Kaç masal bitti içimde..
Bir arayış içinde olmadan okuyanların buldukları neydi?..
Kendinizi kitaplara açmadıysanız onlardan size bir ses gelmez. Gönlünüzün kapısında kalır bütün sesler.
En yakınken en uzak olanın hasretine dayanılmıyor.
Aynı kitabı okuduğumuz biriyle karşılaşmak bir ekmeği bölüşmek kadar kutsal gelirdi.
Ah hafızam. Birkaç dakikalık azadı çok gören..
Rüyaların rüyalarda kalmasın. Rüyalarını paylaşacak birini bulmaktan sakın ola vazgeçme. Aynı rüyayı gördüğünüzde içinizdeki hakikat tamamlanır.
Yapabileceğim en büyük fedakarlık susmaktı. Sustum.
Sükûtu paylaşacağım birini bulmalıyım. İçimdeki çocuk canlı kalır belki.
Gönüller onca farklı bakarken birbirine..Hangi mana paylaşılabilir ?
Şimdi oturmuş bir duanın gerçekleşmesini bekliyorum.
Kavga aşktan daha gerçek ve inandırıcıdır
Her hicret ya arayıştır ya da bir kaçış
Hoca Efendi, kendimizi idrak etmek isterken çoğu aynalara koşarız, dedi. Aynaların aslolanı gösterdiği vehmine kapılarak.. Oysa her ayna kendinde olanı sunar. Sana gerçekten seni sunacak olan, mümin gönülleridir. Güzel insanların gönüllerinde bulduğun görüntün sana aittir. Bundan sonra seni senden saklayacak aynalara bakma. İnsanların yüzlerine bak. Karşındakinin görüntüsünde gördüğün kendinsin. Unutma. Karşındakinin görüntüsünde gördüğün kendinsin.
Yarın sabah soğuktan donarak ölenlerin arasında belki o da olacak. Yalnız mıdır? Çocukları var mıdır? Ve hangi acının esiridir? Bunları hiç bilmeyeceğim. Soljenitsine sığınacağım bu insanları tanıyabilmek için. Dosto’ya. Sonra Aytmatov’a. Onların anlattıkları bu insanlar mı? Neden kitaplardaki insanlar şu gördüğüm insanlardan daha gerçek?..
Dileğim iyi bir okuyucu olmak,” dedi.. İyi bir okuyucu olmaktan başka bir statü tanımıyorum.
Zavallı yavrucak iyi okumayı ne zannediyordu?
İyi bir okuyucunun nasıl olduğunu ispat etmek için çalışma odasına götürdü delikanlıyı. Duvarların kitaplardan görünmediği bir odada delikanlının şaşırmasını, ürkmesini bekliyordu.
İki elin on parmağı kadar kitap okumakla iyi bir okuyucu olunacağını mı zannediyordu? Bu ne haddini bilmezlikti. Delikanlı odanın tam ortasında durdu ve bulunduğu noktadan hareket etmeksizin kitaplara baktı. Sonra kitapkurduna dönüp, “Hepsini okudunuz mu?” diye sordu. Çocuk işte. Adam neredeyse odanın tavanından dışarı fırlayıp bulutlara değecek başıyla, Okudum.” dedi.
Delikanlı iflah olmaz bir cahildi adamın gözünde. Israrla, Ben hakiki manada okumayı soruyorum. dedi. “Kitapları açtığınız kadar kendinizi de kitaplara açtınız mı?
Adam genç diye küçümsediği delikanlının yüzüne gerçek manada ilk defa baktı. Göz göze geldiler. Adam delikanlının ta içini gördüğünü sanıp hızla ona sırtını dönüp ilgisiz olmaya gayret gösteren bir halde camdan dışarıya bakmaya başladı. Delikanlı hiç istifini bozmadan konuşmasına devam etti:
“Kendinizi kitaplara açmadıysanız onlardan size bir ses gelmez. Gönlünüzün kapısında kalır bütün sesler. O sese kapaliysa yüreğiniz, kendinizi aramaya çıkmamışsınızdır. Kendini aramayan insana satırlar ne verebilir? Siz kendinizi aramaya çıkmadıysanız eğer, satırlarda ve satır aralarında oluşunuzu’ yakalayamazsınız. Satırlarda gözleriniz fikri bulup idrakinizle bunu yakaladıktan sonra gönlünüzde endişe duymuyorsanız nasıl hakiki
manada okuyucu olabilirsiniz?
Ya annem? Annemin yalvaran bakışları? Annem anlar beni. Anlar mı? Kızlarını bir tek anneler
anlar. Kendi yaşayamadıklarını evlatlarında yaşamaya kalkmazlarsa eğer, anneler her şeyi anlar. Bir tek onlar. Her şeyi zorlaştıran senin bakışların anne
Sükûtu bir zırh gibi giyinmeye hazırdım. Yapabileceğim en büyük fedakârlık susmaktı. Sustum. Konuşabileceğimiz onca şey varken Konuştukça, paylaşıldıkça güzelleşeceğine inandığım onca şey varken Sustum. Sükûtumu bir ikram gibi sunarak. Konuşmayı paylaşamıyorduk, paylaşılan sükût olurdu belki
Ama o gitti. Ne beni bende bıraktı ne de yanında götürdü. Bu hiçliğim mekânsızlığımdan belki. Bir gönülde değilsem ben neredeyim?
Bir sükût başlamışken içimde, sükûtu bölüşecek bir insan bulabilir miyim? Manayı değil ama sesi paylaşacağım bir sürü insan var. Manalar paylaşılmadan ölüyor. Gönüller onca farklı bakarken birbirine Hangi mana paylaşılabilir? Ama herkes gelip döker kendindekini..
Kulağım sağırsa sakınır sesini. Boşa gitmesin ister sesi. Ya gönlüm sağırsa Her ses kulakta kalan olduğuna göre. Anlatıp anlatıp da kendimizi Bir gönüle armağan ettiğimizde İçimizdeki çocuğu öldüren oluyorsa her konuşma.
Sükûtu paylaşacağım birini bulmalıyım.
İçimdeki çocuk canlı kalır belki.
İftarı olmayan söz orucuna başlarsam
temizlenir mi içimdeki dünyanın renkleri? Sükût güzelleştirir mi, durmadan bölen o sesi? Hocaanne, “Her soru ayrılıktır. diyor. Felsefe sorular ilmidir, diye geçiyor kitaplara. Soruların işgal ettiği kafa Sen Sühendan, soruların bittiği yere git. “Soruların bittiği yer olmaz” diyor hocaanne suyun mermer basamaklara inen berraklığında, “Sen soruları tüketeceğin bir yere kavuşursun. Sana yönelen sorular bitmez lakin.
Kaçışlar götürmez seni menzile.
Menzile ulaşabilmek için yola çıkmayı murat edinmelisin
“Kendimizi idrak etmek isterken çoğu zaman aynalara koşarız, dedi. Aynaların aslolanı gösterdiği vehmine kapılarak Oysa her ayna kendinde olanı sunar. Sana gerçekten
seni sunacak olan mümin gönülleridir. Güzel insanların gönüllerinde bulduğun görüntün sana aittir.”
Her ayna kendinde olanı yansıtır.
Kendisini sevdiği şeylerde aramaya çıktı.
Tekrar kalbime dönüyorum. Bütün aynalar eskimiş oluyor.
O, kendini anlatıyordu. Oysa ben ondan yeni bir ben yaratıyordum.
Kelimeler suyumuzdu. Kilometrelerce öteden birbirimize şu veriyorduk.
Çocukluğumun yastıkları nadasa bırakılmış göz yaşı tarlalarıydı.
Kitaplardaki satırlar onun kişiliğinde vitrine çıkıyordu.
Sokaklar itaat istiyordu.
Sükût uçan bir kuştu.
O, kendi hikayesini yazdığını düşünürken, ötekiler onun hikayesinde kendi hikayelerini arıyorlardı.
İçime doğru tuttuğum bir lamba yazdıklarım.
Aradığım bir düşünceyi ya da adını koyamadığım bir hissi kitapta aniden karşımda buluverince .. ruhumun kanatlandığını zanneder, işte yaşamak bu derdim.
Aynı kitabı okuduğumuz biriyle karşılaşmak bir ekmeği bölüşmek kadar kutsal gelirdi.
Namazlarımda dünya var iliğine kemiğine kadar
İstediğini yazabilme hürriyetinin olmadığını fark etti
Sizin bir kitabınızı kafamın içine yerleştirir, sokaklarda sizinle gezer, kalabalık içinde sizinle yalnız sohbet ederdim.
Benim çok sevdiğim kitapların çok satanlar listesi nde hiç olmayışı hüznümü daha da arttırırdı.
En güzel hikayeleri yazabilmek için, en güzel hikayelere kendimden bir parça bıraktım.
Bütün bir şehri sevmeme tek bir kişinin varlığı yetebilecek demek ki!
Mevsimlerin de kendine has bir dili var. Uzun yaz ikindilerinin dili en şair olanı.
Benden bana hep hasretler kaldı.
Yıllar sonra kitabınızı yeniden okudum. İlk okuyuşumda hiç anlamamış olduğumu anlayarak.
Kelimelerimin de en az benim kadar yalnız olduğunu anlıyorum. Sanki onlar düzenli bir hayatın efendilik sunan süvarileriydi. Şimdi onlara yer yok. Ozon tabakasına ait bahanelerle dolu insanın, iklime tahammülsüzlüğünde, hangi havaya nezih denilebilir? Ya da insanların âdeta birbirinin tepesinde ve sırtında yaşamaya mahkûm edildikleri şehir hayatında, kimin kime efendimle söze başlayıp yine efendimle bitireceği saygı sözcükleri kalmıştır? Düşünceye ve düşünen insana yaşama hakkı vermeyen yeni hayat tarzında, düşünce zenginliğinin en önemli mimarı olan kelime zenginliği kimin umrunda Şaşkınlığın ve hayretin bile kalıplaştığı, insanların hep aynı tarzda giyinip, hep aynı şeyleri yine birbirinin aynı kelimelerle ifade ettikleri bir topluma bir de iletişim toplumu diyorlar. İletişim toplumu Amerika’daki bir olayı Amerikan gözüyle seyrettikten sonra, Türkiye’de Amerikanvari bir tepki gösteren insanlar demek. İletişim toplumundan kelâma yer yok. Seyretme telaşı içine düşmüş insanların durup düşünmeye düşündüğünü ifade etmeye dair tüm kabiliyetleri ellerinden alınmış sanki. Önce söz vardı. Şimdi seyretme var bol bol.
Bir gönülde değilsem ben nerdeyim?
Aşklar günübirlik; gençlik, sevgilisi için bile eline kalem almaya üşeniyor. Postacılar beyannameler, çekler, protestolar ve üç kelimelik bayram kartları taşır. Mektup mu? Unutulmuş Yazılacak ne kaldı ki! Me-
mur kafalı daktilo tuşlarından ukalâ bilgisayarlara uzanan bir hükümranlıkta
Hoca Efendi kendimizi idrak etmek isterken çoğu zaman aynalara koşarız dedi. Aynaların aslolanı gösterdiği vehmine kapılarak Oysa her ayna kendinde olanı sunar. Sana gerçekten seni sunacak olan mü’min gönülleridir. Güzel insanların gönüllerinde bulduğun görüntün sana aittir. Bundan sonra seni senden saklayacak aynalara bakma. İnsanların yüzlerine bak. Karşındakinin görüntüsünde gördüğün kendinsin. Unutma. Karşındakinin görüntüsünde gördüğün kendinsin.
Aynalarda kendimi unuttum.
Çocuklarım büyü artık anne diyor. Büyüyecek miyim? Büyümek hiç ağlamamak belki. Bütün istasyonları birbirinin aynı saymak Ben buraya ait miyim diye hiç düşünmemek Menzil kaç dakika ve kaç istasyon sonra?
Satırlarda gözleriniz fikri bulup idrakinizle bunu yakaladıktan sonra gönlünüzde endişe duymuyorsanız nasıl hakiki mânada okuyucu olabilirsiniz?
Hepsini okudunuz mu? diye sordu. Çocuk işte. Adam neredeyse odanın tavanından dışarı fırlayıp bulutlara değecek başıyla okudum dedi.
Delikanlı iflah olmaz bir cahildi adamın gözünde. Israrla: Ben hakiki mânada okumayı soruyorum dedi. Kitapları açtığınız kadar, kendinizi de kitaplara açtınız mı?
Yarına bir yankı bırakmaya çalışırken bugünkü sesimden de mahrum oldum. Sesimi geri istiyorum.
Benden bana hep hasretler kaldı.
Her hicret ya arayıştır ya da bir kaçış.
Şimdi en çok sen beni anlamıyorsun feryadı yaygın. Tamam, ben seni anlamıyorum da, ya sen beni ne kadar anlıyorsun?
Bu yaşlı kadın, boğazına bir kasa geçirip ren renk boncuk, tesbih satmaya uğraşan kadın benim yıllar önce kaybettiğim ninem değil mi? Bana daima hikâyeler anlatan. Rüyalarımı anlattığımda karşılığında fesinden, kuşağından kopardığı gümüş paraları vererek rüyalarımı satın alan ninem. Rüyaların rüyalarda kalmasın. Sen onları anlat ben onları yastığımın altında büyüteyim derdi.
Annem anlar beni. Anlar mı? Kızlarını bir tek anneler anlar. Kendi yaşayamadıklarını evlatlarında yaşamaya kalkmazlarsa eğer, anneler her şeyi anlar.
Acını ne güzel anlatıyorsun demişti hocaanne. Acımı güzel anlatırım. Çektiğim her sıkıntı bir kelimeye dönüşüp kaldı içimde.
Sükûtu paylaşacağım birini bulmalıyım. İçimdeki çocuk canlı kalır belki.
Hiçbir şey kitaplardakine benzemiyor. Namazlarımda dünya var iliğine kemiğine kadar.
Yorgunluktan uyukladığım saatlerde bir sayfa daha okuyabilmek için, yüzüme vurduğum suyun serinliğini muhakkak biliyordu yazar.
Okunmamış kitap, bir annenin karnında taşıdığı çocuk gibidir. Gözle görünür bir varlık vardır ama, onu siz hissedemezsiniz. O, henüz sizin dünyanızda yoktur. Sadece annesini rahatsız ediyor, annesinden şefkat bekliyordur. Ancak okunduktan sonra idrak edilen bir canlıdır her yeni kitap. Yazarın canından kopmuş bir can.