İçeriğe geç

Hz. Muhammed ve Arap İslam Kültürü Kitap Alıntıları – August Bebel

August Bebel kitaplarından Hz. Muhammed ve Arap İslam Kültürü kitap alıntıları sizlerle…

Hz. Muhammed ve Arap İslam Kültürü Kitap Alıntıları

Söz konusu din kavgaları ortaçağda da ortaya çıktıkları her yerde siyasal huzursuzluklara yol açmışlardır. Çünkü bugüne kadar tarihte belirli bir toplumsal ve siyasal hedefi olmayan herhangi mezhep ya da tarikat ortaya çıkmamıştır.
Hıristiyanlar, Yahudiler ve öteki dinlere bağlı insanlar, İslamiyet’in öncelikle yayıldığı ülkelerde yüzyıllar boyunca barışçı bir ilişki içinde yaşamışlardı. İslamiyet’in kendisi de bu çeşitli dinlerin bir tür karışımından başka bir şey değildi ve nihayet bizzat Muhammed de, öteki dinlerin yandaşlarıyla dostluk ilişkileri kurmuş, bu alışkanlık, az çok kendisinden sonra gelenlerce de sürdürülmüştü. Böyle bir ortamda kaba bir bağnazlığın kör bir düşmanlığın yeşermesine olanak var mıydı? Mantığın en yalın yasaları bile, hoşgörünün yararlarına işaret etmekle kalmıyor o zamana kadar uzana gelen adet ve törelerde bu sonucu zorunlu kılıyorlardı.
Muhammed Medine’de, Hıristiyan ve Musevi dininin görüş ve adetlerinin, Arapların putperest görüşleriyle kaynaştırılmasından oluşan din sistemini geliştirmeye koyuldu. Muhammed kendini tanrının ilk peygamberi olarak görüyor, ne ki Musa ve İsa’yı reddetmeyi de hiç düşünmüyordu.
Henüz on iki yaşındayken Irak sınırındaki ve Mekke’ye oldukça uzak Basra’ya gitmiş, orada, bir Hıristiyan rahibi olan Bahira’yı tanımış, ayrıca kendi memleketinde de ana tarafından akrabası olan vaftizli bir Yahudi bilgin ile ilişkiler kurmuştu. Böylece onu ilerdeki yıllarda da etkileyecek olan düşünceler ile tanışmış oluyordu. Hz. Muhammed’in Irak ve Suriye’nin kuzey kesimlerine yaptığı ticaret seyahatlerinde aylarca Riha ve Harran kütüphanelerinde kaldığı ve oradaki Süryani ve Kürt bilginlerince ağırlandığı bilinmektedir.
din kökenine dayalı düşünce ve tasarımlar, doğaya ilişkin bilgi ile ayrılmaz ve sıkı bir bağ kurmuşlardır. Doğaya ilişkin bilgilerin sığlığı ve yetersizliği dinsel düşünce ve tasarımların batıllığa ve ilkelliğe doğru gittikçe artan bir yol izlemelerine neden olur.
İkliminde etkisiyle, yoğun güçten, sert tepkilerden yoksun, düşünmeye çok az istekli doğu halkı, kuşaklar boyunca, atalarından bu yana, despotizm ile birlikte yaşamaya alışmış, baskıyı, önü alınmaz, karşısında tamamen güçsüz kaldığı bir doğa gücü gibi algılama alışkanlığını üstünden atamamıştır. Doğu insanının bu genel ve tipik özelliği, genelde hemen herkesçe benimsenmiş bir gerçekliği de açıklayabilir. Dünyanın başka hiçbir ülkesinde, herhangi bir kimse, Doğu ülkelerinde olduğu kadar zahmetsiz ve herhangi bir engelle karşılaşmadan, kolayca en büyük yetkilerle donanıp, soylu konumlara yükselemez.
Doğu insanı gayretli, ılımlı ve azla yetinen insandır ve bu azla yetinme, çok şükür deme huyu onun felaketini hazırlayan etmenlerin başında yer alır. O en azla yetinirken, tepesindeki despotların, emeğinin ürününü elinden nasıl çaldıklarını seyretmektedir yalnızca. Buna bir tepki göstermez.
Ancak her türlü egemenliğin ve yönetimin, toplumsal çoğunluğun onay ve desteğini kazanmış olması zorunluluğunun yanı sıra, yetkileri hiç sınırlanmamış bir despotun bile, toplumun genel hak ve hukuk anlayışının, başka değişle bilincinin sınırlarını canı istediği gibi zorlamaya başladığı andan itibaren, iktidarda uzun süre kalabilme şansını kesinlikle yitireceği gerçeği, ahlak anlayışlarının ve ilkelerinin büyük gücünü ispat etmekle kalmaz, aynı zamanda manevi düşünsel akımların öznel isteklere bağlı olarak doğmaya ve yönlendirilmeye hiç de elverişli olmadıklarını gösterir.
Hiçbir duygu, başkalarına kayıtsız şartsız egemen olabilme ve hükmedebilme duygusu kadar insan ahlakını bozucu etki yapamaz. Bu sınırsız egemen olabilme duygusuna birde rahatına düşkünlük, tembellik ve heyecanlı yaşama gibi alışkanlıklar eklenince, ortaya büyük bir hareketsizlik, uyuşukluk durumu çıkar; bu da uyuşturucu ve keyif verici maddelere düşkünlüğü artırır; kendinden geçme keyfi en üst düzeye varır.
İnsan bencildir, dünyanın sırf kendisi için var olduğunu sanıp, başka bir nedenin olabileceğini kavrayamaz. O zaman da, dünyanın tadını iyice çıkarabilmesi için yeryüzündeki hayatın bitmeyeceğini, bitmemesi gerektiğini düşünür.
Bütün Arap İslam doktorları içinde hiç kuşkusuz en ünlüsü, İbni Sina’dır. Günümüz Avrupa’sında hala kullandığımız birçok ilacın bulucusu Araplardır. Arapların çok iyi donanımlı eczacıları ve tıbbın öğrenilmesini kolaylaştırıcı büyük ansiklopedik yapıtları vardı.
hatta başka dinlerden kimselerin bile bu tür idari işlere atanmalarında İslamiyet’in en ufak bir engel getirmemiş olduğunu daha önce de söylemiştik. O dönemlerde Hristiyan Avrupa’da kimsenin aklının ucundan geçiremeyeceği bir durumdu bu.
Tarım, ticaret ve taşımacılık, el zanaatları, sanat ve bilim, askerlik ve savaş gibi tüm alanlarda Araplar o dönemlerde Avrupalılardan çok daha üstün, çok daha ileride oldukları gibi bu alanlarda Avrupalılara hem esin kaynağı olmuşlar hem de çoğu kez öğretmenlik yapmışlardır.
Muhammed Mekkelileri yenip bunların önde gelen komutan ve önderlerini tutsak aldı. Ama bunlara genellikle çok yumuşak davranmakla kalmadı aralarında birçoğunu zengin hediyelerle donattı.
İskenderiye Kütüphanesi, MÖ 3. yüzyılın başlarında Mısır’ın İskenderiye kentinde Ptolemaios hanedanı tarafından kurulmuş olan kütüphanedir. ( ) Bu kütüphanenin, çıkan çeşitli fanatik görüşler nedeniyle, antik Pagan tapınakları ve yapıların imhası sırasında Hristiyanlar tarafından yakıldığı yönünde görüş birliği vardır.
Kadınların Hz.Muhammed döneminde, daha sonraki dönemlere kıyasla çok daha gelişmiş bir sosyal konuma sahip olduklarını hemen başta söyleyelim. Daha sonraki dönemlerde kadınların aleyhine yönelen olumsuz gelişmede Türk ve İran etkisinin yanında, haremin de önemli bir rol oynadığı kesindir. Örneğin İslamiyet’in ilk yüzyıllarında kadınların peçe taktırma, onları kendi kocaları dışındaki erkeklerden tamamen uzak tutma adeti yoktu. Daha önce adı geçen Ebu Hanife gibi Arap bilginleri kadınlara yargıçlık (kadılık) görevinin bile verilebileceği görüşünü savunmuşlardır. Ayrıca bilimsel alanlarda incelemeler yapan ve dersler veren kadınların var olduğunu biliyoruz. Kadınların çok özgür bir hayat sürebildikleri Kurtuba Sarayında birçok şair kadın yaşamaktaydı.
İkliminde etkisiyle, yoğun güçten, sert tepkilerden yoksun, düşünmeye çok az istekli doğu halkı, kuşaklar boyunca, atalarından bu yana, despotizm ile birlikte yaşamaya alışmış, baskıyı, önü alınmaz, karşısında tamamen güçsüz kaldığı bir doğa gücü gibi algılama alışkanlığını üstünden atamamıştır.
Bugünkü Hristiyan devletlerden herhangi birinin, kendi sınırları içinde yaşayan Müslümanların büyük bir bölümüne -tüm dedikodu ve asılsız iddialara rağmen- Müslümanlar arasında yaşayan Hıristiyanlara tanınan özgürlükleri tanıyacakları çok şüphelidir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Demek ki yeni bir din kendine yandaşlar bulmak ve yayılmak istiyorsa bunun ilk koşulu, o dinin öğretilerinin söz konusu toplumun kültür düzeyine uygun düşmesidir. Din öğretilerinin yaygınlaşmayı amaçladıkları ortamın kültür düzeyinin gerisinde kalmaları ya da tersine, bu düzeyin üstünde yer almaları, o dinin yaygınlaşma, tutunma ve gelişme şansını olumsuz etkileyecektir.
Aslında köleliğe tamamen karşı çıkmak ve köleciliğin yok edilmesini istemek, o yüzyılların anlayışına ve kavrama gücüne töre ve adetlerine çok aykırı, henüz fazla ileri gitmiş bir talep olurdu. Bilindiği gibi kölelik Avrupa’da on dört ve on beşinci yüzyıllara kadar uzandı. Muhammed ayrıca bir köle kadını özgür bir kimseden olan çocuğunun özgür olma kuralını getirmişti. O dönemlerdeki Avrupa’nın ya da Almanya’nın bu konudaki anlayışına tamamen aykırı bir yenilikti bu; söz konusu yerlerde aynı konumdaki bir çocuk, özgürlüğünden yoksundu. Öte yandan Muhammed bu konumdaki bir çocuğun annesinin satılabilmesi veya hediye edilebilmesi olanağını da ortadan kaldırmıştı. Birçok Hıristiyan kültür tarihçisi, Müslümanlarda kölelere genellikle son derece ılımlı ve insanca davranıldığnı ve tutsak edilmiş Hıristiyan kadınların, saraylara girmekte hiçte isteksiz görünmediklerini kabul etmek zorunda kalmışlardır.
Yenilgiye uğratılan dinsizlere ve başka dinden kimselere Doğu’da o zamana kadar eşi örneği görülmemiş bir yumuşaklık ve hoşgörüyle davranılması ve nispeten daha kolay yollardan özgürlük ve bağımsızlıklarını elde edebilme olanağı bulmaları, İslamiyet’in hızla yayılmasının başlıca nedenlerindendir. Bugün Avrupa’da hala yaygın olan İslamiyet’in inanmayanlara (başka dinden olanlara) karşı, fanatik bir tahammülsüzlükle yaklaştığı sanısına karşı, bunun tam tersinin doğru olduğunu göstermek gerekmektedir. Hristiyanlar, Museviler ve öteki dinlerden olanlar, Müslüman dininin doğduğu ilk günden itibaren, aynı dönemdeki Hristiyan Avrupa’ya göre akıllarının ucundan bile geçmeyecek bir rahatlık ve güven içinde yaşamışlardır.
Hristiyan Avrupa’nın derin ve karanlık bir barbarlığın çukurunda debelendiği ve kilise dogmalarına kuşkuyla bakmaya cesaret edebilen ve bu kuşku sonucunda dogmalarını sarsabilecek incelemeler yapmaya kalkışanların amansızca kovuşturulup cezalandırıldıkları dönemlerde İslam imparatorluğu, düşünce özgürlüğünün ve kültürünün en üst düzeylerine ulaşabilmiş olmanın mutluluğunu yaşamış ve Doğu, koyu, tutucu bir inanç karanlığına gömülmüş Avrupa’ya bilginin ışığını taşımıştır.
Böylece İslamiyet tam anlamıyla demokratik bir akımın yaratıcısı oluyordu. Sosyal konumu ne olursa olsun büyük ve etkili memuriyetler herkese açıktı, hatta başka dinlerden kimselerin bile bu tür idari işlere atanmalarında İslamiyet’in en ufak bir engel getirmemiş olduğunu daha önce de söylemiştik. O dönemlerde Hıristiyan Avrupa’da kimsenin aklının ucundan geçiremeyeceği bir durumdu bu.
Aşkınlığa (fizik ötesine) inanan idealistler en büyük maddiyatçılardır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Din kökenine dayalı düşünce ve tasarımlar, doğaya ilişkin bilgi, daha doğrusu bilgisizlik ile ayrılmaz ve sıkı bir bağ kurmuşlardır; doğaya ilişkin bilgilerin sığlığı ve yetersizliği dinsel düşünce ve tasarımların batıllığa ve ilkelliğe doğru gittikçe artan bir yol izlemelerine neden olur
Hz. Muhammed’in çok değişik alanlarla ilintili, birbirleriyle herhangi bir bütün oluşturmaktan uzak hadislerini karışık bir sırayla içeren Kur’an, Müslümanların hem din hem de siyasi kılavuzudur.
Maddi güç olanaklarını ellerinde bulunduran yetkili kişiler ya da sınıf, toplumun geri kalan bölümüne ya da çoğunluğuna temel ahlak ilkelerinden sapmaları kendi çıkarları doğrultusunda haklı gösteren ve bu türden sapmaları önünün alınmaz olduklarına insanları inandıran düşünceleri onlara benimsetebilmeyi becerirler
Dinler de, tıpkı insanın ve toplumun uyduğu sosyal yasalar gibi belirli yasalara uyup, bunlara göre gelişirler
Doğu insanı gayretli, ılımlı ve azla yetinen insandır ve bu azla yetinme, çok şükür deme huyu onun felaketini hazırlayan etmenlerin başında yer alır. O en azla yetinirken, tepesindeki despotların, emeğinin ürününü elinden nasıl çaldıklarını seyretmektedir yalnızca
Yine başka bir hadisinde: ‘Kim ilim araştırmak için yola çıkarsa, Allah ona cennetin yolunu kolaylaştırır.
Günümüzde Avrupa’da devletçe benimsenmiş adalet ve hukuk kuralları sık sık ayaklar altına alınmaktadır. Sözde bin yıl daha ilerideyiz.
Hz. Muhammed’in Irak ve Suriye’nin kuzey kesimlerine yaptığı ticaret seyahatlerinde aylarca Rıha ve Harran kütüphanelerinde kaldığı ve oradaki Süryani ve Kürt bilginlerince ağırlandığı bilinmektedir.
Harran kütüphaneleri tarihte ilk kurulan kütüphanelerin başında gelmektedir. Harran ve yöresinde yoğunlaşan kütüphaneler ve arşivler daha sonraları Rıha bölgesine yayılmışlardır.
Mekke’de dindar bir saflık, temiz yüreklilik ile dindar bir sahtekârlık bir süre sonra el ele yol almaya başlamıştır.
İnsan bencildir, dünyanın sırf kendisi için var olduğunu sanıp, başka bir nedenin var olabileceğini kavrayamaz.
Karşı taraf sözünü tutmasa bile rehinelerin öldürülmesi yasaktı ve bu bir savaş kuralıydı. İlk ve önemli hukukçular şu adalet ilkesini ortaya atmışlardır: ihanete ihanetle karşılık vermektense, anlaşma ve sözleşmelerin tek yanlı bozulmasından doğacak zararlara katlanmak daha yeğdir.
Egemen, egemenliği altındakilerin sömürülmesini o kadar doğal bulur ki, sömürüsüz bir durum aklına bile gelmez.
Hz. Muhammed’in çok değişik alanlarla ilintili, birbirleriyle herhangi bir bütün oluşturmaktan uzak hadislerini karışık bir sırayla içeren Kur’an, Müslümanların hem din hem de siyasi kılavuzudur.
Hz. Muhammed, kendisini Allah’ın seçtiği peygamber olarak ilan etmişti, ama sıradan ölümlü bir insan olduğunu da vurgulamaktan geri kalmamıştı
Savaşlar her zaman önderler ile bunlara itaat edenin varlığını gerektirir.
İmparatorluğun dört bir yanında hemen hemen aynı anda dilbilgisi, hukuk, din-tanrıbilim, felsefe ve doğa bilimleri öğrenim ve incelemesi başlamış, egemenlik altındaki halklardan sayısız bilgin, mevcut eski yazıları ve yapıtları Arapçaya çevirmeye koyulmuş ve iki yüzyıldan daha az bir süre içinde Arap dili şaşılacak zenginlikte bir edebiyat hazinesine kavuşmakla kalmamış bu kültür ve eğitim araçlarının, imparatorluğun tek dili olan Arapçada kolaylıkla ulaşılabilme duruma gelmesi, görkemli başarılara yol açmıştır. Töre ve ahlak anlayışlarının yanı sıra alışkanlıklar ve dil, daha o dönemde İslam imparatorluğu sınırları içindeki ve değişik dinlerden kişiler arasında öylesine eşit bir biçim de dağılmıştı ki, halifeler, inançlarına sadık kalan Hıristiyan ve Yahudilerin gerçek Müslümanlardan ayırt edilebilmeleri için elbiselerinde belirli işaretler taşımaları zorunluluğunu getirmişlerdi. Yeni ama eski kültür öğelerine fazla yabancı olmayan dini, siyasi ve sosyal düşüncelerle donanmış heyecanlı bir halkın dünya sahnesine çıkması verimli ve körükleyici bir etki yapmıştır.
Arap neşeli, yaşamayı seven insandı. Bedensel hazlarına din önemli bir engel getirmemişti. Bilgiyi, eğitimi severdi.
Araplar nereye yerleşirlerse yerleşsinler, ilk iş olarak geniş, halka açık hamamlar kuruyorlardı.
Uçarı, aklı havada bir insan olan kral Roderich, Centa valisinin Toledo’da yetişmiş olan kızına zorla sahip oldu. Kızın babası bu ayıbı duydu ve öç almaya yemin etti. Halife adına Kuzey Afrika’yı yöneten Ebu Musa’nın yaveri Tarık bin Ziyad ile irtibata geçen vali, onu İspanya’yı istilaya çağırdı. Tarık bin Ziyad, Musa ile anlaşarak 711 yılında İspanya’nın kendi adıyla anılacak olan Cebeli Tarık boğazından geçti.
Bu günahı bana karşı işledi babam
Ama ben kimseye karşı işlemiyorum günah.
Babadır suçlusu,
Çocukların doğmasının
İster egemenleri olsunlar kentlerdeki,
Bu onların suçunu hafifletmez ki
Ölüm uzun bir uykudur bitmeyen,
Uyku kısa bir ölümdür, yine değişen.
Günlük ekmeği bulduğuna şükret kardeşim,
Yeter bu kadarı bile, nasılsa var sonunda ölüm.
Akıl insana bilgece öğüt verir;
En güzel zenginlik, soylu bir eylemdir.
Zenginlik, avarelik ve bolluk,
Bıkkınlık uyandırırlar ve de yozluk,
En iyi, tok gözlülük korur günahtan
Yaşamın zevkini çıkarmaya bak; çünkü kurtulamayacaksın
Yok olmaktan sen de.
Çılgınca içki alemlerinde
İster soylu olsun ister satılık,
Antilop yavrusu gibi beyaz, ya da tunç kahvesi tanrıçalar gibi güzellerle,
Mest olup git sen de.
Yine başka bir hadisinde: ‘Kim ilim araştırmak için yola çıkarsa, Allah ona cennetin yolunu kolaylaştırır.
Muhammed, bilgi ile ilintili bir hadisinde şöyle der:
Kim ilim araştırmak için evinden ayrılırsa, o, eve dönene kadar Allah’ın yolunda yürümektedir.
İslam da bir erkek iki kardeşi eş olarak alamazdı.
Müslümanlarda hiçbir genç kız iradesi dışında zorla evlenmeye razı edilemezdi. Rüştüne ermişse, annesi ve babası istemese de evlenebilirdi.
Bilindiği gibi çokeşlilik eskiden Yahudilerde de rastlanan, kökleri uzak geçmişte yatan bir adetti, yoksa ilk kez Muhammed’in başlattığı bir uygulama kesinlikle değildi.
Kadınların aleyhine yönelen olumsuz gelişmede Türk ve İran etkisinin yanında, hareminde önemli bir rol oynadığı kesindir. Örneğin İslamiyet’in ilk yüzyıllarında kadınların peçe taktırma, onları kendi kocaları dışındaki erkeklerden tamamen uzak tutma adeti yoktu. Daha önce adı geçen Ebu Hanife gibi Arap bilginleri, kadınlara yargıçlık (kadılık) görevinin bile verilebileceği görüşünü savunmuşlardır. Ayrıca bilimsel alanlarda incelemeler yapan ve dersler veren kadınların var olduğunu biliyoruz. Kadınların çok özgür bir hayat sürebildikleri Kurtuba Sarayında birçok şair kadın yaşamaktaydı.
Arap bilginleri Hz. Muhammed’in ve onun ilk halifelerinin söylediklerini büyük bir titizlikle derleyip düzenlemeye ve eleştirel bir gözle açıklamaya nasıl çabalamışlarsa, devletin ve kamu hayatının bütün alanlarını da aynı titizlikle araştırıp incelemiş ve ülkenin dört bir yanında hukuk normları getirmişlerdir. Bunun sonucunda çok erken bir dönemde ya Medine hukuk okulu gibi, bulunduğu bölgenin adıyla ya da Hanefi hukuk sistemi gibi, kurucusunun (Ebu Hanife) adıyla ünlenen hukuk okulları ve sistemleri kurulmuştur. Böylelikle hükümdarın hak ve görevlerinin, atanma tarzının, halkın ona karşı yerine getirmekle yükümlü olduğu ama gerektiğinde geri alabileceği bağlayıcı hukuk ilkelerinin özenle belirlenip açıklandığı bir hukuk devleti doğdu, günümüzün üniversitelerdeki düşünce özgürlüğü buradakilerden daha fazla olamaz.
Hz. Muhammed, Doğruya inanan bir köleye özgürlüğünü bağışlayan kimse, Allah’ın karşısında büyük bir sevap işler
Satranç, domino gibi oyunların yanı sıra topla oynanan oyunların kökeni de Araplara uzanır. Doğuda ayrıca horoz, köpek dövüşleri ve yarışmaları yaygındı.
Her yıl Mekke’ye yapılan ve utanç verici cinsel kaçamaklara sahne olan hac ziyaretleri, dünyevi zevklerin karşılanmasına yönelik kurumların da ortaya çıkmasına yol açtı.
İnsanların tutkuları ve çılgınlıkları her yerde ve her zaman birbirine benzemektedir.
Doğunun iki kutsal kenti Mekke ve Medine, aynı zamanda sosyal yaşantıyı renklendiren hayat ve eğlence kadınlarının da eğitildiği okullar sayılırlardı.
Zenginlik kadın sayısı ile ölçülmekteydi ve bu kalabalık içinde bu genç insanlar alabildiğine tembel bir hayat sürmekteydiler.
Hiçbir duygu, başkalarına kayıtsız şartsız egemen olabilme ve hükmedebilme duygusu kadar insan ahlakını bozucu etki yapamaz.
Bağdat için yazılmış bir şiirde;

Allah Bağdat’ı, yeryüzü cennetini korusun
İnsanlar için bir ruhsal mutluluk olan.
Yalnızca zenginlere haz verip,
Yoksullara sadece dert verir.

İnsanın bedensel duygularını harekete geçiren hazlar, cinsel haz, şarkı, müzik ve şiir sanatı, büyük ziyafetler ve içki alemleri gerek halifenin ve gerekse imparatorluğun önde gelen büyüklerinin saraylarında doruğa ulaştılar.
Kendi subaylarınca yönetilen ve halife tarafından her türlü onura layık görülüp iyice şımartılan Türkler, sonunda tek başlarına halifenin muhafız alayını oluşturmaya başladılar. Ama bu tür birlikler gitgide koruyucu etmenden çok tehlike unsuruna dönüştüler.
Günümüzde Avrupa’da devletçe benimsenmiş adalet ve hukuk kuralları sık sık ayaklar altına alınmaktadır. Sözde bin yıl daha ilerideyiz.
İnsan bencildir, dünyanın sırf kendisi için var olduğunu sanıp, başka bir nedenin olabileceğini kavrayamaz. O zaman da, dünyanın tadını iyice çıkarabilmesi için yeryüzündeki hayatın bitmeyeceğini, bitmemesi, gerektiğini düşünür.
İşte Hz. Muhammed’in öğretisine göre, cennetten güzel kadınlar da eksik olmayacaktı. Tenleri kar gibi, kara gözlü huriler ve enfes vücutlar en büyük mutlulukları sunmak için onu cennette beklemekteydiler. Ayrıca tüm öteki haz ve zevkler, dans ve müzik, görkemli saraylar ve bahçeler de cennetin donanımları arasındaydılar.
Taleplerinde son derece alçakgönüllü, yaşama tarzı son derece sade olan Arap insanı, bir tek aşk konusunda alabildiğine duyarlı ve duyguları zor tatmin edilir bir insan olarak karşımıza çıkar. Güzel bir kadın her şeyden daha değerlidir onun için.
Ömer 644’de öldü. Yerine Muhammed’in kızlarından birinin kocası, yani damadı Osman geçti. Ali’nin yandaşları, kendi adaylarının silik bir kişiliğe sahip Osman karşısında bir kez daha göz ardı edilmesi üzerine büyük bir öfkeye kapıldılar. Osman 656 yılında, 82 yaşındayken, yandaşlarına göre, Ali ve yandaşlarının kışkırtması üzerine, camide öldürüldü.
Araplar gerekli sayıda kadını yalnız kendi halkından sağlamakla güçlük çekince yendikleri ve kendine boyun eğdirdikleri halklardan kadınlar aldılar, böylece ileride felaketli sonuçlara yol açan kan karışması ve karakter bozulması olguları ortaya çıktı.
Hz. Ömer sade bir hayat sürdürmüş, örneğin bir gün cehennemi sıcaklıkta, devlete ait sürüden kaçmış bir deve yavrusunu sürüye yalınayak geri getirmekten çekinmemiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir