İçeriğe geç

A Brief History of Time Kitap Alıntıları – Stephen W. Hawking

Stephen W. Hawking kitaplarından A Brief History of Time kitap alıntıları sizlerle…

A Brief History of Time Kitap Alıntıları

Einstein evrene şansın hükmettiğini asla kabul etmedi; duyguları şu ünlü deyişle özetlenebilir: Tanrı zar atmaz.
Birçok insan zamanın bir başlangıcı olduğu düşüncesini ilahi kudrete şamar patlattığı için sevmez.
Bulutların ve ayın olmadığı bir gecede gökyüzüne baktığınız zaman göreceğiniz en parlak cisimler büyük bir olasılıkla Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn gezegenleri olacaktır.
Einstein’ın genel görelik kuramı, evrenin bir başlangıcının olmasını gerektirir ve de olası bir sonunun.
Evren görüşü, artık geriye dönmemek üzere yerini dinamik, geçmişte sonlu bir zaman öncesi başlamış ve gelecekte sonlu bir zaman sonra bitebilecek, genişleyen bir evren düşüncesidir.
Dünya’nın mı, yoksa trenin mi hareket ettiğini söylemenin hiçbir yolu yoktur. Hareket kavramı, ancak diğer nesnelerle ilişkili olarak bir anlam taşır.
Denklemler benim için daha önemli, çünkü siyaset şimdiki zamanla, ancak bir denklem sonsuzlukla ilgili bir şey.
Evreni bu biçimde görüyoruz çünkü varız.
Guth’un ifadesiyle: Bedava yok, her şey karşılıklı denir. Oysa evren karşılıksızlığın doruğudur.
“1952 yılında kendisine İsrail’in Cumhurbaşkanlığı önerildiği zaman hakkıyla tanınmış oldu. Politika için çok toy olduğunu söyleyerek, bunu reddetti. Ama belki de gerçek nedeni başkaydı: yine ondan alıntıyla, lt; lt;Denklemler benim için çok daha önemlidir, çünkü politika bugün içindir, oysa ki bir denklem sonsuzluk içindir. gt; gt;”
“Yaşamı boyunca, Einstein’ın barışa yönelik çabaları pek kalıcı sonuçlar doğurmadı, ve kesinlikle ona arkadaş kazandırmadı.”
“Kuramları saldırıya uğradı; hatta kişiliğine karşı bir örgüt bile kuruldu. Adamın biri, başkalarını Einstein’ı öldürmeye kışkırtmak suçundan hüküm giydi (ve sadece altı dolar cezaya çarptırıldı). Ama Einstein serkanlılığını hep korudu: Einstein’e karşı 100 yazar adlı bir kitap yayınlandığı zaman, lt; lt;Eğer haksız olsaydım, yalnızca bir tanesi yeterdi! gt; gt; diyerek karşılığını verdi.”
“Günün birinde eksiksiz bir birleşik kuram bulursak, bu, yalnızca birkaç bilimci tarafından değil, genelinde herkes tarafından anlaşılabilir olmalı. İşte o zaman biz hepimiz, feylesoflar, bilimciler ve sokaktaki adam, lt; lt;biz ve evren niçin varız? gt; gt; sorusunu tartışabileceğiz. Hele bunu yapabilirsek, insan aklının en yüce zaferi olacak -çünkü o zaman Tanrı’nın aklından neler geçtiğini bileceğiz.”
“Feylesoflar araştırmalarının alanını o denli daralttılar ki, bu yüzyılın tanınmış feylesoflarından Wittgenstein lt; lt;Felsefenin geriye kalan tek görevi, dillerin çözümünü yapmak gt; gt; dedi. Aristo’dan Kant’a uzanan felsefenin büyük geleneğinden sonra ne korkunç bir düşüş!”
“Yalnızca bir tek birleşik kuram olan aklı olsa bile, bu, kural ve denklem takımlarından başka bir şey değildir. Bu denklemlere yaşam veren ateşi üfleyen ve onlara betimleyecekleri evreni sağlayan asıl şey nedir? Bilimin matematiksel modeller kuran genel yaklaşımı, modelin betimlenmesi için neden bir evren olması gerektiğine ilişkin sorulara yanıt veremez. Evren niye kalkıp da varolma rahatsızlığına katlanıyor? Birleşik kuram o kadar zorlayıcı mı ki, kendi varlığını ortaya çıkarıyor? Yoksa bir yaratıcıya gereksinimi var; öyleyse, o yaratıcının evren üzerinde başka bir etkisi var mı? Ve onu kim yarattı?”
“Einstein bir zamanlar şu soruyu sormuştu: lt; lt;Tanrı evreni kurarken ne kadar seçme özgürlüğüne sahipti? gt; gt; Eğer sınırsızlık önerisi doğruysa ilk koşulları seçmek gibi bir özgürlüğü hiç yoktu. Elbette, evrenin işleyiş kurallarını seçme özgürlüğüne hâlâ sahip olabilirdi. Ama bu, öyle esaslı bir seçme özgürlüğü sayılmayabilir; Pekala da, kendi içinde tutarlı ve insanoğlu gibi evrenin yasalarını araştırıp Tanrı’nın doğasına ilişkin sorular sorabilecek karmaşık yapıda varlıkların ortaya çıkmasına izin veren, yalnızca bir tek ya da çok az sayıda, başkacıl yay kuramına benzer tam bileşik kuramlar olabilir.”
“Büyük patlama anında ve diğer tekil noktalarda bütün yasalar işlemez olacağı için, Tanrı hâlâ canı istediği gibi olacakları seçme ve evreni başlatma özgürlüğüne sahiptir.”
“Ancak bir de, böyle bir birleşik kuram gerçekten varolabilir mi? Yoksa aslında bir düş peşinde mi koşmaktayız? Üç olasılık var.
1. Tam bir birleşik kuram gerçekten var ve kafamızı çalıştırırsak bir gün bulacağız.
2. Evrenin yüce bir kuramı yok; yalnızca evreni gittikçe daha doğru betimleyen sonsuz bir kuramlar dizisi var.
3. Evrenin tümüyle betimleyebilecek bir kuram yok; olaylar belli bir yere kadar kestirlebilir, bundan ötesi gelişgüzel ve keyfidir.”
“Yaşamlarını sürdürebilmek için insanlar, düzenli enerji biçimindeki yiyeceği tüketip, bunu düzensiz enerji biçimindeki ısıya dönüştürmelidir.”
“Geçmişteki masanın üstündeki bardaktan, gelecekteki yerdeki kırılmış bardağa kolayca gidilebilir ama tersi doğru değildir.”
“Bilim yasaları gelecekle geçmiş arasında ayrım yapmaz.”
“ lt; lt;Gerçek gt; gt; zamana baktığımızda, hepimizin bildiği gibi ileri ve geri yönler arasında büyük farklar vardır. Geçmiş ve gelecek arasındaki bu fark nereden geliyor? Neden, geleceği değil de geçmişi anımsıyoruz?”
“Bilimsel kuramların olayları açıklamaktaki başarısı sonucu, çoğu kişi Tanrı’nın evreni bir takım yasalara uyarak evrimleşmeye bıraktığına ve evrene karışıp bu yasaları çiğnemediğini inanır olmuşlardır. Ama bu yasalar, evrenin başlangıcında nasıl olduğunu belirtmemektedirler mekanizmayı kurmak ve nasıl başlayacağını seçmek, Tanrı’ya kalmıştır. Evrenin bir başlangıcı oldukça, bir yaratıcısı olduğunu varsayabiliriz. Ama evren gerçekten tümüyle kendine yeterli, sınırsız ve kenarsız ise, ne başı ne de sonu olacaktır: yalnızca, olacaktır! O halde bir yaradana ne gerek var?”
“ lt; lt;Gerçek gt; gt; zamanın mı yoksa lt; lt;sanal gt; gt; zamanın mı gerçek olduğu sorusunu sormanın anlamı yoktur. Önemli olan, hangisinin betimlemede yararlı olduğudur.”
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
“Belki de o halde, sanal dediğimiz zaman aslında daha temeldir ve gerçek dediğimiz zaman ise evreni, olduğunu düşündüğümüz biçimiyle tanımlamamızı kolaylaştırmak için uydurduğumuz bir kavramdır.”
“İnsancı ilkenin iki yorumu vardır; zayıf ve güçlüsü. Zayıf insancı ilke, uzayda ve/veya zamanda sonsuz ya da çok, büyük bir evrende, zeki yaratıkların gelişimi için gereken koşulların ancak uzayda ve zamanda sınırlı, belli bölgelerde sağlanacağını belirtir. Bundan dolayı bu bölgelerdeki zeki yaratıklar evrende bulundukları yerin kendi varlıkları için gereken koşulları sağladığını gözlemlediklerinde şaşırmayacaklardır. Zengin bir kişinin varlıklı mahallede yoksul görünmemesini andırır biraz bu”
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
“Çünkü evrenin düzensiz ve karmakarışık bulunabileceği durumlar, düzenli ve düzgün bulunabileceği durumlardan sayıca çok daha fazladır.”
”Bilim, evrenin, herhangi bir anda durumunu biliyorsak daha sonra nasıl ilerleyeceğini, belirsizlik ilkesinin belirlediği sınırlar içinde söyleyebilen bir yasalar takımı ortaya çıkarmış durumda. Bu yasalar aslında Tanrı tarafından buyurulmuş olsa da öyle görülüyor ki Tanrı o andan sonra hiç işe karışmadan, evreni yasalarına uygun biçimde gelişmeye bırakmış. Ama evrenin ilk durumunu ya da başlangıç koşullarını nasıl seçmiş? Zamanın başlangıcındaki lt; lt;sınır koşulları gt; gt; neydi?
Buna, Tanrı evrenin ilk durumunu, anlamayı umamayacağımız nedenlerle seçti biçiminde bir yanıt verilebilir. Her şeye gücü yeten varlığın gücü kuşkusuz buna da yeter ama böylesine anlaşılmaz bir biçimde başlattıysa evreni, niçin anlayabileceğimizi yasalara uyarak evrimlemeye bıraktı?”
“Dünya ilk önceleri çok sıcaktı ve atmosferi yoktu. Zamanla soğudu ve kayalardan çıkan gazlardan bir atmosfer edindi. Bu ilk atmosfer, içinde yaşayabileceğimiz gibi değildi. İçinde oksijen yerine bulunan çok sayıda başka gaz, örneğin hidrojen sülfit (çürük yumurtaya kokusunu veren gaz) bizim için çok zehirlidir. Bununla birlikte bu koşullar altında serpilebilen ilkel başka yaşam biçimleri vardır. Bunların, atomların irimoleküller denen daha büyük yapılar oluşturacak biçimde rasgele birleşmesi sonucu okyanuslarda gelişmiş oldukları düşünülüyor. Bunlar okyanustaki başka atomları da aynı yapılarda biraraya getirme yeteneğini taşıdıklarından kendilerini üretip çoğalacaklardı. Kimi durumlarda üremede hatalar olacaktı. Bu hatalar çoğunlukla yeni irimolekülün kendini üretememesi ve sonunda yitip gitmesi ile sonuçlanacaktı. Ancak bazı hatalar ise kendilerini üretmekte daha çok yetenekli yeni irimolekülleri oluşturacaktı. Böylece oluşan yeni irimoleküller bu üstünlükleri ile başlangıçtaki irimoleküllerin yerine geçme eğiliminde olacaklardı. Bu yolla, gittikçe daha da karmaşık kendini üreten organizmaların gelişimi yönünde ilerleyen biçimleri hidrojen sülfatı da içeren değişik maddeleri kullanıp oksijen sağlıyordu. Bu, atmosferi yavaş yavaş değiştirerek bugünkü bileşimine getirdi ve balıklar, sürüngenler, memeliler ve en sonunda insan ırkı gibi daha ileri yaşam biçimlerinin gelişmesine olanak tanıdı.”
“Orada Papa bize, evrenin büyük patlamadan sonraki evrimi üzerine çalışmamızın yerine yerinde olacağını, ancak büyük patlamanın kendisini soruşturmamamızı, çünkü onun Yaratılış anı, yani Tanrı’nın işi olduğunu söyledi. O zaman biraz önce konferans sırasında verdiğim konuşmanın konusundan haberdar olmayışına çok sevindim. Çünkü konuşmam, uzay-zamanın sonlu ama sınırsız olabileceği, yani başlangıcının, yaradılış anının olmadığı konusundaydı. Ölümünden tam 300 yıl sonra doğmuş olmanın da biraz etkisiyle kendimi kuvvetle özdeşleştirdiğim Galileo’nun yazgısını paylaşmak istemiyordum!”
“Kara delikleri saptayabilecek gamma detektörlerinden biri de dünyayı kuşatan atmosferdir. (Zaten, daha büyük bir detektör yapmamız olanaklı gibi değil!)”
“Bu yüzden, araştırma paranız suyunu çekmeden, az da olsa patlamayı görme şansınız olmasını istiyorsanız, bir ışık yılı uzaktalığındaki patlamaları algılayacak bir yol bulmanız gerekmektedir.”
“Bu kara deliklerden bir tanesini dünya yüzeyinde sahip olsaydınız, dünyanın yüzeyini delip, özeğine düşmesini engelleyecek hiçbir şey olamazdı; sonunda yerin özeğinde durana dek, yeryüzünün bir o yanına bir bu yanına salınmayı sürdürdü.”
“Tanımı gereği hiçbir ışık yaymayan bir kara deliği ayırt etmeyi nasıl bekleyebilirdik? Bu biraz kömürlükte kara kedi aramak gibi değil mi? Neyse ki bir yolu var.”
“Dünyanın güneşe çarpması için daha yaklaşık milyon kere milyon kere milyon kere milyar yıl var, şimdiden endişelenmeye gerek yok!”
“(Unutmayın ki olay ufku, kara delikten çıkmaya çabalayan ışığın uzay-zamanda izlediği yoldur, ve hiçbir şey ışıktan hızlı gidemez.) olay ufku için Dante’nin cehennemin kapısında söyledikleri geçerlidir: lt; lt;Ey, buradan içeri giren, tüm umudunu geride bırak. gt; gt; Olay ufkundan içeri düşen herkes ve herşey, kısa bir sürede sonsuz yoğunluk bölgesine ve zamanın sonuna ulaşır.”
“Karşıparçacıklardan oluşmuş karşıdünyalar ve karşıinsanlar olabilir. Ama karşıkendinizle karşılaştığınız zaman sakın el sıkışmayın, yoksa her ikiniz de bir ışık parıltısı içinde yok olursunuz!”
“Einstein evrene şansın hükmettiğini asla kabul etmedi; duyguları şu ünlü deyişiyle özetlenebilir: lt; lt;Tanrı barbut atmaz. gt; gt;”

• Barbut: Ortaya para konup, konulan paraya zar atılarak oynanan bir kumar.

“Eğer evrenin şu andaki durumu bile kesin bir biçimde ölçülemiyorsa, gelecekteki olayları doğru hesaplamak hiç mümkün olmazdı! Yine de, hiç bozmadan evrenin şu andaki konumunu gözlemleyebilecek bir doğaüstü varlık için, olayları tümüyle belirleyen bir yasalar takımı olduğunu düşünebiliriz.”
“Genel görelik kuramı, evrenin bir büyük patlama anı, zamanın başlangıcı olması gerektiğini öngörmüyor mu?”
“Birçok insan zamanın bir başlangıcı olduğu düşüncesini ilahi kudreti şamar patlatdığı için sevmez.”
“Buna alçakgönüllümüz nedeniyle inanıyoruz: evrenin başka noktalardan değil de yalnızca bizim bulunduğumuz yerden her yönden aynı görünmesi çok tuhaf olurdu!”
“Yıllar sonra, bu, benim kuramsal fizikteki çalışmanın da başlangıç noktası oldu. Roger Penrose ve ben gösterdik ki, Einstein’ın genel görelik kuramı, evrenin bir başlangıcının olmasını gerektirir ve de olası bir sonunun.”
“Newton’ın devinim yasaları uzayda mutlak konum düşüncesine son verdi. Görelik kuramı ise mutlak zamanı çöpe attı. Bir çift ikizi düşünelim. Diyelim ki ikizlerden biri dağın tepesinde yaşasın, ötekisi deniz düzeyinde. İlk ikiz ikincisinden daha çabuk yaşlanacaktır, yani yeniden karşılaştıklarında, öbüründen daha yaşlı olacaktır. Bu örnekte yaş farkı çok az olur, ama ikizlerden biri ışık hızına yakın hızdaki bir uzay gemisiyle uzun bir yolculuğa çıksa bu fark çok daha büyük olabilir. Döndüğünde, Dünya’da kalan ikizinden çok daha genç olduğu görülür. Bu, ikizler paradoksu olarak bilinir, ama insan, kafasından mutlak zaman düşüncesini atarsa bu paradoks ortadan kalkar. Görelik kuramında biricik bir mutlak zaman yoktur, bunun yerine herkesin, nerede olduğuna ve nasıl devindiğine bağlı olarak işleyen kendi özel zaman ölçüsü vardır.”
“Jeodezik iki komşu nokta arasındaki en kısa (ya da en uzun) yoldur. Örneğin, yeryüzü iki boyutlu bir eğri uzaydır. Dünya yüzünde jeodeziğe büyük daire denir ve iki nokta arasındaki en kısa yoldur. Jeodezik iki havalimanı arasında en kısa rota olduğundan, havayolu uçuş görevlisi pilotun bu rotada uçmasını sağlar.”
“Görebildiğimiz en uzak nesneden gelen ışık yola çıkalı neredeyse sekiz milyar yıl geçti. Yani evrene baktığımızda onun geçmişteki durumunu görmekteyiz.”
“Sıradan bir nesne, görelik kuramına göre, ışıktan daha yavaş gitmeye mahkûm edilmiştir sonsuza dek.”
“Mutlak durağan bir dayanağının olmayışı nedeniyle, farklı zamanlardaki olayların uzayda aynı yerde oluştuğunu belirlemek olanaksızdır.”
“Uygarlığın şafağından bu yana insanoğlu, olayları bağlantısız ve açıklanamaz görmekten hoşlanmamıştır. Dünyasını yöneten düzeni anlamayı şiddetle hazırlamıştır. Bugün hâlâ, niye burada olduğumuzu ve nereden geldiğimizi bilmeye özlem duyuyoruz.”
“Evreni bir oturuşta açıklayacak bir kuram ortaya koymanın, çok zorlu bir uğraş olduğu açık.”
“Bilimin sonuçta amacı, tüm evreni açıklayan tek bir kuram ortaya koymaktır.”
“Denebilir ki, zaman, daha önceki zamanlar tanımlanamayacağı için, büyük patlama ile başlamıştır. Yalnız, zamanın bu başlangıç kavramının daha öncekilerden çok daha değişik olduğunu vurgulamak gerekir. Değişmeyen bir evrende zamanın başlangıcı evren dışı bir varlık tarafından getirilmesi gereken bir şeydir; başlangıç için fiziksel bir gereklilik yoktur. Tanrı’nın evreni geçmişte, sözcüğün tam anlamıyla, istediği bir anda yarattığına inanılabilir. Öte yandan, eğer evren genişliyorsa zamanın başlangıcı için fiziksel nedenler olabilir. Canı isteyen hâlâ, Tanrı’nın evreni büyük patlama anında, hatta daha sonraki bir zamanda büyük bir patlama olmuş gibi, yarattığı yolunda düşünebilir, ama evrenin büyük patlanmadan önce yaratıldığını varsaymak anlamsız olacaktır. Genişleyen bir evren bir yaratıcının varlığını dışlamıyor ama onun bu işi becerdiği zamana ilişkin sınırlamalar getiriyor!”
“Göreceğimiz gibi zaman kavramının evrenin başlangıcından önce hiçbir anlamı yoktur. Bu noktaya İlk olarak Aziz Augustine işaret etmiştir. Augustine, Tanrı evreni yaratmadan önce ne yapıyordu diye soru soranlara, lt; lt;Böyle soruları soranlara cehennemi hazırlıyordu gt; gt; biçiminde yanıt vermezdi. Onun yerine zamanın, Tanrı’nın yarattığı evrenin bir özelliği olduğunu, ondan önce zamanın olmadığını söylerdi.”
“Genel inanışa göre evren, ya sonsuzdan beri hiç değişmeyen bir durumda varlığını sürdürmekteydi, ya da geçmişte bir anda az çok bugün gözlemlediğimiz biçimde yaratılmıştı. Böyle bir inanışın nedeni, insanların sonsuzluğa ilişkin soru sormaktan ürkme eğilimleri olduğu gibi, bir gün yaşlanıp ölecek olsalar bile evrenin sonsuzdan beri varolduğu ve hiç değişmeden sonsuza kadar varolacağı düşüncesinin rahatlığına sığınmaları da olabilir.”
“ lt; lt;Durağan gt; gt; yıldızlar, dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesinin verdiği göğü boydan boya geçiyorlarmış izleniminin dışında, konumlarını değiştirmediklerinden, onları bizim güneşimize benzeyen ama ondan çok daha uzakta cisimler olarak kabullenmek doğal oldu.”
“Newton’ın başına düşen bir elmadan esinlendiği öyküsü ise kesinlikle uydurma. Newton’ın bu konuda söylediği yalnızca, kendisi lt; lt;derin bir düşünme gt; gt; anında iken bir elmanın düşmesiyle gt; gt; yerçekimi kavramının zihninde uyandığıdır.”
“Bunu ancak zaman (o da her ne demekse) gösterecek.”
“Atomlardan ve yıldızlardan eşit uzaklıkta olan bizler, araştırma ufuklarımızı, hem en küçük hem de en büyük nesneleri kapsamına alarak genişletiyoruz.”

• Carl Sagan

“Çocuklar dışında (ki onlar önemli soruları soracak kadar çok şey bilmezler) çok azımız, acaba doğa neden böyle; evren nereden çıktı ya da her zaman var mıydı; zaman bir gün gelip geri akacak, nedenler sonuçları izleyecek mi; ya da insanoğlunun bilebileceği şeylerin bir sonu var mı diye meraklanarak zamanımızı harcıyoruz. Öyle çocuklar var ki, kendi tanıdıklarımdan biliyorum, kara deliğin neye benzediğini, maddenin en ufak parçacığının ne olduğunu, neden geleceği değil geçmişi anımsadığımıza, ilk zamanlarda karmakarışıklık varken nasıl olup da şimdi göründüğü kadarıyla bir düzen olduğunu ve niçin bir evren olduğunu bilmek istiyorlar.”

• Carl Sagan

“Kitabın daha iyi oluşu, eminim ki burnumu taşa sürttüğü içindir.”
“Öğrencilerime ayak uydurmak gereği beni her zaman dürtüklemiş ve umarım, bir dönmedolaba bağlı kalmamı önlemiştir.”
“Yine de, evrenin doğuşu ve yazgısına ilişkin temel kavramlar, matematik kullanılmadan, bilimsel eğitimi olmayanların da anlayabileceği bir biçimde açıklanabilir.”
Zaman kavramının evrenin başlangıcından önce hiçbir anlamı yoktur.
Bir fizik kuramı bir varsayım olmak bakımından her zaman koşullu ve kesinlikten yoksundur:asla kanıtlayamazsınız.Deney sonuçları sayısız kez kuramla uygunluk gösterse de, bir sonraki deneyin sonucunun kuramla çelişmeyeceğini hiçbir zaman kesin olarak söyleyemezsiniz.Diğer yandan bir kuramın öngörüleriyle çelişen tek bir gözleme dahi sahip olursanız söz konusu kuramı çürütebilirsiniz.
Newton’ın başına düşen bir elmadan esinlendiği öyküsü ise kesinlikle uydurma. Newton’ın bu konuda söylediği yalnızca, kendisi derin bir düşünme anında iken bir elmanın düşmesiyle yerçekimi kavramının zihninde uyandığıdır.
Günlük yaşantımızı, dünyaya ilişkin hemen hiçbir şey anlamadan sürdürüp gidiyoruz. Yaşamı olanaklı kılan güneş ışığını üreten düzeni, yere yapıştırarak bizi Dünya’nın uzaya fırlatıp atmasını önleyen yerçekimini ya da kararlı dengesine temelden bağlı olduğumuz yapıtaşları atomları, aklımıza bile getirmeyiz.
Tanrı kendisinin bile kaldıramayacağı kadar ağır bir taş yaratabilir mi? Ancak St. Augustinus’un da işaret ettiği gibi Tanrı’nın kararını değiştirmek isteyebileceği fikri, Tanrı’ yı zamanda var olan bir varlık olarak tahayyül etme yanlış inancına bir örnektir: zira zaman yalnızca Tanrı’nın yarattığı evrenin bir özelliğidir. Büyük ihtimalle Tanrı evreni yarattığında neyi amaçladığını biliyordu!
Nazi tehlikesi karşısında Einstein, barış severlik düşüncesini terk etti ve Almanların Nazi tehlikesinden korkarak Amerika’ya sığınıp ve Birleşik Devletlerinde kendi atom bombasını geliştirmesini önerdi ve ilk atom bombası patlatılmadan kamuoyunu nükleer savaşın tehlikelerine karşı uyardı ve onları denetime davet etti…
Bilginin en büyük düşmanı cehalet değildir. Bildiğini zannetme sanrısıdır.
Solucan delikleri , tıpkı diğer olası ışıktan hareket etme biçimleri gibi , geçmişe yolculuğa olanak tanıyacaktır.
Evrenin sınır koşulu herhangi bir sınırınının olmamasıdır.
Tanrı zar atmaz
Uzay ve zaman yalnızca evrende olup biten her şeyi etkilemekle kalmaz, olup biten her şeyden de etkilenir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir