İçeriğe geç

40 Hadis 40 Yorum Kitap Alıntıları – İsmail Hakkı Ünal

İsmail Hakkı Ünal kitaplarından 40 Hadis 40 Yorum kitap alıntıları sizlerle…

40 Hadis 40 Yorum Kitap Alıntıları

Soyut bir kavram olan iyilik ancak,akıllı bir varlık olan insan eylemleriyle somutlaşırsa bilinir ve bir anlam ifade eder.Onun için iman ve salih amel,Kur’an’ın hep bir arada andığı ayrılmaz bir ikilidir.
Cenab-ı Hakk katında kalıcı olan,niyetlerimiz ve amellerimizdir.
Şiddetin yüceltildiği bir dünyada,sadece söylemden ibaret bir sevgi ve barış gösterisi yerine,bağrından binlerce gönül erleri yetiştirmiş bir medeniyetin mensupları olarak,gerçek barış ve selametin İslam’da olduğunu göstermek hepimizin görevidir.
İman ve salih amel iç içedir ve bu ikisinin ortaya çıkardığı değer takvadır.
Mümin hem güven içindedir hem de başkasına güven verendir.
Sözün özü;iyilikleri,güzellikleri başkasında aramadan önce kendimize dönüp bunların ne kadarına sahip olduğumuzun sağlamasını yapmalıyız.Herkes önce kendisine bakarsa,başkasında kusur aramaya fırsat da ihtiyaç da bulmayacaktır.
Rabbinin senin üzerinde hakkı vardır. Nefsinin senin üzerinde hakkı vardır. Ailenin senin üzerinde hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını ver.
(Buhârî, Savm ,51)
Hepiniz çobansınız ve hepiniz elinizin altındakilerden sorumlusunuz. Yönetici bir çobandır. Erkek, aile halkının çobanıdır. Kadın, kocasının evi ve çocukları için çobandır. Hepiniz çobansınız ve hepiniz çobanlık yaptıklarınızdan sorumlusunuz .
(Buhari, Nikah ,91)
Elif okuduk ötürü
Pazar eyledik götürü
Yaratılanı hoş gördük
Yaradan’dan ötürü
|Yunus Emre
Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.
(Buhari, Edeb , 27)
Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet elin yüzün yumaz değil
Yunus Emre
Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.
Kim Allah için sever, Allah için buğz eder, Allah için men ederse imanı olgunluğa ermiştir. (Ebu Davut, ‘Sünne’,15)
Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz. (Buhari, ‘İman’, 6)
Kanuni’ye nispet edilen, “Kimsenin aybını görüp kılma zinhar aşikâr / Günde yüz bin aybın örter Hazreti Perverdigâr”
Gerçek durumun bu kadar vahim olmadığını bildiğimize göre bu dizilerle yapılmak istenen nedir? Amaç, bunları ilgiyle izleyen gençlerimizin, çocuklarımızın dilini, birbirine saygısını, nezaketini bozmak mı? Nitekim bu yayınların olumsuz etkileri gün geçtikçe, kendi çevremizde ve toplumda daha çok hissedilir hale gelmektedir.
Allah Rasulü (s.a.s.) her zaman güler yüzlü, yumuşak huylu ve alçak gönüllü idi. Asla kaba, katı kalpli, şarlatan, kötü sözlü, cedelci, kusur bulucu, değildi. Arzu etmediği şeyleri görmezlikten gelir, kendisinden beklentisi olan kimseleri hayal kırıklığına uğratmaz ve onları isteklerinden mahrum bırakmazdı. Kendini üç şeyden uzak tutardı: Tartışma, boşboğazlık ve malaya’ni. İnsanlara karşı da şu üç şeyden sakınırdı: Hiç kimseyi kötülemez, ayıplamaz, gizliliklerine vakıf olmak istemezdi. Sadece sevabını umduğu (yararlı bulduğu) konularda konuşurdu.
Her zaman karşılaştığımız, bazen yan yana bulunmak durumunda kaldığımız insanlara bir baş işaretiyle bile olsa selam verebilmek, gerektiğinde teşekkür edebilmek, iyi dileklerimizi sunmak, konuşanı sabırla dinlemek, herkesin görüşüne saygı göstererek kavga etmeden konuşabilmek, kimsenin mahremiyetini ve kusurlarını merak etmeden kendi kusurumuza bakabilmek, herkesin hakkını kendi hakkımız gibi saygın görebilmek velhasıl toplumsal hayat içinde, bazen “adab-ı muaşeret”, bazen “görgü kuralları” olarak bilinen nezaket ölçülerine riayet etmek aslında sevgili Peygamberimiz’in, dolayısıyla dinimizin tavsiye ettiği hususlardır. Bunların ilk öğrenileceği yerler hiç şüphesiz aile yuvalarıdır. Örgün ve yaygın eğitim, görsel ve basılı her türlü yayın ve iletişim araçları bu kuralların gelişip yaygınlaşmasını sağlayacak kurum ve kuruluşlardır. Ancak bugün evlerimizin davetsiz misafirleri ve en etkili mürebbileri olan televizyon ve internet yoluyla nezaketimiz bir yana, dilimiz bile bozulmaya başladı. “Lan”lı, “lun”lu konuşmalar, hatta küfürler yerli dizilerimizin vazgeçilmezi haline geldi. Bunları izleyen dışarıdan birisinin, bu ülke insanlarının birbirlerine doğal hitap tarzının böyle olduğunu düşünmesi kaçınılmaz olacaktır. Bir polisiye dizide bile amir-memur, avukat, savcı, sanık, önüne gelen herkesin birbirine “lan” diye hitap ettiğini görünce, acaba devlet kurumlarımız bu kadar laubalileşti de bizim mi haberimiz yok diye endişelenmeye başladım.
Ebu Hüreyre (r.a.)’den nakledilen bir hadiste Allah Rasulü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Güçlü, güreşte gücünü gösteren değil, öfke anında nefsine (kendine) hakim olandır.” (Buhârî, Edeb, 76.)
Ömer ibnü’l-Hattab (r.a.)’in naklettigine göre Allah Rasulü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Ameller ancak niyetle değerlenir ve herkes ancak niyet ettigini elde eder. Kimin hicreti Allah ve Rasulü içinse onun hicreti Allah ve Rasulü’nedir.
Kimin hicreti, elde edecegi bir dünyalık veya evlenecegi bir kadın için ise onun hicreti de hicret ettigi şeyedir.” (Müslim, imâre, H. NO: 155
Hz. Peygamber efendimiz buyuruyor ki;
İlim öğrenmek her Müslümana farzdır
Kendisi siftah yaptığı için ikinci müşterisini siftah yapmayan komşusuna gönderen dükkan sahibi ecdadımıza bu yüce ahlaki erdemi kazandıran ruh bize çok mu yabancıdır?
Kim Allah için sever, Allah için buğz eder, Allah için verir, Allah için men ederse imanı olgunluğa ermiştir
Cenabı Hak, oruç ibadetinden bahsettiği ayetlerde, hasta ve yolcu olanların oruçlarını erteleyebileceklerini bildirdikten sonra, Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez (bakara2/185) buyurmuştur. Hac suresinin 78. ayetinde de O sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi buyurmaktadır.
Peygamber Efendimiz kendisine sorulan müminin cennete girmesine en çok vesile olan şey nedir? sorusuna Takva ve güzel ahlaktır cevabını vermiştir.
Arapların, “kılıç yarası iyileşir ama dil yarası iyileşmez” ata sözüyle dikkat çektikleri kötü söz ve hakaret hangi gerekçeyle olursa olsun mümine yakışmayan bir davranıştır. Zulme karşı tepkimizi gösterirken duygularımızı açığa vurma noktasındaki istisnai bir durum haricinde Cenab-ı Hakk’ın da hoş görmediği bu davranış (Nisa,148.), etki-tepki kuralına uygun olarak, sadece bize dönmekle kalmıyor, en değer verdiğimiz yakınlarımıza, hatta kutsal değerlerimize kadar uzanıyor. İşte burada yorumunu yaptığımız hadis, muhatabıyla tartışmaya giren her müminin, kendisini ve yakınlarını hakaretten korumak için önce kendi söz ve davranışlarına dikkat etmesi gerektiğini veciz bir şekilde ortaya koymaktadır.
Kötü söz ve hakaret düşmanlığa açılan bir kapıdır. Yan bakmanın bile kavga sebebi olduğu toplumumuzda sövgü içeren her sözcük muhataba atılan bir taş gibidir.
Hz. Muhammed (s.a.s.), bütün hayatı boyunca şefkat ve merhametin timsali olmuş, toplumsal hayatın her alanında, söz ve uygulamalarıyla ümmetine âdeta bir merhamet eğitimi vermiştir.
Onu elçi gönderen Allah’ın beyanıyla, çevresindekilerin sıkıntı çekmesi ona ağır gelmiştir. Çünkü o, müminlere karşı son derece şefkatli ve merhametlidir.
Topluma hizmetin organize biçimi olan devlet mekanizmasının iyi işleyişiyle sorumlu olan yöneticiler, içinden çıktıkları topluma yabancılaşarak birer zorba haline gelirlerse, “ahkemu’l-hâkimîn” olan Yüce Yöneticinin huzuruna, sorumlu oldukları kişilerin vebalini üstlenmiş olarak çıkacaklardır.
“İnsan ölünce, üçü dışında bütün amellerinin sevabı kesilir: Sadaka-ı cariye (sürekli sadaka), kendisinden istifa-de edilen ilim, arkasından hayır duada bulunan salih evlat.” (Müslim, Vasiye, 14.)
•Ebû Katâde b. Rib’î el-Ensâri’nin naklettigine göre Allah Rasulü (s.a.s.) önünden geçen bir cenaze için, “Rahata eren (musterîh) ve (ya) kendisinden rahata eri-len (müsterâh minhu) biri.” dedi. Yanındakiler, “Ey Allah’n elçisi, müsterîh ve müsterâh minhu nedir? diye sordular. Allah Rasulü (s.a.s.), “Mümin kul, dünyanin meşakkatinden ve sıkıntılarından Allah’ın rahmetine kavuşarak rahatlar, fâcir (günahkâr) bir kuldan da insanlar, beldeler, bitkiler ve hayvanlar rahata erer.” buyurdu. (Buhari, Rikâk, 42.)
•İnsanlar bu dünyadan ya iyilikleriyle anılıp huzur içinde rahata ermiş olarak ayrılır ve bu rahatlıklarıni ebedi âleme taşırlar ya da ölümleriyle insanları rahata erdirdikleri hâlde kendilerini ebedî bir rahatsızlığa mahkûm ederler.
Keskin sirke küpüne zarar.” atasözünün anlattığı gibi kontrolsüz öfkenin herkesten çok kendimize zarar verecegini unutmamalıyız. En sakin insanların bile çileden çıkartacak olayların yaşandığı bu stres çaginda, öfkemizde mazur görülecek kadar hakli olsak da, Allah ve Rasulü’nün emirlerini dikkate alarak nefsimizi dizginlemeyi başarmalı ve durumun hassasiyetini dikkate alarak daha olumsuz sonuçlar doğurması muhtemel durumlarda sorumluları Allah’a havale edip, nihai hesaplaşmayı ilahi adalete birakmaliyiz.
Ebu Hüreyre (r.a.)’den nakledilen bir hadiste Allah Rasulü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Güçlü, güreşte gücünü gösteren değil, öfke anında nefsine (kendine) hakim olandır.” (Buhârî, Edeb, 76.)
Ömer ibnü’l-Hattab (r.a.)’in naklettigine göre Allah Rasulü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Ameller ancak niyetle değerlenir ve herkes ancak niyet ettigini elde eder. Kimin hicreti Allah ve Rasulü içinse onun hicreti Allah ve Rasulü’nedir.
Kimin hicreti, elde edecegi bir dünyalık veya evlenecegi bir kadın için ise onun hicreti de hicret ettigi şeyedir.” (Müslim, imâre, H. NO: 155
•Dostluk ve arkadaşlıkta önemli bir yeri olan sevgide ölçüyü kaçırmak, dostların birbirlerinin hatalarını görmelerine engel olabilir. Onun için, “Bir seye sevgin seni kör ve sağır eder.” (Ahmed b. Hanbei, Müsned, 5/194.) denilmiştir , hayatın akışı içinde gelişen olayların bazen sevgileri nefrete, dostlukları düşmanlığa, dönüştürdüğü gerçeğinden hareketle de, “Sevdigini ölçülü sev, belki bir gün nefret ettigin biri olur, nefretinde de ölçülü ol belki bir gün sevdigin olur.” (Tirmizi, Birr, 60) buyrulmuştur.
•iyi insanlarla birlikte olup onlardan olumlu nitelikler kazanmak, kötü vasıflara
sahip olanlardan uzak durarak onların olumsuz etkilerine maruz kalmamaktır. “Üzüm üzüme baka baka kararır.” atasözünde ifade de edildigi gibi, uzun süre bir arada bulunan kişilerin birbirlerinden etkilenmeleri kaçınılmazdır. Bu etkiyi daha vurgulu bir şekilde it2ade eden bir hadiste, “Kişi dostunun dini üzerinedir. Bu yüzden kimi dost edinecegine dikkat etsin.” buyurulmuştur. (Ahmed b. Hanbei, Müsned 2/334.)
Ebu Muse’l-Eş’ari’ (r.a.)’nin naklettigine göre Allah Rasulü (s.a.s.) Şöyle buyurmuştur: “Birlikte oldugun iyi arkadaşla kötü arkadaş , güzel koku taşiyanla kö-rükcüye benzer. Güzel koku taşıyan kimse, ya sana o kokudan verir veya sen satin alırsın ya da güzel kokusu sana ulaşır. Körükçü ise ya (ateşiyle) elbiseni yakar ya da kötü kokusu seni bulur.” (Buhârî, ez-Zebâih, 31)
•Allah Rasulü’nün ümmeti olan Müslümanlar zaman zaman bazi tahriklere kapılıp yanliş işler yapsalar da, kendi dinlerine ve kültürlerine tamamen yabanci bir irkcilik ve ayrımcılık tuzagina asla düsmeyeceklerdir. Yaradilani Yaradan da ötürü sevmeyi ve yetmiş iki milleti Allah’in kulları olarak yaratilişta kardeş saymayi insanın felsefesi olarak benimsemiş bir kültürün çocuklarına yakışacak olan da budur.
Komşusunun varlığından, ancak rahatsiz edildiginde haberdar olan, eşyasına gösterdigi özeni misafirine gösteremeyen, yüzlerce kanalda üretilen malayaniyi saatlerce izlemekten hayırlı ve faydali bir söze zaman ayiramayan çağdaş müminin, bu nebevi uyarı karşında, geçmişten günümüze hangi değerleri kaybettiginin muhasebesini yapması kaçınılmazdır.
Hadiste, “hayir konuşmak ya da susmak” seklinde ifade edilen üçüncü husus Kur’an’da, “Onlar ki boş söz ve yararsiz işten yüz çevirirler.” ayetiyle (Müminûn, 3) kurtuluşa eren müminlerin özelliklerinden sayılmıştır.
“Kendisini ilgilendirmeyen şeyi terk etmesi Müslüman kişinin güzel hasletlerindendir.” (Ahmed b. Hanbei, Müsned, 1/201) hadisi de bu baglamda de-gerlendirilebilir. Çünkü kendisini ilgilendirmeyen bir konuda konuşan kimse, muhtemelen başkaları hakkinda dedikodu yapma, gıybet ve kötü zanda bulunma tehlikesiyle karşı karşıya kalir ki bu, hem Kur’an-i Kerim (Hucurât, 12 ) hem de Hz. Peygamber’in hadisiyle (Buhan, Edeb, 57) ya-saklanmıştır. Atalarımız, “Söz gümüş ise sükût altındır.” diyerek boş ve lüzumsuz konuşmanın degersizligine işaret etmişlerdir. “Çok söz yalansız, çok mal l haramsiz olmaz” sözü de, dil ve malla sergilenecek aşırılığın potansiyel tehlikelerine dikkat çekmektedir.
•Ameli kendisini geri birakan kimseyi nesebi ilerletmez.” (Müslim, Zikr, 11) buyurarak, iman sahibi olsalar bile, güzel is ve amellerle bu inançlarin gereğini ortaya koyamayan kimseleri asil atalarının kurtaramayacagini anlatmak istemiştir
Ebu Hureyre (r.a.)’nin rivayet ettiği bir hadiste sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) arkadaşlarına şu soruyu yöneltti: Müflis kimdir, biliyor musunuz? Ashab, Bize göre müflis, parası ve malı olmayandır dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Ümmetimin müflisi, kıyamet gününe; namaz, oruç ve zekât görevlerini yerine getirdiği halde, ona-buna sövmüş, iftira etmiş, şunun-bunun (haksız yere) malını yemiş, kanınım dökmüş , onu-bunu dövmüş olarak gelen kimsedir. Bu kişinin iyiliklerinin sevabından hak sahiplerine verilir. Borcu ödenmeden sevabı biterse, diğerlerinin günahları ona yüklenir, sonra da Cehenneme atılır buyurdu. (Müslim, Birr, H. No: 59)
“Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz.”
Hz. Muhammed(s.a.v.)
Kim, bir Müslümani, sayginlginin zedelendigi, irzinin cignendigi bir durumda yalniz birakirsa Allah da onu, yardiminin istendigi bir durumda yalniz birakir. Kim de böyle bir kimseye yardim ederse Allah da ona, yardimina ihtiyaç duyulan yerde yardim eder.” (Ebû Dâvud, 41)
Allah’a ve Ahiret Gününe iman eden ya hayır konuşsun veya sussun , kendisini ilgilendirmeyen şeyi terk etmesi kişinin müslümanlığının güzelliğindendir hadisleri ile Hz. Peygamber’in birisine yaptığı öfkelenme tavsiyesidir. (Nevevi, el-Minhac, 2/19)
Abdullah b. Ömer (r.a.)’den rivayet edildigine göre o şöyle demiştir: Allah’ın elçisi ile beraberdim. Ensar’dan bir adam geldi. Nebi (s.a.s.)’ye selam verdikten sonra şöyle dedi. Ey Allah’ın Resulü! Müminlerin hangisi daha faziletlidir? Hz. Peygamber, Ahlaken en güzel olandir dedi. Peki, müminlerin hangisi daha akıldır? deyince, Allah Rasulü, Ölümü çok hatirlayan ve ondan sonrasi için en güzel hazırlığı yapandir, işte akıllılar bunlardir buyurdu. (ibn Mace, Zühd, 31)
•Onun için Cenab-i Hak, sevgili elçisine, Hatirlat/ogüt ver.
Cunkü sen ancak hatirlatici ve ogüt vericisin, onlar üzerine baski kurucu degilsin. (Gaşiye, 21-22) buyurmustur. “Kur’an da akil sahipleri için bir ha-tirlatma ve öguttür.” (Müddessir, 54-55) Çeşitli sebeplerle fitratina yabancılaşan ve yaratılış amacindan uzaklasan insan bu hatirlatmaya kulak verir ve ögüt alirsa, Allah Rasulü’nün ifadesiyle en faziletli insan olmaya hak kazanir.
•İşini iyi yapan insan hem Allah’a, hem de diger insanlara karşı sorumlulugunu yerine getirmiş bir kişi olarak gönül huzuru içinde olur.
Kimseyi aldatmadigi için, kazancına haram katmamanın, çoluk-çocuguna haram lokma yedir-memenin manevi zevkine erer.
Akıllı ve tedbirli insan, bu hayat yolculugunda, hazirl-gini, gidecegi yerin durumu ve önemine uygun olarak yapan insandir. Cenab-i Hak, ahiret yurdunun, yani ebedî hayatin, dünya hayatindan daha hayırlı oldugunu birçok defa hatırlatmıştır.
Cenab-i Hakk’a inancimizin ve O’na kullugumuzun meyvesi de güzel ahlaktir. O’nun rizasi ancak bu hedefe ulasmakla elde edilir. Bu yüzden, bize güzel bir örnek olarak takdim ettigi sevgili elçisini, (Ahzâb, 21) şüphesiz sen üstün bir ahlak sahibisin. (Kalem, 4) diyerek övmüstür. Arkadaşlarının, “Allah Rasulü), insanların ahlaken en güzeliydi” (BuhârT, Edeb, 112;
Müslim, Mesâcid, 48) ifadeleri de Cenab-i Hakk’in bu tavsifine sahitlik etmektedir.
Akıllı insan, malini sirtina alan degil, onun sirtina binendir. Serveti yük yapmamak, onu, amaç degil araç olarak görmekle mümkündür. Mali, bu dün-yada kimseye minnet etmemenin bir araci olarak gören insan, ona ancak hak ettigi kadar deger verir. ihtiyacindan fazlasini başkalarıyla paylasarak yükünün ağırlaşmasına izin vermez. Kisacasi, Yunus Emre’nin geniź gönlü ve engin basiretiyle asirlar öncesinden dile getirdigi şu dizeleri hayatının düstûru hâline getirir:
“Mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan mülk de yalan, var biraz da sen oyalan.
Bu fani dünyada insanin sinandigi şeylerden birinin de mal oldugunu bildiren Cenab-i Hak, (Enfal, 28) “kendisine inanan kullarinin israftan ve cimrilikten uzak durarak, ikisi arasinda dengeli bir yol tutanlar oldugunu” (Furkan, 67), ancak kâfir ve münafiklarin bu sınırları zorladiklarini belirtmiştir. Çünkü onlar, “Allah bize lütfundan verirse bol bol sadaka verecegiz” dedikleri hal-de O’nun nimetlerine nail olunca cimrilik ederek yüz çevirmişlerdir. (Tevbe, 75-76) Yarattigi kullari en iyi taniyan yüce Allah, onların bu zaafina çarpici bir sekilde şöyle işaret etmektedir: “De ki: Eger, Rabbimin rahmet hazine-lerine siz sahip olsaydiniz, o zaman, tükenir korkusuyla sıktıkça sikardiniz.
Mal da yalan mülk de yalan, var biraz da sen oyalan.” Sevgili Peygamberimiz sadaka vermenin her Müslümana gerekli oldugunu aciklarken, buna gü-cü yetmeyenlerin sirasiyla, elinin emegiyle çalışıp kendisine ve baskalarna faydali olmalarinı, mazlum ve magdurlara yardim etmelerini, iyiligi tavsiye edip kötülükten sakindirmalarni ve nihayet bunlarn hiçbi-rini yapamayanlann kötülükten uzak durmalarni, bunun da onlar için bir sadaka oldugunu ifade etmistir.
Zaten insan çok cimridir.” (isrâ, 100)
Sevgili Peygamberimiz, infak eden cömert kimseyle cimrilik yapani, üzerinde zirh bulunan bir kisiye benzetmiş cömert olanın Allah için yaptigi her harca-mada zirhının genişledigini, cimrinin ise bir sadaka vermeye niyetlendiginde zırhının onu sıkıp hareketsiz bıraktığını ifade ederek, (Buhari, Zekat, 28) cimrilige yol açan mal hirsınin insani nasil bir halet-i ruhiye ıçine soktugunu anlatmak istemiştir.
“Kalp (bedenin) sultanıdır ve onun orduları vardır. Sultan düzgün/iyi olursa askerleri de düzgün/iyi olur. Sultan bozuk/kötü olursa orduları da kötü olur. Kulaklar bu sultanın habercileridir. Gözler bekçileridir. Dil sultanın tercümanıdır. Eller (tebaasını kuşatan) kanatlarıdır. Ayaklar postacılarıdır. Ciğer şefkat ve merhamet kaynağıdır. Dalak ve böbrekler (kendisine yönelen tehlikeleri bertaraf eden) tuzaklarıdır. Akciğer (hayatın kaynağı) nefestir.
Sultan iyi olursa askerleri de iyi olur, sultan kötü olursa askerleri de kötü olur.”
Hakkına razı olmayanın,Hakk’ın rızasına nail olamayacağı da aşikardır.
Büyük mahkemedeki hesabı verebilmek için, imtihan dünyasındaki sorumlulukları yerine getirmek gerekir. Bu da insanın başta kendisi, ailesi ve yakınları olmak üzere bütün insanlara ve doğal çevreye karşı üzerine düşen görevleri ifa etmesiyle mümkün olur. Akıl ve irade nasıl insana özgü iki kabiliyet ise, bunların sonucu olan sorumluluk bilinci de ona özgüdür. Insan bu bilinçle diğer canlılardan ayırt edilir. Nasıl davranması gerektiğine bu yolla karar verir. Yaptıklarının sonuçlarına bununla katlanır. Vicdanında söz ve eylemlerinin muhasebesini bu duyguyla yapar. Kendilerine karşı yükümlü olduğu kimselerin hukukunu bu bilinçle korur.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine
göre, Allah Rasûlü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne
babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapar.”
(Buhârî, Tefsîr (Rûm), 2.)
Abdurrahman b. Ebî Bekre (r.a.)’nin
babasından naklettiğine göre Hz. Peygamber
(s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “(Ey insanlar!) Bu
(Zilhicce) ayınızda, bu (Mekke) şehrinizde bu
(Arefe) gününüz nasıl saygın ise, kanlarınız,
mallarınız ve ırzlarınız (kişilik değerleriniz ve
namuslarınız) da aynı şekilde saygındır.”
(Buhârî, İlim, 9, Kasâme, 30.)
Çünkü bir toplum ancak, kadınıyla erkeğiyle el ele vererek birlikte birlikte hareket edip, birlikte aynı çabayı gösterdikleri zaman yükselebilir.
Namus kavramını kadınla özdeşleştiren yanlış anlayış kendi döneminde de egemen olduğu için sevgili peygamberimiz, erkeklere hitaben siz iffetli olun ki kadınlarınız da iffetli olsunlar buyurmuştur. Yani önce siz, kadınlarınızda aradığınız o ahlaki özelliği kendi şahsınızda gerçekleştirin ve onlara örnek olun ki, onlardan da aynı duyarlılığı bekleyebilesiniz.
Namus ve iffeti kadınlara has kılıp erkekleri sadece bunun bekçisi gibi kabul etmek İslami düşünceye aykırıdır. İslam’ da herkes yaptığından sorumludur.
İnsan olarak yapabileceğimizi ortaya koyduktan sonra gücümüzü aşan noktada Cenabı Hakk’ın yardımını talep etmek gerekir.
Yaptığı işin yanlışlığını bilmeyen bir bedeviyi dövüp kapı dışarı atmak, muhtemelen onun hatasını görmesini zorlaştıracak belki de İslâm’a olan ilgi ve sevgisini azaltacaktır.
Yaratıcının hiçbir buyruğunda zorluğa ve zorlamaya yer olmayacağı aşikardır.
Cenabı Hak, oruç ibadetinden bahsettiği ayetlerde, hasta ve yolcu olanların oruçlarını erteleyebileceklerini bildirdikten sonra, Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez (bakara2/185) buyurmuştur. Hac suresinin 78. ayetinde de O sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi buyurmaktadır.
Yapılan iyiliklerin bu dünyadaki karşılığı en azından manevi huzur, ruhsal dinginlik ve psikolojik tatmindir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir