Kolektif kitaplarından 57 Yıl kitap alıntıları sizlerle…
57 Yıl Kitap Alıntıları
Bir adın tarihte kalması ve ağızlarda söylenmesi için, şehirlerin temellerine sığınmak şart değildir. Tarih, zorlanmayı sevmeyen nazlı bir peridir; fikirleri tercih eder.
Çünkü, sürekli olarak gün ışığında yaşayanlar, uzun bir karanlığın ne müthiş bir uçurum olduğunu bilmezler.
Mustafa Kemal, bizim nesle, yazarken Namık Kemal’i, konuşurken Yahya Kemal’i hatıra getirirdi.
Tarih, hakikatleri tahrif eden (bozan, değiştiren) bir sanat değil, belirten bir ilim olmalıdır.
-M. Kemal Atatürk
Beyler, hiçbir dine bağlı olmayan kalp istirahattan mahrumdur.
-M. Kemal Atatürk
Milli emeller, milli irade yalnız bir şahsın düşünmesinden değil, millet fertlerinin tamamının arzularının, emellerinin bileşkesinden ibarettir.
-M. Kemal Atatürk
Atatürk, büyük işleri milletçe yapmayı severdi.
Millet kültürü yaratır, kültür de milleti yaşatır.
Padişahlık sistemi devam etseydi hiç bir zaman Cumhurbaşkanı olamayacak olanlar, bugün iki ayyaşın getirdiği Cumhuriyet sayesinde cumhurun başkanı oluyorlar.
‘Atatürk diktatördü diyenler güvenlik gerekçesiyle 3000 polis ile gezerken, Atatürk’ün sırf halkla iç içe olmak için yurt içi gezilerini trenle yaptığını ve her istasyonda halkın arasına karıştığını unutuyor.’
Mustafa Kemal devrimin, üstelik seçimle gelmiş bir lideridir. O nedenle elbette Tek Adam’dır. Eşyanın tabiatı budur ve liderlik paylaşılmaz
Bu konudaki daha sağlam ölçüt liderin parlamentoyu kapatma yetkisi olup olmadığıdır. Zira genel olarak tüm diktatörler de görünürde de olsa bir meclis vardır ama, diktatörün de o Meclisi feshetme yetkisi de vardır. Oysa Atatürk’ün TBMM’yi feshetme yetkisi yoktur. Tüm yetkiler anayasada açıkça belirtilmiştir ve bu yetkilerin dışına çıkamaz, yaşamı boyunca da çıkmamıştır.
Allah bana bu oğlu, vatanı kurtarmak için gönderdiğine inanıyorum. Oğlum bana her zaman çok iyi davranır. (Zübeyde Hanım)
Oğlum seni bekledim dönmedin. Çay ziyafetine gittiğini söyledin ama ben biliyorum, sen cepheye gittin. Sana dua ettiğimi bilesin. Harbi kazanmadan dönme! Annen.
Atatürk ‘törensel bir meta olmaktan çıkartılmalı, önce insani boyutuyla anlatılmalı, sonra düşünceleri ve eserleri onun üzerine bina edilmelidir. En büyük diye başlayan ve bir heyula yaratan, temelsiz ve desteksiz Atatürk’ün imajına son verilmelidir. Onun da bizim gibi bir insan olduğu, fakat vasat insanlara göre yetenekleri ve üstünlükleri olan bir deha olduğu aşama aşama İşlenmelidir.
Esasında bunlar; ağırlıklı olarak gerçek Muhammedî İslâm’ın (Hz. Muhammed’in insanlığa tebliğ ettiği İslâm’ı) değil, küresel güçlerin politikaları ve stratejik çıkarları doğrultusunda üretilen , Osmanlı Devleti’nin çöküşünde İngiliz destekle Teali İslâm cemiyetinin, günümüzde ise ayarlı İslâm’ın (Moderate İslâm) sözcülerdir.
İnanç değerlerini, kültürel kıymetlerini kedi var oluşlarının dışında gördükleri için ‘tarih dışı, lafızcı, şekilci’ din müntesipleridir.
Bu grupta yer alanlar diğerlerinin tersine lt; lt;Dini/İslâmî gt; gt; referans aldıklarını ifade etmelerine rağmen gerçekte Dinî/İslâmî değerler ve semboller üzerinden siyaset yapanlardır.
Esasında bunlar; ağırlıklı olarak gerçek Muhammedî İslâm’ın (Hz. Muhammed’in insanlığa tebliğ ettiği İslâm’ı) değil, küresel güçlerin politikaları ve stratejik çıkarları doğrultusunda üretilen , Osmanlı Devleti’nin çöküşünde İngiliz destekle Teali İslâm cemiyetinin, günümüzde ise ayarlı İslâm’ın (Moderate İslâm) sözcülerdir.
İnanç değerlerini, kültürel kıymetlerini kedi var oluşlarının dışında gördükleri için ‘tarih dışı, lafızcı, şekilci’ din müntesipleridir.
Bu grupta yer alanlar diğerlerinin tersine lt; lt;Dini/İslâmî gt; gt; referans aldıklarını ifade etmelerine rağmen gerçekte Dinî/İslâmî değerler ve semboller üzerinden siyaset yapanlardır.
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
Sürgüne ilişkin hakkımda çıkan buyrukta; Kolay araçlarla memleketine gidemeyecek bir yere gönderilmesi şartı vardı. (Mustafa Kemal Atatürk)
1915 yılında sadece Osmanlı’nın başkenti İstanbul’da 359 genelev olduğu gerçeği
Atatürk halkı yoldan çıkardı diyenler, zinanın 1926 tarihli eski Türk Ceza Kanunu’na göre suç olduğunu, 2004 yılında kabul edilen Yeni Türk Ceza Kanunu’na göre suç olmadığını dile getirmiyor.
Atatürk’e katil diyenler, Türkiye’de okuma yazma oranının neden en fazla Tunceli’de olduğunu ve Tunceli halkının neden CHP’ye sempati duyduğunu sosyolojik olarak açıklayamıyor.
Devrimler zorla kabul ettirildi diyenler, 2016 Türkiye’sinde Bana yüzde elli yeter demekte.
Atatürk’e her türlü hakareti edip yine de Atatürk’ü Koruma Kanunu’ndan yakınanlar, bu kanunu Adnan Menderes’in ateşli bir konuşması ile kabul ettirdiğiden habersiz.
Dedelerinin mezar taşlarını okuyamadıkları için kahrolanlar, bugün bedava açılan Osmanlıca kurslarına gitmiyor..!
Lisede tarih dersinde uyuyanlar bugün; gizli, gizlenen, gizlenmiş, çok gizli (!) tarihimizi yazıyor.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
İçsem de bir kadeh hayat iksirinden,
Zamansız ayrıldım, bilinsin Fikriye’den.
Bıkmadım ki doyayım o narin ellerinden,
Ümmid-i aşkım saracak seni, cefakâr teninden.”
Müslüman olarak doğmuş, ancak yobazlık karşıtı bir kişi olmuştu, doğruluğu sevmiş, günahtan nefret etmişti; işini iyi bilen, istidat sahibi bir askerdi, savaştan nefret ederdi. Bağımsızlığı elde ettiği andan itibaren barışın peşinde koşmuş ve barış ortamını sağlamayı başarmıştı.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Atatürk’ün müstesna ve takdire şayan bir şahsiyet olduğunu söylemek pek bir şey ifade etmeyebilir. Ancak gerçekten müstesna ve takdire şayan bir kişiydi.
Tarih yazmak tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır. (M. Kemal Atatürk)
Büyük işleri yalnız büyük milletler yapar.
Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça, daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.
Bizim Türk milletimiz, eski ve şerefli bir millettir. Zaten Orta Asya’nın Altay yaylasında yetiştiği için kartalın meziyetlerini daha gençliğinde kazanmıştır; ta uzakları görür, hızlı bir uçuşu vardır ve bu ruhu barındıracak kadar kuvvetli bir bedene sahiptir.
Bir adın tarihte kalması ve ağızlarda söylenmesi için, şehirlerin temellerine sığınmak şart değildir. Tarih zorlanmayı sevmeyen nazlı bir peridir; fikirleri tercih eder.
Tarihin sinesine geçen büyük hadiselerde, bu hadiseler içinde amil ve fail olanların hal, hareket ve muameleleri onların ahlak seviyelerini ne açık gösterir.
Evet. Atatürk içki icmistir. Ama o içki içen bazı Osmanlı padişahları gibi içtiğini ulustan saklamamıştır. 9 Ağustos 1928’de Gülhane Parkı’ndaki şenliklerde eline bir kadeh içki alarak etrafında toplanan halka şöyle seslenmiştir. Bu içkiyi bundan evvel gizli gizli içerek sizleri kandıran sahtekarlar gibi değil, işte açıkça hiç saklamadan, içinizden biri gibi, bir vatandaş olarak içiyorum. Şerefinize
Sosyal ve siyasi yönden Atatürk’ün açıklarını arayan bir antikemalist zümre, insanları en hassas yönlerinden vurmanın yolunun dinden geçtiğini bilmektedirler. Bu sebeple dinin her türlü enstrümanlarını kullandıkları bilinen bir gerçektir. Tamamen iftiralardan ve yanlış anlaşılmaya bilerek sebebiyet vermekten oluşan bu saldırıların bir bölümü; Atatürk’ün dinsel dünyasına yönelik gerçekleşmektedir. Ancak ilk elden kaynak denen güvenilir vesikalar incelendiğinde durumun sadece iftiradan ve karalama kampanyasından ibaret olduğu açıkça ortadadır. Mustafa Kemal Atatürk’ün dine bakışı herkesten daha samimi ve içtendir.
Diyarbekirli, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır.
Bu damarlar birbirini tanısın. Bu dediğim şey olduğu zaman başka bir alem görülecek ve alem dünyaya hayret verecektir. Türk’ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacak. Güneş ne demek, ufuk ne demek o zaman görülecektir.
Türk, çetin işler başarmak için yaratılmıştır.
Benim hayatta yegane gururum, servetim Türklükten başka bir şey değildir.
Bilelim ki milli benliğini bulamayan milletler başka milletlerin avıdır.
Mustafa Kemal Atatürk, güçlü ve gelişmiş bir ülkeye önderlik etmemiştir. Savaştan bıkmış ve gelişmişlikten uzak bir halkın liderliğini üstlenmiştir.
Kadınların en büyük görevi analıktır, ilk eğitim verilen yerin ana kucağı olduğu düşünülürse, bu görevin önemi yeterince anlaşılır. Milletimiz güçlü bir millet olmaya azmetmiştir. Bugünkü gerçeklerden biri de kadınlarımızın her bakımdan yükselmesini sağlamaktır. Bundan dolayı kadınlarımız da bilgin, fen bilgini de olacaklar ve erkeklerin geçtiği bütün öğrenim derecelerinden geçeceklerdir.
Diktatörlüğün ne olduğunu bilmeyen, ne yazık ki, bilmediğini de bilmeyen Atatürkofobi hastası pek çok yazar-çizer tayfası, Atatürk’e diktatör derler. Adolf Hitler, Benito Mussolini, Josepf Stalin, Franco, Kaddafi, Saddam gibilerle Atatürk’ü, böylece utanmadan sıkılmadan aynı kategoriye sokarlar
Onun ve ailesinin etnik kimliği konusunda Türklük ten başka her şeyi ona izafe etmişlerdir. Anlaşılmaktadır ki, bu kesimleri rahatsız eden şey Atatürk’ün Türk kimliği ve Türk milletinin orta kesimi ne mensup bir aileden geliyor oluşudur.
Atatürk’e şu veya bu şekilde saldıran birisini Atatürk’ü Koruma Kanunu kapsamında yargılayıp cezalandırmakla iş bitmiyor. Esasen bundan daha önemli olarak böyle kimselerin düşünceleriyle mücadele edilmelidir. Yani doğrular eğitim sistemi ve medya aracılığı ile halkımıza anlatılmalıdır.
Atatürk adından rahatsız olan ve sadece Mustafa Kemal diyerek köylü kurnazlığı yapanlar, Atatürk adının Türkün Atası değil, Atası Türk anlamına geldiğini bilmiyorlar.
Kongrede yaptığı konuşmasında Türk Tarih Tezinin görüşlerini aksettiren Afet İnan Bugünün Türk çocukları biliyor ve bildireceklerdir ki, onlar 400 çadırlı bir aşiretten değil, onbinlerce yıllık ari, medeni, yüksek bir ırktan, gelen yüksek kabiliyetli bir millettir bir de şunu iyi bilmek lazımdır ki, kadim Etilerimiz, atalarımız, bugünkü yurdumuzun ilk ve otokton sakini ve sahibi olmuşlardır. Burasını, binlerce yıl evvel anayurdun yerine, özyurt yapmışlardır. Türklüğün merkezini Altaylardan Anadolu’ya, Trakya’ya getirmişlerdir. Türk Cumhuriyeti’nin sarsılmaz temelleri bu öz yurdun çökmez kayalarındadır.
Atatürk’ün Ankara ve İstanbul şehirlerinden birine Atatürk adı verilmesi için bir kanun teklifi hazırlığı üzerine söyledikleri: Bir adın tarihte kalması ve ağızlarda söylenmesi için, şehirlerin temellerine sığınmak şart değildir. Tarih, zorlanmayı sevmeyen nazlı bir peridir; fikirleri tercih eder.
Atatürk’ün tarih biliminin yöntem ile ilgili görüşleri şu sözlerinde anlam bulur. Herhangi bir tarihi elinize aldığınız zaman onun gerçeğe uygun olup olamadığına güven duymak için dayandığı kaynak ve belgeleri araştırılır. Bizim şimdiye kadar doğru bir milli tarihe sahip olamayışımızın sebebi tarihlerimizin, hakiki okuyucuların belgelere dayanmaktan ziyade ya birtakım meddahların veya birtakım kendini beğenmişlerin hakikat ve mantıktan uzak sözlerinden kaynak bulmamak bedbahtlığıdır.
Enver Paşa’nın vatan ve millet sevgisine hiç kimsenin şüphesi olmasın. Fakat o, Mustafa Kemal gibi akılcı bir yaklaşımın yerine savaşçı bir kimliğe büründü. Zaten onları birbirinden ayıran en önemli özellikte budur.
Mustafa Kemal Paşa’nın Annesinin Mezarı Başında Ettiği Yemin!
Validem bu toprağın altında; fakat hakimiyet-i milliye ilelebet payidar olsun. Beni teselli eden en büyük kuvvet budur. Evet, hakimiyet-i milliye ilelebet devam edecektir. Validemin ruhuna müteahhit olduğum vicdan yeminimi tekrar edeyim. Validemin mezarı önünde ve Allah’ın huzurunda and içiyorum. Bu kadar kan dökerek milletin elde ettiği ve tespit ettiği hakimiyetin muhafaza ve müdafaası için, icap ederse validemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Hakimiyet-i milliye uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun.
Yoğun bir mücadele, hayatta kalma savaşı ve esir alınan Yunan komutanlarla geçen günlerden sonra Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları İzmir’e girdiler Mustafa Kemal’in konaklanması için ayarlanan Konstantin’in kaldığı yalıya geçildi. Burada Mustafa Kemal’i bekleyen tatsız bir olay gerçekleşti. Paşa, yalıya adımını atar atmaz, merdivenlerin önüne serilmiş; üzerinde Yunan Kralı Konstantin’in resmi işlenmiş halıyı gördü. Bu manzara karşısında adeta çılgına döndü. Büyük bir hırsla Salih Bozok’a dönüp: Nedir bu? Bu rezilliği kim düşündü? Bir milletin Devlet Başkanı o milletin Bayrağı gibidir. Kişiliğini sevmeyebilirim ama saymaya mecburum Kaldırsınlar halıyı yerden, çabuk! dedi.
Mustafa Kemal Paşa kuşkusuz Fikriye Hanıma duygusal bir bağlılık hissetmiştir. Yakın arkadaşı Salih Bozok: Eğer Paşa Fikriye ile evlenseydi mutlu bir evlilik sürdürebilirdi. ifadelerini kullanmıştır. Salih Bozok’un cep defterine not ettiği üzere, Atatürk’ün Fikriye Hanım’a hitaben söylediği bir şiiri aktarmıştır.
İçsem de bir kadeh hayat iksirinden,
Zamansız ayrıldım, bilinsin Fikriye’den.
Bıkmadım ki doyayım o narin ellerinden,
Ümmid-i aşkım saracak seni, cefakar teninden.
Son anlarında Atatürk’ün yanında bulunanlardan birisi de Kütüphanecisi Nuri Ulusu’dur. Ulusu anılarında, son gelişmeleri pek çok bakımlardan önemli olan gözlemleri ve değerlendirmeleriyle anlatmaktadır: Atatürk’ün son hastalıklı devrelerinde, yani komalara girip çıktığı günlerde, doktorların ve yakınlarının dışında, yanına girip çıkabilen ender kişilerinden biriydim. Zaten bilindiği gibi, çok önemli bir cümlesi vardı: ‘Özel hemşire falan istemem, bana benim çocuklarım herkesten iyi bakar.’ Evet, işte o çocukları ben ve arkadaşlarımdı. Ona öyle güzel ve titiz bakardık ki doktorları dahi şaşırırlardı. İşte böyle girdiği komaları esnasında zaman zaman ‘Aman Yarabbim, aman Yarabbim’ diye mütemadiyen Halikından, Allah’ından yardım dilediğini gözlerimle gördüm, kulaklarımla işittim. Aman Allahım, aman Allahım ne acımasız günlerdi o günler O koca dev adam, Büyük Komutan, Ulu önder Atatürk. O tüm dünyadan korkmayan, hatta tüm dünyaya kafa tutan o insan. Büyük Allah’ına Tanrısına olan inancı ve imanıyla ‘Aman Yarabbi, aman Yarabbi’ diyerek ondan yardım bekliyordu. Bu muydu dinsiz Atatürk, bu muydu? Allah’a kitaba inanmayan, Mason Atatürk Bunları söyleyenin Allah cezasını versin; veriyor zaten, her zaman da verecektir. Bunu yaşayanlar hep göreceklerdir.
Evet. Atatürk içki içmiştir. 9 Ağustos 1928’de Gülhane Parkı’ndaki şenliklerde eline bir kadeh içki alarak etrafında toplanan halka şöyle seslenmiştir: Bu içkiyi bundan evvel gizli gizli içerek sizleri kandıran sahtekarlar gibi değil, işte açıkça hiç saklanmadan, içinizden biri gibi, bir vatandaş olarak içiyorum. Şerefinize!
Daha 1910’larda havacılığın önemini kavrayan Atatürk, hayatı boyunca bu alandaki atılımların öncüsü ve destekçisi olmuştur. Atatürk dönemindeki bu çalışmalar, İnönü devrinde de yenileri eklenerek devam ettirilmeye çalışılmışsa da başarılı olunamamıştır. Ne yazık ki, ABD emperyalizminin Türkiye’de güçlendiği II. Dünya Savaşı sonrasında ve özellikle Adnan Menderes iktidarında bu faaliyetler ya durdurulmuş ya da işlevsiz hale getirilmiştir. Günümüz Türkiye’sinin samanı dahi ithal ettiğini göz önüne alırsak Atatürk Türkiye’sinin neyi başardığını anlamak çok da zor olmayacaktır.
Atatürk, İzmir iktisat kongresinde, ekonominin devlet hayatında önemini belirterek, milli egemenlik ekonomik egemenlikle pekiştirilmelidir. Bu kadar büyük amaçlar, bu kadar kutsal ve ulu hedeflere, bağıtlar üzerinde yazılı genel varılamaz. Bunların bütün olarak gerçekleşmesini sağlamak için, tek kuvvetli temel, ekonomik güçtür. Siyasi ve askeri zaferler, ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa kazanılacak başarılar yaşayamaz, az zamanda söner. Bu kuvvetli ve parlak zaferimizi de taçlandıracak ekonomik egemenliğimizin sağlanması ve güçlendirilmesi gerekir. demiştir.
Kemal Atatürk yapılması gerektiğine inandığı şeyleri korkusuzca yerine getirmekten asla vazgeçmemişti. Hastalığının şiddetlendiği anlarda ölüme çok yakınlaşmış olsa bile, korku asla ne yüreğine ne beynine yerleşmeyi başaramamıştı. O, Türk Milletine hizmet ederken öldü. Ölüm bile büyük zaferini ondan çalmayı başaramamıştır. İnsanlara hayatlarını, onur ve şereflerini ve insanca yaşama yolunu vermiş, belki de bütün bunlardan daha önemlisi bu haklarına sahip çıkmalarını sağlayacak bağımsızlığı tattırmıştır.
Percy Loraine – İngiliz Ankara Büyükelçisi
Diktatörlerin çoğu kez mezarları bilinmez. Atatürk ise, ulusun çıkarlarını her çıkarın üzerinde tutmayı bilen, temiz süt emmiş yurtseverlerin gönlünde, beyninde yaşıyor. O nedenle, Atatürk’ün heykelinin başını koparıp bir köşeye atan yobaz, milletinin yüreğinde yer etmiş olan Atatürk sevgisine, ne yaparsa yapsın, erişemez bile. Bu kadar sevilen, sayılan bir lidere diktatör denemez.
Oysa, Mustafa Kemal Dikte etmek yerine, Kongrelere gidip, görüş ve yetki aldı. TBMM’ni açarak, halk egemenliği ne dayanan bir devlet kurdu. Hesap soran değil, hesap sorulan oldu. Başkomutanlık yetkisi bile her 3 ayda bir, yeniden oylandı, onaylandı, öyle verildi. Mareşaldi, emekli olunca bir daha üniforma giymedi. Gücünü silahtan değil, halkının sonsuz sevgi ve güveninden aldı. Daima halkının arasına katıldı, halktan biri oldu, bundan asla çekinmedi. Çoğu kez, gösterdiği adayları Meclis’in onaylamadığı oldu, saygıyla karşıladı. TBMM’ni fesih yetkisi yoktu. Çok partili düzene geçilmesi için çok uğraş verdi. Bir diktatör bunu neden yapsın ki? Ölünceye kadar ulusu ve vatanı için nefes verdi nefes aldı.
Liderlik paylaşılmaz Mustafa Kemal, devrimin, üstelik seçimle gelmiş bir lideridir. O nedenle elbette Tek Adam’dır. Eşyanın tabiatı budur ve liderlik paylaşılmaz.
Halkçılık teşkilatı en ufak daireye kadar yayıldığında elde edilecek sonucun daha büyük ve verimli olacağına kuşku yoktur. Ülke ve milletin içinde bulunduğu güçlükleri ve savaş halini de düşünürsek Meclisin çalışmalarının sonucunu ve oradaki başarılarını takdir etmemek imkansızdır.
( M. Kemal Atatürk, Vakit Gazetesi, 10 Ocak 1922)
Kısacası Atatürk alfabe değişimini, Türk milletini cehaletten kurtaracak, kendi güzel ve asil diline kolay uyum sağlayacak bir vasıta, daha doğrusu bir anahtar olarak görmüştür.
Genel yönetimi halkın eline vereceğiz. Bu toplantı kurulunda hak sahibi olmak, herkesin gayret içinde olması kuralına dayanacaktır. Millet, hak sahibi olmak için çalışacaktır.
Şu gariptir ki, kendisini bize kabul ettirmeye çalışmadığı halde, biz farkında olmadan kendiliğimizden onun emrine girmiş gibiydik.