Gökhan Duman kitaplarından 11. Peron kitap alıntıları sizlerle…
11. Peron Kitap Alıntıları
Gurbet bize dokunmaz, iki yıl çalışır döneriz diyorduk.
Ama o bayram sabahı yokmu, işte onu hesap edemedik koca koca adamlar kuzu gibi meledik. 🙁
Ama o bayram sabahı yokmu, işte onu hesap edemedik koca koca adamlar kuzu gibi meledik. 🙁
Göçmenlik bir buğulu cam hali değil mi? Ne dışarısı net olarak görünüyor nede içerisi. 🙁
Almanya klasik anlamda bir muhaceret ülkesi değildir. Biz ülkemizi çalışmak için gelen yabancıların bir zaman sonra geri döneceklerini düşünerek hareket etmekteyiz. Dört yıl içinde Almanya’ya gelen işçi sayısı korkunç oldu. Tahminlerimizi aştı. Bu sebeple Haziran’da bir yavaşlatma kararı almıştık. Sosyal altyapımızı Hazirandan itibaren ayarlamaya çalıştık. Olmadı. İşverenler de sözlerini tutmadılar. Gelenleri iyi şartlarda barındırmadılar. Özellikle Berlin, Stuttgart, Frankfurt, Hamburg, Köln ve Münih gettolarla doldu. Yuva, ev ve okullarda yer bulunamadı. Yani yabancılara sadece iş temini kafi değildi. Enerji krizi de meydana çıktı. Bunun üzerine de kesin olarak belli olmayan bir süre için bu kararı hükümet olarak çıkardık.
Dönemeyeceğimi anlayınca memleketten bir fidan ve biraz toprak getirdim. Berlin’de bir parka diktim. şimdi onun gölgesinde yaşlanıyorum.
Okulda resim dersindeydik. Öğretmenimiz, bir Türk’le bir Alman’ın resmini yapmamızı istedi. Resme başlamadan önce aradaki farklılıkları söylememizi istedi. Biz Türkler, aradaki şekil farklılıklarını istiyor sanmıştık. Bir Alman öğrenci kalkıp ‘Türkler pistir, küçük evlerde pislik içinde yaşarlar, toplu halde yatarlar.’ dedi. Öğretmenimizin bu sözlere karşı çıkmasını bekliyorduk, çıkmadı. Oysa verilecek cevap, ‘Almanlar sarışındır. Türkler esmerdir ya da uzun boyludur, kısa boyludur’ olmalıydı. Ama azınlıktaydık sınıfta, öğretmenden çekindiğimiz için söyleyemedik.
Bazı aileler vardı hani, çok önemsenmezdi. Ama her bayram kapınızı çalar, az oturup giderdi. Biz işte o aileydik.
Babam her ay yanımızda yapardı hesabı kitabı. Kime ne verecek, elde ne kalacak bilirdik. Ama önce şunu sorardı: ‘Benden bir arzunuz var mı?’
Dünyanın en iyi makinelerini yapıyorsunuz ama pilav diye lapa yiyorsunuz, annemin pilavını bir ye de gör dedim! Alman öfkelendi ve benimle kavga etti, onlarınki daha iyiymiş. Ulan dedim alt tarafı pilav be, bırakın da onu bari biz iyi yapalım.
Bir yabancıydı, üstelik bir Türk’tü. İstasyonda üzerime doğru geliyordu. Anlayabildiğim kadarıyla görünürdeki amacı benimle konuşmaktı. Uyuşturucu mu satmak istiyordu? Para mı isteyecekti benden? Yoksa beni soymaya hazırlanan bir hırsız mıydı? Böylesi düşünceler içerisinde ona bakamadım bile. Görmezlikten gelip, koşar adımlarla arkama bakmadan yürüdüm. Eğer dönüp baksaydım, mendilimi çıkarırken düşürdüğüm çakmağımı yerden alıp arkamdan koşturduğunu görebilecektim. Onu aniden yanımda görünce çok korktum. Oysa ilk sözü, ‘Çakmağınızı düşürdünüz, alın lütfen.’ oldu. O anda gerçekten utandım. Bana bugüne dek, ne bir Türk, ne bir zenci, kısacası hiçbir yabancı zarar vermemişti. Peki, neydi bu tepkimin gerçek nedeni?
Yerliler artık ne olduğunun farkında. Göçmenler iyiden iyiye şehre karışıyor. Kendilerini aldatılmış mı hissediyorlar? Hani çalışıp döneceklerdi? Ezber bozuluyor. Tılsımlı yıllar çok geride kaldı. 1973 yılı herkes için bir uyanış yılı olacak. Aynı apartmanda, aynı sokakt, yürüyüş yaptıkları parkta, çocuklarının okulunda, hastanede, hayatın aktığı her köşede göçmenler karşılarına çıkıyor. Türklerin Almanya’daki sayısı 1 milyona ulaştı. Kim bu kadarını bekliyordu? Bundestag’daki hemen her meclis toplantısında, bir gazete köşesinde ya da haber saatinde, üniversitelerde, barlarda, kafelerde, saçak altlarında isimlerinin anılmadığı bir an yok. Tartışıyorlar. Kanaatleri ortak. Bunun adı misafirlik değil. Bu çalışanlar da konuk işçi değil. Almanlar çerçeve çizmeyi hep seviyor. Madem öyle ‘gasterbeiter’ yerine başka bir isim bulalım. 1973’te WDR kanalı bir anket başlatıyor. Konuk işçi sözcüğü yerine kullanılacak bir sözcük önerecek olsanız, ne söylerdiniz? diye soruyor Almanya’ya.
Konuk işçilerin yeni adı ağız ucuyla ilan ediliyor: Yabancı
Kreuzberg’in hep asi bir tarafı var. Berlin Duvarı’nın gölgesi mi neden oluyor buna? Duvarın hemen dibinde olmak Kreuzberg’in ruhunu katılaştırmıyor mu? Aksine, daha da özgürleştiriyor. Duvarın ağırlığını göğüslüyorlar. Yalnızlık ve yabancılık en çok bu semtte hissediliyor. Göçmen çocuklar bir varoluş mücadelesinin peşinde koşturuyorlar daha küçük yaşlardan itibaren. Yaşamlarını karşıda durmak üzerine inşa ediyorlar. Duvarı boydan boya kaplayan grafitilerin çoğu onların eseri. İçlerindeki öfkenin yansıması nasıl böyle renkli oluyor? Anne babalarının siyah beyaz hayatları şimdi Berlin Duvarı’nın üzerinde renk renk dalgalanıyor. Kreuzberg, göçmen çocuklarını birleştiriyor. Kottbuser Tor, Görlitzer Bahnhof, Waldemar ve Naunyn Sokağı arasında yeni bir dünya kuruyorlar. Başlarını sokabilecekleri başka bir dünya sunulmuyor. Çete diyorlar onlara. İsmini Kreuzberg’in posta kodu olan 36’dan alıyor.
O zamanlar mektubu gelene hürmet edilirdi. İşte şu adamın düşüneni, seveni varmış diye. Bir de memleketteki en son havadisler onda olurdu. Birinin mektubu geldiyse eğer, hemen gidip gözaydınlığu verilirdi.
Gurbet bize dokunmaz, iki yıl çalışıp döneriz diyorduk. Ama o bayram sabahı yok mu, işte onu hesap edemedik. Koca koca adamlar kuzu gibi meledik.
Eşim Almanya’ya gidiyorum. dediğinde hiç ses etmedim. Adını ilk defa duyuyordum. Yolculuk trenle üç gün sürüyor. dediği o an anladım. Demek benden bu kadar uzağa gidiyordu.
Almanya, Türkleri konuk işçi olarak davet edecek, gidenler en fazla iki yıl çalışıp memleketlerine geri dönecek ve bu uzun misafirlik boyunca ailelerini yanlarına almayacaklar. Hangisi daha eğreti duruyor? Konukların işçi olarak çalıştırılması mı, konuklarını ailesiz davet eden ev sahibi mi?
Temelli dönüş masal gibi bir şeydir. Anlamsız olabilecek bir şeye anlam verir bu masal havası. Hayatta olduğundan daha büyük bir olaydır bu son dönüş. Özlem ve dua konusu bir olaydır. Hayal edildiği için, hiç gerçekleşmemesi bakımından da masalsı bir yanı vardır son dönüşün. Çünkü aslında son dönüş diye bir şey yoktur.
John Berger
John Berger
Dönülen yerin kendi vatanları olması göçmenliklerini sona erdirmiyor. Göçmenliğin yasaları işlemeye devam ediyor.
Bir zaman sonra Almanya’nın bazı şehirleri Türkler için başkaca anlamlar ifade edecek. Wolfenbüttel, Duisburg, Schwandorf, Mölln ve Solingen adları duyulduğunda Almanya’nın herhangi yeşil bir şehrini değil, içerisinde aileleriyle birlikte yakılan Türkleri hatırlatacak en önce. Bezci, Satır, Can, Arslan, Yılmaz, İnce, Öztürk ve Genç ailelerinin isimleri, yaşadıkları ve öldürüldükleri şehirlerin yerlerine geçecek.
Bir daha hiç değişmemek üzere..
Bir daha hiç değişmemek üzere..
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Gün geliyor Almanya’nın küçük şehirlerinden birinde ip merdiven bulmak mümkün olmuyor. Hepsi birkaç gün içinde satılıp bitiyor. Müşterisi kim? Türkler mi? Olur da evimiz yakılırsa diye balkonlardan aşağı sarkıtmak için alıyorlar. Korkularından hep kapı zilindeki Türkçe isimlerini bile sildikleri küçük evlerinin en gözle görülür yerine yerleştiriyorlar. Yanına da kova kova su.
Çağırdığım hayaletlerden şimdi kurtulamıyorum.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Göçmen evleri birbirine benziyor. Eşyası az, umudu çok. Geçici bir zaman için kuruluyor evler. Geri dönene kadar idare etsin yeter deniyor. Bu evlerde fazlalığı ya da şatafata yer yok.
Önce düzen diyor Almanlar, düzen bozulursa her şey bozulur.
Her değişim onlara memleketten uzakta geçen zamanın fazlalığını hatırlatıyor.
Taşıdıkları da ne? Taşıdıkları ne gömlektir ne pantolondur ne şudur ne de bu! Tutkuları, yıllardır içlerinde gezdikleri özlemi taşıyorlar. Sonuna kadar açılmış olan teyplerdeki müzik değildir. Bir var olmadır.
Kapıkule bir hudut kapısı olmaktan çok daha öte bir anlam ifade ediyor Türkler için. Burası tanıyıp bildikleri, kendilerini yabancı hissetmedikleri, aynı dili konuşan insanların olduğu topraklar. Burası onların evi.
Ne taşıyor bu yollar? Kilometrelerce akıp giden araç kuyruğu öylesine bir yolculuktan mı ibaret? Bu yollar artık bir göç yolu. Üzerinden gelip geçen onca insanın gam yükünü paylaşıyor. Hasret, özlem, kavuşma, ne varsa yola karışıp gidiyor. Ülkeleri birbirine bağlayan, hudut kapıları değil artık, göçmenlerin içlerinde taşıdığı duygular. Yol boyunca nirengi noktaları oluşturuyorlar. Tek yaptıkları şey kendilerinden önce bırakılan izleri takip etmek.
Yabancılar geceleri çıkıyor
Boş sokaklar bizim
Karanlıkta bir türkü
Gündüzleri görünmüyor.
Boş sokaklar bizim
Karanlıkta bir türkü
Gündüzleri görünmüyor.
Bu sıkıntı akşamları
Özlemi, öç alması yurdun
Kararmış, ağarmış
Döneriz bir gün.
Behçet Necatigil
Göçmenlerin rotasını hep başkaları çiziyor.
Onlar göçmen işçidir. Akıp gittiğini sandıkları şey mesai saati değil, ucuz hayatlarıdır.
Göçmen mahallesinde oturanlara yeni bir kimlik biçiliyor. Kim olduğunu, nereden geldiğini, nereye ait olduğunu birkaç saniyede özetleyen, bilindik bir kimlik veriyorlar ellerine. Üzerinde tek bir sözcük yazıyor: Yabancı
Bir hırsız doğarken hırsız değildir
Bir zenci kendi kendine rengini seçmedi
İnsan yanlışsa yanlış, haklıysa haklı
İnsanların farkı malı mülkü yoksa Hepsi Aynı
Bir zenci kendi kendine rengini seçmedi
İnsan yanlışsa yanlış, haklıysa haklı
İnsanların farkı malı mülkü yoksa Hepsi Aynı
Hemşerim memleket nere
Yanlışsın bütün dünya memleketimdir
Hemşerim memleket nere
Anlatamadım galiba dünya benim semtimdir
Nerede doğduğun önemsiz
Bütün dünya dünyamdır
Nereden geldiğin önemsiz
Bütün dünya dünyamdır
(Islamic Force grubunun Bütün Dünya isimli rap şarkısından)
Kreuzbergʼin hep asi bir tarafı var. Berlin Duvarıʼnın gölgesi mi neden oluyor buna? Duvarın hemen dibinde olmak Kreuzbergʼin ruhunu katılaştırıyor mu? Aksine, daha da özgürleştiriyor. Duvarın ağırlığını göğüslüyorlar. Yalnızlık ve yabancılık en çok bu semtte hissediliyor. Göçmen çocuklar bir var oluş mücadelesinin peşinde koşturuyor daha küçük yaşlardan itibaren.
Uzunluğu 160 kilometreye, yüksekliği 3,6 metreye ulaşıyor. 400 milyon mark harcanıyor tek kuruşuna acınmadan. 25 sınır kapısı, 186 gözetleme kulesi dikiliyor, korkulara bekçilik etsin diye. Binlerce insan duvarı aşıp kaçmaya çalışıyor. Onlarcası hayatını kaybediyor. (Berlin Duvarı)
Trenin yönü ne tarafaysa duyguların yönü de o tarafa yöneliyor.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.