İçeriğe geç

Acemi Yolcu Kitap Alıntıları – Rasim Özdenören

Rasim Özdenören kitaplarından Acemi Yolcu kitap alıntıları sizlerle…

Acemi Yolcu Kitap Alıntıları

Rasim Özdenören kitaplarından Acemi Yolcu kitap alıntıları sizlerle

Acemi Yolcu Kitap Alıntıları

Bedenin malzemesi bu dünyanın balçığından başka ne ki!
Bir şiir aracılığı ile hissiyatımızın dile getirildiğini tasdik ettiğimizi ileri sürdüğümüzde aslında tasdik ettiğimiz şey ne oluyor, neyi tasdik etmiş oluyoruz.
Görmeyi sağlayan iç’in aydınlığıdır.
Bilenler söylemiyor, söyleyenler bilmiyor.
Psikanalistlere bakarsanız, insan sürekli kendi ilk mağarasının (ana rahminin) özlemini çekmekte ve yeniden oraya ulaşabilmek için çaba sarfetmektedir. Kim bilir, belki de bilinçaltında, fiilen yaşadığımız hakikat’e bir kez daha ancak ana rahminde ulaşabileceğimizi düşünüyoruzdur.
Bilgisiz hakikate ulaşılmaz ve hakikat bilgisiz elde edilmez.
Sınamalı insan kendini, bağımsızlığa mı yazgılı, boyun eğmeye mi?
Birinin, kendine kıymasına yol açacak sebebin kendisi “biricik” değildir.
Bugün gerçekten bugün müdür, yoksa dünün devamı mıdır, yeni bir günün içinde misin, yoksa devam etmekte olan bir günün ortasında mısın, belli değildir.
Sen kendin nereye gideceğini ve nereden yola çıktığını bilmiyorsan, bunu kime sorabilirsin. Sana, burada yardım edecek kimse yoktur. Bir başınasın ve kendi göbeğini kendin kesmek zorundasın.
Birisine ‘nihayet nedir’ diye sormuşlar da, insanın başladığı yere geri dönmesidir demiş!
İnsanlara sevgisini fısıldamak isteyen birinin illa havai mi olması gerekiyor.
Her ayrılış kendi vuslatını ve her vuslat kendi ayrılışını kendinde taşıyor.
Her zerreye açılan başka bir kapı var; şu halde her zerreden ona başka bir yol var..
Bir kelebek hiçbir zaman yalnız değildir. Yalnız olmadığı için yalnız değildir demiyorum, yalnız olduğunu bilmediği için yalnız değildir diyorum.
Çünkü hakikat meşakkate katlanmadan ulaşılabilecek bir mesafede olsaydı, o zaman insanların birbirinden farkı mı kalırdı ve farkı kalır mıydı?
Aslında özel olarak unutmamaya karar verdiğim nice olayları unutup gitmiştim..
Onu, onunla tanı, kendinle değil.
Yol, ondan başlar, ona gider
Akıldan başlamaz!*
Sokrates’e, yolculuğun kendisini hiç değiştirmediği birisinden bahsedilince, onun da: “Elbette değiştir memiştir, çünkü kendisini de yanında götürmüştür dediği anlatılır.
Yolların bitmeyeceğini, ulaşılan her menzilin aslında yolculuğun yeni bir başlangıç noktası olacağını bilerek ve onu öyle kabul ederek bu işe giriştiğmi hatırlamam gerekiyor.
Anmayı unutan kimseye nankör dendiği gibi, kendisine verilen nimeti inkar edene de aynı sıfat verilir. Elest bezminde ki tasdikini unutan kimse de nankördür.
Miraç, insanın, ait olup da koptuğu yeri ziyaretidir de denebilir.
Çünkü kendi hakikatiyle temas imkanı olmayan kulun, yaradanıyla ve onun sırrıyla temas kurması evleviyetle mümkün olmaz.
Eğer insan değişmek istemiyorsa bir yolculuğa çıkma zahmetini niçin ihtiyar etsin ki!
Hakikat biz ondan gafil olsak da varlığını sürdürüyor.
Ama insanın yolu her zaman bir mağaradan geçmeyebilir. Bu durumda mağarayı kendimize getirmemiz gerekecektir. Gözlerimizi kapatarak bu işlemi gerçekleştirmeyi denememiz mümkündür. Öyleyse gözler kapalı durmalı ve gözleri kapalı duran birisi kendini dünyadan yalıttığını tahayyül edebilmelidir.
Bilenler söylemiyor, söyleyenler bilmiyor.
Bilenler söylemiyor, söyleyenler bilmiyor.
Bütün bu binlerce sayfalık kitaplar, yüzyıllardır sürüp gelen “bilgiler”, öyle sanıyorum ki, işin dedikodusundan ibarettir. Alana girmeyen, mağaranın o kendine özgü tecrübesini yaşamayan, belki ustaca, hatta dahiyane mülahazalara sahip olabilir ama sırrın hakikatinden nasipdar olamaz, sırrın içine girmek isteyenin, sırra nüfuz etmek isteyenin, sırrın anahtarını elinde bulunduranlara müracaat etmesinden başka açık bir kapının bulunması imkansız görünüyor.
İnsan içinde yaşadığı dünyada hakikatle temas imkanını bulamayacağını anladığı anda, yönünü, mağarasına, kendine özgü mağarası her neyse ve her nereyse, oraya çeviriyor. Orada kalış süresi belli değildir. Bu, belki, onun mağarada fethetmeyi düşündüğü şeyle belirlenecektir. Bu gönüllü sürgün hayatı yönünü cehaletten bilgiye döndürmüş olarak geçirilecektir ve bu sürgünün süresi insanın algılama kapasitesi ile hemahenk olacaktır.

Kesin bilinen şu ki, bu mağara sürgünü yaşanmadan hakikatin kendini ifşa ettiği birine şimdiye kadar rastlanmamıştır.

Yoksa ben bilgiyle hakikati mi karıştırıyorum?
İnsanın yolculuğunun, onun hakikat yolundaki yolculuğunun aslında kendi içinde gerçekleştiği ortaya çıkacaktır.
Hakikat muz gibi, kivi gibi hangi iklimde yetiştiği belli olan bir meyve olaydı, ona ulaşmak kolay olurdu.
İnsanın nasibi sorumluluktur.
O, giriştiği eylemin sorumluluğunuda yüklenir.
Üstelik hiçbir tereddüt ebediyen sürmüyor.
İşte o zaman ağzımdan çıkan “Beni doğru yola ilet!” cümlesini fark ettim. Evet, aynen bu cümleyi söyledim. Ama bu dümdüz, vurgusuz, noktasız, virgülsüz bir cümle değildi. Bu, düpedüz bir yakarıştı.
*
Yakarıyordum, çünkü ben bilmesem bile, doğru olan bir yol vardı; yakarıyordum, çünkü ben özgürlüğe (veya Nietzsche’nin deyişiyle bağımsızlığa) yazgılıydım.
*
Yani bir şeye “ol!” diyordum. Olmasını istediğim şeyin olması için onun olmasına yardımcı olmam gerektiği de alttan alta kendini duyuruyordu.
İnsan sadece ne aradığını değil, aradığı şeye (her neyse o) nasıl ulaşacağını da bilmeliydi.

Başkaca söylersem, tevekkülü hak etmem gerekiyordu. Tevekkülü bir çabayla hak edecektim.

Ben bu dünya yolculuğuma acaba nerden başladım? Bir yok luktan mı?
İnsan sevgisinin içgüdüsel değil, fakat bilinçli bir eylem olduğu üzerine düşünceler geliştirmek istiyordum. Ve insan sevgisinin belki de bu yanıyla hayvana mahsus sevgiden ayrıldığını fark etmeye hazırlanıyordum. Çünkü hayvanın sevgisi bütünüyle içgüdü ile mukayyetken insan sevgisi bilinçli bir işlem olarak ortaya çıkıyordu.
Belki de tereddütler karar analarının mola yeridir.
Ana rahmiyle mezar arasında yapılmak istenen benzeştirme, bir an için bazılarına irkiltici gelse de belli bir gerçekliğe de dokunduruyordu.biri, mazide kalmış bir berzahken öteki istikbalde geçilecek bir berzahı işaret ediyor; biri yaşanmış olduğu halde bilinmiyorken, öteki yaşanmamış olmasına rağmen biliniyor (ya da bilindiği farz ediliyor.)
Acaba kendi mağarasının karanlığında yaşamış olan kimsenin bu karanlıkta gördüğü şey ne olabilir? Bunu, şimdiye kadar bize kimse açıklayamamıştır.
Acaba hakikat benim gibi dağ başlarında gezerek mi, yoksa kent sokaklarını arşınlayarak mı bulunacaktır?
Yoksa ben bilgi ile hakikati mi karıştırıyorum? Hakikati arıyorum derken, bilgi arayışına çıkmış olmayayım?
Belki de tereddütler karar anlarının mola yerleridir.
İnsanın işleyeceği ve sonuçlarından sorumlu tutulacağı işlerin (eylemin, amelin ) Allah tarafından önceden biliniyor olarak farz edilmesi, insanın özgür iradesiyle eylemesinden onu alıkoymuyor. Çünkü Allah, o fiili, insanın iradesi istikametinde halk edecektir.
Sınamalı insan kendini, bağımsızlığa mı yazgılı, boyun eğmeye mi?
Ve insan, oluşmuş bulunan kaderde, kendi iradesi ve kararı oranında sorumluluk sahibi olarak belirmektedir.
Yolların bitmeyeceğini, ulaşılan her menzilin aslında yolculuğun yeni bir başlangıç noktası olacağını bilerek ve onu öyle kabul ederek bu işe giriştiğimi hatırlamam gerekiyor.
Kötü olan aşktan mahrumiyettir. Aşk yoksa
herhangi bir yere yönelmenin potansiyeli elde bulundurulmuyor demektir. Oysa aşk varsa, sorun, ona yön belirlemek olarak ortaya çıkar. Böyle bir sorunla baş edilebilir. Ama öbür türlüsünde, yani bir boşluğa yuvarlanmış olma halinde neyle başa çıkacaksın?
Bu insan tuhaf bir mahlûk diyorum da, kimse inanmıyor.
İnsan nasibini arıyor, onu buluncaya kadar çaba göstermesi gerekiyor; aramadan (çaba sarf etmeden) bulması mümkün olmuyor.
Daha önce söylemediysem, işte, şimdi söylüyorum: Yolculuk, bir güzergâh üzerinde durmadan bir yöne doğru ilerlemekten ibaret değildir. Yolculuk kimi zaman zaman tünellerinden geçmeyi de gerekli kılar.
Kim, nereden ayrılmış?
Ve kim neye kavuşmak istiyor?
Ama gene de bir yere kavuşmuş olmuyor muyuz?
Herkesin kavuşmayı umduğu bir menzil bulunsa bile her yol her yolcuyu illa da umduğu menzile ulaştıracaktır diye bir umuda kapılmak doğru olmaz sanırım: çünkü her yol, ancak kendi güzergâhında bulunan bir menzilden/menzillerden geçer.
Ama gerçek, çoğu kez, bizim aklımızdan geçirdiğimizden daha dramatik olarak boy verebilir. Dahası, gerçek bizim aklımızdan geçirebildiklerimizi fersah fersah aşabilir. Aklımız gerçek olanı kavramaya bile güç yetirmeyi başaramaz.
Fakat bir anda insan olduğumu hatırladım, insan kaldığımı düşündüm, şükrettim.
Ölüm mü gerçek hayattır, hayat mı rüyadır, rüya mı uyanıklıktır, uyanıklık mı ölümdür ve insan hangisinden kalkıp hangisine doğru yolculuğunu sürdürmektedir, kimizaman anlaşılmaz hale geliyor.
Biz, böyle bir yolculuğun neresinde duruyoruz?
Gittiğim her yere, benim zatımı oluşturan veya onun oluşmasında hesaba katılması gereken bir payı olduğunda kuşku bulunmayan, terk ettiğimi (ayrıldığımı) sandığım geçmişimi de kendimde taşımıyor muyum?
Aslında özel olarak unutmamaya karar verdiğim nice olayları unutup gitmiştim, onların arasında, yani unutmayayım diye mimlediklerim arasında bu gün hâlâ hatırlayabildiklerim var.
ben, yolculuktan değil, fakat yolculuk hazırlığından tedirginlik duyuyordum.
Onu, onunla tanı, kendinle değil. Yol, ondan başlar, ona gider Akıldan başlamaz!
Eğer yolculuğa çıkmadan önceki halimizle yolculuğu tamamladıktan sonraki halimiz arasında bir fark bulunmayacaksa o yolculuk niçin yapılmış olsun ki?
Onların (sahabilerin) her biri yeni yolculuklarına başlarken eski ben lerini arkalarında bırakarak yola koyuldular. Öyle olduğu için de, bir defa olsun geri dönüp arkalarına bakmadılar. Bilakis tebliğe, teklife açık bir hâlde duruyorlardı yolun başında.
Kötü olan aşktan mahrumiyettir. Aşk yoksa herhangi bir yere yönelmenin potansiyeli elde bulundurulmuyor demektir. Oysa aşk varsa ,sorun, ona yön belirlemek olarak ortaya çıkar. Böyle bir sorunla baş edilebilir. Ama öbür türlüsünde, yani bir boşluğa yuvarlanmış olma halinde neyle başa çıkacaksın?
Sakladıklarımız ve yitirdiklerimiz bizi kim bilir ne kadar yoksullaştırıyor ve yoksullaşırken de bir yandan kim bilir başka neler kazanıp zenginleşmenin yolunu buluyoruz? Bu insan tuhaf bir mahlûk diyorum da, kimse inanmıyor.
Ölüm, hayat ve rüya istiaresini Tolstoy da kullanıyor bir yerde; farklı yaklaşımı intiharı yorumlayışında ortaya çıkıyor. Ölüm, Tolstoy için de hayata uyanmaktır: Erken ölme, insanın uykusuna kanmadan uyandırılmasıdır. İhtiyar ölme, insanın uykusuna kanması, ama hafif uyuyup kendi kendine uyanmasıdır. Kendini öldürme bir kâbustur, uykuda olduğunu hatırlamakla ondan kurtulursun, uyurken kendini zorlar, uyanırsın. diyor.
Gerçi bulmak için, ilk elde, aramak gerektiğini herkes söylüyor. Aramaya başlayanınsa, kuşkusuz, ne aradığını bildiğini kabul etmemiz gerekiyor. Fakat gerçek öyle mi? Hakikatin ardına düşmüş olduğunu farz ettiğimiz kimse gerçekten neyin ardına düşmüş olduğunu biliyor mu? Onu bulduğu zaman onu tanıyabilecek mi?
Ulaştığımız, elde ettiğimiz bilgi yanlış da olsa, doğru da olsa, hakikat, o bilgi ile aynı şey olmamaya; hakikat, o bilginin dışında kalan yerde durmaya devam edecektir. Buna rağmen, bizi, hakikate ulaştıracak olan bilgi olacaktır. Ama öyle bir bilgi ki, bu, o da, hakikatin kaynağından sadır olmaktadır aslında. Bizim, yanlış ve yanıltıcı diye telâkki ettiğimiz bilgi, yanlışlığı ve yanıltıcılığı her zaman kanıtlanabilecek türden olan bir bilgidir.
Kimileri, dönüp dönüp aynı şeyleri düşünüp yaşadığımı sanabilir. Bazen ben de öyle sanmaktan kendimi alamıyorum . Ama her seferinde, olayın bir başka yönünün karşıma çıktığını fark etmem gerekiyor.
İnsan sadece ne aradığını değil, aradığı şeye (her neyse o) nasıl ulaşacağını da bilmeliydi .
Herkes, hayata verdiği değer neyse ondan da onun karşılığını görüyor.  Hayatı, biraz giyinip süslenmek, biraz alışveriş yapıp hava atmak, gezip tozmak çevresine sıkışmış olarak görüyorsak o da bize bunları ve yalnızca bunları iade ediyor. Bunlar da kuşkusuz, hayatın vazgeçilmezleri arasındadır. Ama bundan ibaret değildir. Onu, yeniden ve yeniden yaşayıp çoğaltırken, ondan bıkkınlığa düşmeden kendimizi, yaratılışın ve yeniden yaratılışın en taze noktasında konuşlanmış olarak duyumsamanın yollarının  var olduğunu bilmeli ve o yolları kendi kendimize keşfetmeye çıkmalıyız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir