İçeriğe geç

Kalp, Nefs ve Ruh Kitap Alıntıları – Robert Frager

Robert Frager kitaplarından Kalp, Nefs ve Ruh kitap alıntıları sizlerle…

Kalp, Nefs ve Ruh Kitap Alıntıları

“Bil ey sevgili, insanoğlu eğlence olsun diye ya da tesadüfen yaratılmamıştır, mükemmel bir şekilde ve büyük bir amaç için yaratılmıştır” -Gazali
Fakir Arapça “yoksul kimse” anlamına gelir. Tasavvufta bu terim dünyevi mal bakımından yoksul olanı değil, manen yoksul olanı, Allah’a olan ihtiyacının idrakinde olanı ifade eder.
Ve öğrenirim güneşin,
Ve çocukların,
Ve kalbimin
Nereden aldığını ışığını.
~Hâfız
Nefs-i emmarenin egemenliği altında olanlar, dinin bütün zahiri biçimleriyle meşgul olabilirler; ancak bu başkalarını etkilemek için sergilenen tamamen içi boş bir gösteriden ibarettir. Bir şeyhin ifadesiyle;-“nefs ancak aldatmakla huzur bulur; Allah [c.c)’tati başka şeylerle sakinleşir, nefsler asla Allah’ın yoluna tâbi olmayacaktır.
Etrafımızdaki dünyada algıladığımız her şey, bizim ne olduğumuzu ve en çok neyle ilgilendiğimizi yansıtır.
Lamba da fitil de değişir ama ışığı aynı kalır.
Eğer alevi çevreleyen cama bakarsan çokluğu,
renkleri ve tonlarını görürsün.
Alev’in içindeki ışığa bak. İşte o sensin!
– Mevlânâ
Kalbinizdeki izlenimleri yargılamayın, yalnızca varlıklarının farkında olmanız yeter.
“ Aslında, bu kadar benden uzak değilsin: Sen kalbimin ortasındasın.”
Başkalarının ızdırabını hissetmeyen kalp, ilâhî aşkı duyamaz.
Sûfîler sık sık derler ki: İlmiyle amel etmeyen âlim, kitap yüklü eşek gibidir. Eşeğin heybelerinde taşınan kitaplar eşeği dönüştüremediği gibi, bilim adamının kafasında, yalnızca taşıdığı kitaplar da o bilim adamını değiştirmez. Gerçek hikmet, bir şeyi öğrenmek ve sonra da öğrendiğini uygulamaktır.
Eliniz işte , gönlünüz Rabbinizde olsun.
Bil ey sevgili, insanoğlu eğlence olsun diye ya da tesadüfen yaratılmamıştır, mükemmel bir şekilde ve büyük bir amaç için yaratılmıştır.
Doğu da Batı da Allah’ındır. Şimdi nereye dönerseniz Allah’ın yüzü oradadır.
Sûfî psikolojisinde insanoğlu, meleklerle hayvanlar arasında bir derecededir. Her ikisinin fıtratını da paylaşırız. Meleklerden daha yükseğe (a’lâ-yı illîyin) yükselme ya da hayvanlardan daha aşağıya (esfel-i sâfilîn) düşme potansiyeline sahibiz.
Bazı kimseler huzur ve zenginliğe kavuştuklarında Allah’ı unutur. Bazıları ise çile çektiklerinde Allah’ı unutur. Gerçek başarı; fâni olayların iniş çıkışlarıyla sarsılmayacak bir iç huzuru ve Rabbimizle iletişimi geliştirebilmektir.
Yokluğun ötesinde, mekânın ötesinde, biçimin içinde,
Yalnızca Bir vardır. Ney der ki;
Onu bulma umudum yok.
Ancak Aşk çalar ve Aşk çalınan müziktir.
Bırakın müzisyen bu şiiri bitirsin

Rumi

Allah (c.c) Korkusu
Kalp, çoğu zaman Allah (c.c) korkusu™ olarak tercüme edilen takva mekânıdır. En alt düzeyinde takva Allah (c.c) gazabından korkmak anlamına gelir. sûfiler için takva; Allah (c.c) sevgimizi, Allah`a yakınlık duygumuzu ve Allah (c.c) aşkı duygumuzu kaybetme korkusu anlamına gelir.
Türk Sûfî şairi Yunus Emre
şöyle der: –
“Erenler bir denüzdür, Aşık gerek dalası;
Bahri gerek denizden, girüp gevher alası.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Tasavvuf, manevî psikolojiye, içinde ruhun, kadınların ve azınlıkların baskı altında tutulmasını haklı göstermek için bir çok manevî sistemde bulunan doğrusal ve hiyerarşik modellerin tehlikelerinden korunduğu, gerçek anlamda bütüncül bir yaklaşım sağlar. Tasavvufta kadınlarla erkekler ya da farklı ırklar veya milliyetler arasında kesinlikle hiçbir manevî ayrım bulunmaz..
Akla sahip olmadan önce mutluyum.
Gökyüzünden bile önce Işık doluyum.
Güneş ya da Ay’ı selâmlayabilirim
Kurândaki bir âyette, Züleyha, Yusuf’u baştan çıkarmaya çalıştığını İtiraf ettikten sonra der kî:
Ben nefsimi temize efe çıkarmıyorum.
Çünkü nefis, gerçekten kötülüğü emreder.
Ancak Rabbimin esirgediği müstesna!
Çünkü Rabbim, çok bağışlayıcı; çok merhametlidir.
Kalp
Manevî kalp anlamında kullanılmaktadır Örneğin samimi ve iyi niyetli kişinin kalpten davrandığını söyleriz. Maneviyat kaşifleri gönülde bîr уol bulmanın öneminden söz ederler. Ayrıca tersini de söyleriz; şefkat göstermeyen bir kimseye kalpsiz’ deriz.
Sufi psikolojisine göre, kalp bizim derin zekâ ve irfanımızı İçerir. Kalp gnosis’in, yani marifetin mekânıdır. Sûff ideali, yumuşak, duyan, şefkat dolu bir kalp
gelişti önek ve kalbin kavrayışını artırmaktır. Bu kavrayış, aklın soyut zekâsından daha derin ve daha sağlam temele dayak bir kavrayıştır. Kalp gözü açıldığında, eşyanın yapay dış görünüşünün İlerisini görebileceğimiz; kalbin kulağı açıldı­
ğında sözlerin ardında gizlenen hakikati drçyabilecegimiz bildirilmiştir.
Hepimizin içindeki ilahî kıvılcım ya da tin kalpte bannır. Aslında kalp, kutsal bir
mabeddir. Sûfi bütün İnsanlara, bu son derece değerli mabedin malikleri oldukları için nezaket ve saygı ile davranırlar. Daha sonra göreceğimiz gibi, tasavvuf, bilinçli İnsanî ilişkiler ve hizmetin temel manevî disiplinler olduğunu vurgular.
Sevgi, temel Sûfi manevî disiplinlerinden bir başkasıdır. Sevginin mekânı da
kalptir. Başkalarını sevmeyi öğrendikçe, Allah (c.c)’ı daha çok sevebiliriz. Tevrat’ta sözü edilen en büyük aşıklardan birisi Potifar’m karısı Züleyha’dır. Sûfi geleneğinde Züleyha ile Yusuf a dair bir çok öykü vardır. Züleyha, kocasının kölesi olan Yusuf a sevdalanmıştır.
Tarikata kabul edildikten sonra, bîrden bazı öğrencilerimin de benim hissetti­
ğim şekilde -şaşkın ve sevda vurgunu- göründüklerini fark ettim. Birer birer derviş olma talebinde bulundular. Olanları birbirimizle karşılaştırdığımızda sanki yeni genişleyen kalplerimiz yüzünden gerilmiş gibi göğüslerimizin ağrıdığı dikkatimizi çekti. Aşık olmuştuk! Şeyhimiz Muzaffer Efendi için duyduğumuz, sevgi, bir
tür romantik ancak aseksüel bir sevgi İdi.
Bu süreç şeyhin dervişe kalbini açışı olarak da adlandırılmaktadır. Bu süre￾cin altında yatan prensip şudur; bireylerin şeyhlerine aşık olması, ancak şeyhi
onlar İçin çoktan sevgi hissetmeye başlamışsa mümkündür. Sevginin yüksek
yoğunluktan {şeyhin kalbinden) düşük yoğunluğa (derviş adayının kalbine)
geçtiği söylenir. Aynı şekilde Allah (c.c) sevgisi kalplerimizde büyüyorsa, bu
Allah`ın bizi sevdiğinin işaretidir. Bâyezid’m yazdığı gibi; başlangıçta dört
açıdan hatalıydım. Allah (c,c)’ı hatırlamayı, Onu tanımayı, onu sevmeyi ve
Onu aramayı amaçladım. Sonuna geldiğimde gördüm ki; ben Onu hatırlamadan
önce O beni hatırlamıştı, O beni beri tanımadan önce tanımıştı, Onun bana yö­nelik sevgisi, ben Onu sevmeden önce vardı ve ben Onu aramadan önce O beni aramıştı
Ertesi akşam ön sıradan izlediğim zikirden sonra, hep birlikte akşam yemeği
yedik. Daha sonra Şeyh Türkçe bîr ilahi söylemeye başladı. Bu daha önce işittiklerimden çok farklıydı. Söylediği tek sözcüğü bile anlamıyordum, ancak sanki
onun lütfuyla nur içinde yıkanıyor gibiydim. Sonra benîm yanımda oturan tercü­man, bana eğilerek Bu senin ve şimdi olacaklann şerefineydi.” dedi.
Yemek masası temizlenerek, kaldırıldıktan sonra, şeyh odanın ön kısmına
geçti. Onun tam önünde oturuyordum, dizlerim onun dizlerine dokunuyor ve sağ
elimle onun elini tutuyordum. Bu tören Türkçe ve Arapça gerçekleştiriliyordu ve
bu nedenle tam olarak neler olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bana bir derviş takkesi, teşbih, bir gümüş madalyon ve bîr derviş yeleği verildi.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Talepte bulunmamdan kısa süre sonra, aklıma bir dizi tuhaf düşünceler gelmeye başladı. İlk olarak, kısa süre içinde dervişliğe kabul edileceğimi ve hemen
ertesi akşam zikre katılmak üzere sahneye çıkmak zorunda kalacağımı düşündüm, Sonra neden bir derviş olmamam gerektiğini ya da olamayacağıma dair ne￾denler aklıma gelmeye başladı. Müslüman olmak zorunda kalacak mıydım? Di­ğer dinlere karşı sevgimi terk etmek zorunda .kalacak mıydım? Şarap içmeyi bı­rakmak zorunda mıydım? Açıkçası İçimde bir şeyler, benim derviş olmama şiddetle muhalefet ediyordu. Bu benim Nefisle, yani alt benlikle ilk tamşmamdı. iç­sel (bâhni) dönüşüme götürebilecek bir yola girme fikri, benliğimin bu parçasını çok korkutmuştu.
Şeyh Muzaffer Efendi ile karşılaştığımda, hâlâ terapi görüyordum ve hâlâ bir
çeşit ruhsal belirsizlik içindeydim. Yeni bir ruhsal pratik İçin hazır olduğumdan
emin değildim; ama eskisini kesinhkte kaybetmiştim. Şeyh Muzaffer Efendi yüce
bir gönül, karizma ve irfana sahip bir adamdı. Onun huzuruna girmek, tıpkı bir
sultan ya da imparatorun huzuruna girmek gibiydi. Onun kişisel gücünün, yalnızca yüce sevgisi ve şefkatiyle dengelendiğini hissediyordum. Ayrıca Şeyh Muzaffer Efendi harika bir mizah duygusuna sahip mükemmel bir öykü anlatıcısı idi.
Genellikle kendi kendime konuşmam. Ancak İçimden gelen bir ses şunları
söyledi: “Umarım bu şeyhtir; eğer değilse, bu adamın hocası ile karşılaşmaya hazır olduğumu sanmıyorum. Telefon konuşmamı bitirdim ve misafirlerin nerede
olduklarını buldum. Kendimi ITF başkam olarak tanıttım ve onlara Hoşgeldiniz,
dedim. Büromun önünden geçenin Şeyh Muzaffer Efendi olduğunu öğrenince rahatladım
Derviş olmanın ikinci yolu şeyhe sevdalanmaktır. Ben böyle derviş oldum.
Rüya Yoluyla
Eğer bir kimse derviş alma iüyalan görürse, bu rüyasını yorumlaması için bîr’
şeyhe gidebilir. Şeyh, derviş adayının rüyasını doğrulamak için kendi îstihâresînî
yapar. Benim tarikatımda, belli rüyaların manevî yön göstereceğine inanırız.
Benîm ilk Sûfî üstadım Şeyh Muzaffer .Efendi, İstanbul’da yaşayan ünlü bir
din hocası ve vaiz İdi, Büyük ve ünlü Sûfî tarikatianndan birisi onu kendilerine
katılmaya davet etti ve onu hemen şeyh olarak kabul etmeyi teklif ettiler. Şeyh Muzaffer Efendi rüyasında bir işaret gelene kadar beklemek zorunda olduğu cevabını verdi. Kısa süre sonra rüyasında, Halvetî-Cerrahî dergâhında o zamanki şeyhi
pencere kenarında otururken ibadet ettiğini gördü. Ertesi gün o Şeyhe gitti ve rü­yasını nakletti. Şeyhi Muzaffer Efendi’den, istihâte yapana kadar bir hafta beklemesini istedi; sonra onu kabul etti Boylere Muzaffer Efendi daha büyük ve daha ünlü bir tarikatta şeyh olmak yerine Haketî-Ceırahî dergâhının acemi dervişi oldu
Derviş Olma
Benim içinde yer aldığım Sûfî tarikat olan Halvetî-Genahî tarikatında, derviş
olma ve tasavvuf geleneğine tam. olarak girmenin üç yolu vardır, ilk yol, rüyasında derviş olmaktır,’ İkincisi, bir şeyhe sevdalanmak; üçüncü yol ise, bunu talep etmektir.
Dördüncüsü marifettir; yani derin hikmet ya da manevi ger­
çeğin bilgisidir. Çok az kişi tarafından elde edilebilen bir gerçeklik bilgisidir/ Burası elçilerin, peygamberlerin, bilgelerin ve evliyanın istasyonudur
Üçüncüsü hakikattir. Şeriat ve tarikatta bulunan amel ve irşadın bâtmî anlamını ifade eder. Hakikat mistik gerçeğin doğrudan tecrübe edilmesidir. Bu deneydel kavrayış olmaksızın, hakikat istasyonuna varmış olanları körü körüne ve mekanik olarak taklit ederek izlemeye mahkum oluruz. Hakikate ulaşılması ilk iki
aşama uygulamalarını teyit eder ve pekiştirir. Hakikatten önce bütün uygulamalar taklitten ibarettir.
İkincisi, tasavvuf uygulamasını İfade eden tarikattır. Tarikatın sözcük anlamış’
Bedevilerin vahadan vahaya izlediği patika yoldur. Bu yol bir karayolu gibi çıkış
işaretleriyle açıkça işaretlenmiş bir yol değildir. Bu işaretsiz çölde yolunuzu bul￾mak için bölgeyi yakından tanımanız gerekecek ya da güzergahı hilen ve yerel
işaretleri tanıyan birisinin kılavuzluğuna ihtiyacınız olacaktır. Şeriat dinin zahiri
uygulamasını ifade ettiği gibi, tarikat da tasavvufun manevî uygulamalanm ifade eder. Doğru yolu bulmak üzere gereksinim duyduğunuz kılavuz Şeyhtir, Şeriat dışımızı temiz ve çekici kılar. Tarikat ise, içimizi temiz ve arınmış yapmak üzere tasarlanmıştır. Bunlar hirhirini desteklerler
Başkalarının ızdırabını hissetmeyen kalp, ilâhî aşkı duyamaz.
Yıllar önce, Şeyh Muzaffer Efendi* ve bir grup derviş Paris’i ziyaret ettiklerinde, oradaki katedrallerden birinde namaz kılmaya davet edilirler. Namazdan sonra başrahip der ki: Ben sizin katedralimde namaz kılmanıza izin verdim, siz de benim bir ayinimi camilerinizden birinde yapmama izin verir misiniz? Muzaffer Efendi hemen cevap verir: Kesinlikle olmaz! Rahip, bu adaletsiz görünen cevap karşısında çok şaşırır ancak Muzaffer Efendi sözüne şöyle devam eder: Sizin katedralinizde ibadet etme hakkına sahibim çünkü Hz. İsâ’yı seviyorum. Ancak siz bizim camimizde ibadet edemezsiniz çünkü Hz. Muhammed’i (asm) sevmiyorsunuz.
Eğer ailemizi sevmez ve işverenlerimize üstün gayretle hizmet vermezsek, Allah’ı sevmeye ve O’na hizmet etmeyi düşünmeye nasıl başlayabiliriz?
Bir zamanlar bir şeyh küçük bir camide tek başına dua ediyordu. Allah (c,c) ‘ın yüceliği duygusundan cezbeye kapılarak yüksek sesle haykırdı: Ey Rabbim! Sen her
şeysin ben ise hiçbir şey. Ben önünde tıpkı küçük bir toz zerresi gibiyim .” Şeyh in
kıdemli dervişi bunu işitti ve oda camiye geldi. Şeyhinden ilham alarak, derviş de haykırdı; “Ey Rabbim! Ben hiçbir şeyim. Bütün güç Sana ait; her şey Senin. Ben
hiçbir şeyim ve Sensiz hiçbir şey yapamam .” Oradan geçmekte olan bir dilenci camiye girdi: Şeyhi ve dervişi duydu, o da sesli duaya başladı: Ey Rabbim! Ben hiç
bir şeyim.” Bu yeni sesle şaşıran derviş dönüp dilenciye baktı ve şeyhine dedi ki:
Bu kendini kim sanıyor ki, kendisine hiçbir şey diyebiliyor
şibli isminde genç bir adam Cüneyd’e geldi ve onun müridi olmak istedi. Şibli
İran’ın önemli bir vilayetinin valisi idi ve bu makamı Sûfi olmak için terk etmişti. CÜneyd’e dedi ki: Sizi (hikmet) İncilerinin uzmanı olarak tavsiye ettiler. Lütfen bana da bir tane verin ya da satın.” Cüneyd, şöyle cevap verdi: “Satmak istesem bedelini karşılayamazsın, ücretsiz versem değerini anlayamazsın. Benim yaptigımı yap. Denize dal ve bir inci bulana kadar sabırla bekle.
Şeyh tıpkı şarj dolu bir otomobil aküsü gibidir. Başlangıçta derviş şarj edilir -zikirden ve şeyhin huzurunda bulunmaktan ilham alır-. Ancak bu şarj genellikle çok çabuk tükenir. Zamanla derviş şarjını daha uzun süre koruyabilir. Uzun sure şarjlı kalabilenler başkalarını da şarj edebilecek kapasite geliştirir ve şeyh olurlar.
Robert Frager – Kalp Nefs ve Ruh kitabından
oruç bizi, yeme ihtiyacı olmayan meleklere de yakınlaşunr.
Dünya bize unutturmak üzere dizayn edilmiştir; bizim işimiz ise hatırlamaktır.
Kalp, kutsal bir mabeddir.
Tasavvufun maksadı; yumuşak, duyan, şefkat dolu bir kalp ve kalbin zekasını geliştirmektir.
Dervişler bin yıldır dönmekte ve Hû çekmektedir. Ancak şimdi yirminci yüzyılın ikinci yansında ato maltı fiziğini geliştirdik ve fark ettik ki, elektronlar ve diğer atomaltı parçacıklar da, tıpkı gezegenler, güneş sistemleri ve bütün galaksiler gibi, bir merkezin etrafında dönmektedirler. Geleneksel Sûfi hareketlerinde bir enerji alışverişi vardır. Genel olarak eylemlerimizin enerji tükettiğini düşünürüz; halbuki bu gibi manevî akeiviteler de biz aslında manevî enerjilerimizi doldururuz.
Bir sonraki zikir İlâhî sıfat olan Hû’dur. Arapçadaki anlamı “O dur. Her türlü sıfattan uzak olarak Allah (c.c) ‘ı ifade eder. Bu ismin tekrarının anlamı: “Yalnızca Sen varsın; yalnızca Sen varsın; yalnızca Sen, yalnızca Sen,“ Her bir insan nefsi bu ismi tekrarlar. Bütün mevcudat bu İsimle titrer ve her bir atom bu zikri söyler.
Eğer daima geçmiş ya da geleceği düşünür ve asla bugüne konsantre olmazsak, manevî ya da
psikolojik olarak gelişemeyiz,
Oruç tuttuğumuz zaman sabırsız ve bencil yönümüzü daha iyi görebiliriz;
Tasavvuf psikolojisini bu kadar güçlü ve ilham verici kılan ,insanlığı idrak etmede kullandığımız ilahi gozluklerdir.Bunlar aracılığıyla ,ne tür problemi olursa olsun, herkesteki kutsali görebiliriz.Birisinin bağımlı,nevrozlu ya da suçlu olması önemli değildir; her insan tekamül etme ve tevhide ulaşma kapasitesine sahiptir .
Orucu bu kadar özel kılan nedir? Neden Allah (c.c) bu ibadeti, doğrudan ödüllendirir? Ya da neden Allah (c.c)-u Zülcelal orucu ödüllendirir? Tek bir nedenle;
oruç özünde özeldir. Kişiyle Allah (c,c) arasındadır. Bu dünyada başka hiç kimse
sizin oruçlu olup olmadığınızdan emin olamaz. Ve. hiç kimse dişinizi fırçalarken ya
da gargara yaparken bir yudum suyu yutup yutmadığını söyleyemez. Yalnızca Allah (c,c) ve siz bilirsiniz.
Zengin ve nüfuz sahibi bir adam, çok sayıda seçkin konuğu ziyafete davet etti Konuklar arasında İyileştirme gücüyle tanınan bir Sûfi şeyhi, bir de Fransa’da eğitim
görmüş bir doktor olan sağlık takanı vardı. Yemekten sonra, ev sahibinin kızının aniden başı dönmeye başladı ve kızı yatağına yatırdılar. Ev sahibi, şeyhten ona dua
etmesini istedi. Şeyh de kızın yanına gitti ve onun sağlığı için dua etti.
Bu durum sağlık bakanını kızdırdı ve homurdanarak bu tip hurafelere artık inanılmaması gerektiğini söyledi Günümüzde dedi, “insanları iyileştirmek İçin vitamin
enjeksiyonları, modem ilâçlar ve başka bilimsel yollara sahibiz! Bu tip modası geçmiş saçmalıklar ilerlememizi Önlüyor’
Şeyh, bakana döndü ve dedi ki: “Bu günlerde bakan üniformasını eşeklere giydirdiklerini bilmiyordum “böylesine aptal ve cahil bir adam bırakın bakan olmayı,
nasıl bir doktor olabilir? Bakan kızgınlıktan küplere biniyordu. Yüzü kıpkırmızı kesildi ve öfkeden konuşamaz hale geldi.
Şeyh daha sonra yumuşak ve nazik bir sesle, Bakanım! Lütfen beni affedin. Bu aşağılayıcı sözleri yalnızca bîr hususa işaret etmek için söyledim. Görüyor musunuz yüzünüz nasıl kızardı, kan damarlarınız şişti, nabzınız hızlandı ve adrenalin
düzeyiniz tavana vurdu, Bütün bunlara birkaç söz neden oldu. Eğer sıradan sözler bu gibi fiziki değişimlere neden olabilıyorsa, belki de Allah (cc)’in kitabından gelen İlâhî sözler de fiziki iyileşmeye yardımcı olabilir
Kendi
ailemizi, dostlarımızı ve komşularımızı sevmeden kutsalı nasıl sevebiliriz? Başkalarını sevmek, Allah (c.c)’ı sevmeyi öğrenmenin bir tür hazırlık çalışmasıdır.
Kibirliye, kendini beğenene karşı,-onun gibi muamele edeceksin! Onlara tevazu İle muamele etmek, tıpkı onlan zehirlemek gibidir
Tasavvuf bir psikoterapi gibidir.

Ancak geleneksel psikoterapinin hedefi, nevrozlu kişilik özelliklerini ortadan kaldırmak ve bireyin topluma adepte olmasına yardımcı olmaktır.

Tasavvuf uygulamasının hedefi ise, negatif kişilik özelliklerini değiştirmek, kalbi açmak ve içimizdeki derin irfanla temas kurarak Allah (c.c.)’a yakınlaşmaktır.

Prof. Dr. Robert Frager, Kalp, Nefs ve Ruh, çev., İ. Kapaklıkaya, 2003, Gelenek Y., s. 157

Bir zamanlar, avcının biri pençesine büyük bir diken batmış, ıstırap içinde inleyen
bir ayı ile karşılaşır. Avcı dikeni çıkarır ve ayı o kadar minnet duyar ki ona bal ve meyve getirir. Sonra ayı avcıyı evine kadar İzler ve her gün ona yiyecek taşımaya
başlar. Sonunda adam ayının inine taşınır ve avcılığı bırakır. Avcının dostları , bir
ayı ile yaşamanın doğal olmadığı konusunda onu uyarmaya çalışırlar: ancak o dostlarını dinlemeyi reddeder. Onların bu kaygılarını, onun yeni zevk dolu yaşamını kıskanma olarak görür.Günün birinde adam ayının yanında uyurken, adamın yüzünde bîr sinek vızıldamaya başlar. Ayı sineği uzaklaştırmaya çalışır; ancak sinek bir türlü gitmez. Sonunda ayı, dostunu rahatsız eden bu küçük sineğe o kadar kızar ki, dışarı gider ve büyük bir kaya alıp geri döner. Tam sinek dostunun yüzüne konduğu anda, ayı kayayı fırlattığı gibi sineği ezer.
Bu nedenle hayvansal ruhunuza tamamen güvenmeyin. İyi
niyetli olsa da size kolaylıkla zarar verebilir
Allah (cc )’a karşı şükran duygumuz ve sevgimiz sebebiyle onun verdiği en
acı şeyler bile tatlı gelmeye başladığında, nefs-i râziye aşamasına ulaşmışız demektir.
Şeyhlerinin ritmine kendilerini’ ayarlayan dervişler ayrıca işlerinde de şeyhlerinin sesini duyarlar. Çok uzaklarda olsa bile şeyhlerinden ilham alır ve irşad olurlar
Ne hazindir ki eğitim sistemimiz aklın geliştirilmesine aşırı odaklandığından, sanatla, ibadetle, sevgiyle ve başkalarına hizmetle beslenen kalbin gelişimine pek önem vermez.
Kalp bilir, iç kalp ise görür.
Rahibe Theresa’nın dediği gibi, “Ne yaptığımız değil, ne kadar aşkla yaptığımız önemlidir.”
Önemli olan zâhirî giysi ve cüzdan değil, kalbin kalitesidir.
Tasavvuf, derin bir kendini arayış sürecidir.
Nefs tıpkı ateş gibidir.Bir yerde tam sönerken,daima başka bir yerde yeniden alevlenir.Nefs bir alanda sakinleştirilirse, başka bir bölgede yeniden alevlenir.
Bir bakıma, kalp hisseder ve nefs eyleme döker.
Ne kadar çok seversek, kalplerimizi o kadar çok açarız.Sevgisiz ve kalbin samimi niyeti olmaksızın eylem, çok az anlam kazanır ya da hiç kazanmaz.
Gerçekten de insan bedeninde bir et parçası vardır,o iyi olduğunda,bedenin geri kalan kısmına huzur getirir ve o bozuk olduğunda bedenin geri kalan kısmını bozar ve bu parça kalptir .
Başkalarının ızdırabını hissetmeyen kalp, ilahi aşkı duyamaz
Bil ey sevgili, insanoğlu eğlence olsun diye ya da tesadüfen yaratılmamıştır. Mükemmel bir şekilde ve büyük bir amaç için yaratılmıştır
Gerçek manevi sevgi kendi ödülünü içinde taşır. Bu sevgi, Allah (c.c)’ ın sonsuz aşkının bir yansımasıdır
Kalbin nurlarının her biri bir dağ gibidir. Müminin sadrındaki amel nuru o kadar sağlam ve sabittir ki Allah onu koruduğu sürece bu dünyada hiçbir şey onu yıkamaz.
Gönülden gelen sözler gönle işler, dilden gelen sözler kulakların ötesine geçemez.
Başarı da güçlükler de bu yolun sınamalarıdır. Bazı kimseler huzur ve zenginliğe kavuştuklarında Allah’ı unutur. Bazıları ise çile çektiklerinde Allah’ı unutur. Gerçek başarı; fâni olanların iniş çıkışlarıyla sarsılmayacak bir huzuru ve Rabbimizle iletişimi geliştirebilmektir.
Eski bir şeyhin dikkat çektiği gibi, eğer biri Sen ne kadar iyi bir adamsın! dediği zaman bu sizi, Sen ne kadar kötü adamsın! sözünden daha fazla mutlu ediyorsa o zaman bilin ki siz hala kötü bir kişisiniz.
Nefs-i emmarenin getirdiği dertlerin merkezinde dünyevi zevklere düşkünlük ve imansızlık yer almaktadır. Bu hastalığın bir çaresi, Allah’ın varlığının idraki, yaşamın bu dünyadan ve onun zevklerinden ibaret olmadığının, ahiretin varlığının idrakine varılmasıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir