Nazım Hikmet Ran kitaplarından 835 Satır kitap alıntıları sizlerle…
835 Satır Kitap Alıntıları
Kalbimin elinde ipekli eldiven yok…
Çıplak bir yumruk gibi kalbimi soymuşum.
Kellemin içindeki için, kellemi koymuşum…
İçimde yaprak kımıldamıyor…
Deliksiz uyku gibi rahat geniş içim…
— Kül olayım Kerem gibi yana yana.
Ben yanmasam sen yanmasan biz yanmasak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa…
susuyor zindan,
Kanı içine akan yaralı bir hayvan gibi…
Deldiler göğsümü 15 yerinden, sandılar ki vurmaz artık kalbim kederinden!
Kalbim yine çarpıyor,
kalbim yine çarpacak!!!
sev bakalım!
Mademki kafanda yıldızlı bir gece var, benden izin sana sev, sevebildiğin kadar…
Senin kafanın içi yıldızlı karanlıklar kadar güzel, korkunç, kudretli ve iyidir.
Yıldızlar ve senin kafan kainatın en mükemmel şeyidir.
bu hal beni hayran bırakmada…”
saçları düşmeye başlayan başım
haykıracaktı uzaklara:
—AŞIKIM…
saçlarımızı tutuşturarak gecenin evinde yangın çıkaracağız; çocuklarımızın başlarıyla kıracağız karanlık camlarını!..
Ve bizden sonra gelenler,
demir parmaklıklardan değil, asma bahçelerden seyredecek bahar sabahlarını, yaz akşamlarını…
Mavi aynasında suların: boy verip görünmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
dudaklarım kırıtıyor,
pişmiş bir domuz kellesi gibi suratım sırıtıyor.
ağlayabilsem!
Bıktım artık canımın sıkıntısından,
İçimdeki bu ruh yıkıntısından aldı fikrim şu hisseyi: Müzeyi gezmek iyi, müzelik olmak fena!
KOOOOŞ-MAK!!
Yüreklerin kulakları sağır.
Hava kurşun gibi ağır.
pencerelerde yıllar örecek örgüsünü.
Ve ben bir kavga şarkısı gibi haykıracağım
mapusane türküsünü.
Güneşe akın!
Güneşi zaaptedeceğiz
Güneşin zaptı yakın!”
yarının
münadisiyiz.
Biz durmadan akan,
yıkıp yapan
akışın
çizgilenmiş sesiyiz.
koynunda beyaz akşamların.
taze mayhoş
bir yemiş
tadı gibi.
Deldiler göğsümü 15 yerinden,
sandılar ki vurmaz artık kalbim kederinden!
Kalbim yine çarpıyor,
kalbim yine çarpacak!
geldi beklenen kadın.
– BEKLETTİM Mİ?
– ÇOK
AMA ZARAR YOK.
yıldızlı karanlıklar kadar
güzel, korkunç, kudretli ve iyidir.
Yıldızlar ve senin kafan
kâinatın en mükemmel şeyidir.
Ne mümkün karşı koymak
bu köpürmüş gelişe.
bu hâl beni hayran bırakmada.
yağıyormuş,
yazdığım satırları sel almışmış
cebimde 25 kuruşum kalmışmış
ne çıkar…
Bahar geldi, bahar geldi bahar
bahar geldi ulan!
Tomurcuklandı içimde kan!
burnumun dibinden gelip geçti de yaz,
Ben, bir demet mor menekşe olsun
getiremedim
sana!
burnumun dibinden gelip geçti yaz.
Sarı,
tahta vagonları
ter, tütün ve ot kokan
bir tren gibi.
Ben sularda batan bir ışık gibi
sularda sönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
ne arkada
sırada
sıramızdaydı..
Ve yanındakinin kanlı başı onun omzuna eğilince
ona sıra gelince
sayısını saydı
Kellemin
içindeki
için,
kellemi koymuşum
kellemin
içindeki
için
hücuma kalkmak hakkınız..
alarga
Dik duvarlara tırman
yüksek ağaçlara çık.
Usta bir kaptan
gibi kullansın elin
yerde yıldırım gibi giden bisikletini..
Ve din dersleri hocasının resmini yapan
kurşunkaleminle yık
Mızraklı İlmihalin
yeşil sarıklı iskeletini..
Sen kendi cennetini
kara toprağın üstünde kur.
Coğrafya kitabıyla sustur,
seni Hilkati Âdem le aldatanı..
Sen sade toprağı tanı
toprağa inan.
Ayırdetme öz anandan
toprak ananı.
Toprağı sev
anan kadar
anlamak
demek
değil..
bu dört duvar mı?
Ne gökten necat geldi, ne bir parça merhamet.
Çalışan esirlere İsa, Musa, Muhammet,
Sade bir satır dua, bir tütsü, buhur verdi
Masal cennetlerinin yollarını gösterdi.
Ne beş vaktin ezanı, ne Anjelüs çanları
Zincirden kurtarmadı yoksul çalışanları.
yüksek sesle konuşmak
haykırmak arzusu var.
kırk yıllık ahbap gibi
damağımda tadı var
acı bir hıyar
lezzeti gibi
Mısralarımda yok benim
gözyaşlarının tadı,
Şiirlerim içilmez
İngiliz tuzu gibi.
bir yeni imkan!
Kainat geniş
kainat derin
kainat uçsuz bucaksız!
değil beş on
otuz milyon
aç
bizim!
Onlar
bizim!
Biz
onların!
Dalgalar
denizin!
Deniz
dalgaların!
Değil birkaç
değil beş on
30.000.000
30.000.000!
Açlar dizilmiş açlar!
Ne erkek, ne kadın, ne oğlan, ne kız
sıska cılız
eğri büğrü dallarıyla
eğri büğrü ağaçlar!
Ne erkek, ne kadın, ne oğlan, ne kız
açlar dizilmiş açlar!
Bunlar!
Yürüyen parçaları
o kurak
toprakların!
Kimi
kemik
dizlerine vurarak
yuvarlak
bir karın
taşıyor!
Kimi
deri… deri!
Yalnız
yaşıyor
gözleri!
Uzaktan
simsiyah sivriliği
nokta nokta uzayıp damara batan
kocaman başlı bir nalın çivisi gibi
deli göz bebekleri,
göz bebekleri!
Hele bunlar
hele bunlarda öyle bir ağrı var ki,
bunlar
öyle bakarlar ki!…
Ağrımız büyük!
büyük!
büyük!
Fakat
artık imanımıza inemez tokat!
Demirleşti bağrımız,
çünkü ağrımız
30.000.000
deli gözbebekleri!
Göz bebekleri!
Ey
beni
ağzı açık
dinleyen adam!
Belki arkamdan bana
bu kalbini
haykırana
“kaçık”
diyen adam!
Sen de eğer
ötekiler
gibi kazsan,
bir mana
koyamazsan
sözlerime
bak bari gözlerime;
bunlar:
Deli gözbebekleri!
Göz bebekleri!
bir istasyonun
bekleme salonuna.
Gözlerim dikili demiryoluna.
çekerim birer birer
kan kırmızı yakut bir tespih gibi,
ve bu kızıl pırıltılı tespihin ipi
sırma saç tellerindendir.
sev bakalım!
Mademki kafanda yıldızlı bir gece var,
benden izin sana
sev, sevebildiğin kadar
onları göremezsin belki bir daha
saçları düşmeye başlıyan başım
haykıracaktı uzaklara:
– ÂŞIKIM
Kara maça bey!
Halka ahmak diyen sensin.
Halkın soyulmuş derisinden
sırtına frak giyen sensin.
Yala bal tutan beş parmağını
beş çürük muz gibi,
homurdanarak dolaş besili bir domuz gibi.
Meydan senin
mi dersin?
Hata edersin
Yoksa musahhih maaşımdan
haftada üç papel taksite bağlayıp seni
bir şamar oğlanı gibi kullanırım.
Beynimin böyle işlerle ülfeti var sanırım,
mükemmel yapar vazifesini
gök bakır.
Haykır güneşi içenlerin türküsünü,
Haykır
Haykıralım!
güneşe akın!
Güneşi zaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!
şu güneşten
düşen
ateşte
milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!
Sen de çıkar
göğsünün kafesinden yüreğini ;
şu güneşten
düşen
ateşe fırlat;
yüreğini yüreklerimizin yanına at!
dünü unutmaya
kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!
-olmasan da zarar yok-
bu şi’re benzer yazıda hissene düşen şey:
biraz alay
biraz şaka
ve birkaç tokat
-eldivensiz cinsinden-
Ben de söyledim o türküyü!
başımızı döndürmek içindir.
Hayat kavgasında bizi
dizüstü süründürmek içindir!