İçeriğe geç

Abderalılar – Eşeğin Gölgesi Davası Kitap Alıntıları – Christoph Martin Wieland

Christoph Martin Wieland kitaplarından Abderalılar – Eşeğin Gölgesi Davası kitap alıntıları sizlerle…

Abderalılar – Eşeğin Gölgesi Davası Kitap Alıntıları

Vücudunuz gelişmiş ama ruhlarınız hala beşikte. Aranızda kaç kişi bir şeye doğru, iyi veya güzel derken gerçek sebebi araştırma zahmetine girdi? Aklı başında olmayan insanlar veya süt çocukları gibi, duygularınızı gıcıklayan, hoşunuza giden her şeyi iyi ve güzel buluyorsunuz
Bazı insanlar vardır, yıllardır tanırsınız ve görürsünüz ama bir türlü kesin karar veremezsiniz, onları zayıflar sınıfına mı sokmanız gerekir, yoksa kötüler sınıfına mı?
Spartalı kızlar kısa etek giyiyor, İndus Nehri kıyısındakiler de hiçbir şey giymiyor diye, erdemlerini yedi peçeye sokanlardan ne daha ahlâksızlar ne de daha büyük tehlikelerle karşı karşıyalar. Azgın ihtirasların sebebi nesnelerin kendisi değil; onlar hakkındaki fikirlerimizdir.
Korax ve taraftarları, istediklerini yüksek sesle düşünmenin ancak uygulamada herkes gibi davranmakla mümkün olacağını görmek kurnazlığını göstermişlerdi.
eğer her şey hakkında felsefe yapılamazsa, hiçbir şey hakkında felsefe yapılmasın daha iyidir!
Şunu kabul etmek gerekir, Abderalıların Atinalılarla ortak bir tarafı var, o da kendi çılgınlıklarına samimiyetle gülebilmeleri. Bununla daha akılcı olmuyorlar. Ama bir halk, dürüst ve iyi niyetli insanların delilikleriyle eğlenmesine, maymunların yaptığı gibi kızmayıp, tahammül edebiliyor ve onlarla beraber gülüyorsa, gene de çok şey kazanılmış demektir.
aslında Abdera Devleti’nde demokrasi gibi görünen şey, bir aldatmaca ve hokkabazlıktan başka bir şey değildi. Çünkü üçte ikisi eski ve soylu ailelerin temsilcilerinden oluşan Küçük Meclis gerçekte istediği her şeyi yapardı.
mecliste “arşive bakılması” şeklinde bir karar verildiğinde, hiçbir şey bulunamayacağını herkes bilir ve bunu çoğu kere önceden hesaplardı. Bundan dolayı da bir sonraki toplantıda “bütün aramalara rağmen arşivde bir kayda rastlanamamıştır” şeklindeki olağan açıklama, zaten beklenen ve kendiliğinden belli olan bir şey olarak umursamazlıkla ve tevekkülle karşılanırdı.
Abdera’da adaletin gidişi zikzaklı, hızı da bir sümüklü böcek hızı olduğu için ve dava vekilleri söyleyecek sözleri kalmayıncaya kadar konuşma hakkına sahip olduklarından, genellikle davalar tarafların maddi durumlarının dayanabileceği kadar yıllarca sürerdi.
madem halk onları seyretmek istiyor, o halde bunlar da oynamak zorundadır! Halkın sesi, hakkın sesidir! Benim parolam her zaman bu olmuştur
Deisidaimonia; İsa’nın havarilerinden Aziz Paulus, Atinalıları aşırı dindarlıklarından dolayı alaylı veya hiç olmazsa iki anlamlı sözlerle över gibi görünürken, bu kelimeden türetilmiş sıfatı kullanıyor. Hem “Tanrı korkusu”, hem “daimonlardan (cinlerden) korku” diye çevrilebilir.
“Varsayalım ki benimle heykel arasında, bana kimin daha çok benzediği konusunda bir kavga çıksa, kime inanırsınız, bana mı, heykele mi?
bana benzemeyişinin sebebi de herhalde meşhur heykeltıraşınızın beni doğanın yarattığından daha güzel göstermesi(!)”
Her şeyden önce zevk, doğal bir yetenek ve tat alacak ruhsal organın belirli bir inceliği olmadan, öğretmekle ulaşılacak bir şey değildir.
kötü bir eseri korumak için entrikaya filan gerek yoktu, herkes göbeğinden birbirine bağlıydı. Ve herkesin kulakları eşek kulağı olduğundan, kimsenin kalkıp başkasına “Kral Midas’ın kulakları eşek kulağı!” diye fısıldaması söz konusu olamazdı.
Bir Abderalı’nın heykelini dikmek gerekseydi, bu saat habercisinden daha fazla bunu hak etmiş biri bulunamazdı.

Neyse ki, Abdera’da saat tam on ikiyi vurunca her işi bırakıp yemek yemek, çok eski çağlardan beri âdetti. Meclis tüzüğü gereğince de zamanı gelince bir haberci, toplantı salonunun önüne gelir, saati haber verirdi.
– “Saygıdeğer beyler! Saat on ikiyi geçti!”
– “Susun! Saat habercisi! Ne dedi? On ikiyi geçti! On iki olmuş mu? Geçmiş mi? Tam zamanı!”

Bilgili deli ne kadar saçmalarsa, aptal deliler de o kadar yüksek sesle kerametten söz eder, tantanalı saçmalıkta anlam keşfedebilmek için o kadar fazla kafa çatlatırlar.
Cahil bir deli saçmalayacak kadar ileri gitti mi, işi bitmiştir. Bilgili delide bunun tersini görürsünüz. Saçma sözler söylemeye veya yazmaya başlar başlamaz geleceğini güvene almış, şöhretini sağlamlaştırmış olur. Çünkü insanların çoğu bunlardan bir şey anlamadığını iyi bilse de, ya kendi akıllarına güvenmez ve suçun kendilerinde olmadığını fark etmez; ya bir şey fark etmeyecek kadar aptaldır; ya da bir şey anlamadıklarını itiraf edemeyecek kadar kendini beğenmiş.
Çabalarımızla ilerlememiz o yönde olmalı ki, çoğunluğun delilikleri ve kusurları bize nefret edilecek şeyler gibi değil, gülünç olarak görünmeli; bu hususta Herakleitos yerine Demokritos’u örnek alırsak, daha doğru hareket ederiz. İnsanlar arasında Herakleitos ağlar, Demokritos gülerdi; birincisi bütün yaptıklarımızda pişmanlık ve sefalet, öbürü oyun-oyuncak görürdü.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Abderalılar şehirlerinin etrafını çok sayıda parkla güzelleştirmişti(!)
çünkü Abderalılar doğanın sanattan güzel olduğunu, yapaylaştırmak ile güzelleştirmek arasında bir fark olduğunu nereden bileceklerdi?
ne var ki, insan başkalarına ancak onların anlayabilecekleri ve lâyık oldukları kadar iyilik yapabilir. “Bu insanların en fazla akla ihtiyacı var, benim onlara sağlayabileceğinden iyi şey, onları akıllandırabilmek.” diye düşünüyordu; “Ama Abderalılar özgür insanlar; eğer akıllı olmak istemiyorlarsa, kim onları buna zorlayabilir ki?” dedi Demokritos Abderalılar hakkında
Spartalı kızlar kısa etek giyiyor, İndus Nehri kıyısındakiler de hiçbir şey giymiyor diye, erdemlerini yedi peçeye sokanlardan ne daha ahlâksızlar ne de daha büyük tehlikelerle karşı karşıyalar. Azgın ihtirasların sebebi nesnelerin kendisi değil; onlar hakkındaki fikirlerimizdir.
yasa uyuyan bir aslana benzer, uyandırılmazsa bir kuzunun etrafında dolaşır gibi onun etrafından emniyetle sıyrılıp geçmek mümkündür. Kim bir aslanı nomophylax’ın (yasa koyucu/koruyucu) oğluna karşı uyandıracak kadar utanmaz veya cüretli olabilir ki?
bir insanın, yurttaşlarından daha akıllı olması tehlikeli bir şeydir. Sokrates bunu hayatıyla ödemek zorunda kalmıştı. Atina Başrahibi Eurymedon da Aristoteles’i dizsizlikle suçlamıştı, filozof ancak tam zamanında şehirden toz olarak kellesini kurtarabildi; “Atinalılara felsefeye karşı ikinci defa günaha girme fırsatı vermek istemem!” demiş kaçarken de.
hatta biri çıkıp da başka bir yerde daha iyi kurumlar veya adetler gördüğünü söylerse, onun iyi bir vatandaş olduğundan şüphe ederlerdi. Onlarca, beğenilmek mutluluğuna erişmek isteyen insanın, sanki Abdera şehri ve devleti bütün her şeyiyle ve bütün özellikleriyle tamamen kusursuz, eşsiz ve bütün devletlerin en idealiymiş gibi davranması ve konuşması gerekirdi.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
çünkü onun zamanında bilge olmak isteyenin her şeyi “kendi gözü” ile görmesi gerekiyordu. Şimdiki gibi basımevleri, gazeteler, kütüphaneler, dergiler, ansiklopediler, sözlükler; insanı, okuyunca nasıl olduğunun farkına varmadan bir filozof, bir doğa bilgini veya bir sanat uzmanı, bir yazar, bir her şeyi bilir yapıveren bütün o değişik isimli çeşit çeşit malzeme falan yoktu. Çünkü o zamanlar bilgelik çok pahalıydı.
Adam her şeyi okumuş incelemişti; sonunun talihsiz olması için mümkün olan her şeyi yaptılar. Her yerdeki ve her çağdaki Abderalılar işte hep böyle sonuçlar çıkarırlar!
Vücudunuz gelişmiş ama ruhlarınız hala beşikte. Aranızda kaç kişi bir şeye doğru, iyi veya güzel derken gerçek sebebi araştırma zahmetine girdi? Aklı başında olmayan insanlar veya süt çocukları gibi, duygularınızı gıcıklayan, hoşunuza giden her şeyi iyi ve güzel buluyorsunuz.
Maymun iştahlılık, gelip geçici hevesler, dik kafalılık, başkalarının sizi sevk ve idare etmesine rıza gösterip, başkalarının gözleriyle görme, başkalarının kulaklarıyla dinleme, size söyleneni papağan gibi tekrar etme alışkanlığınız- bütün bunlar sizde aklın yerine geçmiş. Hata nerede, söyleyeyim mi size? Kafanıza çok yanlış bir hürriyet kavramı yerleştirmişsiniz.
Bazı insanlar vardır, yıllardır tanırsınız ve görürsünüz ama bir türlü kesin karar veremezsiniz, onları zayıflar sınıfına mı sokmanız gerekir, yoksa kötüler sınıfına mı?
Abdera’da adaletin girişi zikzaklı hızı da bir sümüklü böcek hızında olduğu için ve dava vekilleri söyleyecek sözleri kalmayıncaya kadar konuşma hakkına sahip olduklarından genellikle davalar tarafların maddi durumlarının dayanabileceği kadar yıllarca sürerdi.
(Bir ülkenin neredeyse yok olmasına sebep olacak davanın başlangıcı)
hey beyim! Dedi eşekçi
ne yapıyorsunuz ne oluyor?
Biraz gölgeye oturuyorum çünkü Güneş beynimi yakıyor
ama beyim anlaşmamızda bu yoktu! Size eşeği kiraladım ama gölgeden söz edilmedi şaka ediyorsunuz herhalde dostum dedi, dişçi gülerek. elbette eşekle gölgesi beraber gider bu böyledir
Hayır Iason adına! eşekçi ekledi bu böyle değildir eşek başka şeydir eşeğin gölgesi başka şey. Eşek için şu kadar para verdiniz gölgeyi de kiralamak isteseydiniz söylemeniz gerekirdi; yani beyim ya kalkar yola devam edersiniz ya da eşeğin gölgesi için uygun bir para ödersiniz ..
.. Dünya pek büyüktür bulunduğumuz bakış noktasından ona ülkelerine, başkentlerine bakınca öylesine geniştir ki içimizden birinin çıkıp doğduğu köyün dışında hiçbir yeri, sınırları bile tanımazken, bir ülkenin haritasını tek başına çizmeye kalkmasına aklım ermez.
Bir Abderalıya bir şeyin sebebi veya aslı sorulduğunda alınacak olağan cevap hep öyle olmuştur! olurdu; bu cevapla yetinmeyen ise kalın kafalı olarak kabul edilirdi.
Abdera Devleti’nde demokrasi gibi görünen şey, bir aldatmaca ve hokkabazlıktan başka bir şey değildi. Çünkü üçte ikisi eski ve soylu ailelerin temsilcilerinden oluşan Küçük Meclis gerçekte istediği her şeyi yapardı.
Tanrı bilir, zavallı ve namuslu hakikat, yüzlerce yıl boyunca söylentiler, kronikler, yıllıklar, tarihler, kısa özetler, tarihi sözcükler, anekdot külliyatları vb. her biri ayrı ayrı tahrif edici araçlardan geçip, el yazmacılarının ve kopyacıların, dizgicilerin, çevirmenlerin, sansürcülerin, düzelticilerin bazen temiz, bazen kirli elleriyle çalkalandıktan, süzüldükten, sıkıldıktan sonra ne kadar hırpalanmış ve ondan geriye ne kalmıştır!
Cahil bir deli saçmalayacak kadar ileri gitti mi işi bitmiştir. Bilgili deli de bunun tersini görürsünüz. Saçma sözler söyleme ve yazmaya başlar başlamaz geleceğini güvene almış, şöhretini sağlamlaştırmış olur.
Bazı delilikler vardır, gülünçtür, başka bazıları insanseverleri üzecek kadar ciddidir.
Azgın ihtirasların sebebi nesnelerin kendisi değil, onlar hakkındaki fikirlerimizdir.
Bütün bir halkın beğenisi, bilgiye dayanmayan bir duygudan ibaretse, pek çok durumda yanıltıcı olabilir ve olacaktır.
Ben sadece benim, benden başka bir şey değil, bu da gayet önemsiz bir şey.
Abderalılar, insanın karnı, midesi ve diğer organları dışında, ruhunun başka istekleri olacağını akıllarının köşesinden geçirmezlerdi.
Çok konuşurlardı, ama ne söyleyeceklerini ve nasıl söyleyeceklerini hiç düşünmeden. Bunun doğru sonucu olarak da, ağızlarını açmalarıyla saçma bir şey söylemeleri hemen hemen bir olurdu.
Meşgul okuyucudan, iyi okuyucu çıkmaz. Ya her şeyi beğenirler veya hiçbir şeyden hoşnut olmazlar; dediklerimizin ya yarısını anlarlar, ya hiçbirisini anlamazlar, ya da hepsini yanlış anlarlar.
Abderalılar kendilerini, şehirlerini ve devletlerini hiç bir şeyle karşılaştırılamayacak kadar üstün kabul ederlerdi. Kendi ülkelerinin dışındaki dünyada var olan şeyler, olup bitenler hakkında bilgisizlikleri bu gülünç azametlerinin hem sebebi hem sonucuydu. Bunun bir başka doğal sonucu olarak da bir ülkedeki herhangi bir şey Abderada olandan farklı ise veya Abderada o şey hiç bilinmiyorsa bunun doğru güzel veya iyi bir şey olabileceğini asla düşünemezlerdi. kendi fikirlerinden farklı bir fikir, Kendi adetlerinden farklı bir adet , kendiletine yabancı gelecek şekilde düşünmek onlarca hemen öyle fazla araştırılıp soruşturulmadan saçma ve gülünç olarak nitelendirilirdi. Doğa onlar için kendi yaptıklarının dar çemberinden ibaretti.
‘ Greklerde çirkin olan Etiyopya’da güzelse her iki tarafın da haklı olabileceği söylememiş miydim size?
Evet Öyle dediniz bir erkek de sözünden dönmez öyle söylediğine göre ispat etmem de gerekir elbette
becerebilirsen eğer!
Ben de bir Abderalı değil miyim? Ayrıca cümlemin yarısını ispat etmem yeter. Hepsini ispat etmiş olurum böylece çünkü Greklerin haklı olduğunu ispata gerek yok; bu bütün Greklerin kafasında önceden kesin bir şekilde kabul edilmiş bir şeydir. Ama Etiyopyalıların da haklı olabileceği, bütün zorluk bunu ispatta.
Bir insanın hareketlerinden niyetlerini belirlemek güçtür, bir hareketin çıkış sebebi iyi de, kötü de olabileceğinden, niyetlerinin kötülüğünden baştan şüphelenmek katılıktır; fakat düşünüş tarzı bize uymayan herkesi sırf bu yüzden kötü bir adam olarak görmek de haksızlık ve mantıksızlıktır.
Güzel Pithöka Ama insan nasıl böyle hep yalnız olabilir? diye haykırdı, Bir gün bile etrafımda insan görmezsem can sıkıntısından ölürdüm!

Yanlış söylediniz, Pithöka! Kendimi insanlara göstermezsem ölürüm! demek istediniz!

Bütün tartışma konusunda duygunun kesin kararı vermesini isterdim..
Güzel göz deyince, içinde güzel bir ruhun pırıltıları bulunan gözü anlıyorum.
SUSMAK bazen bir sanattır..
Zaman geçince yasaların dayanakları da değişir.
Meşgul okuyucudan, iyi okuyucu pek çıkmaz. Ya her şeyi beğenirler veya hiçbir şeyden hoşnut olmazlar; dediklerimizin ya yarısını anlarlar, ya hiçbirini anlamazlar, ya da (daha kötüsü) hepsini yanlış anlarlar.
Bütün tartışma konusunda duygunun kesin kararı vermesini isterdim..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir