İçeriğe geç

Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı 3 Kitap Alıntıları – Mustafa Armağan

Mustafa Armağan kitaplarından Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı 3 kitap alıntıları sizlerle…

Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı 3 Kitap Alıntıları

Halil İnalcık’ın dediği gibi, biz Kıbrıs’ı rumlardan almadık ki onlara geri verelim adayı Venediklilerden fethetmiştik
Bu milletin iki asil özelliği vardır:
1) kendisine hakikaten hizmet edeni unutmaz
2) Bu millet sevdiğini tam sever, sevmediğine de ona zorla sevdiremezsiniz.
Sevdiğinin kıymetini bilemediği zamanda sonradan bunu telafi etmek uğruna canını dişine katarak, gözyaşlarını eski hatıralarını temizlemekte deterjan niyetine kullanır ve günün birinde bütün bunlardan öyle bir lider mayalar ki kendisini ebediyen affettirir.
“Paşa! Biz Avrupa’da iyi temsil edilemiyoruz gönderdiğimiz adamlar Avrupa’nın sanayi medeniyetini değil leşini, kötü taraflarını bize getiriyorlar”
Pek bilinmez ama Mısır ve Sudan resmen elimizden çıkması, lozan barış antlaşmasıyla gerçekleşmiş, sultan ikinci Abdülhamid’in 36 yıl önce atmadığı imza İsmet Paşa tarafından Lozan’da hem de bir zafer kazanıyorum edasıyla atılmıştır Lozan’ın 17. maddesi şöyledir:
“Türkiye’nin Mısır ve Sudan üzerindeki bütün hak ve dayanaklarından feragatinin hükmü 5 Kasım 1914 tarihinden geçerlidir”
‘Son Sultan’ dedeleri Ertuğrul Gazi, Çelebi Mehmed, Fatih Sultan Mehmed ve Kanuni Sultan Süleyman kadar kurucu bir şahsiyettir.
Düzenleyici zekaya sahip bir liderdi dedik sistemi kuruyor, tamamlamayı gelecek nesillere bırakıyordu. Onları nitelikli işgücü olarak yetiştirmeyi ise en acil davası sayıyordu. Memleket satırında açtığı binlerce okul bu asil gayenin en bariz delillerinden.
Bilelim ki, bugün Lozan sayesinde değil, Sultanın 15 Temmuz 1878’deki o tek cümlelik şerhi ve Zorlu-Menderes ikilisinin Londra ve Zürih’teki efsanevi gayretleriyle kazanılan hak sayesinde Kıbrıstayız.
Ne zalim şey bu tarih?
Bu ülkede Abdülhamid Han da, Menderes ve Zorlu da Kıbrıs’ı satmak la suçlandıkları halde Kıbrıs’ı Lozan’da hem de 1914’teki ilhaklarını tanıyarak İngiltere’ye verenler kahraman ilan edilmiştir.
Tarihimizdeki bilgiler neden çarpıtılmış? diye sormayın bana artık. Neresi düzgün ki? diye sorun.
Üstad Necip Fazıl kuşkusuz sadece tarihçilik yapmak için yazmamıştı o 600 sayfalık Ulu Hakan Abdülhamid Han adlı muhalled kitabını; ve o kitabı mühürleyen Abdülhamid’i anlamak her şeyi anlamak olacaktır cümlesini boş yere bir kıymık gibi zihnimize çakmamıştı.
Üstada göre tarih bir masal albümü değil, bir kıymet hükmü tablosuydu zira.
Sezai Karakoç’un dediği gibi, Sen kaç köşeli yıldızsın Sultanım? Hangi köşene koşsak dizlerimiz dermansız. Meded!
Kalpsiz bir devrin kalbi olmak kolay bir iş değildir.
Fıtrat değişir sanma, bu kan yine o kandır.
Savaş düşmana yenildiğin zaman değil , düşmana benzediğin zaman kaybedilir.
Geçmişi öğrenmek için seferberliğe çıkmak, saatleri geriye döndürmek için değil, kendimize gelmek ve ileriye korkusuzca ilerleyebilmek içindir.
Siyonizm ve emperyalizmden söz ettiğimiz zaman aynı sülaleden gelen,aynı ihtiyaçlardan doğan bir düşünceler ailesinden söz etmiş oluyoruz.
Objektif tarih diye bir şey yok.Tarih bugündür ve eğer bugüne inemiyor, seslenemiyor ve bağlanamıyorsa tarih dediğimiz şey meslekten tarihçileri ilgilendiren bir evrak-ı metrukeyi üstüste yığma amelesinden başka nedir ki?
Bütün hizmetlerime bir kara çarşaf çektiler.
Siyonizm ver emperyalizmden söz ettiğimiz zaman aynı sülaleden gelen, aynı ihtiyaçlardan Doğan bir düşünceler ailesinden söz etmiş oluruz.
Biz hasta değiliz. Yatağından taşan bir nehre benziyoruz. Yapmamız gereken, nehrin dağılmış kollarını tekrar yatağına toplamaktır. Bizi zinde tutacak yegane kuvvet, İslamiyettir.
Hicaz demiryolu
Peygamberimiz’in s.a.v. huzuruna koşan
Demir bir at misaliydi
Sezai Karakoç’un dediğin gibi

Sen kaç köşeli yıldızsın.. Sultanım?

hangi köşene koşsak dizlerimiz dermansız..

Meded!

Edward Said ,

Emperyalizmin amacını açıklarken;

Diller Irklar kültürler vs. üstün ve aşağı diye ikiye ayrılmış buradanda Üstün olanın aşağı olanı yönetmeye ve sömürmeye hatta adam etmeye hakkı olduğu gibi tuhaf ve zalimce bir sonuç çıkmıştır!
Buna göre Medeni!! halklar henüz medeniyetle buluşmamış ilkel hakları yönetme hakkına sahip onların topraklarına el koymaları meşru olmuştur !!

Fransız şairi lamartine 1833 senesinde Filistin ve Suriye’yi gezerken manidar bir şekilde etrafında insansız Topraklar sınırı olmayan beldeler ve gerçekliği olmayan toplumlar görüyorum demişti!

Siyonistler de aynı şekilde bakmışlar dı Filistin topraklarına

Yerli Araplar ‘geri’ ya da ‘yok’ kabul edilmişti!

Bu boş topraklar esprisi o kadar ileri gitmişti ki Filistin ‘halksız bir toprak’ ilan edilmişti!!

Yahudilerde ‘topraksız halktı’ Böylece topraksız halk Yahudilere halksız yani ıssız bir toprağın yani Filistin’in verilmesi meşrulaştırılmış oluyordu!! .

Öyleyse Saide göre Siyonizm,
teorisi ve pratiği ile Avrupa emperyalizminin daha alt düzeyde bir tekrarı Hatta gülünç bir taklididir!

Geçmişi öğrenmek için seferberliğe çıkmak,saatleri geriye döndürmek için değil,kendimize gelmek ve ileriye korkusuzca ilerleyebilmek içindir.
Ya tarih yazarız
Ya da tarih oluruz
Sen kaç köşeli yıldızsın SULTANIM
Hangi köşene koşsak dizlerimiz dermansız
Savaş düşmana yenildiğin zaman değil,düşmana benzediğin zaman kaybedilir
Bir millet ikinci millete üçüncü milletin ülkesini vaad etti
Bir asırdan uzun zamandır ne Abdülhamit bu dünyada nefes alıyor, ne de korumak için onca ter döktüğü imparatorluğu
Benden sonra devleti 10 yıl idare etsinler,100 yıl idare etmiş sayacağım.
Objektif tarih diye bir şey yok.Tarih bugündür ve eğer bugüne inemiyor, seslenemiyor ve bağlanamıyorsa tarih dediğimiz şey meslekten tarihçileri ilgilendiren bir evrak-ı metrukeyi üstüste yığma amelesinden başka nedir ki?
Fıtrat değişir sanma, bu kan yine o kandır.
15 Temmuz 2016 Cuma günü tarihe Çanakkale ve kutul amare nin kardeşi olarak geçecektir
Biz hasta değiliz.Yatağından taşan bir nehre benziyoruz. Yapmamız gereken,nehrin dağılmış kollarını tekrar yatağında toplamaktır.Bizi zinde tutacak yegane kuvvet, İSLAMİYETTİR.
ABDÜLHAMİD HAN
Geçmişi öğrenmek için seferberliğe çıkmak, saatleri geriye döndürmek için değil, kendimize gelmek ve ileriye korkusuzca ilerleyebilmek içindir.
Böylece Galatasaray’da 1869’da 277 Müslüman öğrenciye karşılık 345 gayrimüslim öğrenci varken 1901’de bu oran tersine döner ve 724 Müslüman öğrenciye karşılık 221 gayrimüslim öğrenci Mekteb-i Sultani sıralarını doldurur.
Ülkenin gözbebeği kurumlarından Galatasaray Lisesinin İslamlaştırılması , Abdülhamid dönemindeki dindar nesil yetiştirme projesinin sayfalarından yalnızca biridir.
1882 tarihli bir belgede görüleceği gibi ders programlarındaki değişikliklerle İslam medeniyetinin ilerlemeye engel değil belki en müsait bir din olduğu inancını öğrencilerin hafızasına nakşedilmesiydi amaç.
Bir bakalım Hamidiye Alayları hangi işlere yaradı:
1. Askerlik yapmayan Kürtlerle bölgede kolluk kuvveti eksikliği giderildi.
2. Rus istilasına karşı caydırıcı oldu.
3. Kürtler ve konar göçerlerin dış güçlerce kullanılmasına engel oldu.
4. Aşiretlerin yerleşik hayata geçmelerini hızlandırdı.
5. Aşiret reislerinin çocukları İstanbul’daki Aşiret Mektebinde eğitilerek bölünmez bir vatan kavramı edindiler.
6. Aşiret kavgalarının önüne geçildi.
7. Sükunet sağlanınca Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun imarına çalışıldı.
Trablusgarb’da bile beş adet Hamidiye Alayı kurulduğunu bilirsek onun sadece Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya mahsus bir kuvvet olmadığını, kritik bölgeler için hazırlanmış özel bir savunma örgütü olduğunu ve dolayısıyla vatan savunması için taşıdığı önemi daha iyi anlarız.
İttihatçıların 31 Mart isyanını araştırma komisyonu başkanı olan Yusuf Kemal[Tengirşek] hatıratında 31 Mart’ın Sultan Abdülhamid’in eseri olmayıp cahil askerlerin hareketlerinden her zaman olduğu gibi yabancı casus şebekeleri ve mürtecilerin istifade etmeye yeltendiklerini açıkça yazmıştır.
Filozof Rıza Tevfik ise şunları söylemiştir mahkemede:
31 Mart uydurma ihtilali hazırlandığı zaman ben Talat Bey’e beyhude yere kardeş kanı dökülmesinin büyük bir cinayet olduğunu anlattım. Aldığım cevap şu oldu:’ Ne yapalım, Cemiyetin paraya ihtiyacı var, bunu ancak Yıldız Sarayının hazinesi karşılayabilir.’
Tecrübeli Sultan tepelerinde oturduğu müddetçe İttihatçılar rahat hareket edemeyeceklerdi. Bunun için tahttan indirilmesi ve kendileriyle uyumlu çalışacak bir Sultanın tahta çıkarılması gerekirdi. Taht adayları, Abdülhamid’in küçük kardeşi Mehmed Reşad idi.
Özetlersek 31 Mart Sultan Abdülhamid’den kurtulmak için düzenlenen iç ve dış kaynaklı müşterek bir komploydu.
Sultan Abdülhamid bir yandan emperyalistlerin eline geçmesin diye petrol ve diğer madenlerin çıkarılacağı mülkleri peş peşe satın alırken aynı zamanda onların en iyi şekilde nasıl korunacağına dair fikirler de geliştirmiş .
Lakin o asla ihlal edilemeyeceğini belirttiği ve Büyükelçi Layard’a Kraliçe adına söz verdiği hukuk-i Şahane , yani padişahın Kıbrıs üzerindeki hakları nı İngilizler dünyanın gözü önünde çiğneyeceklerdi. Halbuki Rusların Kars, Batum ve Ardahan’ı boşaltmaları halinde İngilizler de Kıbrıs’ı boşaltacaklardı.
Antlaşmayla imza altına alındığı halde Ruslar 1918 Martında Brest-Litowsk Antlaşmasıyla bu vilayetleri boşalttığı halde İngiltere hep yaptığı gibi sözünü yiyerek ve uluslararası anlaşmaları çiğneyerek Kıbrıs’ı geri vermeyecekti. Çünkü 1914 yılında Sultan Abdülhamid tahttan indirildikten beş yıl sonra Kıbrıs’ın tek taraflı olarak ilhakını ilan etmişti.
Nitekim şöyle demiştir doktor Atıf Hüseyin’e sürgün yıllarında:
Ah bu İngilizler! Bize her fenalık İngiltere’nin eli altından çıkar. Benim felaketim de İngilizlerin eliyle olmuştur. Daha evvel Sultan Aziz Vak’ası da yine İngilizlerin teşvikiyle Midhat Paşa ve komitesi tarafından vukua getirildi.
Sultan, bunları söyledikten sonra o eşsiz ferasetiyle bombanın pimini şöyle çekmiştir:
Daha Meşrutiyetten bir sene evvel (1907’de) Fransız sefiri Konstan bana geldi. Bunlar toplanmışlar. Bir Meclis teşkil etmişler. Benim hal’ime karar vermişler.
Yani? Aslında Fransızı, İngilizi, Almanı, Rusu birleşip bir meclis teşkil etmişler ve Sultanın tahttan indirilmesine karar vermişlerdi.
Dedik ya, bu Türk Sultanı da çok oluyordu artık. Bir an önce bizim çocuklar tarafından gönderilmeliydi.
Nitekim 24 Temmuz 1908 günü Alman İmparatoru 2. Wilhelm’in İstanbul’da Meşrutiyet’in ilan edildiği haberleri masasına konulduğunda kağıdın yanına şu satırları karalamıştı:
İhtilal, Paris ya da Londra’da yaşayan ‘Jön Türkler’ tarafından değil (zira bunlar İngilizciydi-MA), ordu tarafından ve de ‘Alman subayları’ olarak bilinen Almanya’da eğitim görmüş Türk subayları tarafından yapılmıştır. Her şeyi denetim altına almış olan bu subaylar kesinlikle Alman dostudurlar.
12 Eylül’de CIA Türkiye Masası Şefi Paul Henze tarafından ABD Başkanı Jimmy Carter’a Türkiye’ de darbe yapıldığı haberinin ‘Darbeyi bizim çocuklar (our boys ) yaptı’ şeklinde verilmesinin bir başka şekliydi bu.
Kızı Ayşe Sultan’a içini şöyle dökmüştü ‘Son Sultan’ :
Almanya İmparatoru ile bir akşam hususi görüşmemiz esnasında birdenbire kalktı. İki elimi birden tuttu, ‘Avrupa’ da bir harp zuhur ettiği takdirde bizim tarafa geçersiniz, değil mi Majeste? dedi. Cevaben,
‘Aziz dostumuzsunuz;fakat size şimdiden söz vermek hakkını haiz değilim;bunu ancak o zaman düşünebilirim’ dedim. Devletimin menfaatlerini düşünmeden hiçbir devletin arzusuna hedef olamazdım. ( ) Bizim bir tarafa temayül göstermemiz, yavaş yavaş yanmakta olan bir ateşi alevlendirebilirdi. Ben hiçbir devlete söz verip bağlanmadım.
Almanya’nın Sultan’a cevabı ise ‘Bizimle ittifakı sen kurmazsan başkasına kurdururuz’ olacaktı.
Pek bilinmez ama Mısır ve Sudan’ın resmen elimizden çıkması Lozan Barış Antlaşmasıyla gerçekleşmiş, Sultan 2. Abdülhamid’in 36 yıl önce atmadığı imza İsmet Paşa tarafından Lozan’da hem de bir zafer kazanıyorum edasıyla atılmıştır. Lozan’ın 17. maddesi şöyledir:
Türkiye’nin Mısır ve Sudan üzerindeki bütün hak ve dayanaklarından feragatinin hükmü 5 Kasım 1914 tarihinden geçerlidir.
Yani 1923 Temmuzunda sadece Mısır’ı vermekle kalmıyorduk, Mısır’dan feragatimizin tarihini makarayı tersine sararak 9 yıl geriye götürüyor ve tam da İngilizlerin ilan ettiği 1914 Ekiminden başlatıyorduk. Bu tabii İngiltere’nin ilhak tarihidir ve İngilizlerin daha azını Sultan Abdülhamid’e kabul ettirmek için çırpındıkları ama kabul ettiremedikleri anlaşmanın beş beteridir.
Artık Theodor Herzl’in hatıra defterinde Osmanlı sayfası kapanıyor, onun yerine İngiltere daha doğrusu Britanya İmparatorluğu sayfası açılıyordu.
Çantasını toplarken not defterine şunları yazacaktı:
Türkler gün gelecek, dilenci konumuna düşecek ve dizlerime kapanıp yalvaracaklar.
Nitekim Filistin’de toprak satın almalarına izin verilmeyen bir grup Yahudi mültecinin İntikam adlı gizli bir örgüt kurdukları arşiv belgelerine yansıyacaktı. Bu örgüt giderek yapılanacak ve Çanakkale ve Filistin cephelerinde Siyonist Gönüllü Birliği olarak hem espiyonaj (beşinci kol) hem de silahlı güç olarak çalışacaklar, 1917 Aralık’ında Kudüs’e giren İngiliz ordusunun yanında aynı mantıkla kurulmuş Yahudi Lejyonu Taburları (İbrani Tugayları) olarak saf tutacaktı.
İlk Siyonistler Avrupalı emperyalistlerden beslenmişlerdi. Emperyalistler nasıl işgal ettikleri toprakları boş, gayrı medeni ve insansız olarak görüyorlarsa Siyonistler de aynı şekilde bakmışlardı Filistin topraklarına. Yerli Araplar ‘geri’, ya da ‘yok’ kabul edilmişti.
Bu ‘boş topraklar’ esprisi o kadar ileri gitmişti ki Filistin halksız bir toprak ilan edilmişti. Fakat hemen ardından şu cümle eklendi:Yahudiler de ‘topraksız halk’ tı. Böylece topraksız halk Yahudilere halksız, yani boş duran bir toprağın, yani Filistin’in verilmesi meşrulaştırılmış oluyordu.
1917 başlarında Gazze’de Türk askeri iki İngiliz saldırısını başarıyla püskürtmüş ancak ne ilginç bir tesadüf ise meşum Balfour bildirisinin yayımlandığı gün yapılan üçüncü muharebede İsmet (İnönü) Bey’in müdafaa ettiği Birüseba’daki savunma hattımızdan itibaren cephemiz yarılmış, ertesi yıl devam edecek ve imparatorluğu teslim olmak mecburiyetinde bırakacak feci yenilgiler silsilesi de başlamış oluyordu. İsmet Bey ise bu muharebedeki kusuru yüzünden komutanı Kress Von Kressenstein tarafından suçlanmış ve savunmasını yazmış ama savaş henüz devam ettiği ve komutana ihtiyaç olduğu için peşine fazla düşülmemişti. Sonradan da unutulup gitti.
Beş büyük mesele vardı ki beşi de Sultan Abdülhamid’in incelikli diplomatik karşı ataklarıyla durduruluyor, fesat komitesi harekete geçmek için onun göstereceği en ufak bir zaafı aç kurtlar gibi bekliyordu. Meseleleri şöyle sıralayabiliriz:
1) Düvel-i Muazzama tarafından Osmanlı’nın başına bela edilen Ermeni meselesi,
2) Avrupa’ nın ve Avrupa Hıristiyanlığının iç sorunu olduğu halde tarihinde Yahudilere en müsamahalı davranan devlet olan Osmanlı’nın ve içlerinde en rahat yaşadıkları millet olan Müslüman halkların üzerine yıkılarak çözülmek istenen Siyonizm, yani Yahudilere Filistin’ de devlet kurdurma mücadelesi,
3) Dışarıdan müdahalelerle ve milliyetçilik rüzgarlarıyla tam bir barut fıçısına dönüştürülen Balkanlar,
4) Petrol rezervi, stratejik konumu ve Hıristiyanlık açısından taşıdığı dini ehemmiyet dolayısıyla ele geçirilmesi ve parçalanması arzulanan Ortadoğu toprakları,
5) Amcası Abdülaziz Han’ı tahttan indiren darbecilerin arka planında yatan Masonik örgütler ki, Sultan Abdülhamid de iktidarı süresince onlarla anlayacağı dilde mücadele etti. Nitekim büyük devletlerin himayesinde rahatça icra-i faaliyette bulunabilmek maksadıyla gittikleri Makedonya hariç kendisinden habersiz iş yapamaz hale gelmişlerdi. Bu da gizlilik üzerine kurulu karanlık düzenlerini alt üst etmekteydi.
Abdülhamid Han’ın düşmanları kimlerdi? Beraberce gözden geçirelim.
1) Bediüzzaman Said Nursi’nin bir gazete haberinden öğrendiğine göre Başbakan Gladstone Bu Kur’an Müslümanların elinde bulunduğu müddetçe, biz onlara hakiki hakim olamayız. Ne yapıp edip bu Kur’an’ı sükut ettirip ortadan kaldırmalıyız. Yahut da Müslümanları ondan soğutmalıyız veya Bu mel’un kitabın (haşa Kur’an-ı Kerim’den bahsediyor-M.A) takipçileri var oldukça Avrupa’ya barış gelmeyecektir. diyerek emperyalist politikalarını belirleyen İngiltere,
2) Cezayir ve Tunus’tan sonra özellikle Lübnan, Suriye ve Kudüs’e gözlerini diken ve Osmanlı’nın bünyesinden dağılacak yağlı parçalara ağzı sulanarak bakan dostumuz(!) Fransa,
3) Afrika’ daki son Osmanlı toprağı olan Trablusgarb’a ve Akdeniz kıyılarımıza göz diken İtalya,
4) Sıcak denizlere inme planlarını Deli Petro zamanından beri aşikare çıkarmış olan Rus Çarlığı,
5) Ermeniler ve misyoner okulları üzerinden Osmanlı coğrafyasına dalan Başkan Theodore Roosevelt yönetimindeki Amerika Birleşik Devletleri,
6) Şaşıracaksınız belki ama dostumuz zannettiğimiz fakat Sultan Abdülhamid başta kaldığı sürece Osmanlı’nın iplerini veya dümenini ele geçiremeyeceğini anlayan Kayzer 2. Wilhelm’ in Almanyası
Tabii ki bu baş döndürücü sürecin en belirgin özelliği, bazı kafalarda Osmanlı ile özdeşleştirilen Sultan 2. Abdülhamid’in ötekileştirilerek alabildiğine kötülenmesiydi. Hadi bir Ermeninin, Fransızın, İngilizin vs. onu kötülemesini ve ötekileştirmesini anlayabilirdiniz ama ya kendi ülkesinin aydınlarını? Onlara ne oluyordu? Nasıl oluyor da bir Ermeni terörist ile aynı dilde ve üslupta sövebiliyorlardı kendi devletlerinin başkanlarına? Abdülhamid Han’a karşı kurulan bu kirli ittifak, kukla ile kuklacıları teşhiste yeterince ayıltıcı bir kanıt değilse nedir?
Savaş düşmana yenildiğin zaman değil , düşmana benzediğin zaman kaybedilir.
Biz hasta değiliz. Yatağından taşan bir nehre benziyoruz. Yapmamız gereken ,nehrin dağılmış kollarını tekrar yatağında toplamaktır. Bizi zinde tutacak yegane kuvvet ,İslamiyettir.
Sultan Abdülhamid hanı anlatacak en doğru iki kelimenin “cefa” ve “zeka” olduğuna inanıyorum ..!!
Namaz kılıyorum evladım..!! Beş vakit namaz beni hem Allah’ıma yaklaştırıyor hemde sıhhat kazandırıyor..!!
Dirilmiş bir ölü ve ölmüş bir millet o gün buluşmuştu..!!
Sultan Abdülhamid in düzenleyici ve şartlara göre esneyen siyasetine hayran kalırken Kırımlıları ilim uğrunda ki azim ve gayretlerine de şapka çıkarmak gerekmez mi..?? Onlar biliyorlardı İstanbul’da kalmanın Kırım’da bulunmakla mümkün olduğunu ..!! Ya biz ..??
Alimler bir şehirde kalp gibidirler ..!! Kalbe bir hastalık gelince vücudunun diğer organlarını etkilemesi kaçınılmazdı..!!
Romancı Andre Malraux Sultan Abdülhamid hakkında şöyle demişti; Farstan Kabil’e kadar her yerde dualarla anılıyor ..!!
Ülkenin gözbebeği kurumlarından Galatasaray lisesinin İslamlaştırılması Abdülhamid döneminde ki dindar nesil yetiştirme projesinin sayfalarından yalnızca biridir..!!
Dindar bir nesil yetiştirmek için Sultan Abdülhamid devrinde eğitim sistemine “mubassırlık” diye bir kadro eklenmişti..!! Bugünkü deyimiyle gözetmenlik görevleri öğrencilerin ahlaki ve dini davranışlarını denetlemek onları kötü alışkanlıklardan korumak ve dini ödevlerini yerine getirmelerine yardımcı olmak demeyelim de bunları yapmaya zorlamaktı..!!
II. Abdülhamit’in elinin kolunun nerelere kadar uzandığı henüz tespit edilmiş değil..!!! Bir bakıyorsunuz Mevlana Türbesine sanduka örtüsü (puşide) göndermiş bir bakıyorsunuz Galatasaraylıların göğsüne madalya takıyor !!
Bir soru; Sultan II. Abdülhamit Galatasaray’ı mı tutuyordu???
Evet Galatasaray’ı tutuyordu ama futbol kulübü olarak değil Osmanlı devletinin en kaliteli devlet okulu olan Galatasaray Sultanisini tütüyordu !!!
Abdülhamid bir tezdir..!! Bir fikirdir..!! Tarihte yaşamış şunu yapmış bunu yapmış birinden ziyade Türkiye’de ki ve dünyada ki müslümanların varlığı için bugünü anlama rehberidir..!!
134 yıl önce Deniz itfaiyemiz vardı bugün Yok..!! Neden..??
O gün Sultan Abdülhamid vardı başta..!! Onun ufkunun çap ve seviyesine henüz erişebilmiş değiliz de ondan ..!!
Sultanın başka pek çok kurum ve hizmetleri de ya düpedüz inkar edildi veya ortak hafızadan itinayla kazınarak millete unutturulmaya çalışıldı..!!
Ama unutturamadılar unutturamayacaklar da..
Milletimiz çok şükür ki uyanıyor be onu geri getiriyor çünkü .. soğuk ve sisli bir şubat günü gittin giderken bizi de götürdün .. soğuk ama güneşli bir şubat günü dönecek ve biZide geri getireceksin ..!!
Birinin malını çalmak ile yaptırdığı eserin ismini çalmak arasında ne fark vardır sahi ..??
Velhasıl sultan Abdülhamid birilerimizin Osmanlı’nın geri dönüşünün yani irticanın sembolüdür..!! Korkuyorlar ondan korksunlar da ..!! Biz Osmanlı’nın ruhuna geri dönüyoruz..!!
Sultan Abdülhamid bir fikirdir çünkü bir tezdir, bir iddiadır..!! Bu ülkenin asli değerlerine dönüşüm be oradan kuvvet bularak yeniden yükseleneceğine inanışın son sembolüdür..!!
Ne zalim şey bu tarih ..??
Bu ülkede Abdülhamid han da, Menderes ve Zorlu da Kıbrıs’ı satmakla suçlandıları halde Kıbrıs’ı lozanda hemde 1914’teki ilhaklarını tanıyarak İngiltere’ye verenler kahraman ilan edilmiştir..!!
Siz İnebahtı’da donanmamızı yakmakla sakalımızı kestiniz, biz ise Kıbrıs’ı fethetmekle kolunuzu kestik ..!! Kesilen sakal daha gür bir şekilde yerine gelir ama kesilen kol bir daha yerine gelmeZ..!!
Baylar biz hakikati arıyoruz..!! Siz ise Tarihten silah yontma derdindesiniz..!! Lakin biraz dikkat edin ellerinizle yonttuğunuz silahlar birgün kendi başınıza savrulmasın..!! Ezeli kaidedir zira; kılıçla gelen kılıçla gider..!!
Kıymet bilmeyenlerin kıymetlerinin bozuk para gibi harcandığını görmek bahtsızlığına uğramaları mukadderdir..!!
Fakat gözlerini müebbet kapamadan gördü ve kani oldu ki pek ziyade aranıyor. Ve Sultan Hamidinarayan gözlerde hem kederle yanıp yıkılma hem pişmanlık yaşları aynen görünüyordu..!!
Tarihler namını andığı zaman
Sana hak verecek ey koca sultan
Bizdik utanmadan iftira atan
Asrın en siyasi padişahına ..!!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir