İçeriğe geç

19 Mayıs 1999 Atatürk Yeniden Samsun’da Kitap Alıntıları – Turgut Özakman

Turgut Özakman kitaplarından 19 Mayıs 1999 Atatürk Yeniden Samsun’da kitap alıntıları sizlerle…

19 Mayıs 1999 Atatürk Yeniden Samsun’da Kitap Alıntıları


Sevgili yurttaşlarım!
Sevgili gençler!
Sevgili çocuklar!
Bu son konuşmam. Bu gece arkadaşlarımla birlikte aranızdan ayrılıyorum. Varlığınız, vefanız, yurtseverliğiniz, vicdanınız ve sağduyunuz, tesellim ve güvencemdir.
Birliğinizi, dirliğinizi ve hakkınızı koruyun.
Beni unutabilirsiniz. Ama Milli Mücadeleyi, Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl kurulduğunu, devletimizin kuruluş amacını ve niteliklerini, devrimlerin gerekçesini, aklın önemini, gerçek yol göstericinin bilim olduğunu unutmayın. Tersi duraklama, gerileme ve sonunda yıkımdır.
Türkiye’nin geleceğinin aydınlık ya da karanlık olması sizin elinizde.
Bunu hiç unutmayın.
Hepinizi sonsuz sevgiyle kucaklıyorum.
Allahaısmarladık.

EKRAN yavaş yavaş karardı. Görevli spiker ağladığı için programı zorlukla kapatabildi.
ATATÜRK SONSUZLUĞA DÖNMÜŞTÜ


Her fırsatta, “ATATÜRK GERİ DÖNME, ARAMIZDA KAL!” diye bağırıyorlardı.

Bıçak hekimin elinde can kurtarır, katilin elinde can alır. Din de öyle. Dindarın, yurtseverin ve insaflının elinde mutluluktur, huzurdur, sevgidir; yobazın, cahilin ve din sömürücüsünün elinde baskıdır, bölünmedir, fitnedir, son aşamada kandır.

Bir polisin demeci gazetelerin birinci sayfalarında yer aldı:
“Biz tıpkı ordu gibi halkın ve devletin polisi olmak istiyoruz. Bir iktidarın, bir partinin, bir siyasi görüşün polisi olmak istemiyoruz. 50 yıl önceki polisler gibi olmak istiyoruz. Çocukların polis amcası, gençlerin polis kardeşi- ağabeyi, yaşlıların “memur bey”i olmak istiyoruz. Bunu yalnız halkın değil, bizim de özlem ve ihtiyacımız var.”

Arkadaşlarım!
Nutuk’un sonunda yeni Türkiye’yi gençlere emanet etmiştim. Bu gençler elbette ırkçı, şeriatçı, ümmetçi, Osmanlıcı, bölücü, Batı ya da Doğunun gözü kapalı hayranı, bilgisiz, onun bunun oyuncağı gençler değildir. Bu gençler, bu devletin değerini ve anlamını bilen, halkını çıkarından çok seven, hukuka, bilime, sanata, emeğe, çağdaş gereklere ve insanlığa saygılı, demokrat, bilinçli, bilgili, uyanık, çalışkan, sorumluluk duygusu olan, geleceğe hazırlıklı, hayata pozitif bakan, gerçekçi, bedence ve ruhça sağlıklı, yurtsever gençlerdir.

Rahmetli annemle ve doğrudan şahsımla ilgili utanmazca yalanların üstünde durmayacağım. Bunlara cevap vermeyi vefalı milletimin çocuklarına bırakıyorum.

18 Nisan 1920’de İstanbul Hükümetinin Maarif Nazırı yani Eğitim Bakanı, okul kitaplarında TÜRK sözcüğünün kullanılmasını yasaklar.
… İçlerinden biri şöyle sızlanacaktı:
“Yahu, ne sıkı yönetim ilan edildi, ne olağanüstü hal. Ne tutuklama var, ne tehdit. Adam sadece konuşuyor ve biz iki gündür rüzgara tutulmuş kavak ağaçları gibi titriyoruz. Neden?”
Oysa nedenini iyi biliyordu.
Yıllardan beri yalanla, dolanla, safsatayla tarihin ırmağını tersine çevirmeye çabalayıp durmuşlardı.
Sonunda tarih isyan etmişti!
Vahidettin’in Rauf Orbay’a söyledikleri:
“Millet koyun sürüsü. Bu sürüye bir çoban lazım. İşte o da benim!” (16.03.1920)
…Ankara ve İstanbul Üniversiteleri Atatürk’e, Cumhuriyet’e, bağımsızlığa ve laikliğe bağlılık bildirileri yayımladılar. Bunu öteki üniversiteler ile ardarda bütün kurum ve kuruluşların, odaların, derneklerin bildirileri izledi. Atatürk arkadaşlarına şöyle dedi:
“ÖYLEYSE TÜRKİYE NİYE BU HALDE?”
Kırk dakika sonra, üyelerin topluca imzaladıkları tutanak Çankaya’ya fakslandı.
Evet, Atatürk geri dönmüştü.
Saat 13.20’yi gösteriyordu
Ruşen Eşref, yaprak gibi titremekte olan kurul üyelerine bilgi verdi.
“Hepimiz dünyadan ayrıldığımız yaştayız. Atatürk’de öyle. Bazı gelişimler ve son zamanlarda kendisine duyduğunuz özlem üzerine kısa bir süre için bizlerle birlikte geri dönmeyi arzu etti. “
Polis, gençlerin önünde zincir oluşturmuş, tezahürat yapmaya yeltenenlere, üniversite öğrencisi ve Cumartesi Annesi muamelesi yapıyordu. Otelin kapısının önünde, iki sıra halinde, askeri araçlar sıralanmıştı. Kapıyı görmek mümkün değildi.
“Atatürk yeniden Samsun’da!” diye çığlık atıyorlardı.
Vali vekilinin de tepesi attı. Arabasını durdurup sinir içinde dışarı fırladı, “Siz deli misiniz?” diye bağırdı, “… Atatürk yıllarca önce öldü. Ankara’da, Anıtkabir’de yatıyor. Ölmüş biri yeniden Samsun’da nasıl olur?”
Öfkeden morarmış vali vekilini birdenbire karşılarında gören öndeki gençler şaşırıp sustular. Arkada duran sıska bir kız itiraz etti:
“ATATÜRK ÖLMEZ!”
Bu devletin temeli hiç kuşkusuz Milli Mücadele ye dayanır. Özünün, amacının ve felsefesinin dayanağı da, kaynağı da, Milli Mücadele’dir. Bu nedenle bu benzersiz mücadele okullarımızda çocuklarımıza, doğru, yeterli ve güzel anlatılmalı ve öğretilmelidir. Ama gelişimden belli ki uzun yıllardır doğru, yeterli ve güzel anlatılmıyor ve öğretilmiyor. Aynı şeyi üniversitelerdeki zorunlu inkılap tarihi dersleri için de söyleyebiliriz. Dersine iyi çalışmamış öğretim üyelerinin çocuklarımızı bu konudan bıktırıp soğuttukları bir gerçektir
Tahtını koruyabilmek için işgalci İngilizlerle işbirliği yapan son Padişah Vahidettindir. Vahidettin’in hain olduğunu anlamak için biraz tarih bilgisi ile ortalama bir zeka ve sağduyu yeter.
Ey sevgili gençler!
Dünü bilmeden, bugünü değerlendiremezsiniz, yarını göremezsiniz.
Tarihinizi öğrenin!
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Ancak kafası hurafeyle dolu cahil insan yobaz olur,
Aklını ve vicdanını kullanmadığı için yobazı yönlendirmek kolaydır ; insanlıktan kolayca çıkar, şunun bunun emriyle hareket eden vahşi bir alete dönüşüverir..
Müslümanlık başı örtmekten mi ibaret? İman, baş açılınca gidecek kadar zayıf, uçucu bir duygu mudur?
Yoksa iman akılda ve yürekte midir?
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Milli mücadele, silahlı ve silahsız emperyalizm ile işbirlikçilerle ve köhne rejim ve çağdışı anlayışla mücadelenin adıdır. Bu mücadele haklı olanın zaferiyle sonuçlanmıştır.
Korkutmak! İşte terbiyenin temel taşı.
‘Uslu otur!’ ihtarı, yavrunun fitri ve lüzumlu her hareketini köstekleyip içindeki fışkırmak cevherini körleştiren ikinci bir haşhaştır.
Türkiye’de yalnız toprak değil, zevk ve görgü erozyonu da var.
“Biz 80 yıl önce her türlü zinciri kırıp atmıştık. Kim geçirdi bu kara zincirleri süs diye Ankara’nın boynuna?”
Şu benzi solmuş, gözleri içeri kaçmış insancıklar kim? Hastaları böyle yola dizmeye ne gerek vardı?
“Efendim, onlar hasta değil, memur ve işçi vatandaşlarımız.”
Atatürk Salih Bozok’a eğildi, “Şu gönlü yüce millete bak.. Kendi yarı aç, yarı tok yaşıyor, temsilcilerini ve yöneticilerini petrol kralları gibi yaşatıyor.” dedi.
Birçok çetecinin, askerlerden daha donatımlı olduğunu, Eski fotoğraflara bakarak anlayabilirsiniz. Ama çarıklı subayı da, çıplak ayaklı eri de, sanki tam donatımlıymış gibi vekar ve gurur içindeydi. Heybetinin sırrı bu yoksulluğu ve gururundan saklıdır.
Bunlar demokrasiyle yönetilen, sorunu bol bir ülkenin partilerine benziyorlar mı? Parti içi demokrasi söz konusu mu? Araştırma-inceleme birimleri var mı? Örgütleri ile halk arasında kan dolaşımı oluyor mu? Tüm Cumhuriyet partilerinin liderleri küçük birer padişahları andırmıyorlar mı?
Milletvekilleri halktan mı korkup çekiniyorlar, yoksa liderlerinden mi? İçlerinde vaatlerini tutan, kovalayan, halka dönüp bilgi ve hesap veren kaç kişi var? Meclis’e devam ediyorlar mı? Bilgi ve üslup düzeyleri, konularına ve görevlerine yakışıyor mu?
Tarih, nasılsa öyle korunur, korunmazsa tarih olmaktan çıkar.
Bir tek şehidimizi bile unutmaya hakkımız yok.
Ey sevgili gençler!
Dünü bilmeden, bugünü değerlendiremezsiniz, yarını göremezsiniz.
Tarihinizi öğrenin!
Ancak kafası hurafeyle dolu cahil insan yobaz olur,
Aklını ve vicdanını kullanmadığı için yobazı yönlendirmek kolaydır ; insanlıktan kolayca çıkar, şunun bunun emriyle hareket eden vahşi bir alete dönüşüverir..
Vahdettin ‘in, yeğeni Sami İle İngiliz Yzb. Armstrong’ a yolladığı mesajı :
Ben İngiltere’nin dostuyum. Ne isterseniz vermeye hazırım. Halbuki siz Ankara ‘dan bir şey alamazsanız..
Halife olmak haysiyetiyle daima sizin tarafınızı tutarım. Çünkü siz müminlerin savunucususunuz.
(Haziran 1922)
Tahtını koruyabilmek için işgalci İngilizlerle işbirliği yapan son Padişah Vahidettindir. Vahidettin’in hain olduğunu anlamak için biraz tarih bilgisi ile ortalama bir zeka ve sağduyu yeter.
Kısacası ölüyorduk, dirildik; kulduk, vatandaş olduk; yarı sömürgeydik, tam bağımsızlığa kavuştuk; çağdışıydık, çağı yakaladık; dünyaya kapalı bir toplumduk, dünyaya açıldık; ikinci sınıf bir devlet muamelesi görürken, milletler ailesinin eşit bir üyesi olduk; her yerde ve her düzeyde saygı gördük; uygar dünyanın kamuoyu karşımızdaydı, yanımızda yer aldı; milli ekonomi ve planlı kalkınma dönemini açtık; Batı on yıl tek kuruş kredi vermediği halde, dürüst ve bilinçli bir yönetim sayesinde sanayi dönemini başlattık; birçok fabrika kuruldu; Osmanlı Devleti borca batıktı, bütün borçlarını son kuruşuna kadar ödedik; kıt kanaat geçindik ama tüm yabancı kurumları ve demiryollarını millileştirdik; yeni demiryolları yaparak yurdun batısıyla doğusunu, kuzeyiyle güneyini birleştirdik; sanata, kültüre, spora büyük önem verdik; onurlu, bağımsız bir dış politika izledik; bütün komşularımızla dostça ilişkiler kurduk.
Yobaz Kimdir? Nedir? Nasıl hareket eder?

Konya İsyanı:

“Delibaş Mehmet, azımsanmayacak kuvvetiyle, 3 Ekim 1920 Pazar sabahı Konya’ ya girdi. Konya ’da askeri birlik yoktu; birlikler Afyon’daydı İdareciler, Alaattin tepesinde hazırlanan savunma hattının gerisine çekilmişlerdi. Mahallelerde tellallar dolaştırarak, ‘Halifesini, Padişahını, şeriatını seven bizimle olsun’ çağrısı ile Konya halkını kendisine katılma ya davet etti. Postaneyi basarak haberleşmeyi kesti, hapishaneyi boşalttı, hükümet konağını ele geçirdi. Şimdi sıra ibret-i âlem için öldürülecek Kuva-yı Milliyecilere gelmişti. Listenin başında, şimdi aramızda bulunan Konya Müdafaa-yı Hukuk Derneği Başkanı, ünlü Sivaslı din bilgini Ali Kemali Efendi vardı. Delibaş, Ali Kemali Hoca ‘nın evine silahlı bir güruh yolladı. Eve dolanlar, uyarılara rağmen saklanmayan Ali Kemali Hoca ‘nın üzerine yürüyüp sürükler gibi götürdüler. Ali Kemali Hoca ’yı, yolda türlü hakaret, darbe, itme kakma içinde Abdürrahim Hanına getirdiler. Delibaş, ‘Haydi gelsin de M. Kemal Paşa kurtarsın seni, Halife düşmanı! Sarığından, sakalından utan!’ dedi.

Ak sakalı kan içinde kalmış olan Hoca, sükünetle ve sadece, ‘Yarabbi! Sen bu cahil insanlara insaf hissi ihsan ve onları af et!’ diye cevap verdi.

Hoca ‘yı ikindi üzeri Piri Mehmet Paşa camiine yine sürükleyerek götürüp kapattılar. Hoca geceyi ibadetle geçirdi. Sabah camiden alınarak sorguya çekilmek üzere Arslanlı KışIaya götürüldü. Asiler yolda Hoca ‘yı mütemadiyen dipçikliyor, ‘Nutuk verirsin ha millicilere asker toplarsın ha Halifeye karşı gelirsin ha Ankara ‘dakilerin burada başı olursun ha ’ diyorlardı. Yaşlı Hoca’nın bedeni, bu kadar zulme dayanamadı, yolun yarısında, son bir dipçik darbesi ile yere serildi. ‘Ben sizleri affettim. Çünkü ne yaptığınızı bilemeyecek kadar cahilsiniz. Allah da sizi affetsin ’ dedi ve son nefesini verdi. Hoca ‘nın naaşını da rahat bırakmadılar. Utanmadan soydular, bir araba ile getirip hükümet meydanına attılar.

Şu vahşete bakınız!

Yobaz bu işte!

Bu emrin başı VATAN HAİNİ! Bu Fetvaları verenler en ala Dinsiz.. Uygulayanlar ise kudurmuş yobazlardır !!

Bolu isyanı:

“2 Mayıs 1920 günü, Ankara’ya karşı ayaklanan Düzce asileri Bolu ’ya yürüdüler. Bu saldırıya Bolu ve Düzce’ye yakın bazı köyler de katılmıştı. 3 Mayıs sabahı her taraftan şehre saldırdılar. Binbaşı İhsan’ı şehit etiler. Birkaç çapulcu koşuşarak onu soydu, şehidi çıplak halde sokak ortasında bıraktılar. Ellerine geçirdikleri askerleri, eski lise binasının kırık camları ile kestiler ve korkunç işkencelerle öldürdüler. Bolu’da kalan (Devrekli) Abdülkadir adında çok genç bir subayı da soyarak ve işkence yaparak Bolu sokaklarında dolaştırdılar. Bıçakla vücudunu delik deşik ettiler ve belediye önüne attılar. Genç subayın çok yarası vardı ama ölmemişti. Ertesi gün subayın kıpırdadığını pencereden gören bir doktorun hanımı kocasına haber verdi. Doktor, sabahın tenhalığından faydalanarak subayı memleket hastanesine kaldırttı. Fakat kudurmuş asiler durumu öğrendiler ve derhal hastaneye gelerek subayın boynuna bir ip geçirdiler ve sokaklarda sürükleyerek öldürdüler, ‘İşte Şeyhülislamın fetvasının hükmü yerine geldi! ’ diye bağırdılar. ”

İYİ OKUYUN !!!!

4) 12 Nisan 1920 günü Osmanlı Meclisi, Vahidettin’in yazılı emriyle kapatılır ve tarihe gömülür.

5) 13 Nisan 1920’de ilk olarak Düzce ve Bolu’da isyan çıkar. Bunları ardarda yeni isyanlar izleyecektir.

6) Milli Mücadele ’yi söndürme tutkusu içindeki Damat Ferit 17 Nisan 1920’de Yüksek Komiser Amiral de Robeck’e, ‘milliyetçilere karşı Kürtlerin kullanılmasını’ önerir. lt; lt; lt; lt; #8212; #8212;

7) 18 Nisan 1920’de, bir hükümet kararnamesiyle milliyetçilere karşı kullanılmak üzere Kuva-yı İnzibatiye adı verilen silahlı birlik kurulur; aynı gün İstanbul hükümetinin Maarif Nazırı yani Eğitim Bakanı, okul kitaplarında Türk sözcüğünün kullanılmasını yasaklar.

8) 23 Nisan 1920’de, Ankara ’da TBMM’nin açıldığı gün, İstanbul’da da Milli Mücadele liderlerinin yargılanmaları için iki Divan-ı Harp kurulur.

9) 28 Nisan 1920’de, Milli Mücadele ‘yi söndürmek için İstanbul’da bir de Umumi Müfettişlik kurulur ve başına, çoktan emekli edilmiş olan saraya bağlı eski bir paşa getirilir. Olup bitenleri izlemekten ve değerlendirmekten aciz paşa ilk iş olarak bir yazıyla TBMM’ni dağıtmamızı isteyecektir!

10) Divan-ı Harp 11 Mayıs 1920’de, benim ve birkaç arkadaşımın idamına hükmeder. Bunu asker ve sivil Milli Mücadele önderleri, komutan ve subayları, hatta Ankara ’nın Din İşleri Bakanı ile hain fetvaya karşı fetva veren gerçek dindar Ankara Müftüsü hakkındaki idam cezaları izleyecek, hepsi Vahidettin tarafından onaylanacaktır.

3) İstenilen doğrultuda fetva vermeye razı olan, bunun üzerine Vahidettin tarafından Şeyhülislamlığa atanan Dürrizade Abdullah, 11 Nisan 1920 günü fetvaları imzalayıp ilan eder.

Bu hain fetvaları şöyle özetleyebiliriz: “Padişahtan izinsiz olarak istilacılara karşı direnen milliyetçileri tek tek ya da topIu olarak öldürmek, din gereği ve görevidir. Bu uğurda ölenler şehit, öldürenler gazi sayılır.

Böylece İstanbul yönetimi, istilayı ve kıyımı durdurmak için canlarını siper eden Kuva-yı Milliyecilere ve askerlere karşı dinsel nitelikli bir iç savaş açar, safdil ve cahil halkı cinayete ve ihanete davet eder.

Fetvalar ve hükümet bildirisi, İngiliz, Fransız ve Yunan uçaklarıyla Anadolu ’ya atılır, işbirlikçi gazetelerde yayımlanır, konsoloslar, İngiliz subayları, azınlıklar ve ajanlar vasıtasıyla dağılır. Bunun üzerine bir kısım halk, milliyetçilere karşı ayaklanır, Anadolu yangın yerine döner.

2) Hükümet 11 Nisan günü, işgalcilerin isteğini yerine getirir, milliyetçileri ve liderlerini suçlayan bir bildiri yayımlar. Bildiride Milli Mücadeleciler, çıkarcıar, bozguncular, asiler, vatan hainleri, millet düşmanları diye nitelendirilmekte, asker ve para toplamanın yasalara ve Tanrı buyruklarına aykırı olduğu ileri sürülmektedir.
1) Damat Ferit 7 Nisanda ingiliz Y. Komiserini ziyaret eder, bazı isteklerde bulunur ve amacını açıklar. Bu tutanağın özetini vermiştim, şimdi tamamını aktarıyorum:

”Ferit Paşa, milli hareketi bastırmak programıyla başa geçtiğini belirterek, bu hareketin liderlerine karşı, Padişahın manevi nüfuzundan başka, silah kullanmak kararını açıkladı,

Bandırma bölgesinde Anzavur’dan başka, İzmit, Bolu, Trabzon, Kayseri ve Elazığ taraflarında bazı kişilerin, milliyetçilere karşı sevk edilebileceğini söyledi, Hükümetin Anzavur’u paşa/ığa yükselttiğini belirtti, Anzavur kuwetleri için silah istedi,

Milliyetçiler aleyhine yayımlanacak bildiri ile fetvaları, uçakla Anadolu’ya dağıttırmak için yardım istedi. Anadolu’ya gizli ajanlar yollanması için Y. Komiser yardım vaadetti, Ferit Paşa, tamamiyle İngilizlere uygun bir yol izleyeceğini söyledi. ”

– gt; gt;Yıllar içinde Türkiye ’de biri doğru, biri sahte, aynı zamana ait iki ayrı tarihe inanan iki kitle oluştu.
– gt; gt;Yakın tarihimizle ilgili hiçbir milli gün birlikte ve içtenlikle kutlanamıyor, milli değerler paylaşılamıyor. – gt; gt;Özellikle imam okullarında ve Kur’an kurslarında sahte tarihe inandırılan ve olaylara o bilgiyle bakan yüzbinlerce gencin bir bölümü yaşça olgunlaşarak, idarede, siyasette, ticarette, hukukta, kültür hayatında söz sahibi oldular.
– gt; gt;Bu kimseler milletimizin ve devletimizin yakın geçmişinden ve yaşanan gerçeklerden neredeyse bütünüyle habersizler. Beyinleri yalanlarla, masallarla yıkanmış. Bunların, o masalların ve o masalları uyduranların etkisiyle, açık söyleyemeseler bile, Türkiye Cumhuriyeti’ni adım adım bir din devletine dönüştürmek ham hayalini paylaşıp desteklediklerini, ümmetçiliği uyandırmaya çalıştıklarını kim reddedebilir?
Vahidettin’i övmek ve aklamak için bir değil, bin tane kitap yazılsa, bu acı, utanç verici gerçekler değişmez.

Biri Vahidettin’in Hain olmadığını ileri sürüyorsa, bunun üç anlamı var demektir:

1- Milli mücadele tarihini iyi bilmiyor,
2- Osmanlı Devleti’ne ve hanedanına vefa duyuyor,
3- İdeolojisi dolayısıyla Milli Mücadele’ye karşı.

Bunlar, Vahidettin, Damat Ferit ve ayakdaşları gibi düşünen ve o bitik, çürümüş, çağdışı düzeni özleyenlerdir.

Ama Milli Mücadele ’yi yok sayamadıkları için iki şey yapıyorlar:

– gt; gt; Ya Milli Mücadele’ nin şerefini Vahidettin’ e yazmak için akla ve iz ’ana aykırı, gülünç masallar uyduruyorlar,

– gt; gt; Ya da Milli Mücadele’ yi küçültmek, sulandırmak için yırtınıyorlar. Bu ikinci tutuma başka amaçlarla bazı solcu yazarlar da katılıyorlar.

Yazık ki bu dayanaksız, kanıtsız, belgesiz, uyduruk iddiaalar etkisiz kalmıyor. (!)

“Vahidettin olmasaydı Türk İstiklal Savaşı olmayacak ve kurtuluş sağlanamayacaktı. ”

“Sultan Vahidettin Anadolu’da bir direniş hareketi düşünüp bunu tepesindeki işgal kuvvetlerine rağmen en dikkatli şekilde planladı. ”

‘Anadolu’da kurtuluş hareketinin başlamasının bir numaralı kahramanı Sultan Vahidettin ’dir.

Bu kadar zırva yeter.

Vahidettin ’in kendisi, 1923’te yayımladığı beyannamesinde bu masalları yalanlıyor, Milli Mücadele’ye karşı olduğunu açıklıyor. Ama sahte tarih imalcileri Vahidettin ’in bu açıklamasını bilmezlikten geliyorlar.. Böylece geri getirmek istedikleri çağdışı düzeni savunabilmek için o düzenin son temsılcisi Vahidettin ‘in ihanetini örtbas etmeye, tersine çevirmeye, Milli Mücadelecileri küçük düşürmeye çabalıyorlar. Bu masalları gençlerimize yayıyor, gerçekmiş gibi işliyor, beyinlerini yıkıyorlar.

Vahidettin’in yerine Halife seçilen Abdülmecit şu demeci verir:

O hain yalnız vatanımıza hıyanet etmedi, hanedanımızın şerefiyle de oynadı. Artık vatandan da, hanedanımız sicilinden den de kovulan bu adamdan bahsetmeyelim.

(Haine, hain demek kadar doğal bir şey yoktur )

Vahidettin ’in General Harington’a gönderdiği mektup:

‘İstanbul’da hayatımı tehlikede gördüğümden, İngiltere devlet-i tahimesine iltica (sığınır) ve bir an evvel lstanbul’dan mahall-i ahara naklimi (başka yere götürülmemi) talep ederim efendim.” (16 Kasım 1922)

17 Kasım 1922 sabahı İstanbul’dan Malaya adlı İngiliz gemisi ile gizlice ayrılacak, kaçtığı, öğle üzeri bir ingiliz bildirisi ile açıklanacaktır.

Vahidettin, 25 Mart 1922 günü de Sadrazam Tevfik Paşa’yı gizlice Rumbold’a yollar. Rumbold’un bu görüşmeyle ilgili raporundan bazı bölümler:

‘İngiltere ile Türkiye arasında bir anlaşma aktedilecektir. Anlaşma gereğince Türkiye, bütün milletlerin yararına, tarafsız olarak Boğazların serbestliğinin korunmasını İngiltere’ye verecektir. İngiltere bu amaçla kendi askerlerini ya da Türk jandarmasını kullanabilecektir. Türk hükümeti, Türk jandarmasını İngiltere’nin emrine verecektir. Hatta Boğazların serbestliğinin korunmak için gereken toprak şeritinin idaresini de İngiltere’nin eline verecektir.

İngiltere’nin Hilafetin hamisi ve ortağı olduğunu Islam dünyasına beyan edecektir. (25 Mart 1922)

Y. Komiser Rumbold’un raporunun özeti:

“Sultan, Roma, Paris ve Londra ’da görüşmelerde bulunmak için İstanbul’dan geçerek Avrupa’ya giden Ankara Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Tengirşenk’in çantasından 6 gizli belgeyi çaldırarak fotoğraflarını çektirmiş ve bir saray görevlisi ile Yüksek Komiserliğe ulaştırmıştır.” (7 Mart 1922)

Milli Mücadele’yi planlayıp başlattığı iddia edilen şu Padişahın İngilizlere yaranmak için düştüğü hale bakınız!

Amiral de Robeck’in raporu: ‘

“Damat Ferit, “ingiltere’nin, Türkiye ’de düzenin yeniden sağlanmasına yardımcı olması şartı ile Padişahtan aşağıya doğru herkesin, Sevres Andlaşması ’nın imzalanmasına taraftar olduğunu’ söyledi.” (16 Temmuz 1920)

Amiral de Robeck’in raporu: “(Sevres Andlaşması’nın imzasından sonra Vahidettin ’in Amiral de Robeck’e söyledikleri) Sultan, içinde bulunduğu ânı, mesut geleceklerin ışıklı bir başlangıcı olarak kabul ettiğini söyledi. Macera düşkünü bir avuç insan tarafından memleketin felakete sürüklendiğini acı bir dille şikâyet etti.”

(21 Ağustos 1920)

Vahidettin ’in Damat Ferit’i görevlendirme yazısından:

“(Milli Mücadele’yi kastederek) Bu isyan halinin devamı, Allah saklasın, korkunç hallere sebep olabileceğinden, bu kargaşalıkların bilinen düzenleyicileri ve kışkırtıcıları hakkında kanun hükümlerinin uygulanması bütün ülkede asayiş ve düzenin sağlanıp sağlamlaştırılması için gereken önlemlerin hızla ve kesinlikle alınıp tamamlanması .. kesin isteklerimizdendir.” (5 Nisan 1920)

Yüksek Komiser Amiral Calthorpe’un raporundan:
“Padişahın yalnız kendi kişisel güvenliğini düşündüğü ” (6 Haziran 1919)

Vahidettin’in Erzurum Valiliğine atanan Reşit Paşa ‘ya söyledikleri:
“(Kuva-yı Milliye’yi kastederek) Birtakım Celali eşkıyası türedi ise de bunlar imha (yok) edilecektir ” (1919 Temmuz sonu)

Yüksek Komiser Amiral de Robeck’in raporundan: “Sultan, Ingilizlerin, kuvvet kullanarak milliyetçileri durdurmalarını istedi. ” (30 Eylül 1919)
Amiral de Robeck’in raporu: “Sultan kendisini bize teslim etti.” (15 Aralık 1919)

Türkiye ‘yi İngiliz sömürgesi haline getirmeyi öngören proje:

1) Ermenistan, [Doğu Anadolu’dan verilecek topraklarla] bağımsız veya özerk bir Ermeni Cumhuriyeti haline getirilecektir.

2) İngiltere, Türkiye’nin dışa karşı bağımsızlığını korumak ve iç asayişi sağlamak için gerekli gördüğü yerleri 15 yıl süreyle işgal edecektir.

3) Osmanlı bakanlıklarında gerekli görülen yerlere İngiliz müsteşarlar tayin edilmesi kabul edilecektir.

4) İngiltere her il’e bir başkonsolos tayin edecek ve bunlar, 15 yıl müddetle valinin müşaviri olarak görev göreceklerdir.

5) Belediye ve parlamento seçimleri, İngiliz konsoloslarının kontrolleri altında yapılacaktır.

6) İngiltere, devlet merkezinde ve illerde maliyeyi sıkı bir kontrole tâbi tutmak hakkına sahip olacaktır.

Aslında Vahidettin hakkında hüküm vermek için bu tek belge yeterlidir.

Özledikleri düzenin son temsilcisi olan Vahidettin’i temize çıkarmaya çabalayanlar, bu ve benzeri belgeleri yok sayıyor, okurlarını sahte tarihler, masallarla kandırıyorlar.

Bazı yazarlar, Vahidettin’in İngiliz dostluğu aramasını siyaset ya da içtihat olarak nitelendiriyoılar. Böyle çetin bir dönemde bir devletin dostluğunu aramak anlaşılır bir şeydir. Ama bir devletin dostluğunu aramak ile bir devlete bütünüyle teslim olmak, ordusunu teslim etmek arasında çok derin bir fark var. Bu farkın boyutlarını göreceğiz. Devam ediyorum..

Yüksek Komiser (Büyükelçi) Amiral Calthorpe’ un raporu:

“Padişah bütün ümidini İngiltere’ ye bağladığını, ingilizlerin istediği her kişinin tutuklanıp cezalandırılmasını ağlamaya hazır olduğunu İngiliz Yüksek Komiserliğinden gelecek herhangi bir işarete göre davranmaya hazır olduğunu bildirmiştir. (10 Ocak 1919)

Yüksek Komiser Yardımcısı Amiral Webb ‘in mektubu: “Padişah bizi buraya yerleştirmek istiyor.” (19 Ocak. 1919)

Amiral Calthorpe’un raporu; “Padişah Türkiye’de yerleşmemiz için pek arzulu.” (19 Ocak 1919)

Yeni Yüksek Komiser Amiral de Robeck’in raporunun özeti:

Damat Ferit, ‘Padişahın bugün takip ettiği gayenin, Osmanlı hükümetini, İngiltere devletine mutlak bir teslimiyetle bağlamak olduğunu’ söyledi ve Sultanla birlikte hazırladıkları gizli bir projeyi verdi. (Ziyaret tarihi 30 Mart 1919, rapor tarihi 3 Nisan 1919)

Proje Maddeleri bir sonraki alıntıda . #8212; gt; gt; gt; gt; gt; gt;

Kendisini 1917 Aralık ayında birlikte Almanya’ ya gittiğimiz sırada tanımıştım. O zaman veliahttı. ilk önceleri üzerimde ‘zavallı, talihsiz, acınacak biri’ izlenimi bırakmıştı.

Hareket edeceğimiz gün garda tören birliğini selamlaması gerektiğini hatırlattım. Askerin önünden geçerken, ‘iki elleri yukarda’, normal olmayan şuursuz bir selam vererek yürüdü. Osmanlı tahtının veliahtı, bir tören birliğini selamlamayı bile bilmiyordu.

*Gezmediği için memleketini tanımaz. Temas etmediği için milletini bilmez.
*Hastalıklı, sinirli, çabuk heyecanlanan, kuruntulu, kuşkucu, yılgın, korkak bir yapısı var.
*Önemli anlarda heyecandan bayılır.
*Hükümdarlığın hükmetmek olduğunu sanır.
*Hâlâ mutlakiyetçi saltanattan yanadır. Dolayısıyla Meclis ‘e karşıdır.
*İttihat ve Terakki Partisi ‘ne düşman, İngilizci ve dinci Hürriyet ve İtilaf Partisi’ne eğilimlidir.

Mütareke dönemi boyunca, sarayından çıkmamış, el altından İngilizlerle kurduğu ilişkiyi sürdürmüş ve Türkiye bin’bir olayla sarsılıp çalkalanırken, halkının ciddî hiçbir acısını ya da sevincini paylaşmamış, bunu belirtecek tek bir jest yapmamış, bir tek açıklamada bulunmamıştır.

Kısacası, bilgisi, görüşleri ve kişiliği ile bu çok kritik dönemin gerektirdiği niteiiklere sahip olmayan, bencil, yetersiz, ürkek ve zayıf bir devlet başkanı.

Şimdi, eski, yeni bütün siyasetçilere, yöneticilere ve bunlara destek verenlere soruyorum. Tarihten hiç mi ders almadınız? Elli yılda devleti ve milleti bu hale getirmeyi nasıl başardınız? Milli Mücadele ‘ye, Cumhuriyete, çağdaşlığa, laikliğe, dolayısıyla demokrasiye, aydınlanmaya karşı olan bu kafalar ve bu kalemler, neden ve nasıl yeniden üredi ve türedi?

Düşünün!

Kısacası ölüyorduk, dirildik; kulduk, vatandaş olduk; yarı sömürgeydik, tam bağımsızlığa kavuştuk; çağdışıydık, çağı yakaladık; dünyaya kapalı bir toplumduk, dünyaya açıldık; ikinci sınıf bir devlet muamelesi görürken, milletler ailesinin eşit bir üyesi olduk; her yerde ve her düzeyde saygı gördük; uygar dünyanın kamuoyu karşımızdaydı, yanımızda yer aldı; milli ekonomi ve planlı kalkınma dönemini açtık; Batı on yıl tek kuruş kredi vermediği halde, dürüst ve bilinçli bir yönetim sayesinde sanayi dönemini başlattık; birçok fabrika kuruldu; Osmanlı Devleti borca batıktı, bütün borçlarını son kuruşuna kadar ödedik; kıt kanaat geçindik ama tüm yabancı kurumları ve demiryollarını millileştirdik; yeni demiryolları yaparak yurdun batısıyla doğusunu, kuzeyiyle güneyini birleştirdik; sanata, kültüre, spora büyük önem verdik; onurlu, bağımsız bir dış politika izledik; bütün komşularımızla dostça ilişkiler kurduk.
Saltanatı kaldırıp cumhuriyeti ilan ettik; dinle devleti birbirinden ayırdık, laikliği benimsedik; inananları, Allah’ı ve inancı ile baş başa bıraktık; dinin, siyasete alet edilmesini engelledik; tarikatları, tekkeleri, dergâhları, çağın çok gerisinde kalmış olan medreseleri ve dinsel mahkemeleri kapattık; eğitimi millileştirip çağın ve ülkemizin gereklerine göre düzenledik, bize özgü eğitim ve kültür kurumları kurduk; ümmet döneminden millet dönemine geçtik; akla ve vicdana özgürlüğünü verdik, bilimin önünü açtık, aydınlanmayı başlattık; son yüz elli yıl içinde iliğimize işlemiş olan aşağılık duygusunu yendik; kadınlar yarı köle durumundaydı, kadın-erkek eşitliğini sağladık.
Birinci yol, TBMM ’ni ve Ankara hükümetini dağıtıp yeniden İstanbul yönetimine bağlanmaktı. İstanbul yönetimi bunu bekliyor ve istiyordu. Ama bu kafa ve vicdanlarla nereye vanlabilirdi? Uzun uzun düşünmeye gerek yok. Nereye varılabileceğini Osmanlı Devleti’nin son 150 yılı ve Milli Mücadele yılları açıkça göstermektedir. Bu kafanın ve vicdanın Sevres Andlaşması’nı imzalamış olduğunu, Ankara ‘ya kabul ettirmek için de çabaladığını hatırlamak yeter.

İkinci yol ise, yüz binden fazla asker ve sivil kayıp vererek, dört yıl gözyaşı, göz nuru, ter ve kan dökerek kavuştuğumuz bağımsızlığımızı bir daha yitirmemek, bu acı günleri bir daha yaşamamak, bir daha ayak altında kalmamak, bir daha yenilmemek, ezilmemek, sömürülmemek, horlanmamak, insan gibi yaşamak için, kısacası hızla ilerlemek ve çağdaş uygarlığı paylaşmak için, yeni insanlardan oluşan yeni bir toplum ve yeni bir devlet kurmaktı.

Haklı olarak ikinci yol seçilmiştir.

Tarihi Çarpıtanlara, Yalan Tarih Yazan ve Onlara Bu İmkanı Veren Herkese Gelsin;

Şu onursuzluğa, şu kişiliksiziğe, şu millete güvensizliğe, şu kavrayışsızlığa, şu dar ve sığ görüşlülüğe, şu yalancılığa, şu cahilliğe, şu zavallılığa, şu alçaklığa ve şu hainliğe bakınız!

Bağımsızlık düşünce ve onurundan, milli duygu ve bilinçten bütünüyle yoksun, aşağılık duygusu içindeki bu zavallı, korkak, pısırık, uşak ve dilenci ruhlu, bencil, çözüm olarak vatan topraklarını peşkeş çekmekten utanmayan, milletin Irzına, namusuna, acısına böylesine kayıtsız olan bu insanlar gökten yağmadı, kendiliğinden böyle olmadı.

Yazar Refi Cevat Ulunay:
“Türkler kendi güçleri ile adam olamaz. İngilizler elimizden tutarak bizi kurtaracak. (21 Mayıs 1919)

“İstiklal diye bağıranlar kötü niyetlidir.” (31 Ağustos. 1919)

“Tek çarenin galiplerle uyuşmak ve anlaşmak olacağı, bu kafasızlarca ne zaman anlaşılacak?” (23 Mart 1920)

“Milli hareketi yok etmek, millet için var olma meselesidir O alçaklara karşı çıkanlar, dine, Halifeye, millete unutulmaz hizmette bulunmuş olacaklardır. (4 Nisan 1920)

“Yunanistan, kısa zamanda M. Kemal kuvvetleri denen çapulcuları tamamen tepeleyecektir. ” (8 Eylül 1920)

‘Anadolu ile değil Yunanistan’la anIaşmalıyız.” (15 Ekim 1920)

Edirne Te ’min gazetesinden:

“Müftü Hilmi Efendi, Selimiye camiinde, hürriyetin ve adaletin saygıdeğer temsilcisi olan Venizelos hazretlerinin sağlığı için güzel bir dua okumuş ve hazır bulunanlar şükran duygularını belirterek duaya katılmışlardır. (13 Ağustos 1920)

Yazar Hakkı Halit:

‘Ankara’nın istiklal-i tamcıları kimi aldatıyorlar? İstiklal-i tammın mümkün olmadığını bu beylerin, paşaların bilmeleri lazım. ” (16 Haziran 1921)

Yazar ve Nazır Ali Kemal: “Düşmanlar, teşkilat-ı milliyeden bin kere daha iyidir.

(23 Nisan 1920) “(Ankara’dakilerin) Yunanlılara hâlâ meydan okumalarına, çılgınlıktan başka bir sıfat verilemez. Yunanlılarla aramızda akılca da, ilimce de, kuvvet bakımından ve her açıdan bu kadar fark varken, onlarla muharebeye girişilemez. ” (7 Ağustos 1920) ‘

“(Kars’ın geri alınması üzerine) Demek ki işlemediğimiz bir hata kalmıştı. Ermenistan’a taarruz ile onu da tamamladık. ( ) Ankara yâranı nihayet meram/anna erdiler. Ermenistan’a yürüdüler. Kars’ı işgal ettiler. (17 Ekim! 11 Kasım 1920)

‘Avrupa ile başa çıkmayı asırlardan beri Asya’nın hangi kavmi (milleti) başardı ki biz başarabilelim?” (6 Şubat 1921)

Adana Renin gazetesinden:

“M. Kemal Paşa Anadolu ‘da bir hareket-i milliye vücuda getirmeye çalışıyor. Bu ne çocukça hayaldir. Bütün cihanın kuvvetine karşı, harpten ezilmiş olan zavallı Anadolu ’nun kuvveti ile kafa tutmanın ne hükmü olabilir?” (11 Ekim 1919)

Bir kağnı kolu yoldayken kadınlardan biri doğum yaparsa, çocuğa Zafer adı verilir. Ankara-İstanbul arasındaki gizli telgraf hattının parolası ‘zafer’dir. İstanbul’dan ticari malzeme diye gümrükten geçirilen silahlar, İnebolu’daki “zafer ticarethanesi’ne yollanır; zafer ticarethanesi, İnebolu İkmal Komutanlığının kapalı adıdır.

Zafere böylesine Özlem duyan ve inanan bir millet yenilir mi?

15 Mayıs 1919 sabahı, gazeteci HASAN TAHSİN, İzmir’e çıkan Yunan birliğinin sancaktarını alnından vurur (!)
20 Kasım 1918’de, birçok erkek kararsızlık içinde bocalarken, Kadıköylü kadınlar gazetelere şu bildiriyi yollarlar:

Milli haklarımızı ve namusumuzu koruyacak erkek yoksa, biz varız!

Konya isyanı öncülerinin halka söylediklerinden bir örnek:

Kim milliyetçilerle birlikte Yunana karşı giderse, şeran kâfirdir! (1920)

Konya ’nın 27 köyünün eşrafının, İngiliz temsilcisine başvurusu:
“Milliyetçileri ezmek için İngiliz hükümetinin bize yardım elini uzatması (23 Ekim 1920) ‘

İslamı Yüceltme Derneğinin bildirisi:
”Yunan ordusu Halife’nin ordusu sayılır. Hiç de zararlı bir topluluk değildir.’ Asıl kafası koparılacak mahlukat Ankara’dadır. (1920)

Cemiyet-i Müderrisin (Medrese hocaları derneği)bildirisinden:

Kuva-yı Milliyeciler kudurmuş haydutlardır. (!) (1920)

İstanbul Hükümetinin Balıkesir Mutasarrıfı Anzavur Ahmet:

“Padişah Yunanlılara karşı harp edilmesine razı değildir. Yunanlılar bizim dostumuzdur. Padişahın emir ve rızası hilafına olarak, onlara silah çekmek küfürdür, isyandır. (1920)

Gerede isyanı öncülerinden Divitli Eşref Hoca:

“İngilizlere meydan okuyoruz. Bu en büyük küfürdür.” (1920)

Konya’da isyan eden Delibaş Mehmet’in tellalı:

“Halifenin müttefiki olan İngilizler Pınarbaşı’na doğru geliyorlar. Onlarla birlik olup Kuva-yı Milliyecileri yeneceğiz!’ (1920) lt; lt; #8212;

Jandarma Genel Komutanı Kemal Paşa: “Yunanla çarpışmaktan vazgeçiniz. Zira bu teşebbüsünüz beyhudedir (boşunadır). (3 Ağustos 1919)

Fransız ve Ermenilere karşı güneyde direnişe geçilmesi üzerine İstanbul hükümetinin Adana Valisi Abdurrahman ‘ın demeci:

Ayaklanmak için sebep yoktur. Fransızlar bizim iyiliğimizi istiyorlar. (5 Kasım 1920)

Nazır Rıza Tevfik:
‘Anadolu direnişi bir blöftür. Avrupa medeniyeti Anadolu’yu bu zararlı haşereden temizleyecektir.(!) Hüküm galibindir..(!) Medeniyeti temsil eden İngiltere gibi bir devlete itiraz etmek küstahlıktır.(!) (1920)

İngiliz Muhipleri Derneği Başkanı, Adliye Nezareti Müsteşarı ve yazar gt; gt; gt; gt;Sait Molla: lt; lt; lt; lt;(!!!)
(İngiliz askeri ataşesine) İngiltere Osmanlı Devleti’nin yönetimine el koyarsa; saltanat ve hilafetin İngilizler elinde bulunduğunu gören Mısır ve Hindistan Müslümanlarının da İngiltere ’ye dost olmanın gereğine inanacakları..

(5 Mayıs 1919) . .“(Belediyelere genelge) İngiliz lt; lt; lt;mandası gt; gt; gt; istediğinizi bütün ltilaf temsilcilerine, hükümete ve gazetelere bildiriniz! (23 Mayıs 1919)

19 “Milli hareket boşa gitmeye mahkümdur.’ (1 -Mayıs 20) :))) (!!!!)

(Soysuzluk ve Hainlik’te Son Nokta .)

Hariciye Nazırı Sefa Bey:
“(İngiliz Y. Komiseri Rumbold’a) Hükümet Ermenilere toprak verilmesini kabul ediyor.. (29 Ocak 1921)

Adliye Nazırı Ali Rüşti’nin demeci:
“(Yunan ordusunun 22 Haziran 1920’de Bursa ve Uşak’a doğru harekete geçmesi üzerine) General Paraskevopulos’un ordusu, şimdi sürat ve şiddetle harekâta devam eyleyecek olursa, birkaç haftada Ankara surları önünde bulunacaktır. Yunan ordusunun başarısı için dua ediniz! Bu ordu, bizim ordumuzdur.” (12 Temmuz 1920) lt; lt; lt; lt; #8212; #8212;-

Sadrazam Salih Paşa:
“İngiltere’ye direnip durmak gereksiz ve tehlikelidir. (20 Ağustos 1921)

Hariciye Nazırı Mustafa Şerif Paşa:
“(İngiliz Ordu Komutanı General Milne ’e) Kendim, kabinedeki arkadaşlarım, Sultan ve geniş bir halk kitlesi adına katiyet ve ciddiyetle temin ederim ki umumun arzusu, İngiltere tarafından idare edilmekliğimizdir. (16 Aralık 1918)

Sadrazam Damat Ferit:
(Mr. Hohler’e) Bütün umudumuz Allah’ta ve İngiltere’de. (5 Mart 1919)

“(Amiral de Robeok’e) Programım milli hareketi silahla bastırmaktır. Anzavur kuwetleri için silah istiyorum.. Tamamiyle İngilizlere uygun yol izleyeceğiz.. ” (7 Nisan 1920)

“(Amiral de Robeck’e) M. Kemal’e karşı Kürtleri birlikte kullanalım. ” (28 Temmuz 1920) lt; lt; lt; Birileri Okusun

Veliaht ve son Halife Abdülmecit:
“Anadolu’daki hareket haince, cahilce ve canavarcadır.’ (8 Ağustos 1920)

“(Morning Post adlı İngiliz gazetesine demeci) Bizi kendi tarafınıza çekerek, Türk Halifesinin dini nüfuzunu, İmparatorluğunuz dahilinde sulh ve sükün lehine kazanmakta menfaatiniz vardır. (2 Ocak 1921)

Halifeliği İngilizlere açıkça peşkeş çekiyor, İngiliz hizmetine vermeyi teklif ediyor. Bu anlayışın daha da koyusunu Vahidettin ‘de göreceğiz.

(Le Galois gazetesine demeci) Müttefikler, beş yıl için lzmir’i, yirmi beş yıl için Trakya ’yı işgal etmeli.” (7 Ocak 1921)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir