İçeriğe geç

Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı Kitap Alıntıları – Mustafa Armağan

Mustafa Armağan kitaplarından Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı kitap alıntıları sizlerle…

Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı Kitap Alıntıları

Her dönemde haklı olmak: insanoğlunun beceremeyeceğini bildiği ama yine de oynamaktan vazgeçmediği ezeli oyunun adıdır bu.
İnsan bir başka toplum hakkında ahkâm keseceği zaman önce aynasına, yani kendine bakmalı değil mi ya?
Marx’ın dediği gibi, tarih tekerrür ettiğinde ortaya çıkan şey komediden başkası değildir.
Tarih Sevenler için
bugünkü Türkiye’yi kuracak temeller, Sultan Abdülhamid’in iktidar döneminde atılmıştır.
Abdülhamid ‘i anlamak her şeyi anlamak olacaktır.!

Necip Fazıl Kısakürek

Yanlış anlaşılmasın:Sultan Abdülhamid’in şahsı değil bugün önemli olan Önemli olan biyolojik varoluş değil.Eti, kanı, tırnağı, gözü, kulağı değil Asıl önemlisi,onun bu toplum için,bu millet için,bu ümmet için ifade ettiği manadır.Emperyalizme karşı soylu bir direnişin sembolüdür o.’Son kale’nin ‘, insanlığın son adası’nın son cesur neferlerinden birisidir Abdülhamid
Konstantin teslim olmaktansa çarpışarak ölmeyi tercih etmişti.Onun kadar da mı cesaretimiz kalmadı?Bana bir tüfek verin,tek başıma düşmanla savaşmaya hazırım.Hiçbir yere gitmiyorum!
Darülfünun, Arkeoloji Müzesi ve modern kütüphanemizin altındaki imza da ondan başkasına ait değildir.
Ben doğrusu Padişahınıza hayret ediyorum. Bilmece gibi bir adam Hem de çözülmesi çok çok çok zor olan bir bilmece!..
– Bagnam (Bucknam) Paşa
Sultan V. Murad’ın davranışlarında cinnet alametleri görülüp tahttan indirilirken, Şehzade Abdülhamid ekibin -fiilen içinde bulunmuyorsa bile- oldukça yakınında yer alıyordu. Bir başka deyişle, devrin entelektüel nabzını içeriden tutanlardan biriydi. Ve gayet yakından tanıyordu müstakbel rakiplerini veya hasımlarını.
( ) Bakalım ve görelim, çöken şey, Osmanlı mıymış yoksa düşünme kapasitemiz mi?
Sultan Abdülhamid döneminde ülkenin imarı için yapılanlar saymakla bitecek gibi değil. Osmanlı coğrafyasında yıkılmış bulunan camileri tamir ettirmek için kendi hazinesinden (Hazine-i Hassa’dan) yardımlar gönderiyor, pek çok hayır işlerine koşturuyor, Darülaceze’yi kurduruyor, öksüz ve yetimler, hatta sokak çocukları için (bunlar Rum veya Ermeni çocukları da olabiliyor) özel okullar, yardım kurumları açıyor. Bu kurumlardan birisi olan Dârulhayr-ı Âli, kimsesiz çocukları, bir bakıma bugünkü sokak çocuklarını sahiplenmek ve yetiştirerek topluma kazandırmak adına atılan son derece ciddi bir hamle olarak karşımıza çıkıyor.
Devrindeki Düvel-i Muazzama diplomatlarının Sultan II. Abdülhamid’in ustalıklı dış politikası hakkında sarf ettikleri sözlerin yüzlercesi arasında bir cümle son derece manidar gelir bana: Abdülhamid kurtlarla birlikte ulumayı bilen bir hükümdardı.

İngilizcedeki ‘Kurtlarla birlikte ulumak’ (Howling with the wolves) deyiminin kaynağı şudur: Dağ başında kurtlar etrafınızı çevirdiğinde ancak onlar gibi ulumayı becerebilirseniz sizi kendilerinden kabul ediyor ve dokunmadan yanınızdan geçip gidiyorlar. Kaçmaya yâhut başka türlü (mesela insan gibi) sesler çıkarmaya kalkarsanız, üzerinize saldırıp anında parçalıyorlar. Bir başka deyişle, tek şansınız, onlar gibi ulumayı becerebilmektedir.

II. Abdülhamid de, diğer Tanzimat devlet adamları gibi, Şark Meselesi’nin (The Eastern Question) içeride büyük endişe ve korku uyandıran atmosferinde doğmuş, Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçalanmanın arefesinde olduğunun, etrafına çöreklenen kurtların sofrasında bir paylaşım savaşının er veya geç patlak vereceğinin keskin bilinci içerisinde yetiştirilmişti.

İşte Sultan Abdülhamid, girilen bu kritik dönemeçte en azından büyük bir devlet imiş gibi davranarak, devrin kurtlarının Osmanlı’yı hâlâ ulu bir devlet olarak kabul etmesini sağlamaya çalışacak, ilerideki o kaçınılmaz hesaplaşma gününe kadar vatanın parçalanması ve bölünmesini olanca gücüyle engellemeye teksif edecekti mesaisini. O mukadder, kaçınılmaz ‘hesaplaşma günü’ne olabildiğince güçlü ve teçhizatlı çıkılmalıydı. Zira asırların ertelenen hesabı görülecekti orada

Sultan Abdülhamid’in, tarihin böylesine kritik bir dönemecinde 30 küsur yıl boyunca yaptığı şaşırtıcı diplomatik ve siyâsî manevralarla Osmanlı Devleti’nin ana gövdesini, 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar çok ciddi bir kaza yaşatmadan yüzdürüp getirebildiği, dost ve düşman tarihçilerin ortak kanaatidir. Çöküşün 1878’den 1918’e kaydırılmış olmasının, yani ‘ölüm kesesi’nden kazanılan bu 40 yıllık vaktin nâmütenâhi önemde olduğunu, olayların seyrini gördükçe daha iyi anlayacağız.

( ) Aynı şekilde en muteber hadis derlemesi kabul edilen Sahih-i Buhârî’nin en sağlıklı baskısını da Abdülhamid’e borçlu olduğumuzu söylüyor uzmanlar. Bu nüsha, hadis literatüründe hâlâ Abdülhamid neşri adıyla bilinmektedir. Kendisi Buhârî’yi yalnız mânâsını öğrenmek için değil, aynı zamanda dua olarak da okurdu. Nitekim Çanakkale muharebeleri devam ederken, ordumuzun muzaffer olması için devamlı olarak Buhârî-i Şerif okuduğunu Atıf Bey’in (özel doktoru) notlarından öğreniyoruz. Bastırdığı Sahih-i Buhârî nüshalarını satışa koydurmamış, ümmet-i Muhammed’e ücretsiz dağıtılmasını irade etmiştir.
Atiyye-i seniyyeler, padişahın geniş bir kitleye sunduğu hediyelerdir. Bu hediyeler elbette sünnet düğünlerinde çocuklara birer çeyrek alım göndermekle (İhsân-ı Şâhâne) sınırlı kalmamış, mezuniyet törenlerinde öğrencilere hediye kitap göndermekten tutun da, Üsküdar’da itfaiyeci Mehmet Efendi’nin 7-8 yaşlarındaki zavallı sakat kızına protez bacak yaptırmaya kadar uzanan gerçek bir yardım seferberliğine dönüşmüştür.

Abdülhamid’in her tahta geçiş yıldönümünde alışkanlık haline getirdiği bir atiyyesi de, borçları yüzünden hapse düşenleri kurtarma operasyonudur. Abdülhamid, zamane yöneticileri gibi devlet hazinesinden yiğitlik yapmaz, her yıl, çocukluğundan itibaren biriktirdiği şahsi hazinesinden bir miktar parayı, borcunu ödeyemediği için hapse düşenleri kurtarmaya tahsis ederdi.

Evet, sen düştün, düştü siperimiz Sen düştün, düştü aklımız Sen düştün ve ardından öyle bir düşüş düştük ki, şimdilerde ancak nereden düştüğümüzü ve düşmemize mâni olan elinin hangi tunç ocağından çıkarıldığını keşfe çabalıyoruz.
Bizi yükselten, dinimize karşı duyduğumuz büyük aşktır.
Tarihteki kilit şahsiyetlerin engin dünyalarını anlamak, bugünümüze de, yarınımıza da kudretli ışıklar tutacaktır.
Beni evhamlı sanıyorlardı
Hayır! Ben, sadece gafil değilim, o kadar!
Milletim bu toprakları ancak aldığı fiyata verir. Çünkü bu topraklar kanla alınmıştır, kanla verilir.
“En sadık uşak azad edilmiş köleden yapılır.”
“Bazen sorular cevaplardan daha güçlüdür.”
Türkiye’nin hangi bucağına gittimse, ikinci bir Mimar Sinan gibi gölgen takip etti titrek adımlarımı
Benim zihnim dedi, durgun kalmaya isyan ediyor. Bana sorunlar göster, yapacak iş göster, anlaşılması en güç bulmacaları ya da en karmaşık analizleri göster. O zaman en uygun havama girmiş olurum Zihinsel coşkunluk arıyorum hep.
Bizi yükselten, dinimize karşı duyduğumuz büyük aşktır.
Abdülhamid’i anlamak her şeyi anlamak olacaktır.
Necip Fazıl Kısakürek
Sen bir anne gibi tuttun ufukları
Sezai Karakoç
Bilmek ve anlamak Önümüzdeki iki yol bunlar olmalıdır.
Beni evhamlı sanıyorlardı Hayır! Ben, sadece gafil değilim, o kadar!
Sultan II. Abdülhamid
Kubbesi habbe olmuş bir millet, habbeyi kubbe yapmayı da günün birinde öğrenmek zorunda değil midir?
Bizim için elden duadan başka ne gelir? Her vakit Buharî-i Şerif okuyorum.
Bir hatim de ikmal etmek üzereyim, inşaalah duamız Cenâb-ı Hak indinde
müstecab olur.

Memleketin selameti, millet-i İslamiyenin bu beladan
kurtulmasını dua ediyorum. Hastalığım iyi olsun, yine Buharî’ye
başlayacağım.. Çanakkale harbinde hep Buharî okudum. Cenab-ı Hak o vakit bizi himaye ve siyanet etti. Yine eder.
Atıf Hüseyin Efendi’nin Hatıratı’ndan (s. 388)

Bilir misiniz ki, bu Osmanlı’nın Tamam mı-Devam mı? davasının
müzakere edildiği konferansa, Osmanlıların delege göndermelerine dahi izin
verilmemişti.
Evvelâ Meşrutiyeti ilân ederek rejimi, mutlakiyetten şartlı demokrasiye çevirebilmiş olan ttihad ve Terakki, iktidara sahip çıkamamışta, çünkü ne hükümet etme felsefesi, ne kadrosu, ne hazırlığı vardı ktidar, şekilde bizim, gerçekte eskinin devamı idi ve eskiye dönme de demiyeceğim, amma yapılmış olanı yıkma hareketi, bu boşluklann içinde birden patlayiverdi Biz, ttihad ve Terakki olarak, hem meşrutiyetin tüm sorumluluğunu yüklenmiştik, hem de Parlamento’da çoğunlukta olarak iktidar partisi idik: Vatanın kaderi bizim elimizde ve omuzlarımızda idi. Aslında ise, iktidarda değildik: Çünkü ne vatanı idare edecek kadromuz, ne de bu kadroyu terkib edebilecek felsefemiz vardı. Bütün bu çelişkiler ve boşluklar içinde iyi niyetimizden asla şüphe edilemezdi ve sanırım böylesine muazzam bir yükü üstlenmemizin başlıca sebebi ve dayanağı da mutlak iyi niyetti.

Fethi Okyar

Böylesine kritik bir durumda sorumluluk sahibi bir yöneticinin yapması gereken ne varsa onları yaptı Sultan Abdülhamid.
Önce kurtları uzaklaştırması gerekiyordu başından. Onları uğraştıracak ve oyalayacak sorunları bulmalıydı. Sonrada kurtların bir daha saldırmayacak bir mesafeye çekmesi gerekiyordu devleti. Ve içeride, şimdilik ertelenen ama gelecekte kaçınılmaz bir şekilde patlak verecek hesaplaşmada daha dirençli, daha kuvvetli, daha bilgili, daha birlik yanlısı, daha vatan kavramı etrafında örgülenmiş bir bilinç ve bir özgüven olmalıydı insanlarında.

Bunu sağlamanın yolu ise bir barış dönemini temin etmekten geçiyordu. Ama
onurunu ezdirmeden, şahsiyetini feda etmeden başaracaktı bunu. Aksi halde önemi kalmazdı çünkü. Osmanlı olmaktan çıktıktan sonra, sınırları korumanın da büyük bir ehemmiyeti yoktu. Önemli olan, Ben burdayım sinyalini kesmeden bunları başarabilmekti.

Abdülhamid bunu başardı işte. Eğer başaramasaydı, devletin, 1880 lerin, 1890 ların vahşi emperyalist iştahının dünyayı silip süpürdüğü ortamında paramparça olması kaçınılmazdı.

9 yıl içinde ülkenin yüzölçümü milyon kilometrekarelerden birkaç yüz bin kilometrekareye büzülüvermişti acemi ellerde
Bizde Cumhuriyet, hâlâ tarihine küsenlerin bir projesidir.

Doğan Özlem

Enver Paşa ve Abdülhamid
Cevat Rıfat Atilhan’ın aktardığına göre Enver Paşa şöyle demiştir Mersinli Cemal Paşa’ya:

Paşam bütün ef’âlimin [eylemlerimin] hesabını vermeye hazırım.Biz Turan yapmak istedik, viran olduk.Bizim asıl mes’uliyetemiz Sultan Hamid’i anlamamak ve Siyonizme alet olmaklığımızdır. Acıdır, fakat hakikat bu!

Özetleyecek olursak, Osmanlı Devleti’nin başına gelenler Filistin özelinde de sahnelenmiştir aslında.
1910’da Arnavutluk’taki ihtilâlin bastırılmasında ben de görevliydim.Karşılaştığım Alman gazetecilerin, Türkiye’de mason olmayana hayat hakkı verilmiyormuş, bütün zabitler [subaylar] Mason olmuş diye endişeli sualler sorduklarına şahit oldum.

Kazım Karabekir

Babam herkesin namaz kılmasını, camilere devam edilmesini çok isterdi. Sarayın hususi bahçesinde 5 vakit Ezân-ı Muhammedî okunurdu.Babamın bir sözü vardı: Din ve fen. derdi. Bu ikisine de itikat etmek caiz olduğunu söylerdi.

Ayşe Osmanoğlu, Babam Sultan Abdülhamit (Hatıralarım)

Ruslar’ın eline düştü düşecek denilen bir dönemde ağır bedeller karşılığında korunan imparatorluk sınırları, ilk günlerde ard arda gelen komplo ve darbe girişimleri, suikastler, İstanbul’un geçirdiği büyük deprem, Ermeni patırdısı , Yunanistan’a karşı girişilen Teselya Savaşı, Filistin üzerindeki Siyonist baskılar ve benzeri yüzlerce önemli olay ve bütün bunların karşısında mevcut sınırları korumaya çalışırken, imparatorluğun insicamını sağlamaya ve yeni kadroların yetişmesi için vakit kazanmaya dayalı uzun vadeli bir strateji. Bunlar, Sultan Abdülhamid’in 33 yıllık süren iktidar yıllarındaki zor dönemeçler
Necip Fazıl Kısakürek Ulu Hakan Ⅱ.Abdülhamid han adlı iddialı eserini şu görkemli ve ucu açık final cümlesiyle noktalar:

Abdülhamid’i anlamak herşeyi anlamak olacaktır.

Peki bir imparatorluğu savaşa sokanlar düşmana yenilince ilk işleri kapağı başka ülkelere atmak mı olmalıydı?
1918, kaçış yılı olmuştu hürriyet kahramanlarımızın.Birer ikişer firar etmişlerdi kurtarmaya soyundukları vatan’dan Oysa daha 10 yıl önce, yönetime el koyduklarını; daha 5 yıl önce Bab-ı Ali baskını ile iktidar kuşunu kahhar pençeleri arasına alıp büyük Turan ülkesi kuracakları vaadiyle devleti savaşa soktuklarını ve Memalik-i Osmaniye’nin sınırlarını Orta Asya’ya kadar büyütecekleri iddiasıyla yola çıktıklarını yazan gazetelerin mürekkebi kurumamıştı.Kurumamıştı ve kaçıyorlardı.
Ha kendi evlatlarım, ha millet. Farkı yoktur

Sultan ll. Abdülhamid

Bizde Cumhuriyet, hâlâ, tarihine küsenlerin bir projesidir.

Doğan Özlem

Tarihler adını andığı zaman
Sana hak verecek ey koca sultan
Bizdik utanmadan iftira atan
Asrın en siyasi padişahına

Filozof Rıza Tevfik

Otomobil ve eczaneler de ülkemize Abdülhamid döneminde giren yeniliklerdendir.
Sultan Abdülhamid’e otomobil düşmanı bile diyenler var. Lakin ilk otomobilin de onun izniyle geldiğini nedense gizliyorlar.
Modernleşme çabaları devam ediyordu. Ancak kuralları koyan taraf olmak istiyordu Osmanlı.
Çanakkale savaşlarında kullandığımız Krupp toplarının bir kısmı onun devrinde satın alınmış ve Boğazlara yerleştirilmişti.
Sultan Abdülhamid’in özelliklerinden biri olarak şunu da zikretmek gerekir ki, cami yaptırdığı her köyde bir mekteb-i iptidai , yani ilkokul yaptırmıştır.
Hatta ilk kız okulları da Abdülhamid Han zamanında açılmıştı.
Devlet yeniden fethedilmeliydi. Ama nasıl?
Yeryüzünde emperyalizme yem olmayan pek az ülke kalmıştı.
Abdülhamid Han’ın sevgili Peygamberine, İslamiyet’e ve ecdâdına yönelik küçük düşürücü tavırlara karşı, güçlü Batılı devletleri karşısına alma pahasına, müsamahasız, tavizsiz ve kararlı tutumu kısa sürede etkisini göstermiş ve tiyatrolar İslamiyetle ilgili eserleri daha bir titizlikle seçer olmuşlardır.
Komitacılar tarafından yollarda adam (bazen de gazeteci) öldürülmesinin temizlik sayıldığı günler yaşanıyordu imparatorlukta.

Komitacı: İstibdat yapan, Müstebit, Despot; siyasi bir amaca ulaşmak için silahlı mücadele yapan topluluk. Buradaki komitacılar Abdülhamid’e darbe yapan İttihatçı kadro.

Karl Marx’ın dediği gibi, tarih tekerrür ettiğinde ortaya çıkan şey komediden (fars) başkası değildir.
Ben bir karış dahi olsa toprak satmam, zira bu vatan bana değil, milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla sulamışlardır

Sultan Abdülhamid

Osmanlı tarihi, nasıl tarihçiliğin üvey evladı muamelesi görüyor ise Osmanlı Yahudilerinin tarihi de Yahudi tarihçiliğinde aynı kaderi paylaşıyor demek ki!
Avrupa ülkelerinin kapı dışarı ettiği Yahudiler, öteden beri soluğu Osmanlı Devleti’nin herkese ve her inanca açık kapısında alıyorlardı.
O, iktidardayken değil, düştükten sonra büyüyenlerdendi. Zor olan da bu değil midir zaten?
Ahhh, ben ne yaptım, Ahhh ben ne yaptım! Yaptığımın cezasını çekiyorum. Niye Osmanlı’ya ihanet ettik!

K.Y.
İngiliz masallarına kanıp Osmanlı’ya ihanet eden Şerif Hüseyin’in Rauf Denktaş’ın babasına söyledikleri. Osmanlı’ya ihanet edenlerin tamamı şimdilerde pek üzgün. Osmanlı’yı yıkan kadrolar da çok yakında aynı taşa başlarını çalmaya başlarlar.

Aleyhinde o kadar çok aslı astarı olmayan şeyler söyleniyordu ki, bir kısmına söyleyenler bile inanmıyordu.
Son Sultan’ın uzun iktidar yıllarında idamına onay verdiği suçlu sayısı 10’u geçmez, onlarda anne veya baba katili gibi siyasi olmayan ağır insanlık suçlarından dolayı idam edilmişlerdir.
Esasen modernleşmenin, Cumhuriyet inkılaplarında yapılacağı gibi dinden kopuk bir şekilde değil, dinle beraber gerçekleşeceğine inanıyordu. Ancak dinle, geleneklerle ve halkla bütünleştirerek yürütülürse başarıya ulaşabilir modernleşme.
Bir de kütüphanecileğimizin modern anlamdaki kurucusunun II. Abdülhamid olduğu gerçeğine yavaş yavaş alışmamız gerekiyor.
Bir eski Cumhurbaşkanlarından Ahmet Necdet Sezer’in 2002 yılında yaşanan deprem sonrasında Afyonkarahisar’a yaptığı ziyarette halkın tepkisinden korkup otomobilinden dışarı adım atmayışını düşünün, bir de Sultan Abdülhamid’i askerleri için kendi sarayının bahçesinde hazırlattığı özel hastanede çadırdan çadıra koştururken gözünüzün önüne getirin

Ve hangisi halka yakın, siz karar verin.

Herkes savaştaydı; köylüsü de, padişahı da. Yunanlılar bu gücün karşısında yenilmişler, bu gücün karşısında dünyanın parmağı ağzında kalmıştı.
sen değil, nâşın hükümdar olsa elyâkdır bize
dönsün etsin taht-ı Osmanîye tabutun cülus

sen değil, naşın hükümdar olsa layığımızdır, tabutun türbene götürüleceğine, dönüp ikinci defa Osmanlı tahtına otursun

“benim zihnim” dedi, “durgun kalmaya isyan ediyor. bana sorunlar göster, yapacak iş göster, anlaşılması en güç bulmacaları ya da en karışık analizleri göster. o zaman en uygun havama girmiş olurum… zihinsel coşkunluk arıyorum hep.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir