İçeriğe geç

Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı 2 Kitap Alıntıları – Mustafa Armağan

Mustafa Armağan kitaplarından Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı 2 kitap alıntıları sizlerle…

Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı 2 Kitap Alıntıları

Kabul edelim ki bu yapı çürüktü. Yer yer çöküntü işaretleri gösteriyordu. Fakat bu toprakları o beğenmediğimiz Sultan Abdülhamid’in İdaresi iyi kötü 33 seni muhafaza edilmişti. Ya sonra ne oldu? Ahmet Bedevi Kuran
-La ilahe illallah Cebrail Melekullah.
– la ilahe illallah Mikail Melekullah.
Ne var ki Asıl sürpriz en sona saklanmıştır:
– Lailahe illallah Abdülhamid Halifeti Resulillah .
Dengeyi İngiliz-Rus ilişkilerinin gerginliğine göre ayarladı. Bu ikisi birbirine rakip olduğu sürece Avrupa’dan toplu Bir tehlike gelmeyeceği değerlendirilmesinde Abdülhamit haklı çıktı Rusya’ya fazla yanaşmadı ama İngiltere ile aşırı işbirliğine de kesin (olarak ) Karşı Çıktı Orhan Koloğlu
Siyonistlerin Abdülhamid’e güttüğü kin o kadar derin ve köklüdür ki, anlatılmaz. Bundan birkaç yıl önce Guantanamo’da aylarca esir kalan İbrahim Şen, Vakit gazetesine ilginç itiraflarda bulunmuştu.Meğer Obama yönetiminin kapatma kararı aldığı Guantanamo’da ki sorgulara İsrailli hahamlar da katılıyormuş. Hatta bu Guantanamo mahkûmu, sorgularından birisinde Yasef isimli bir Yahudi komutanın vücuduna elektrik verirken kendisine,
Türk terörist,merak etme az kaldı. Irak, İran ve Suriye’den sonra sıra Türkiye’ye de gelecek. Kadınlarınız hizmetçilerimiz, erkekleriniz de kölerimiz olacak İstanbul’a geldiğimizde ilk olarak dedeniz Abdülhamid’in mezarına ateşe vereceğiz.(Vakit, 11 Nisan 2006)
dediğini aktarıyordu
Eğer Filistin’de Müslüman Arap unsurunun faikiyetini (üstünlüğünü) muhafaza etmesini istiyorsak, Yahudilerin yerleştirilmesi fikrinden vazgeçmeliyiz. Aksi takdirde yerleştirildikleri yerde çok kısa zamanda bütün kudreti elde edeceklerinden, dindaşlarımızın ölüm kararını imzalamış oluruz.
Sultan II.Abdülhamid’e ait olan yukarıdaki sözler 1895’te yazılmış hatıra defterine.O günden ne kadar net görmüş bugünleri,değil mi ? Tam da dediği gibi, Filistinli dindaşlarımızın ölüm kararı oldu İsrail devletinin kurulması
Hükümranlık haklarım ortadan kalkmadıkça diyordu Sultan Abdülhamid, hukuken mülküm olan yerlerde yabancı hakimiyeti ve geçici işgali asla razı olmam,
Sen misin razı olmayan! Al sana Ermeni sorunu! 1895-1896’da Trabzon’dan Van’a kadar uzanan geniş bir yay üzerinde peş peşe patlak veren Ermeni ayaklanmalarını askerle bastırması bile suç sayılacaktır.Nitekim Gladstone 1876’daki Bulgar isyanını bastırdığı için Gaddar Türk dediği Abdülhamid’e şimdi yepyeni bir sıfat bulmuştur: Kızıl (Kanlı)Sultan.
sanki İngiltere 1857’deki Hint ayaklanmasında binlerce insanı katleden, hatta elebaşıları topların namlusuna bağlayıp ateşlemek suretiyle parçalayan kendisi değilmiş gibi, bir anda Osmanlı Ermenilerinin hamisi kesilmiştir. Sevdiğinden değil elbette, Abdülhamid’in kestiği hortumları tekrar tesis edebilmek için onları piyon olarak kullanmak arzusundan.
İşte aşağıda sunacağım belge, Abdülhamit Han’ın İngiltere’nin melanetleri hakkında ne düşündüğünü net olarak göstermesi bakımından epeyce ilginçtir.Metni kısmen sadeleştirip kısaltarak aktarıyorum:

İngiltere’nin Allah korusun, Devlet-i Aliyye’yi bölüp mülûk (küçük devletler) şekline koymaya çalışmakta olduğu açıktır.Onu Arnavutluk, Ermenistan, Arap hükümeti ve Türkistan tabirleriyle otonomi (özerklik) değil, anatomi yapmak, yani parçalarına ayırmak istemektedir. Hilafeti de İstanbul’dan kendi kontrolündeki Cidde veya Mısır’a götürecek ve bütün müminleri istediği gibi yönetecektir. Yalnız şurasında teessüf olunur ki, Jön Türk tabir olunan bir takım çapkın takımından herifler, kendi el ve ayakları ile İngilizlerin maksadı uğruna gece gündüz çalışıyorlar.

Bir hükümetin ve milletin ayakta kalması için birkaç şey lazımdır 1) Din 2) Eğitim 3) Milliyet, 4) Sanayi ve zenginlik. Ne yazık ki, bilgisi tam olan adamlarımız pek azdır. Halbuki Hristiyanlar bunların tamamına sahiptirler. Bunlar bizde yerleşince kadar Osmanlı Devleti’nin, İngiltere ve Rusya arasında bir yol ve politikası izlemesi gereklidir.
(Devlet ve Memleket görüşlerim)
Tarihi Kemal Karpat’ın İslamın Siyasallaşması(Politicization of İslam) adlı kitabında da ısrarla vurgulandığı üzere Abdülhamid dönemi birçok bakımdan Cumhuriyet’in alt yapısını oluşturmuş ve en önemlisi de bölünmez bir vatan kavramını, açtığı okullarda yeni nesillerin zihnine kazımıştır.
1970’lerin ortalarından itibaren bir ‘tarih açılımı’ yaşandı. Batı’da gelişen yeni Osmanlı tarihçiliği, bize Ashab-ı Kehf uykumuzdan uyandırıcı bir işlev gördü; daima hor görmeye şartlandırıldığımız kendi gerçekliğimizle yeniden yüzleşmeye davet etti.Temelleri sarstı, hala da sarsmaya devam ediyor aslında
Osmanlı mutlakiyetinde basın, hükümetin istemediğini yazamazdı.TC’nin Tek Partili zamanında ise basın hükümetin istediklerini yazdı.

Mete Tunçay (Tek-Parti döneminde basın )

31 Mart isyanı’nın ‘gericilik’ yani irtica ile suçlanmasını da doğru anlamak gerekir.Buradaki irtica, dinî anlamda olmayıp eski düzenin ‘geri getirilmesi’ anlamındadır.İsyancıların ‘Şeriat isteriz’ diye bağırmaları da Şeriatın ‘kanun’ demek olduğu göz önüne alınırsa, aslında kanunun uygulanmasını istiyoruz demektir.Keyfi yönetimi, sokak ortasında adam vurulmasını, hayatımızdan endişeli olarak istemiyoruz demektir.Kısaca hukuk istiyoruz demektir.
Maksad Sultan Abdülhamid’den istirdâd-ı hürriyet [özgürlüğün geri alınması] değilmiş.Belki hafif ve az istibdadı, şiddetli ve kesretli [çok] yapmakmış.

Bediüzzaman Said Nursi

Düşünün: Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir katil milletvekili Katilden kahraman olur mu?İhtilal başarıya ulaşırsa olur!
Hafızamızı çalanlardan ancak bir şekilde intikam alabiliriz:
Yeniden hatırlayarak
Abdülhamid’siz bir yüz yıl yaşadık .Onun yokluğunda bir imparatorun un ufak oluşunu ve o enkazın içinden ‘KÜÇÜK OSMANLI ‘diyebileceğimiz Misak – ı Milli fikrinin doğuşuna tanık olduk. Şimdi toparlaamıyoruz ve yeniden küresel bir aktör olma yolundayız .Artık ufuklara bakarken kendimizden daha eminiz .Bu açılımlar döneminde bir tarih açılımı , dolayısıyla Abdülahmid açılımı kaçınılmaz .
Bizi yükselten, dinimize duyduğumuz büyük aşktır.

Sultan ll. Abdülhamid

Filozof Makyavel Beyaz eldivenle siyaset yapılmaz demişti ya, Şehzadelik günlerinden itibaren Makyavel’e inat, eldivende hep beyaz rengi tercih etmiş.
Benim bu kitaptaki ana tezim, Abdülhamid’in bir fikir olduğudur.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Çeyrek asırdır yakasına yapıştığım dost işte:
ULU HAKAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD HAN

Üstad Necip Fazıl Kısakürek

Abdülhamid, bu matbaanın kirli suyu için ayrı bir su yolu yaptırmıştır.
Sebebi mi? Elbette Kuranı Kerimin tozunun yağının mürekkebinin kanalizasyona karışmaması için..
Hafızamızı çalanlardan ancak bir şekilde intikam alabiliriz:
Yeniden hatırlayarak..
Eskilerin dilinde Kuran-ı Kerim Mekke’de nazil oldu, Kahire’de okundu, İstanbul’da yazıldı. diyebir kelam-ı kibar gezerdi.
Sultan Abdülhamid’e ilk taşı, eldiveni hâlâ beyaz kalabilmiş biri varsa o atsın, diyorum.
Varsa gerçekten
Bilmiyorum Türkiye’deki Kübacılar ya da Küba komünizmini savunanlar haberdar mıdırlar Abdülhamid’in Küba ile ilgilenmesinden. Hoş, onları bırakın, biz bile yeni yeni öğreniyoruz gerçekleri.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Abdulhamid’in rüyalarından biriydi Aşiret Mektebi. Ayrılıkçı ve milliyetçi eğilimlerin Müslüman teb’aya da bulaştığı bir dönemde ülkenin geleceğini bi arada tutacak çimento olarak düşünülmüştü bu okul. Din (İslamiyet) ortak paydası altında birleştirecekti Kürtlerden Arnavutlara kadar Müslümanları.
Emperyalizmin envai türlüsünün başına çöreklendiği bir zamanda vakarını bozmadan mücadele etmesidir Abdulhamid’i fikir kılan şey.
‘Abdülhamid kimdir?’ sorusunun cevabı iyi kötü verilmiştir de, bence henüz ‘Abdülhamid nedir?’ sorusu cevabını beklemektedir.
Şimdi derin bir nefes alın ve onu narin ellerin ne mücevherler tuttuğunu ve yine o yorgun ellerin bıraktığı iplerin hangi yabanların ellerine geçtiğini düşüne durun.
“Bu arada kaç askeri darbe yaşadık bunların ikisinde (27 Mayıs ve 12 Eylül) anayasalar kaldırılıp bir kenara atılmış ve “meclisler”süresiz olarak kapatılmıştır.
İnsanlar aynaya bakmayı unutuyorlar ne yazık ki. Hem silahınızın gücüyle darbe yapacaksınız meclisi kapatacaksınız anayasayı iptal ettireceksiniz Başbakanı Bakan’ları hapsedip asacaksınız sonra da hiç darbe yaptırmamış meclisi erken tatile sokmuş, anayasayı yürürlükten kaldırmamış bu arada kimseyi siyasi gerekçelerle asmamış olan bir yöneticiyi kızıl sultan ilan edeceksiniz ve bizden de buna bebek gibi inanmamızı bekleyeceksiniz.
Mark Sykes:
“Doğu için ümit ışığı vardır ve bu ümit ışığı Batı tarzı pabuçlar giymede ve yerli hristiyanların kötü davranışlarını benimsemede değil, fakat kendi milli varlığının şuuruna varacak güce ve kişiliğe sahip olacak kadar bilgiyle donanmış bu cesur, yabani ve yiğit kavimlerin kendilerinde olacaktır.”
.

”Kur’an sönmez ve söndürülemez bir güneş hükmünde olduğunu ben bu dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim! ”

.

Bu kitap Müslümanların elinde kaldıkça İngilizler hiçbir zaman onlara hakim olamayacaklardır. Yegane çözüm, Müslümanları Kur’an’dan uzaklaştırmaktır.
Kalbimde yalnız Allah korkusu vardır. Başka bir şeyden korku duymam. Bir hadise olmadan evvel onu önlemek için telaş ederim. Ama tehlikenin içinde bulunduğumu hissedersem icabında ateşe atılmaktan bile çekinmem.
( ) Doğu için ümit ışığı vardır ve bu ümit ışığı Batı tarzı pabuçlar giymede ve yerli Hıristiyanların kötü davranışlarını benimsemede değil, fakat kendi milli varlığının şuuruna varacak güce ve kişiliğe sahip olacak kadar bilgiyle donanmış bu cesur, yabani ve yiğit kavimlerin kendilerinde olacaktır.
Kendisini dürüst bir insan olarak tanıdım. Onu gayet iyi tanıyorum ve Avrupa’da tanıdığım en entelektüel adam olduğuna inanıyorum.
Değil kendi arzumla memleketimi terk etmek, hatta gelen kuvvetler vücudumu doksan parçaya bölseler bu parçalardan birinin bile yabancı bir toprağa gömülmesine razı değilim !

Sultan Abdülhamid Han !

Uğur Derman beni çarpan bir bilgiyi ışınladı satırlarıma. Hocası büyük hattatlarımızdan Necmeddin Okyay bir gün kendisine demiş ki: Abdülhamid bu matbaanın kirli suyu için ayrı bir su yolu yaptırmıştır. Sebebi mi? Elbette Kur’an-ı Kerim’in tozunun diğer kirli sularla birlikte kanalizasyona karışmaması için. Sultan Abdülhamid üzerinde neden bu kadar duruyorsun?
diyenlere daha sıkı bir cevap veremezdim herhalde.
33 sene millet ve devletim için , memleketimin selameti için çalıştım. Elimden geldiği kadar hizmet ettim. Hâkimim Allah ve beni muhakeme edecek de Rasûlullah’tır !!!
Okurlarım sık sık neden bir Osmanlı tarihi yazmadığımı sorarlar.İçimden Şeytan kovalamaktan salavat getirmeye vakit kalmıyor ki ! demek geçiyordu ya , bir türlü diyemiyordum.
Hayret damarları kurumuş bir topluma ilaç gibi gelecektir Abdulhamidin kurtlarla dansı .
Demokrat Parti döneminde Başvekil Adnan Menderes’in gayretleriyle İstanbul’un fethini ve Fatih Sultan Mehmed’i keşfetmiştik(Fethin 500.yıldönümü olan 1953’te). Öte yandan Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın gayretiyle Malazgirt’i 900.yıldönümünde keşfetmiştik. Turgut Özal döneminde ise Yeni Osmanlılığı.
Yabancı devletlerden birinin büyükelçisisi Yıldız sarayına’a gelerek Sultan Abdulhamid’e hükümdarının selamıyla önemli bir bir teklifini bildirmişti. Bu teklif şuydu:Eğer Padişah kabul ederse o devletin donanmasının kendisini bir yerden alarak istediği bir sahile götüreceği ve hayatının tamamen emniyet altında tutulacağı idi.
O sırada Yıldız Sarayı’ında etrafı ihtilalciler tarafından çevrilmiş vaziyette bulunan Sultan 2. Abdulhamit büyükelçiye verdiği sert bir cevapla teklifini reddetmiş ve şu tarihe geçecek sözü söylemişti:
DEĞİL KENDİ ARZUMLA MEMLEKETİMİ TERK ETMEK, HATTA GELEN KUVVETLER VÜCUDUMU DOKSAN PARÇAYA BÖLSELER BU PARÇALARDAN BİRİNİN BİLE YABANCI BİR TOPRAĞA GÖMÜLMESİNE RAZI DEĞİLİM
Bizzat Herzl’in hatıralarına göre Sultan 2.Abdulhamit Nevlinski’ye şu zehir zemberek sözleri tokat gibi çarpmıştı:
Sultan bana dedi ki:Eğer Mr. Herzl’le dostluğunuz ikimizinki gibiyse ona bu meselede tek bir adım daha atmamasını söyle. Ben bir karış dahi toprak satamam, zira o bana değil, halkıma aittir. Onlar bu İmparatorluğu kurup kanlarıyla mahsuldar kıldılar. Onu bizden koparılmadan önce kanımızla bir kere daha kaplamayı biliriz. Benim Filistin ve Suriye’den gelen iki alayım Plevne’de son neferine kadar kırılmaya can attılar. Bir teki bile hayatta kalmadı, hepsi cansız bir şekilde toprağa serildiler. Türk [Osmanlı] İmparatorluğu Türk [Osmanlı] halkınındır, benim değil. Onun hiç bir parçasını veremem. Yahudilerin milyonların saklasınlar. İmparatorluğun parçalanınca belki de Filistin’i tek kuruş ödemeden elde edeceklerdir. Fakat ancak kadavramız parçalara ayrılabilir. Vücudumuzun canlı canlı kesilip biçilmesine razı olamam.
Bir anayasa ilan edilmekle bütün sistemin sihirli bir değnek değmişcesine birden bire değişeceğini zannetmek,tozpembe hürriyet hayallerine dalmak tarihi durumu tespit açısından son derece yanıltıcı bir davranış olacaktır.
Hafızamızı çalanlardan ancak bir şekilde intikam alabiliriz !
Yeniden hatırlayarak
Abdülhamit’in yaptığı her şeyin tersini yaparsak doğruya ulaşırız gibi sakat bir mantıkla hareket eden İttihatçılar,üstelik Balkan Savaşlarında askerin içine siyaset fitnesini de sokarak çöküşü kendi elleriyle hızlandırdılar.Dışarıdaki ittifaktan vazgeçtik,subayların İttihatçı-İtilafçı diye iki kampa ayrılmaları faciasını da yaşadık.İşte Balkanlar’ı kaybedişimizin asıl sebebi bu aymazlıkta yatar
Hakikatler tersine çevrilir bizim tarihimizde.Bu Sebeple sultan Abdülhamid tarihimizin şehididir.Lakin biliyoruz ki Şehitler ölmez!
‘Abdülhamid bu matbaanın kirli suyu için ayrı bir su yolu yaptırmıştır.’ Sebebi mi? Elbette Kur’an-ı Kerim’in tozunun diğer kirli sularla birlikte kanalizasyona karışmaması için.
Sultan Abdülhamid üzerinde neden bu kadar duruyorsun? diyenlere daha sıkı bir cevap veremezdim herhalde.
François Georgeon’un Abdülhamid’i anlamak bugünkü Türkiye’yi anlamak olacaktır sözündeki isabeti demiryollarımızın tarihinden de rahatlıkla görmek mümkün.
“Eğer Filistin’de Müslüman Arap unsurunun faikiyetini (üstünlüğünü) muhafaza etmesini istiyorsak, Yahudilerin yerleştirilmesi fikrinden vazgeçmeliyiz. Aksi taktirde yerleştirildikleri yerde çok kısa zamanda bütün kudreti elde edeceklerinden, dindaşlarımızın ölüm kararını imzalamış oluruz.”
“Abdülhamid bu matbaanın kirli suyu için ayrı bir su yolu yaptırmıştır.” Sebebi mi? Elbette Kur’an-Kerim’in tozunun diğer kirli sularla birlikte kanalizasyona karışmaması için.
Siz kim Abdülhamid kim! Hadi kendi aynanıza bakmıyorsunuz bari tarihin aynasına bakın.
Ben bir karış dahi toprak satamam, zira o bana değil, halkıma aittir. Onlar bu İmparatorluğu kurup kanlarıyla mahsuldar kıldılar. Onu bizden koparılmadan önce kanımızla bir kere daha kaplamayı biliriz. Benim Filistin ve Suriye’den gelen iki alayım Plevne’de son neferine kadar kırılmaya can attılar. Bir teki bile hayatta kalmadı, hepsi cansız bir şekilde toprağa serildiler. Türk(Osmanlı) İmparatorluğu Türk(Osmanlı) halkınındır, benim değil. Onun hiçbir parçasını veremem. Yahudiler milyonlarını saklasınlar. İmparatorluğum parçalanınca belki de Filistin’i tek kuruş ödemeden elde edebileceklerdir. Fakat ancak kadavramız parçalara ayrılabilir. Vücudumuzun canlı canlı kesilip biçilmesine razı olamam!
Çıkarları için kullanmayacağı hiçbir nesne olmayan soğuk İngiliz emperyalizmi, William Gladston’un şahsından daha görkemli bir örnekle taçlandırılamazdı herhalde.
İngiltere 1857’deki Hint ayaklanmasında binlerce insanı katleden, hatta ele başlarını topların namlusuna bağlayıp ateşlemek suretiyle parçalayan kendisi değilmiş gibi, bir anda Osmanlı Ermenilerinin hamisi kesilmiştir.
Bundan birkaç yıl önce Guantanamo’da aylarca esir kalan İbrahim Şen. Vakit gazetesine ilginç itiraflarda bulunmuştur. Meğer Obama yönetiminin kapatma kararını aldığı Guantanamo’daki sorgulara İsrailli hahamlar da katılıyormuş. Hatta bu Guantanamo mahkumu, sorgulardan birisinde Yasef isimli bir komutanın vücuduna elektrik verirken kendisine, Türk terörist, merak etme az kaldı. Irak , İran ve Suriye’den sonra sıra Türkiye’ye de gelecek. Kadınlarınız hizmetçilerimiz, erkekleriniz de kölelerimiz olacak. İstanbul’a geldiğimizde ilk olarak dedeniz Abdülhamid’in mezarını ateşe vereceğiz dediğini aktarıyordu.
Ardından Balkan Savaşları patlamış ve Burhaneddin Efendi’ye(oğlu), bağımsızlığına kavuşan Arnavutluk’un başına kral olması teklif edilmişse de, Osmanlı gururu buna mani olmuş ve bu cazip teklifi reddetmiştir. Ardından ABD’ye yerleşip zengin bir Amerikalı hanımla evlenen Burhaneddin Efendi, 15 Haziran 1949’da vefat etmiş, cenazesi gemiyle İstanbul’a getirilmek istenmiş ama ne çare, CHP hükümeti izin vermemiş, bunun üzerine Şam’a götürülerek Sultan Selim Camii’nin avlusunda yatan amcası Sultan Vahdettin’in yanına gömülmüştür.
Zaten Şehzade Abdürrahim Efendi sıkıntıdan sarılık olmuştur, Ayşe Sultan’ın da burnundan her sabah kan gelmektedir.
Abdülhamid bu matbaanın (Kur’an-ı Kerim matbaası) kirli suyu için ayrı bir su yolu yaptırmıştır. Sebebi mi? Elbette Kur’an-ı Kerim’in tozunun diğer kirli sularla birlikte kanalizasyona karışmaması için.
Kendisini öldürmeye kasdetmiş adamı idamdan kurtardığı yetmiyormuş gibi bir de kendi hizmetinde kullanmayı akıl eden bir devlet adamına biz de kalkmış ”Kızıl Sultan ” veya ”Büyük Katil ” diyoruz.
Tahttan indirildikten sonra İttihatçılar, o kadar uğraşmalarına rağmen aleyhte tek bir suç kanıtı bulamamanın sıkıntısını yaşadılar yıllar yılı
33 sene millet ve devletim için , memleketimin selameti için çalıştım . Elimden geldiği kadar hizmet ettim. Hakimim Allah ve beni muhakeme edecek de Resulullah’tır. Bu memleketi nasıl buldumsa öylece teslim ediyorum. Hizmetimi ancak Cenab-ı Hakk’ın takdirine bırakıyorum. Ne çare ki, düşmanlarım bütün hizmetime kara bir çarşaf çekmek istediler ve muvaffak da oldular. 
Sözleri döküldü Küçük Mabeyn’in zarif halısına .
Abdülhamid , fetvada hal için kesin bir karar bulunmadığını ve bu kararı hangi makamın verdiğini öğrenmek istedi . ”Meclis-i Milli ” denildi cevap olarak . Güya milletin meclisinde alınmıştı karar ama kimsenin aleyhte konuşulmasına fırsat bırakılmadığı gibi , kabul oyu için elini kaldırmayan birkaç kişi bulunduğu görülünce Talat Paşa , Meclis Başkanı Said Paşa’nın yanında durup o meşhur sert bakışıyla onları ikna edivermişti.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir