John Fowles kitaplarından Abanoz Kule kitap alıntıları sizlerle…
Abanoz Kule Kitap Alıntıları
İmago:çocuklukta, ebeveynlerle bağlantılı olarak kurduğumuza inanılan imge;ilk ve bilinçsiz olarak en yakında olan anne babadan alınan ve ilerideki eş seçimimizi bile etkileyecek olan sevgi imgesi.
İnsan teninin yumuşak pragmatizmi, insan yapımı olsun, ilahi olsun, hiçbir muammanın alçaltamayacağı ya da azaltamayacağı bir şiirsellik taşır; aslında tek yaptığı şey, neden olmak, sonra yürüyüp gitmektir.
Fikirler kendi yapıları itibariyle tehlikelidir, çünkü insan faktörünü inkar ederler. Faşizmin tek çözümü insan faktörüdür.
İnsanları tanımaya kalkışmak için büyük çaba göstermem gerekiyor. Aşmak zorunda olduğum bir sürü dikenli tel veya kendi yarattıklarım.
Camın acımasızlığı: Hava kadar saydam çelik kadar ayırıcı.
-Belki çok şey bekliyorsun.
– Birinin beni anlamasını istemek çok mu?
-Bu kadar saklanırsan, bulması biraz zor.
Başını salladı.
– Bulunmak istemiyorum belki de. Bilemiyorum.
Olduğum gibi olmadığımı kanıtlama çabası.
Yaşamdan hiçbir şey alamıyorsan salla gitsin, ittir et.
Sevgili George’un güzel bir lafı vardı. ”Trop de racine derdi. Aşırı köklü yani. Kaynak. Geçmiş. Çiçek değil. Şimdiki zaman. Duvardaki nesne. Faut couperla racine Kökünü kazmak gerek. Böyle derdi.
– Esin kaynaklarını açıklamaktan neden kaçınıyorsun?
David tuzağa düşmüş gibi, yaşlı adam soruya bayıldı.
– Sevgili oğlum. Resim yapmak için resim yaptım. Hayatım boyunca. Senin gibi uyanık heriflere gösteriş yapma fırsatı vermek için değil. Sıçmak gibi yani. Neden sıçtığını, nasıl yaptığını merak edersin. Sonunda göt deliğin tıkalı geberirsin. Düşüncelerimin nereden geldiğini bir osuruk kadar takmıyorum, hiç takmadım. Oluruna bırakırım. Hepsi bu. Nasıl başladığını da söyleyemem. Yarısının ne anlama geldigini bilmem, bilmek de istemem.
Kişiliğine bütünüyle yabancı bir vahşiliği anlıyordu: Erkeğin nasıl ırza geçebildiğini. Bu savunmasızlıktaki hem yumuşak, hem kışkırtıcı bir şey onu derinden coşturuyordu.
‘Şimdi’ çok yoğundu; ‘dün’ ve ‘yarın’ birer mit olmuştu.
Sağduyuyla bir yere varamazsın.
Bir an kafasında anlamsız yere bir resim çağrıştı: Elisabeth çağında bir denizciyi dinleyen iki oğlan çocuğu. Oturduğu yerden Zıpır’ın kitabının başlığını okuyabiliyordu: Magus(1). Astroloji diye düşündü, bütün bu saçmalığa bulaşmıştır diye geçirdi içinden.
Tabii ki zirveye giden yolun kitaba uymadığını, devinimsel ve şansa bağlı olduğunu, resmin, kuramsal da olsa, modern sanat olgusunda önemli bir kolu oluşturması gibi, raslantıların da büyük rol oynadığını biliyordu. Ama bir imge gitgide kafasında yer ediyordu;yüksek bir dağa tırmanmak için en iyi araç gereçle donanmış dağcının, gözlerini yukarı kaldırdığında gördüğü, ayağında terlikler dorukta durup, yılışık sırıtarak bütün sağduyu ve ince hesapları keyifle lanetleyen yaşlı satirin imgesiydi.
Saçmalığın daniskası, sevgili dostum. Bilemezsin. Zamanının yarısını bacaklarını açtırmak için geçirirdin, öbür yarısını da ‘keşke yapmasaydım’ diye sızlanarak. Ya da orospunun tekinden belsoğukluğu kapardın. Dertli hayat. Nasıl dayanıyorduk bilemiyorum.
İnsan yaşasın sefaletin koyusunu / Yine bulur ekecek yer tohumunu.
Sanatçının açık olmaktan korktuğu için karanlık olduğunu düşünüyor.
Herkes gençliğinde bir ton piç bırakır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Küçük bir çocuktan farkı yok gerçekte. Sevgi, şefkat gibi oyuncaklara gereksinimi var. Sıkılınca kırıp parçalayabilmek için.
Dünya yalnız piyasadaki memeler değil ya!
Özgün Fowles kahramanı zamanın akımlarıyla geçici bir körlük yaşadığından, dünyaya at gözlüğüyle bakar. Bedensel alanından başka, zamanın dışına da çıkması gerekmektedir. “At gözlüğü’ ile bütünü görme” arasındaki ayrımı simgelemek için Fowles, dört duvarı ve açık alanları kullanır. Dört duvar kişisel özgürlük yokluğunun, karmaşanın, gerçekdışılığın eyretilemesidir. Değişim açık alanlarda ortaya çıkar – Bütün zamanların bir olduğunu kavradığında, diğer insanlarla bağının da bilincine varır. Yalnız insan (Homo solitarius) olarak başladığı yolun sonunda, başkalarının duygularını anlama (empathy) yetisine ulaşır, narsisizmden hümanizmaya geçer.
Sonuçta, başoyuncu köklü bir değişim geçirir. Sahte benliğinin gerçekdışılığı, maskenin daha da güçlü gerçekdışılığı sayesinde yıkılır. Zehirlenme yöntemiyle daha yüksek bir gerçek düzeyine varır (transcendence) veya zehiri arıtma yöntemiyle yeniden gerçeğe döner (self-knowledge). Kullandığı tek araç sezgidir.
“Peki geleceğin bir yardımı olmaz mıydı?”
“O ulaşılamaz bir şey. Şimdiki zamana zincirlenip kalıyorsun. Neysen ona.
Geçmiş, bir şeyleri hesaba katmana yardımcı oluyor. Ama bir de kaçamazsan…
Paul bile ona bakmaktan kendini alamıyor; modaya uygun bir kız arkadaş olarak ona kaçamak bakışlar atıyor herhalde, tam bir piliç: provalık plastik popo Bu kız alfabenin P harfi için yaratılmış.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İnsan eti yakıldığında çıkan kokudan sonra en iğrenç olanı ateşe atılıp yakılan insan bilgisinin kokusuydu.
Kitaplar bana yazıda hakikati takdir etmeyi ve hakikati istemeyi öğretmediyse, bütün yaşamım boşa geçmiş demektir.
Kimileyin bir altın madenine burun kıvırıyorsun, kimileyin de hiç değmeyen birine bedenini ve ruhunu veriyorsun.
Bok kıçına gelip dayandı mı, sıçmazsan geberirsin.
Ne garipti, insan durup dururken hiç beklenmedik bir şeyden etkileniveriyor, yaklaştığını bile göremediği bir şey aniden içinde bir yere yerleşebiliyordu.
Şu an, kesinlikle tam anlamıyla şu andı; dün de, yarın da mitlere karışmıştı.
Nefret etmezsen, sevemezsin.
İnsanın, kötü olduğunu düşündüğü şeyleri hoş görmemesi gerektiğine inanmak..
İstisnalar kaidenin kanıtıdır diye bir şey yok, istisnalar kaidelere istisnadır, o kadar.
İnsanoğlunun en korkunç mahrumiyetinin sancısını duydu; sahiplenememenin değil, bilginin mahrumiyeti
Yine sessizlik. Sanki gerçekten de ormanın içindeydiler; bir yere gizlenmiş, sözlerin arasında yer değiştiren kuşların zaman zaman şakımaları
“Geçmiş, bir şeyleri hesaba katmana yardımcı oluyor. Ama bir de kaçamazsan ”
Her şey şimdiki zamandan ibaret.
“İnsanların unutmadığı şeyler çözülmeyen şeylerdir. Hiçbir şey bir gizem kadar güçlü olamaz.”
Siyaset tartışmaktan “yıllar önce” vazgeçmişlerdi.
“Benim bakış açımı soracak olursan, doğduğumdan beri evime girmeyen soyguncu kalmadı. Anlıyor musun? Sistem böyle, değil mi?! Marx ne demiş, biliyor musun? Yoksullar zenginlerden çalamaz. Yalnızca zenginler yoksulları soyabilir.”
Benimle alay ederse, kahrolurum.
“Yıllar geçip gidiyor. Düşünüp duruyorum ben de hani acaba hepsi sırf korkaklıktan mıydı hakikaten. Sonunda bulup çıkarmak lazım. İçindekileri dışarı vurman lazım. Ne demek istediğimi anlıyor musun?”
Geleceği düşünmemeyi tercih ediyorum.
Görünürdeki tek erdemi, katlanılabilir olmasıydı.
Ne okunan yığınla kitap ne de akıl yürütmeyle varılan sonuçlar doğrudan edinilen tecrübenin yerini tutabilirdi.
“Üzülerek belirtmeliyim ki, kendi hatalarımı başkalarının erdemlerinden daha ilginç bulmuşumdur her zaman; yaşamın kendisinden çok kitapların benim yaşamımı oluşturduğunu da inkâr edemem.”
“Sanat bir tür söz söyleme biçimidir. Söz söyleme eylemi insan ihtiyaçlarını temel almalıdır, soyut gramer teorilerini değil. Ya da dile getirilen sözlerin dışındaki bir şeyleri değil. Gerçek dünyayı.”
“Ne okunan yığınla kitap ne de akıl yürütmeyle varılan sonuçlar doğrudan edinilen tecrübenin yerini tutabilirdi.”
Ah, farklı taşımalısın pişmanlığını.
Peter’ın Karl Marx’la küçük flörtü dışında herkesin kıskandığı, iç bunaltacak kadar mutlu bir aileyiz.
Bütün iyi muhafazakârlar gibi o da mahrem hayatın dışına sızmayan ahlâki bozuklukla alenileşen skandal arasındaki farkı keskin çizgilerle ayırırdı. Böyle bir şeyi ortalığa yaymak, o şeyi yapmaktan daha büyük kabahatti.
Üzülerek belirtmeliyim ki, kendi hatalarımı başkalarının erdemlerinden daha ilginç bulmuşumdur her zaman.
Yaşamın öylesine uzlaşmalar üzerine kurulmuştur ki, hep emniyetli olandan yana öylesine çok tercih yapmışsındır ki, o kof gerçekliğini ancak ustalık ya da ince zevkle kamufle etmekten başka bir şey gelmez elinden.
Fizikselliğin şefkate döndüğü evlilik tuzağını düşündü; bildik duruşlar, bildik oyunlar, güvenli karşılıklı sanat ve bilim. İnsan o çaresiz bilmeyişleri, bilmek için duyulan o vahşi tutkuyu unutuyordu.
Yeni insanlar tanımak bana zor geliyor. Bir sürü düğüm çözmek zorundasın. Ya da kendi oluşturduğun düğümleri.
– Ne kadar mantıklı konuşursan, seni o kadar az dinler.
– Bile bile mi yapıyor yani?
– Tuhaf gelecek belki ama onun için bu bir tarz meselesi.
Toprak senin ekilecek, çile senin çekilecek. Az ve öz. Her şeyi anlatmış içinde.
Kendi hatalarımı başkalarının erdemlerinden daha ilginç bulmuşumdur her zaman.
İnsanoğlunun en korkunç mahrumiyetinin sancısını duydu; sahiplenememenin değil, bilginin mahrumiyeti.
Oldum olası havaalanlarından nefret ederdi; havaalanlarının gayri şahsiliğinden, sürü halinde gidiş gelişlerden, isimsiz geçitlerden, güvensizlik hissinden.
Tüm riskleri yok eden, tüm mücadeleden kaçan insan, yapay bir insan haline geliyordu.
Yeni insanları tanımak bana zor geliyor. Bir sürü düğüm çözmek zorundasın.
Kimileyin bir altın madenine burun kıvırıyorsun, kimileyin de hiç değmeyen birine ruhunu ve bedenini veriyorsun.
Gereksiz italik sözcükler gibi, zaten açık olan bir şeyin altı çiziliyor hep.
Doğadan ve gerçeklikten uzaklaşmak, ressam ve izleyicisi arasındaki ilişkiyi gaddarca çarpıtmıştı; resim artık zihinler ve teoriler için yapılıyordu, insanlar için değil; hatta daha da kötüsü sanatçının kendisi için bile değil. Elbette ekonomik ve moda deyişle, bunun da getirileri oluyordu; ama gerçekte insan bedeninin ve doğal fiziksel algılanışlarının bu şekilde safra gibi atılması kısır bir sarmal, bir anafor, tükenip hiçliğe eriş demekti. Ressam ve eleştirmen tek bir konuda hemfikirdi: yalnızca onlar mevcuttu ve değerliydiler. İyi bir mezar taşı ve metelik bile etmeyen serseriler için.
Ne okunan yığınla kitap ne de akıl yürütmeyle varılan sonuçlar doğrudan edinilen tecrübenin yerini tutabilirdi.
Yeni insanları tanımak bana zor geliyor. Bir sürü düğüm çözmek zorundasın.
Kimileyin bir altın madenine burun kıvırıyorsun, kimileyin de hiç değmeyen birine ruhunu ve bedenini veriyorsun.