Peyami Safa kitaplarından 20. Asır Avrupa ve Biz kitap alıntıları sizlerle…
20. Asır Avrupa ve Biz Kitap Alıntıları
Tarihte birçok harpler, kalemin aciz kaldığı yerde kılıcın medeniyet dersi verdiğini gösterir
Fakat bu alınan tesirler, bizde olduğu gibi, Millî ruhun özünü bozacak bir dereceye vardı mı, milliyetçilik şaha kalkmalıdır ve her Türk, Garpçı ve medeniyetçi olduğu kadar, hatta daha önce ve daha fazla, milliyetçi, ruhçu ve maneviyatçı olmalıdır.
İngiltere lâik olmadığı gibi birçok ileri Batı memleketleri de bizim anladığımız mânâda lâik değildir (başta Amerika).
Teknik seviyenin yükselmesiyle manevi seviyenin alçalması arasındaki nispetsizlik bir dünya hadisesidir. Türkiye’ye has değildir.
İnsanı tabiatın zulümlerinden kurtardım, fakat insanın zulümlerinden kurtaramadım.
İnançlarını kitap halinde vesikalandırmayan adamın günlük ve darmadağınık fikir kırıntıları ve esprileri salon veya kahve köşelerinde kalır.
Fakat hâlâ en medenilerimizin ruhunda mağara devirlerinden izler kalmamış mıdır?
insan deli veya hasta olmadan da cani olabilir
Medeniyet bencillerin değil, kahramanların eseridir.
Bir damla elektrik ışığında bile bin kahramanın yakut kanı yanmaktadır.
Medeniyet kurban ve kahraman ister.
Demirperde içindeki karanlık dünyada kapalı olan komünizm ise, kendi sistemine bir yobaz taassubuyla bağlıdır ve en küçük tenkidi ölümle cezalandırır.
İhtiyarlık bir ölüme alışma idmanıdır.
Tabiat bizi ölüme alıştırır.
Hem ölümden kaçmak, hem de ona koşmak mümkün mü?
Ben bir Mehmetçiği iki atom bombasına değişmem.
Fakat zamanımızda fikir kalleşliğini bir zekâ sporu haline getirmiş, yahut başını ikide bir değiştirdi fikir yastıklarına dayamayı kendisine huy edinmiş dönek entelektüel tiplerine de sık sık rastlıyoruz.
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
Hayat, sandığımız kadar ne iyi, ne de kötüdür.
Evet, insan mutlakın âşıkıdır.
Kahraman, esire canavar gibi görünür.
Hele bizimki gibi fikir alâkaları cılız ve süreksiz, kitapsız ve okuyucusuz memleketlerde münevver geçinenlere filân eseri okuyup okumadığını sorarsanız, çok defa şu cevabı alırsınız: Başımı kaşıyacak vaktim yok!
Her ev ayrı bir vatan, her aile ayrı bir millet gibi yalnız kendi menfaat ve saadetinin endişeleri içinde, küçük, dar, hasis bir cemiyet hayatı yaşar.
Yalnız mazlum milletlere hürriyet, müttefik devletlere toprak ve mahreç, müstemlekelere istiklal vaad ediliyordu.
dünyanın bugünkü nizamı içinde harbin ebedî olduğunu da pek iyi bildiğimiz için daima asker bir milletiz.
Bugün dökülen kanlar yeni bir harbin fidanlarını sulamaktadır.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
ki tarih, bugüne kadar büyük devletlerin aslan payını terkettiklerine hiçbir misal vermiyor.
Bu kazanç hırsı ve bu hayat endişesi eski asırlarda da vardı, fakat bugünkü derecesini asla bulmamıştı.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
fakat çoktan başlamış olan ve içinde bulunduğumuz daha büyük bir harbin farkına değil gibiyiz: Kültür harbi, kültür!
Bu dünyada, zaman zaman aklından şüphe edilmemiş insan yok gibidir.
Türkiye’de bazen tembelliği teşvik eden bir iş müsamahası vardır, fikir nüsahaması yoktur. Dini inançlarınızı söylersiniz, mürtecisiniz, yobazsınız, gericisiniz. Millî inançlarınızı söylerseniz ırkçısınız, turancısınız, nazisiniz.
Bütün hayvanlar varlıklarını devam ettirmeyi yarayan faydanın peşindedirler. Onların arasında faydasızı ve güzel arayan yalnız insandır.
Tekniği baş tacı edip şımartan, estetiği lüzumsuz ve tasfiye mahkûm bir gelenek sayan ahmaklık yirminci asrın dehasıdır.
Yapı ustalığı bakımından hayvan mükemmel bir teknikçidir. Fakat insandan başka resim yapanına ve şiir yazanına rastladınız mı?
Yenilerle eskiler arasında diğer mukayeselerinin imkânsız olduğunu sanıyorum; çünkü her devrin estetik değer sistemi kendine göredir.
Kahrolsun medeniyet! Diye bağıracağım mı sanıyorsunuz? Hayır! Yalnız, medeniyeti konfor zannedenlerin yanıldıklarını hatırlatmak istiyorum. Bütün modern konfor vasıtaları medeniyetin bitmek tükenmez rahatsızlıklarına bir tavizden ibarettir.
İçinde bulunduğumuz devir, inanç yokluğun değil, inanç çokluğunun insanları müşterek ölçüde mahrum bırakan tereddüt ve çatışmaları içindedir.
Medeniyetin ve fikirlerin tarihine bakılırsa her medeniyet ve her fikir bir sentezdir.
İnsanın Rönesans anlayışı ile artık doymaz ve kanmaz olduğunu Batıda hemen herkes biliyor.
Kocaman bilgimize rağmen ne küçük ve âciz bir kuklayız!
İnsanın bilmedikleri bildiklerinden fazladır.
Batı medeniyeti, modern şekilde var olabilmek için, Hristiyanlıktan altı asır sonra doğan İslâmiyeti bekledi.
çünkü bir meselenin köklerini araştırmak tecessüs ve gayretinden mahrumdurlar.
Esasen bir medeniyetin kendinden öncekilere pek çok şeyler borçlu olduğu bilinmektedir.
Allahsızlık bir ondokuzuncu asır modasıydı.
Dinsiz ilim topal, ilimsiz din kördür.
Müspet ilim ve teknik, insanın elinde bir vasıtadır. İnsanlığa hedef tayin etmez.
Bir katilin elindeki tabancanın işlediği cinayetten barutu keşfeden adamı mes’ul tutan bir mahkeme ve hukuk anlayışı var mıdır?
Allah fikri öyle bir güneştir ki onsuz her izah karanlıkta kalır.
Çünkü insanın ebedîliği ve Allah’a inanma ihtiyacının kudreti önünde eğilmeyecek bir otorite göremiyorum.
Güzellik duygusundan mahrum olmayan barbar bir çağın son şahitleriyiz. Bütün düşünce kazançlarının yok olacağı daha barbar ve makineleşmiş bir çağa doğru yürüyoruz.
Bizde ise tercüme, uzun asırlardan beri, evvela Doğu’ya, sonra Batı’ya maymunca bir hayranlığın kaynağı olmaktan ileri gidememiştir.
Tercüme, bir milletin, başkasının zekâsıyla düşünmesi, kendi kendisi olmaktan istifa etmesi demektir.
Türk milleti Farabî gibi dünya kıvamında filozofları yetiştirilebilecek bir seviyeye fırladı halde, sonraları Arap ve Fransız filozoflarının âdi mütercimi seviyesine düşmüştür.
tarihe, insana, tabiata ve varlığa verilecek mânâ anlaşılmadan sosyal meseleler halledilemez.
İnsan pek ihtiyar bir mahlûk, fakat zekâsı ne kadar çocuk ve taze!
Ey ikide bir tarihin çıkmasına düşen ve başını taştan taşa çarpmadıkça yolunu değiştirmesini bilmeyen kör serseri!
Artık sihirli formüllerden hiçbirini denemeye vaktimiz kalmamıştır. Bizi kurtarırsa, yalnız düşünmek ve hür düşünmek kurtaracaktır.
Biz ileri milliyetçiler, târihimizde, millî müzelerimizde ve mezarlıklarımızda kendimizi buluyor, ideallerimizle yarını hazırlıyoruz. Ne kadar muhafazakârsak o kadar da inkılâpçıyız. Eskiye ne kadar saygımız varsa yeniye de o kadar sevgimiz var. Bunları birbirinden ayırmıyor ve var olmamızla devâmımızın şartını ikisinin terkibinde buluyoruz. İrticâ hortlaklarıyle devrim züppelerinden böyle ayrılıyoruz.
Şark; millet mefhumunu anlamamıştır. Muasır siyâsî doktrinlerden hiçbirini, hele siyâsî hürriyeti ve demokrasiyi hiç anlamamıştır. Kapitalist değildir. Madde ile arası açıktır. Bundan dolayı Avrupa’nın toprak fethi kavgasına, makine medeniyetine yabancıdır.
Rus inkılâbı denen hâdisenin inkılâp gibi büyük bir kelimeye lâyık olduğuna aslâ inanmıyorum. Milovan Cilas’ın dediği gibi 1917’de Rusya’da bir saray inkılâbı oldu. Beyaz bir çarın yerini kızıl bir çar aldı.
Târihte, ne kadar kuvvetli bir şahsiyet sâhibi olursa olsun, cemiyetin büyük ve derin isteklerini temsil etmeden hiç kimse bir milletin başında rol alamaz.
Bütün milletler için yapılan bir kanun hiçbiri için yapılmamış demektir.
Olanın bilgisi bize olması gerekeni göstermez.
Şiirsiz, müziksiz, resimsiz, ahlâksız, felsefesiz bir dünyâda teknik de mümkün değildir. Kültürsüz bir teknik hayâli peşinde koşanlar, robotların da bir kültür mahsulü olduğunu unutuyorlar. En zeki hesap makinesi, onu işleten bir insandan mahrum kaldıkça en basit hesâbı yapamayacaktır.
Ey ikide bir târihin çıkmazına düşen ve başını taştan taşa çarpmadıkça yolunu değiştirmesini bilmeyen kör serseri! Ey âvâre! Ey görünmez istikâmetlere doğru ilerleyen sarhoş yelkenli! Bir karış öteni göremesen bile, dört yanından kabaran, azgın boğalar gibi haykıran ve teknenin üzerinde bombalar gibi patlayan dalgaların sesini de mi duymuyorsun?
İnsan hem harika yaratan hem de harika imkanını inkara kalkan bir mahluktur
Kültürsüz teknik olmaz.
Kültür bilgi ile değildir. Bilgi kültürün malzemesidir. Kültür bu ham maddeleri kullanan bir zekâ endüstrisidir.
Okullar, hatta üniversiteler kültürden ziyade bilgi verir. Kültür ve düşünme huyu kazandıran vasıtaların başında kitaplar ve mecmualar gelir.
İnkılâp davamıza lâyık olduğu büyük mesele haysiyetini kazandırmak için, onu soğukkanlı ve objektifin akıl ve bilim planında ortaya koymak ve tartışmak zorundayız.
Ne kadar geç kaldığımızın farkında mıyız?
Bütün modern konfor vasıtaları medeniyetin bitmez tükenmez rahatsızlıklarına bir tavizden ibarettir.
Bugüne dek ahlâkın bekçisi polisin kasaturasıdır.