Khaled Hosseini kitaplarından A Thousand Splendid Suns kitap alıntıları sizlerle…
A Thousand Splendid Suns Kitap Alıntıları
Ve Allah doğudadır ve batıdadır, onun için, ne yana dönersen dön, Allah’ın iradesi karşındadır
Zaman o keskin hatlı anıların kenarlarını kemirmeye koyulmuştu.
Bu kentin ne çatılarını ışıldatan ayları sayabilirsin, Ne de duvarların gerisine gizlenen bin muhteşem güneşi.
Bunu öğren, kafana iyice sok, kızım, dedi Nana. Pusulanın hep kuzeyi gösteren ibresi gibi, bir erkeğin suçlayan parmağı da daima, mutlaka bir kadını gösterir. Her zaman. Bunu hiç unutma, Meryem.
Ve Allah doğudadır ve batıdadır, onun için, ne yana dönersen dön, Allah’ın iradesi karşındadır
SEVGİ, insana zarar veren bir hatadır. İşbirlikçisi, yani UMUT’sa tehlikeli bir yanılsama
Bize reva gördüğü her imtihanın, her üzüntünün gerisinde, mutlaka bir nedeni vardır Tanrı’nın.
Pusulanın hep kuzeyi gösteren ibresi gibi, bir erkeğin suçlayan parmağı da daima, mutlaka bir kadını gösterir.
Bu kentin ne çatılarını ışıldatan ayları sayabilirsin, Ne de duvarların gerisine gizlenen bin muhteşem güneşi.
Zaman o keskin hatlı anıların kenarlarını kemirmeye koyulmuştu.
Burayı bu kadar çok sevmeme rağmen bazen tamamen çekip gitmeyi düşünüyorum.
Sırrını rüzgara fısıldarsan, ağaçlara söylediği için suçlayamazsın.
Görəsən, bu çılpaq qadınların ərləri varmı? Şübhəsiz, bu qadınların əri var. Ən azı, olmalıdır. Yəqin, qardaşları da var! Onda Rəşid niyə inadla deyir ki, o – Məryəm üzünü örtməli, yaşınmalıdır? Amma özü kiminsə arvadına, bacısına, bax, bu sayaq baxa bilər. Niyə?
“Bu ülkeyi bu kadar çok sevmeme karşın, bazen çekip gitmeyi düşünüyorum, dedi Babi..
+ Nereye?
-Unutmanın kolay olacağı bir yere.”
+ Nereye?
-Unutmanın kolay olacağı bir yere.”
Tanrının sözleri seni asla yarı yolda bırakmaz kızım.
Evlilik bekleyebilir, eğitim beklemez.
Evlilik bekleyebilir, eğitim beklemez.
Həmişəlik yadında saxla, qızım, şimal səmti göstərən kompasın əqrəbi kimi, kişilərin günahkar axtaran barmağı həmişə qadına tuşlanır. Hər şeydə. Heç vaxt yaddan çıxarma.
Benim için, buraya kadarmış. İçimde kalan hiçbir şey yok.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Lütfen gitme. Gidersen yaşayamam.
bir toplumun, kadınları eğitimsiz olduğu sürece başarıya ulaşma şansı yoktur.
Ve Allah doğudadır ve batıdadır, onun için, ne yana dönersen dön, Allah’ın iradesi karşındadır
‘Sırrını rüzgara fısıldarsan, ağaçlara söylediği için suçlayamazsın’
Halil Cibran
Halil Cibran
“Hansı sənəti istəsən, öyrənə bilərsən. Mən səni yaxşı tanıyıram. Onu da bilirəm ki, müharibə qurtarandan sonra bilirsən Əfqanıstana necə lazım olacaqsan? Kişilərdən də çox lazım olacaqsan. Çünki, Leyla, qadını təhsil görməyən cəmiyyət heç bir uğur qazana bilməz. Heç nə əldə eləyə bilməz”.
Hiç tadamadığın mutluluğu benim bulmamdan korkuyorsun
Evlilik gözləyə bilər,təhsil gözləməz.Sən çox ağıllı qızsan.İstədiyin peşeyə sahib ola bilərsən,Leyla.Səni tanıyıram.Bu müharibə qurtarandan sonra Əfqanıstanın kişilərdən çox sizə ehtiyacı olacagını bilirəm.Çünki, cəmiyyət qadınları savadsız olduğu müddətcə uğur qazana bilməz,Leyla.
Bu fikirlərin nə qədər önəmli olduğu aydın məsələdir.Çünki təhsilsiz insan hər zaman haqsızlıqlara,zülmlərə düçar olaraq qalacaq))
Bu fikirlərin nə qədər önəmli olduğu aydın məsələdir.Çünki təhsilsiz insan hər zaman haqsızlıqlara,zülmlərə düçar olaraq qalacaq))
O ki, her şeye kadir olan, her şeyi yöneten yüce Yaradandır; ölümü ve hayatı yaratmıştır ki, seni sınayabilisin.
Hain, nankör bir kız evlat, anne olmayı hak etmezdi.
Bazen… bana dünyada sahip olduğum tek şey senmişsin gibi geliyor, Leyla.
Sırrını rüzgara fısıldarsan,ağaçlara söylediği için suçlayamazsın
Sarhoşun günahının bedelini hep ayık öder. Daima.
“Bakın, bazı şeyleri ben size öğretebilirim. Bazılarını kitaplardan öğrenirsiniz. Ama bazı şeyler vardır ki, mutlaka görmeniz ve hissetmeniz gerekir.”
Bir toplumun, kadınları eğitimsiz olduğu sürece başarıya ulaşma şansı yoktur, Leyla. Hiç yoktur.
Onurlu bir adam, susuzluğunu giderdiği kuyuya taş atmaz.
bütün ömrünü, acınası hayatını beni özleyerek tüketiyorsun.
Ona verebileceğim tek şey bu, demişti
Meryem Leyla’ya, bu bilgi, bu dualar.
Sahip olduğum tek gerçek hazine, bunlar
Meryem Leyla’ya, bu bilgi, bu dualar.
Sahip olduğum tek gerçek hazine, bunlar
Bu kentin ne çatısını aydınlatan ayları sayabilirsin,
Ne de duvarlarının gerisine gizlenen bin muhteşem güneşi.
Ne de duvarlarının gerisine gizlenen bin muhteşem güneşi.
Bunu öğren, kafana iyice sok, kızım, dedi Nana. Pusulanın hep kuzeyi gösteren ibresi gibi, bir erkeğin suçlayan parmağı da daima, mutlaka bir kadını gösterir. Her zaman. Bunu hiç unutma, Meryem.
Bunu öğren, kafana iyice sok, kızım, dedi Nana. Pusulanın hep kuzeyi gösteren ibresi gibi, bir erkeğin suçlayan parmağı da daima, mutlaka bir kadını gösterir. Her zaman. Bunu hiç unutma, Meryem.
Bir erkeğin kalbi fesat, habis bir şeydir, Meryem. Bir ananın rahmine hiç benzemez. Kanamaz, sana yer açmak için genişlemez.
“Bunu öğren iyice kafana sok kızım,” dedi nana. “Pusulanın hep kuzeyi gösteren ibresi gibi, bir erkeğin suçlayan parmağı daima, mutlaka bir kadını gösterir. Her zaman. Bunu hiç unutma, Meryem.”
“Sırrını rüzgâra fısıldarsan, ağaçlara söylediği için suçlayamazsın.”
Onurlu bir adam, susuzluğunu giderdiği kuyuya taş atmaz.
Bu ülkeyi bu kadar çok sevmeme karşın, bazen çekip gitmeyi düşünüyorum, dedi Babi.
Nereye?
Unutmanın kolay olacağı bir yere.
Nereye?
Unutmanın kolay olacağı bir yere.
Belki de tükenmişimdir. Bir şeyler için uğraşacak çabayı kendimde bulamıyorumdur. Benim de emek vermeden güzel giden şeylere ihtiyacım vardır. Hep ben yorulmak istemiyorumdur. Yeniden inanmaya ihtiyacım vardır. Beni bana geri vermek istiyorumdur.
“İşte size ülkemizin hikâyesi, genç dostlarım, istilacıların biri gitmiş öteki gelmiş,” dedi şoför, sigarasının külünü camdan silkelerken.
“Makedonyalılar. Sasaniler. Araplar. Moğollar.
Şimdi de Sovyetler. Ama biz şu karşıdaki surlar gibiyiz. Hırpalanmış, dövülmüş, pek bakılacak hali kalmamış, fakat hâlâ ayakta. Öyle değil mi, pederi”
“Makedonyalılar. Sasaniler. Araplar. Moğollar.
Şimdi de Sovyetler. Ama biz şu karşıdaki surlar gibiyiz. Hırpalanmış, dövülmüş, pek bakılacak hali kalmamış, fakat hâlâ ayakta. Öyle değil mi, pederi”
“Bazı günler,” dedi kadın boğuk bir sesle, “holdeki saatin tik taklarını dinliyorum. Ve beni bekleyen bütün o saniyeleri, dakikaları, saatleri, günleri, haftaları, ayları, yılları düşünüyorum.
Onlarsız geçecek olan onca zamanı. O zaman, nefes alamıyorum; sanki biri kalbimin üzerinde tepiniyor, Leyla. Elim ayağım tutmaz olmuyor.
Öyle bitap düşüyorum ki, bir yere yığılıp kalmak istiyorum.”
Onlarsız geçecek olan onca zamanı. O zaman, nefes alamıyorum; sanki biri kalbimin üzerinde tepiniyor, Leyla. Elim ayağım tutmaz olmuyor.
Öyle bitap düşüyorum ki, bir yere yığılıp kalmak istiyorum.”
Ama bu bir gerçek, diye ekledi Babi, Afganistan‘da kadın olmanın tam zamanı. Bundan yararlanmalısın, Leyla. Öte yandan, kadın özgürlüğü -başını ese?le salladı- ne yazık ki, oradakilerin silaha sarılmasının da nedenlerinden biri.
Meryem onu dinlerken; kış yıldızlarının donuk ışıltısını, Safed Koh dağlarının üstünden kayan tel tel pembe bulutları, o çok gerilerde kalmış sabahta Nana’nın söylediklerini anımsadı:
‘Hep kuzeyi gösteren bir pusula ibresi gibi, bir erkeğin suçlayan parmağı da mutlaka bir kadını işaret eder her zaman. Bunu aklından çıkarma Meryem.’
‘Hep kuzeyi gösteren bir pusula ibresi gibi, bir erkeğin suçlayan parmağı da mutlaka bir kadını işaret eder her zaman. Bunu aklından çıkarma Meryem.’
Kim olduğumu biliyormusun?
Kızın göz kapakları titreşti
olanları hatırlıyor musun?
Kızın göz kapakları titreşti
olanları hatırlıyor musun?
“Bakın, bazı şeyleri ben size öğretebilirim. Bazı şeyleri kitaplardan öğrenirsiniz. Ama bazı şeyler vardır ki ‘görmeniz ve hissetmeniz’ gerekir.”
Hiç korkmaz mı insan, döndüğünde bulamamaktan.
Pusulanın hep kuzeyi gösteren ibresi gibi, bir erkeğin suçlayan parmağı da daima, mutlaka bir kadını gösterir. Her zaman. Bunu hiç unutma.
Onu paylaşmak zorunda olsa bile.
kendi doğum şekli yüzünden özür dilemenin haksızlığını, buradaki adaletsizliği değerlendirmek genç Meryem’in hiç aklına gelmedi.
“bunu öğren, kafana iyice kafana sok, kızım,” dedi Nana. “pusulanın hep kuzeyi gösteren ibresi gibi, bir erkeğin suçlayan parmağı da daima, mutlaka bir kadını gösterir. her zaman. bunu hiç unutma, Meryem.”
Pikabın iğnesini indirdi müzüik başladı .Kğıt yerine gül yaprakları kullanacağım.
ve sana dünyanın en tatlı mektubunnu yazacağım.
Sen kalbimin sultanısın,
Kalbimin sultanısın
ve sana dünyanın en tatlı mektubunnu yazacağım.
Sen kalbimin sultanısın,
Kalbimin sultanısın
Bir gün, sonu fecaate varan bir şey yapıp, makyaj malzemeleri satın aldı, erkek için boyandı. Ama adam eve gelince, ona şöyle bir bakıp suratını öyle bir tiksintiyle buruşturdu ki, Meryem hemen banyoya koşup yüzünü yıkadı; utanç gözyaşları sabunlu suya, dudak boyası rimele karıştı.
Raşit’in onunla bu şekilde konuşmasına katlanmak kolay değildi;küçümseyen, hor gören, alay eden tavrına , hareketlerine yalnızca bir ev kedisiymiş gibi kızın yanından geçip gitmelerine . Ama dört yıllık evliliğin ardından , Meryem korkan bir kadının neleri sineye çekebileceğini çok iyi görüyordu. Ve kendisi korkuyordu
Sevgi, insana zarar veren bir hatadır; işbirlikçisi, yani umutsa tehlikeli bir yansıma.
Bu ülkeyi bu kadar çok sevmeme karşın, bazen çekip gitmeyi düşünüyorum, dedi Babi.
Nereye?
Unutmanın kolay olacağı bir yere.
Nereye?
Unutmanın kolay olacağı bir yere.
Bakın, bazı şeyleri ben size öğretebilirim. Bazılarını kitaplardan öğrenirsiniz. Ama bazı şeyler vardır ki, mutlaka görmeniz ve hissetmeniz gerekir.
Sevgi insanın içinden çıkan sessiz çığlıklardır.
Ve kendisi korkuyordu.
Erkeğin değişken mizacından, bir anda alevlenen öfkesinden, günlük, sıradan konuşmaları bile bir tartışmaya, bir er meydanına dönüştürme ısrarından ürkerek yaşıyordu; meseleyi bazen yumruklarla, tekme tokatlarla çözmeye kalkıp sonra da bulanık özürlerle geçiştirmesinden, bazen buna bile gerek görmemesinden korkuyordu.
Erkeğin değişken mizacından, bir anda alevlenen öfkesinden, günlük, sıradan konuşmaları bile bir tartışmaya, bir er meydanına dönüştürme ısrarından ürkerek yaşıyordu; meseleyi bazen yumruklarla, tekme tokatlarla çözmeye kalkıp sonra da bulanık özürlerle geçiştirmesinden, bazen buna bile gerek görmemesinden korkuyordu.
17 Nisan 1975’de, Meryem’in on dokuzuna bastığı yıl
Acı Meryem’i bir dalga gibi kaplıyor, tutup havaya kaldırıyor, tepe üstü yere fırlatıyordu.
Mevsimin ilk karında bu kadar büyüleyici olan nedir acaba, diye merak etti; neden böylesine etkiler insanı? Henüz kirlenmemiş, el değmemiş bir şeyi görme şansı mı? Yeni bir mevsimin, güzel bir başlangıcın çabucak uçup gidecek olan zarafetini, ayaklar altında ezilmeden, kirletilmeden önce yakalama telaşı mı?
Bu kadınların hepsinin, öne arkaya sallanan çantaları, dalgalanan, hışırdayan etekleri vardı.
Meryem’in gözüne, direksiyonda oturmuş sigara içen bir tanesi bile çarptı. Tırnakları uzun, pembe ya da turuncu cilalıydı dudakları laleler kadar kırmızı. Yüksek ökçeleriyle, her an acil bir işleri varmışçasına, hızlı hızlı yürüyorlardı. Koyu camlı güneş gözlükleri takmışlardı; hızla geçip giderlerken, parfümlerinin ha?if kokusu Meryem’in burnuna çarpıyordu. Meryem onların üniversite mezunu olduğunu, şirketlerde, bürolarda çalıştıklarını, günü kendilerine ait masalarda daktilo yazarak, sigara içerek, önemli kişilerle önemli telefon görüşmeleri yaparak geçirdiklerini tahayyül etti. Bu kadınlar Meryem’i büyülemişti. Yalnızlığını, basit görüntüsünü, amaçsızlığını ve pek çok konudaki cahilliğini yüzüne çarpıyorlardı.
Meryem’in gözüne, direksiyonda oturmuş sigara içen bir tanesi bile çarptı. Tırnakları uzun, pembe ya da turuncu cilalıydı dudakları laleler kadar kırmızı. Yüksek ökçeleriyle, her an acil bir işleri varmışçasına, hızlı hızlı yürüyorlardı. Koyu camlı güneş gözlükleri takmışlardı; hızla geçip giderlerken, parfümlerinin ha?if kokusu Meryem’in burnuna çarpıyordu. Meryem onların üniversite mezunu olduğunu, şirketlerde, bürolarda çalıştıklarını, günü kendilerine ait masalarda daktilo yazarak, sigara içerek, önemli kişilerle önemli telefon görüşmeleri yaparak geçirdiklerini tahayyül etti. Bu kadınlar Meryem’i büyülemişti. Yalnızlığını, basit görüntüsünü, amaçsızlığını ve pek çok konudaki cahilliğini yüzüne çarpıyorlardı.
Onunla akran olan üvey kardeşleri Saide ile Nahit’ten hiç söz edilmediği, Meryem’in dikkatinden kaçmamıştı; her ikisi de Herat’taki Mehri Okul’da öğrenciydi ve Kabil Üniversitesine girmeyi tasarlıyorlardı. On beş, onlar için uygun, ideal bir evlilik yaşı değildi anlaşılan.
Ama Meryem Tanrı’nın sözleriyle avunacak halde değildi. O gün değil. O sırada değil.
Duyabildiği tek şey, Nana’nın, gidersen ölürüm, gidersen yaşayamam, diyen sesiydi. Elinden tek gelense, gözyaşlarını Molla Feyzullah’ın ellerinin benekli, kâğıt inceliğindeki derisine akıtmaktı.
Duyabildiği tek şey, Nana’nın, gidersen ölürüm, gidersen yaşayamam, diyen sesiydi. Elinden tek gelense, gözyaşlarını Molla Feyzullah’ın ellerinin benekli, kâğıt inceliğindeki derisine akıtmaktı.
“Geri dön! Hayır. Sakın bakma.
Dön arkanı! Geri dön!”
Ama yeterince hızlı davranamamıştı. Meryem gördü. Ani bir esinti, salkımsöğüdün yere sarkan dallarını bir perdeymişçesine aralayınca, Meryem de ağacın altındaki şeyi bir anlığına görebildi: yere devrilmiş, yüksek sırtlı iskemle.
Yüksekteki dalların birinden sarkan ip. Ucunda sallanan Nana.
Dön arkanı! Geri dön!”
Ama yeterince hızlı davranamamıştı. Meryem gördü. Ani bir esinti, salkımsöğüdün yere sarkan dallarını bir perdeymişçesine aralayınca, Meryem de ağacın altındaki şeyi bir anlığına görebildi: yere devrilmiş, yüksek sırtlı iskemle.
Yüksekteki dalların birinden sarkan ip. Ucunda sallanan Nana.
Korkuyorsun, Nana, derdi ona. Hiç tadamadığın mutluluğu benim bulmamdan korkuyorsun. Benim mutlu olmamı istemiyorsun, iyi bir hayatımın olmasını istemiyorsun. Habis, fesat kalpli olan sensin
“Pusulanın hep kuzeyi gösteren ibresi gibi, bir erkeğin suçlayan parmağı da daima, mutlaka bir kadını gösterir. Her zaman. Bunu hiç unutma, Meryem.”
dile getirilmemiş acıların, karşı çıkılmamış eziyetlerin, sessizce katlanılmış bir yazgının yüzünü gördü.
Burada kalırsa, yirmi yıl sonra, kendi yüzünde böyle mi olacaktı?
Burada kalırsa, yirmi yıl sonra, kendi yüzünde böyle mi olacaktı?