İçeriğe geç

19. Yüzyıl Siyasî Tarihi Kitap Alıntıları – Fahir Armaoğlu

Fahir Armaoğlu kitaplarından 19. Yüzyıl Siyasî Tarihi kitap alıntıları sizlerle…

19. Yüzyıl Siyasî Tarihi Kitap Alıntıları

bu Alman devleti Avusturya’nın kontrolünde idi. Bir diğer büyük üyesi de Prusya idi. Protestan Bohemya’nın, Katolik Avusturya İmparatoru’na karşı 1618’de ayaklanması ve 30 Yıl Savaşları dediğimiz ve hemen bütün Avrupa devletlerinin bulaştığı ve esas itibariyle Almanya’da cereyan eden savaşlarda, İmparator II. Ferdinand bütün Almanya’yı Katolik yapmak için mücadele etmiştir. Bir bakıma II. Ferdinand, din yoluyla Alman Birliği’ni kurmak istemiştir. Avrupa devletlerinin işe karışması da, din faktörünün yanında, birleşmiş bir Almanya’nın ortaya çıkmasını önleme amacına yönelik olmuştur. Sonunda, 1648 Vestfalya Barışı, İmparator Ferdinand’ın tasarılarına set çekmiş ve Almanya, 360 kadar devletten meydana gelen dağınıklığını korumuştur.
Osmanlı-İngiliz ittifakı ile İngiltere, Başbakan William Pitt tarafından 1791’de ortaya atılan, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü ve varlığını koruma politikasını ilk defa olarak uygulama alanına geçirmiş olmaktaydı.
İspanya Amerikalılarla ittifak yapmamakla beraber, 21 Haziran 1779’da İngiltere’ye savaş ilan etti. İspanya, Fransa ile ittifak yaptı. Bu ittifaka göre, Cebelitarık İngiltere’den alınıncaya kadar savaşa devam edilecekti.
Bir Amerikan tarihçisinin dediği gibi, Amerika’nın bağımsızlığı, Avrupa diplomasisi vasıtasıyla Cebelitarık kayasına bağlanmış oluyordu. Bu durum Amerika üzerinde kötü bir iz bırakacak ve Amerika bağımsızlığını aldıktan sonra, kendisini Avrupa diplomasisinin karışık oyunlarından korumak için Monroe Doktrini’ne bağlanacaktır.
İngiltere, Fransa’nın, özellikle Manş kıyılarına, yani bugünkü Hollanda ve Belçika’ya egemen olmasına müsaade etmiyordu. Zira bu kıyılara yerleşen bir devlet, İngiltere’yi çok yakından tehdit edebilirdi. Ingiltere bu yerlere o derece önem vermekteydi ki, daha 1677’de bir Fransız diplomatı,
Ingilizler Hollanda’yı kaptırmamak için, gömleklerini satıncaya kadar Fransa ile savaşırlar demişti.
Fransız ihtilalinin getirdiği liberal ve milliyetçilik fikirlerine karşı, 20 Kasım 1815’te imzalanan ikinci ittifakın taraflarından Avusturya İmparatoru 1. François: Yeni fikirleri hiçbir zaman kabul edemem. Bu fikirlerden kaçınınız. BENİM ALİM ADAMA DEĞİL, SADIK TEBAYA İHTİYACIM VAR demişti.
1572 yılında Fransa’da Katolikler, Sain-Barthélemy katliamı ile Protestanlara yaşama hakkı tanımazken, Bosna’nın Sokolovici köyünden Ortodoks Bayo, Vezir-i Âzam Sokullu Mehmed Paşa adı ile Osmanlı Devleti’ni yönetmekteydi.
Osmanlı İmparatorluğu’nun, bütün tarihi boyunca, çeşitli sebeplerle, Balkan Hıristiyanlarına yapmadığını, yapmaktan kaçındığı şeyi, Balkan devletleri Müslüman-Türk kitlelerine fütursuzca yapmaktan kaçınmamışlardı
Osmanlı İmparatorluğu Balkanlar’ dan çekildi.
Fakat Makedonya yine huzura kavuşamadı. Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan arasında Makedonya Kavgası , bu satırların yazıldığı tarihte, hala Devam etmek­ teydi. Çünkü, beşyüz yıldan fazla süren Türk egemenliğinin bıraktığı boşluğu, Balkan devletlerinden hiç biri doldurma yeteneğini gösterememiştir. Bu, Türk’ün Balkanlar’da sağladığı yönetim ve istikrarın fa ziletini gösterdiği kadar, bu yönetim ve istikrarın yıkılmasının hazin sonucudur.
Türkiye’nin artık elindeki Ermeni Dosyası nı açma zamanının geldiğini. Biz Türk milleti olarak bu hatayı derhal düzeltme yoluna gittik ve arşivlerimizdeki, sayıları yüz binlerle ifade edilen belgelerimizi dünyanın gözü önünde açmaya başladık. İlginçtir, bizim bu tutumumuz üzerine, Ermeni davasını savunan dost-düşman bütün yabancı tarihçilerin lütfedip bu arşivleri ilgi göstermediğini gördük. Sadece bu durum, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeni Sorununun gerçek niteliğini göstermeye yetmektedir.
Büyük bir devletin, büyük devlet olduğunun başkaları tarafından kabulüne ihtiyaç yoktur. Böyle bir devlet kendi kendisini ortaya koyar ”
Akka hezimeti Napolyon’un ilk yenilgisi oluyordu. Mısır’a dönüş tam bir perişanlık içinde oldu. Açlık, susuzluk ve hastalıktan asker büyük kayıplara uğradı. Napolyon, yolda yaralıları götüremeyeceğini anlayınca fransız doktorundan, yaralılara afyon verip bırakmasını istediğinde fransız doktoru: Benim mesleğim iyileştirmektir, öldürmek değil. diye cevap vermiştir.
Napolyon, Suriye’yi işgal ederek Osmanlı’yı barışa zorlamak için 1798 Aralık ayının son günlerinde Suriye’ye ulaşmak için harekete geçti. Gazze ve Yafa’yı aldıktan sonra Akka önlerine geldi. Yafa’yı aldığında 3.000 kadar Türk esir olarak Napolyon’un eline düşmüştü. Napolyon bu kadar esiri beslemeyeceğini ve yiyecek maddelerinin asıl kendilerine gerekli olduğunu görünce bunların hepsini öldürtmüştür.
Osmanlı İmparatorluğu’nun, bütün tarihi boyunca, çeşitli sebeplerle, Balkan Hıristiyanlarına yapmadığını, yapmaktan kaçındığı şeyi, Balkan devletleri Müslüman-Türk kitlelerine fütursuzca yapmaktan kaçınmamışlardır.
Bağımsızlık Beyannamesi insan hakları için şu esasları tespit ediyordu:İnsanların doğuştan sahip oldukları birtakım haklar vardır.Bunlar devir ve ferağ edilemez.Yani başkasına devredilemez. Devletler, bu hakları sağlamak için kurulmuştur ve yönetenler her türlü iktidarı yönetilenlerin rızasından alırlar.Eğer herhangi bir hükümet şekli, bu gayelere aykırı hareket ederse, bu hükümeti değiştirip yerine yenisini getirmek, milletin hakkıdır.
Bağımsızlık Beyannamesi, demokrasi tarihi ve siyaset bilimi açısından çok önemli bir belgedir.Çünkü ilk defa olarak, insanların doğuştan sahip oldukları hak ve hürriyetler ile demokrasinin temel ilkeleri bu belgede belirtilmiştir.
Hayat ruh ile kaimdir. Devletlerin ruhu istiklaldir.
Aşkta ve politikada her şey mubahtır
Fransız ihtilalinde söz konusu olan,krallığın yıkılması değil,kralın yetkilerinin sınırlanması ve milletin ve milleti teşkil eden fertlerin hak ve hürriyetlerinin belgeye geçirilmesi idi.
Ihtilalin liderlerinden Mirabeau, savaş, Prusya’nin milli endüstrisidir demiştir.
XVI.Louis, giyotine giderken, bir an durmuş ve yüksek sesle, “Fransızlar, bana atfedilen suçlardan masum olarak ölüyorum. Ölümüne sebep olanları affediyorum. Kanımın Fransa’nın üstüne düşmemesini istiyorum” demiştir.
Bağımsızlık Beyannamesi insan hakları için şu esasları tespit ediyordu:
İnsanların doğuştan sahip oldukları birtakım hakları vardır. Bunlar devir ve ferağ edilemez. Yani, başkasına devredilemez. Bu haklar, yaşama hakkı, hürriyet hakkı ve saadetini temin etme hakkıdır. Devletler, bu hakları sağlamak için kurulmuştur ve yönetenler her türlü iktidarı yönetilenlerin rızasından alırlar. Eğer herhangi bir hükümet şekli, bu gayelere aykırı hareket ederse, bu hükümeti değiştirip yerine bir yenisini getirmek, milletin hakkıdır.
Bağımsızlık Beyannamesi, demokrasi tarihi ve siyaset bilimi açısından çok önemli bir belgedir. Çünkü ilk defa olarak, insanların doğuştan sahip oldukları hak ve hürriyetler ile demokrasinin temel ilkeleri bu belgede belirtilmiştir.
1875 yılında Afrika’nın Avrupa sömürgeciliğine konu olan kısmı kıtanın 1/10’u kadardır. 1895 yılında ise Afrika’nın Avrupa sömürgeciliğine konu olmayan kısmı 1/10’dur.
10 Mayıs 1871 günü, Frankfurt-am-Main’daki Kuğu Oteli’nde, Fransa adına Jules Favres ve 18 Ocak 1871 günü ilan edilen Alman İmparatorluğu adına Bismarck, iki devlet arasındaki savaşı sona erdiren barış antlaşmasına imzalarını koyarlarken, Avrupa’da hiç kimse, gerek Alman tarihinin, gerek Avrupa tarihinin yeni bir dönüm noktasından geçmekte olduğunu farketmemişti.
Osmanlı Devleti’nin, Oniki Ada’nın İtalya tarafından işgaline verdiği cevap, İstanbul ve Osmanlı İmparatorluğu’ndaki bütün İtalyanların sınır dışı edilmelerine karar vermesi oldu. O sırada İstanbul’da yirmi bin kadar ve Osmanlı Devleti sınırları içinde de elli bin kadar İtalyan vardı.
Temsilciler Meclisi’nin üyelerini halk seçecekti fakat seçme hakkı çok dar tutulmuştu. Yılda en az 15 Yen doğrudan doğruya vergi ödeyen kimseler seçme hakkına sahipti ki, 42 milyon nüfustan ancak 450 bin kişi seçmen olabilmişti.
Kültür işlerine de büyük önem verildi. 1872’de çıkarılan bir kanunla, kadın ve erkek her Japon için ilköğretim mecburiyeti getirildi. Kültür reformu basın alanında da etkilerini gösterdi. 1871’de Japonya’da ilk günlük gazete yayınlandı. 1875’te gazete ve dergilerin sayısı yüzü buluyordu.
İlginçtir, bu bölge ülkelerinin Batı’ya karşı tepkileri, Çin’den çok daha önce ortaya çıkmıştır. İlk tepki 1688’de Siyam’da Fransa’ya karşı gösterilmiş ve Siyam Krallığı Fransızlarla münasebetlerini keserek, yaklaşık bir yüzyıl kadar Portekiz’den başka ülke ile temasta bulunmamıştır. Annam’ın ilk tepkisi ise 1821’de olmuştur.
Japon toplumunun en alt tabakasını eta denen paryalar teşkil ediyordu. Onun üstünde tüccar ve esnafın meydana getirdiği heymin denen sınıf bulunuyordu. Toplumun en üstünde ise asker-asiller yer almıştı.
Çin ile temasa geçen Avrupalılar, daha yukarılara da çıkarak Japonya ile de temasa geçmişlerdir. İlk gelenler, 16. yüzyıl sonlarında Hollandalılar olmuş, arkasından Portekizliler geçmişlerdir. Bu ikisi arasındaki ticar rekabet dolayısıyla, Portekizliler Hollandalılar Şogun’a şikayet ettiklerinde, Şogun şu cevabı vermişti : Hollandalılar cehennemden gelen şeytanlar kadar kara olsalar bile ticarette namuslu davrandıkları ve ticaretten başka bir şeyle meşgul olmadıkları sürece, Japonya’da cennetten gelen melekler gibi muamele göreceklerdir.
Üst tabakanın en önemli sınıfı, Avrupalıların mandarin dedikleri yüksek memur sınıfıdır. Ülkenin kültürlü kesimini bunlar teşkil etmekteydi. Mandarinler memuriyete sınavla alınırlardı ve sınav konuları da klasik Çin kültürüydü. Bu durum, mandarinlerin hareketsiz ve durgun bir fikir yapısına sahip olmasına sebep olmuş ve Çin’in, özellikle Japonya’ya oranla, hareketsiz kalmasında bu sınıf önemli rol oynamıştır. Ayrıca merkezi hazinenin mali güçlükleri, sınav sisteminin bozulmasına ve sınavı kazanmak için rüşvet ve hediye sisteminin yaygınlaşmasına ve bu sınıfın giderek yozlaşmasına sebep olmuştur.
Bir defa Çin imparatorları, hiçbir Avrupa devletini kendileriyle eşit saymamışlar ve Avrupa devletlerine daima yukarıdan bakmışlardır. İkincisi, Çin imparatorlarına göre Çin’in Avrupa ile ticarete ihtiyacı yoktu. Çünkü Çin’in ekonomik kaynakları çok zengindi. Çin ile ticaretten ancak barbarlar, yani Avrupalılar yararlanabilirdi.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Cumhuriyetçi Parti, doğrudan doğruya zenci esaretine karşı bir tepki olarak, Kuzey’de Michigan’da kurulmuştu. Partinin kurucuları ise, 1854 tarihli Kansas-Nebraska kanuna muhalefet eden Demokratlardı. Cumhuriyetçi Parti, 1856 seçimlerini kazanamadı. Fakat 6 Kasım 1860’ta başkanlık seçimlerini kazandı ve adayı Abraham Lincoln Amerika’nın 16. Başkanı oldu. Gerek Lincoln’ün fikirleri, gerek Cumhuriyetçi Parti’nin seçim platformu, zenci esaretinin ilgası üzerine yoğunlaşmıştı. Aynı zamanda da Lincoln, her ne pahasına olursa olsun, Birliğin korunmasına taraftardı.
1867 Mart’ında yapılan anlaşma ile Rusya, Alaska’yı 7.200.000 dolar karşılığında Amerika’ya sattı.
Bu şekilde bugünkü Birleşik Amerika’nın sınırları şekillenmiş oluyordu.
Amerika ile İngiltere arasında 1783 Barış Antlaşması imzalandığında, Kanada ile Amerika arasında sınırlar çizilirken, John Mitchell adlı tanınmış bir coğrafyacının 1755’te çizdiği ve o tarihte referans kabul edilen bir Amerika haritası kullanılmıştı. Fakat barıştan sonra, bu haritaya dayanılarak çizilen sınırların araziye uygulanmasına geçilince, haritanın bazı yanlışları ve eksikleri görüldü.
Meksika kuvvetlerinin, Teksas-Kaliforniya sınırındaki Amerikan kuvvetlerine saldırılarda bulunması üzerine, Birleşik Amerika Mayıs 1846’da Meksika’ya savaş ilan etti. Amerikan kuvvetleri bütün Kaliforniya’yı ele geçirdiği gibi, Meksika topraklarına da girince, Meksika barışa razı oldu ve 1848 Şubat’ında yapılan Guadalupe-Hidalgo Barış Antlaşması ile 15 milyon dolar karşılığında, Meksika bütün Kaliforniya’yı Amerika’ya terk etti. O zamanki Kaliforniya toprakları, Arizona, Utah ve Nevada’yı da içine almaktaydı.
Teksas Hükümeti, Meksika’dan gelebilecek bir darbeye karşı kendisini güvenlik altına alabilmek amacı ile Birleşik Amerika’ya katılmak istedi. Yalnız, Teksas’ta zenci esareti vardı. Birleşik Amerika’nın, aynı esaret sistemine sahip güney eyaletleri Teksas’ın Birliğe katılmasına taraftar oldular. Fakat zenci esaretini reddetmiş olan kuzey eyaletleri, bu katılmaya kesinlikle cephe aldılar. Bu durum karşısında Washington, Teksas’ın bağımsızlığını tanıyıp Birliğe katılmasını kabul etmedi.
22 Şubat 1819’da imzalanan bir anlaşma ile İspanya Florida’yı 5 milyon dolar karşılığında Amerika’ya sattı.
Bolivar, 1811 yenilgisinden sonra Margarita Adası’na geçerek mücadelesine orada devam ediyordu. 1816’da Venezuela’ya geçen Bolivar, İspanyollarla yaptığı savaşları kazandı ve Venezuela’nın bağımsızlığını ilan ederek, kendisi de 15 Şubat 1819’da Venezuela’nın ilk cumhurbaşkanı seçildi. Bundan sonra Kolombiya’ya geçen Bolivar, 10 Ağustos 1819’da Bogota’ya girdi ve burada Kolombiya ve Venezuela’yı birleştirerek Büyük Kolombiya Devleti’ni kurdu. Kendisi de bu yeni devletin ilk cumhurbaşkanı oldu.
Latin Amerika ülkelerinin bağımsızlık hareketleri, fiilen, Napolyon’un 1808 Mayıs’ında İspanya’ya asker sokup, Kral VII. Ferdinand’ı tahtından indirerek, kardeşi Joseph’i İspanya kralı yapmasıyla başlar.
İngiltereye gelince: Bu devlet Balkan devletleri arasındaki gelişmelerden gayet iyi haberdardı. Ve Rusya’ya karşı çıkan bir tutumu da söz konusu değildi. Çünkü Almanya’nın Osmanlı Devleti üzerindeki etkinliği ve Bağdat Demiryolu Projesi ve aynı zamanda Almanya’nın denizlerde ve karada devamlı silahlanması karşısında, bir söylentiye göre, İngiltere’de, Basra Körfezi’nde bir Alman üssü görmektense, Rusları İstanbul’da görmek daha iyidir yargısı yaygın hale gelmeye başlamıştı.
Türk gazetecileri Avusturya’nın İstanbul elçisi Marki Pallaviçini’ye, Avusturya’nın ne hakla bu Osmanlı ülkesini ilhak ettiklerini sorduğu zaman, elçinin cevabı Hakkımız var, zira kuvvetimiz var olmuştur.
Fakat bu arada hocalar da camilerde meşrutiyet ve meclis aleyhinde bulunup, Şeriat ve çoban isteriz diye, Abdülhamid’in fiilen işbaşından çekilmesinin Bosna-Hersek’in ve Bulgaristan’ın elden çıkmasına sebep olduğunu belirtip, Sürü çobansız olmaz, çoban isteriz, şeriat isteriz diye Abdülhamid lehine gösteriler yapmışlardır.
Ziya Paşa hükümet-i şahsiye nin en kötü örneği olarak İran’ı ve ondan sonra da Osmanlı Devleti’nin zikretmekteydi.
Üzerinde yaşayan halkların kökenlerine göre, Makedonya bir etnografya müzesi gibiydi. Türkler, Rumlar, Bulgarlar, Sırplar, Ulahlar, Arnavutlar, Yahudiler yan yana yaşamaktaydılar.
Dışarıdan gelen bu kışkırtmalar, içerideki Ermeniler ve Ermeni komiteler üzerinde etkisiz kalmadı. 1889 Mayıs’ında Van olayı meydana geldi. Armenakan Partisi’ne mensup üç Ermeni, Kürt kılığına girip Türk sınırından gizlice geçerek Van’a gitmek isterlerken, Van-Başkale yolunda Türk zaptiyeler tarafından durdurulduklarında, silahlarını teslim etmeyince çatışma çıkmış, üç Ermeni’den biri ölmüş, biri yaralanmış ve diğeri de kaçmıştır. Bunların üzerlerinde çıkan mektuplardan, bunların İngiltere ve Fransa’daki Ermeni kuruluşları ile bağlantıları olduğu anlaşılmıştır.
İhtilalci Hınçak Partisi: Hınçak (Hunchak veya Hentchak) Ermenice’de Çan demektir. 1887’de İsviçre’de kurulmuştur. Marksist ilkelere sahipti ve 1890’dan itibaren faaliyetlerini Doğu Anadolu’ya yaymaya başlamıştı. Marksist niteliği dolayısıyla, Hınçak’a göre, bugünkü düzen ihtilal yoluyla ortadan kaldırılmalı ve onun yerine, ekonomik gerçeklere ve sosyal adalete dayanan yeni bir toplum düzeni getirilmelidir. Partinin ilk ve yakın hedefi, Türkiye Ermenistanı’nın siyasal ve milli bağımsızlığını sağlamaktır. Türkiye’de ihtilal yoluyla gerçekleştirilecek amaca varmak için kullanılacak metod, propaganda, tahrik, tethiş ve işçi ve köylü hareketidir. Tahrik ve tethiş, halkın cesaretini arttırmak için gerekliydi. Hükümete karşı nefret yaratmak, tahrikin başlıca yollarıdır. Tethiş hareketlerini yürütmek için özel bir örgütlenme yapılacaktı. İhtilali gerçekleştirmek için en müsait zaman Türkiye’nin savaşa girdiği dönem olacaktır. Süryaniler, Kürtler, Türklere karşı mücadelede kazanılmalıdır. Programında, yakın amaca, yani ihtilale ulaşmanın çaresi olarak, Türkiye’deki Ermeni bölgelerindeki genel kuruluşu altüst etmek, değiştirmek, genel isyanla Türk hükümetine karşı savaş açmak gösterilmekteydi.
Kısacası, 1878 Berlin Kongresi ve onun eseri Berlin Antlaşması, bir dönüm noktasıdır. Gerek Avrupa diplomasisi, gerek Osmanlı İmparatorluğu, bu tarihten itibaren bir eğik düzey üzerinde hızla aşağıya doğru kaymaya başlamıştır. 1914’te hepsi, etkilerini 1939’a kadar devam ettirecek olan bir gayyâ kuyusu na (bi’r-i gayyâ) düşecektir.
Aslen askeri doktor olan Fuat Paşa, Büyük Reşit Paşa’nın teşviki ile dışişleri memurluğuna intisap etmiştir. Askeri Tıp Okulu’nda derslerin Fransızca olamsı dolayısıyla ve ayrıca kişisel çabası sonucu, gayet güzel Fransızca bilirdi. Üç defa hariciye nazırlığı ve iki defa da sadrazamlık yapmıştır. Son derece zeki idi. Din konusunda bağnazlığın şiddetle karşısındaydı. Bu sebeple de ulema ile arası hiç iyi olmamıştı.
Gerçekten, 1905 yılından itibaren İngiltere, denizcilik tarihinde büyük bir inkılap olan ve Dreadnought denen gemilerin yapımına başladı. Bu gemilerin 12 inçlik on tane topu olup, zırhları, torpillere karşı 11 inç kalınlığındaydı. Büyüklüğü ve nitelikleri dolayısıyla bu gemilerin maliyeti, eski gemilere oranla iki misliydi. Amiral Fisher’ın programına före, 1908 yılında İngiltere on iki tane Dreadnought a sahip olacaktı.
Rus-Japon savaşı sırasında meydana gelen bir olay, İngiliz-Rus münasebetlerini gerginleştirdi. Rusya’nın Baltık donanması, Uzakdoğu savaşına katılmak üzere, 21 Ekim 1904 gecesi Kuzey Denizi’nde, İngiltere adasının doğu kıyılarının açıklarında Dogger Bank denen mevkide seyrederken, Japon gemileri sanarak İngiliz balıkçı gemilerine ateş açmış, bunun sonucu bir İngiliz gemisi batmış, birçok balıkçı da ölmüş veya yaralanmıştı.
İncil’de der ki, hiç kimse iki efendiye birden hizmet edemez. Hele üç efendiye asla! Fransa, İngiltere ve Üçlü İttifak, işte bu kesin olarak imkânsızdır. İtalya’nın İngiliz-Fransız grubunda yer alması muhtemeldir. II. Wilhelm’in bu doğru tahmini, Birinci Dünya Savaşı’nın ikinci yılında, 1915’te aynen gerçekleşecektir.
Delcassé’ye göre, eğer Fransa, sömürge imparatorluğu nu geliştirmek ve Alsace-Lorraine’i tekrar kazanmak istiyorsa, yüzyıllık İngiliz düşmanlığına son vermeliydi. Napolyon’un deyimi ile Kalleş İngiliz (Perfide Albion) ile uzlaşmanın yollarını aramalıydı.
Von Bülow, hatıratında, en onurlu bir İngiliz’in bile politikada, en tehlikeli vasıtaları bile bir doktor soğukkanlılığı ile kullanmaktan çekinmediğini söyleyerek, aşkta ve politikada her şey mübahtır şeklindeki bir İngiliz atasözünü hatırlatır.
Afrika gezginlerinin en fazla ilgisini ve dikkatini çeken sorun, tarihin en eski çağlarından beri bilinen ve Avrupalılara çok gizemli görünen Nil nehrinin kaynağını bulmaktı. 1858 yılında, John Speke adlı bir İngiliz, Nil nehrini güneye doğru izleyerek Victoria Gölü’nü (Victoria Nyanza, bugünkü Uganda’da) bulmuş ve bunun Nil nehrinin kaynağı olduğunu ileri sürmüştü. 1864 yılında da, Samuel Baker adlı bir başka İngiliz, yine Nil nehrinin kaynağı olarak Alber Gölü’nü(Albert Nyanza, bugünkü Uganda’nın kuzeybatısında) buldu. Mamafih, her ikisinin de Nil nehri olarak gösterdikleri nehir, Nil’in iki ana kolundan biri olan Beyaz Nil idi
Mesela, 1875 yılında Afrika’nın Avrupa sömürgeciliğine konu olan kısım kıtanın 1/10’u kadardır, 1895 yılında Afrika’nın Batı sömürgeciliğine konu olmayan kısım ise 1/10’dur.
Nihayet İsmail Paşa, Habeşistan seferinden sonra, Mısır’ın Kanal Şirketi’nde sahip bulunduğu 176.000 hisse senedini 1875 yılı sonunda satışa çıkardı. İngiltere için uzun zamandır beklediği fırsat ortaya çıkmıştı. Başbakan Disraeli, Maliye Bakanına bile danışmadan ve banker Rothschild’lardan borç alarak dört milyon sterline bu hisse senetlerini hemen satın aldı. Fransa bu alışverişe engel olabilecek durumda değildi. Zira bu sırada Fransız-Alman münasebetleri bir krizden geçmekteydi.
Buna rağmen İsmail Paşa vadesi gelen borçlarını ödeyemeyince, Fransa’nın teklifi üzerine, bir İngiliz ve bir Fransız’dan meydana gelen bir komisyon kurularak Mısır’ın maliyesi bu komisyonun kontrolü altına verildi. Yani, 1881’de Muharrem Kararnamesi ile Osmanlı Devleti’nde kurulan Duyun-ı Umumiye idaresi, daha önce Mısır’da kurulmuş olmaktaydı.
Bismarck’ın İtalya’ya bir sempatisi ve daha önemlisi güveni yoktu. Bir müttefik olarak İtalyanların yeteneklerine güvenmiyordu. Ona göre, İtalyanların havai bir karakteri ve çocukça egoizmleri vardı. İtalyan dış politikasının karmaşık ve arrogan karakteri, dostlarını kolaylıkla sıkıntıya sokabilir diyor ve şunları söylüyordu: İtalya’dan bir şey elde etmek için arkasından koşmaya değmez. Menfaatleri olduğu müddetçe sözlerini tutarlar.
Bu sebeple, Avusturya, Fransa ile yapacağı ittifakın esas itibariyle Rusya’ya yönelik olmasını istiyordu. Hâlbuki Fransa için, birinci plandaki hedef Prusya idi. Dolayısıyla bir uzlaşma mümkün olmadı. Avusturya Başbakanı, bu uzun süren müzakereler için Öyle kitaplar vardır ki, sadece önsözden ibarettirler, işte Avusturya-Fransa ittifakı bu kitaplardandır diyecektir.
Schleswig-Holstein veya Elbe dukalıkları denen toprakların tarihi o kadar karmaşıktır ki, bu anlaşmazlık sırasında Lord Palmerston, Avam Kamarası’nda bir gün şöyle demişti: Bu konuyu üç kişi biliyor. Birincisi Prens Albert (Kraliçe Victoria’nın kocası), fakat ölmüştür. İkincisi bir tarih profesörü. Fakat o da bunamıştır. Üçüncüsü de ben; fakat ben de unuttum.
Karayorgi’den sonra Sırbistan Prensliği’ne gelen Miloş Obrenoviç, bir defasında bir Türk ağasına şöyle demişti: Bütün Sırbistan’a tenbih eyledim. Bu âna kadar Sırbistan’a zulüm ve taaddi edenlere daimi surette dua etsinler. Eğerçi anların ol derecelerde zulüm ve taaddiyatı olmamış ve herkes senin gibi reayaları muhafaza eylemiş olsaydı, Sırbistan hiçbir zaman isyan etmeyip, reayalıktan kurtulup bu veçhile imtiyaz ve serbestliğe nail olamazdı. Miloş’un sözünü ettiği imtiyazlar, 1829 Edirne Barışı ile Sırplara tanınan imtiyazlardı.
Bu arada şunu da belirtelim ki, İngiliz tarihçisi Harold Temperley, Çar’ın İngiliz elçisine Türkiye için hasta adam değil ayı , ölmekte olan ayı veya ayı ölüyor gibi deyimler kullandığını, Çar Nikola’nın, Türkiye’den hep ayı diye söz ettiğini bütün etrafındakilerin de bildiğini ileri sürmektedir.
Etniki Eterya’nın başına önce Rus Çarı getirilmek istenmiş, kabuk etmeyince yaveri Ypsilanti örgütün başkanlığını üzerine almıştır. Dolayısıyla Etniki Eterya’nın kuruluşundan Çar’ın haberi olduğu gibi, örgütü ve Ypsilanti’yi de daima desteklemiştir. İstanbul’daki Fener Rum Patriği bile Etniki Eterya’nın üyelerindendi.
Hükümet, işçilere, Ya taşraya dönersiniz, ya da askere gidersiniz deyince, 23-26 Haziran günlerinde, dört gün süre ile Paris sokaklarında kanlı çarpışmalar oldu. Haziran Günleri denen bu çarpışmalarda, hem işçilerden hem de askerlerden çok ölen oldu. 11.000 işçi askerler tarafından tutuklandı ve dört bin işçi de sömürgelere sürgüne gönderildi.
Halk Dışişleri Bakanlığı’na yürüdüğünde, bakanlığı korumakla görevli genç askerler, halkı görünce paniğe kapıldılar ve halka ateş açtılar. Halktan 52 ölü ve 74 yaralı vardı. 23 Şubat akşamı halk artık Yaşasın Reform diye değil, Yaşasın Cumhuriyet diye bağırıyordu. Ölüler arabalara konarak bütün Paris sokaklarında dolaştırıldı. Buna Promenade ses Cadavres yani Ölüler Gezmesi denir.
Bir defa, Fransa’nın idari taksimatını merkeziyetçi sistem esasına göre yeniden düzenledi. Bugünkü vilayet (département) ve ilçe (arrondissement) sistemi Napolyon tarafından kurulmuştur.
Mısır’a dönüş tam bir perişanlık içinde oldu. Açlık, susuzluk ve hastalıktan asker büyük kayıplara uğradı. Napolyon, yolda yaralıları götüremeyeceğini anlayınca, Fransız doktorundan, yaralılara afyon verip bırakmasını istediğinde, Fransız doktoru, Benim mesleğim iyileştirmektir, öldürmek değil diye cevap vermiştir.
Napolyon, Akka’nın kuşatmasına daha fazla devam edemeyeceğini görünce, 25 Mayıs 1799’da kuşatmaya son vererek, Mısır’a dönmek üzere harekete geçti. Akka hezimeti Napolyon’un ilk yenilgisi oluyordu.
Mısır’a çıktığı sırada ise hem Papa’dan ve hem de Mekke Şerifi’nden mektup almıştır. Papa mektubunda kendisine Çok sevgili oğlum diye hitap ederken, Mekke Şerifi de kendisine Kutsal Kabe’nin koruyucusu diyordu.
Napolyon’un Kuzey İtalya’da bir takım cumhuriyetler kurmasıyla ( Lombardiya’da Cisalpine, Cenova’da Ligüryen, Roma’da Roma Cumhuriyeti) ihtilal fikirlerini bütün Kuzey İtalya’ya yayacak ve bu durum İtalyan milli birliğine giden yolu açacaktır.
Napolyon’un bir asker olarak yıldızının ilk parlaması, 1793 Toulon Ayaklanması’nda olmuştur. Toulon halkı İngilizleri yardıma çağırmış ve İngilizler Toulon limanını kuşatmışlardı. Bu kuşatmayı kırmak için, Napolyon’un bir topçu subayı olarak Savaş Konseyi’ne sunduğu plan kabul edilmiş ve bu planın uygulanması ile İngilizler Toulon’dan kaçarak kuşatmaya son vermişler ve Toulon kurtarılmıştır. Kaçarken İngiliz donanması epey de kayıp vermiştir. Bu başarı üzerine Napolyon, 24 yaşında iken generalliğe terfi ettirildi.
Kralın kaçma teşebbüsü iki bakımdan önemli sonuç doğurdu. Birincisi kralın bu kötü niyeti karşısında, gerek halk içinde ve gerek Yasama Meclisi içinde bulunan Cumhuriyet taraftarlarının sayıları çoğalmaya başladı. Kralın kaçması, krallığın yıkılıp Cumhuriyet rejiminin kurulmasını isteyenleri haklı çıkarıyordu.
Papa VI. Pie İnsanlar arasında eşitlik ve hürriyeti tesis etmekten daha çılgınca ne olabilir ? diyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir