İçeriğe geç

Ölüme Götüren Hastalık Kitap Alıntıları – Soren Kierkegaard

Soren Kierkegaard kitaplarından Ölüme Götüren Hastalık kitap alıntıları sizlerle…

Ölüme Götüren Hastalık Kitap Alıntıları

Yüce Tanrım! Bize önemsiz şeyler için aciz gözler ve senin tüm doğruluğun için keskin gözler ihsan eyle.
Bir atasözü bile günah işlemenin insanca, ama günahın içinde kalmanın şeytanca olduğunu ifade eder.
Biri yanlış olanı yaptığı vakit, doğruyu anlamamıştır.
Ah azizim, sen hiç buna inanma; anlamadılar, zira gerçekten anlamış olsalardı, o vakit yaşamları da bunu dile getirirdi, o vakit ne anlamışlarsa onu yaparlardı.
Bir şeyi himaye etmek her zaman onu itibarsız kılmaktır.
Ancak günahın karşıtının hiçbir şekilde Erdem olmadığı çoğu kez göz ardı edilmiştir.
Umutsuz kimse ölümcül hastadır.
Ya Sezar olursun ya da bir hiç!
İnsanın, daha büyük bir tehlikeden korktuğunda, daha küçüğüyle yüzleşecek cesareti daima vardır.
İman etmek, Tanrı’yı kazanmak için aklını yitirmektir.
İnsan bir aynada kendine bakarken bile kendini tanımak zorundadır, zira bunu yapmazsa orada kendini göremez, sadece bir insan görür.
Bir serçenin Tanrı nezdinde var olduğunu bilmemesi anlaşılabilir bir şeydir, ama bir insanın Tanrı nezdinde var olduğunu bilmek, sonra o anda çılgın veya bir hiçe dönmemek değildir.
(iki serçe bir meteliğe satılmıyor mu? Ama babanızın izni olmadan bunlardan bir teki bile yere düşmez. – Kutsal kitap Matta. –
“Dua etmek soluk da almaktır”
“Günahkâr, günahların bağışlanmasıyla ilgili umutsuzluğa düşüyorsa, bu neredeyse Tanrı üzerinde doğrudan baskı kuruyormuş gibi bir şeydir,”
“Umutsuz kimse ölümcül hastadır.”
Ya susmuş olmak! Ve yine en tehlikeli olanı budur. Zira bir insan susmakla kendi haline bırakılmış olur.
Umutsuzluk, ebediyen ölmektir, ölmek ve yine de ölmektir, ölümü ölmektir.
Demek ki, umutsuzluğa düşmek sonsuz bir üstünlüktür ve yine de yalnızca en büyük bedbahtlık ve perişanlık değildir, hayır mahvoluştur.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
İnsan sonsuzluğun ve sonluluğun, zamansalla ebedinin, özgürlükle gerekliliğin bir sentezidir.
Denir ki, insan susmuş olduğuna bir kere esef ederse, konuşmuş olduğuna on kez esef eder, peki niye? . Konuşmuş olmak kişinin başına bir sürü dert açabilir edimselliktir .. Ya susmuş olmak! Yine de en tehlikeli olanı budur.
“İnsan varoluşunun, içinde sonsuz hale gelmiş olduğu ya da sadece sonsuz olmak istediği her an umutsuzluktur.”
“Demek ki umutsuzluğa düşmek sonsuz bir üstünlüktür ve yine de yalnızca en büyük bedbahlık ve perişanlık değildir, hayır mahvoluştur.”
Dua etmek soluk da almaktır
“Tanrı ilişkisi sonsuzlaşmadır, ama bu sonsuzlaşma, insanı gerçekdışı olarak öyle bir alıp sürükleyebilir ki, sonunda safi sarhoşluk olur.”
“Umutsuz kimse ölümcül hastadır.”
Umutsuzluk içinde kendisi olmayı istemek, sonsuz bir kendiliğe dair bilinçlilik gerektirir.
Kendilik, ebedi olan sayesinde kendini kazanabilmek için kendini yitirme cesaretine sahiptir.
Ölüme götüren hastalık umutsuzluktur.
Günah Tanrı’dan bir vahiy vasıtasıyla, günahın ne olduğuna dair aydınlatıldıktan sonra, Tanrı nezdinde umutsuzluk içinde kendisi olmayı istememek ya da umutsuzluk içinde kendisi olmayı istemektir.
Hiç iradesi olmayan insanın kendilikle alakası yoktur, ama ne kadar irade sahibiyse, bir o kadar da özbilince sahiptir.
En büyük tehlike ölüm olduğu zaman, insan yaşama umut bağlar; lakin tehlikenin bundan daha korkuncunu tanıyıp öğrendiği zamanda, ölüme umut bağlar insan.
Umutsuz kişi her gerçek umutsuzluk anında tüm geride kalanı, olasılığın içinde bir şimdide olma hali olarak ayakta tutar. Bu, umutsuzluğa düşmenin tinsel bir durum olmasından, insanın içindeki ebedi olanla ilişkide olmasından ileri gelir.
Lakin dünyevi bir gereksinimin, zamansal bir musibetin bitmesinin muhtemel olduğunu ummak istememek de umutsuzluğun bir formudur.
Genç insan boş hayal içindedir, hayattan ve kendinden en fevkaladesini umut eder; öte yandan, yetişkinlerde gençlik hatıralarıyla ilgili hayaller olur. Muhtemelen tüm hayallerinden vazgeçmiş yaşlı bir kadının genç kızlığını hatırlayış şekli, bir vakitler ne kadar mutlu, ne kadar güzel olduğunu falan hayal edişi, bir genç kız kadar şahanedir. Bu fumius* ki, bir yaşlının ağzından zırt pırt duyulan bir şeydir, en az bir gencin gelecekle ilgili hayali kadar koca bir hayaldir, her ikisi de yakan söyler veya edebiyat yapar.
İnsan sonsuzluğun ve sonluluğun, zamansalla ebedinin, özgürlükle gerekliliğin bir sentezidir
İnsanlar ne denli gösterişçi ve kurumlu olabilseler dahi kendilerini çoğunlukla çok aşağı hissederler, yani bir insanın olup olabileceği kadar tin olduğunu, mutlak olduğunu hissetmezler bile; lakin gösterişçi ve kurumludurlar-bir dereceye kadar- .
Bilinçlilik ne kadar fazlaysa, umutsuzluk bir o kadar daha yoğunlaşır.
Denir ki, insan susmuş olduğuna bir kere esef ederse, konuşmuş olduğuna on kez esef eder, peki niye? Çünkü konuşmuş olmak dışsal bir olgu olarak, kişinin başına bir sürü dert açabilir, zira bir edimselliktir. Ya susmuş olmak! Ve yine de en tehlikeli olanı budur. Zira bir insan susmakla kendi haline bırakılmış olur; edimsellik burada ona bunun ceremesini çektirmek, kelamının neticelerini ona yüklemek için yardıma koşmaz.
Böylece umutsuzluk, kendiliğin bu hastalığı, ölüme götüren hastalıktır. Umutsuz kimse ölümcül hastadır. Hastalık, herhangi bir hastalık için söz konusu olduğundan bambaşka bir anlamda da olsa, en hayati organlara hücum etmiştir ve kişi yine de ölemez. Ölüm, hastalığın son moment’i değildir ama ölüm sürekli olarak sondur. Bu hastalıktan ölümle kurtulmak bir olanaksızlıktır, zira hastalık ve azabı -ve ölüm tam olarak ölememektir.
Şayet bir insanın içinde ebedi hiçbir şey olmasaydı, o vakit hiç umutsuzluk çekemezdi ama umutsuzluk onun kendiliğini tüketebilseydi, o vakit zaten hiç umutsuzluk olmazdı.
En büyük tehlike ölüm olduğu zaman, insan yaşama umut bağlar; lakin tehlikenin bundan daha korkuncunu tanıyıp öğrendiği zamanda, ölüme umut bağlar insan.
Bir insan böyle sürekli cesaret elde eder; insanın, daha büyük bir tehlikeden korktuğunda, daha küçüğüyle yüzleşecek cesareti daima vardır; insan bir tehlikeden fazlasıyla korktuğunda, diğer tehlikeler sanki hiç var değilmiş gibidir.
herkes kendini sınayacak.
Bir Grekin zaten gayet güzelce ifade etmiş olduğu gibi, bir insan insanlardan konuşmayı, tanrılardan susmayı öğrenir.
Zaten Sokrates, anlayamamak ile anlamayı istememek arasındaki ayrıma istinaden aslında hiçbir aydınlatma yapmaz, Sokrates, doğru olanı yapmayanın onu anlamadığını beyan eder.
Bir şeyi himaye etmek her zaman onu itibarsız kılmaktır.
Hayır, yanılgı içinde olmak Sokratikliğe tamamen aykırıdır, ki insanlar en az bundan korkar.
“Umutsuzluğa düşen ölemez.”
”Zira kendinlik bu dünyada hakkında en az soru sorulan, en az mesele yapılan şeydir. Oysa ki hiçbir yitim bu kayıp kadar tehlikeli değildir. ”
bilinçlilik ne kadar fazlaysa, umutsuzluk da bir o kadar daha yoğunlaşır.
Olasılıktan yoksun olmak ya her şeyin bir gereklilik haline gelmiş olması ya da her şeyin bir abeslik haline gelmiş olması anlamına gelir.
Bir olasılık ve sonra umutsuz kişi tekrar soluk alır, yeniden canlanır; zira olasılık olmaksızın, insan adeta nefes alamaz.
Biri bayılınca insanlar su, kolonya diye haykırır ama biri umutsuzluğa düşecek olsa, o vakit denilen: Olasılık yarat, olasılık yarat olur, olasılık tek kurtarıcıdır.
Gerekliliğin umutsuzluğu olasılıktan yoksun olmaktır
Yani filozofların (Kant ve Hegel’i kastediyor) izzah ettiği üzere gereklilik, olasılığın ve edimselliğin birliğidir, hayır, edimsellik olasılığın ve gerekliliğin birliğidir .:
Olasılık, küçük bir çocuğu şu veya bu eğlenceye davet etmek misali bir şeydir, çocuk hemencecik gönüllü olsa da mühim olan, anne babasının buna izin verip veremeyeceğidir— anne baba ne ise, gereklilik de odur.
Velakin olasılıkta her şey mümkündür. Bundandır ki, insan olasılığın içinde mümkün olan her tarzda, ama temel olarak iki tarzda yanlış yola sapabilir. Bunlardan biri arzulama, hasret duyma formu, diğeri ise melankoli- gerçekdışılık (umut-korku-kaygı) olaraktır.

—-
Umut ile neden anlaşamıyoruz anlaşıldı çünkü “gerçekdışılık”

Tabiatıyla, bu dünya asıl korkunç olanı kavrayacak anlayışa genel itibariyle sahip değildir. İnsana hayatta sadece dert çıkarmayan, ama hayatı insana daha rahat ve keyifli de kılan umutsuzluk tabii hiçbir suretle umutsuzluk addedilmez. Dünyanın bu görüşte olduğu, diğer şeyler arasında, hemen hemen tüm atasözlerinden de belli olur, ki bunlar sağduyu kurallıdır. Denir ki, insan susmuş olduğuna bir kere esef ederse, konuşmuş olduğuna on kez esef eder, peki niye? . Konuşmuş olmak kişinin başına bir sürü dert açabilir edimselliktir .. Ya susmuş olmak! Yine de en tehlikeli olanı budur.
Buna karşılık, umutsuz olduğunu söyleyenler çoğunlukla ya tin olduklarının farkında olabilecek kadar derin tabiata sahip olanlardır ya da kederli hadiselerin ve korkunç kararların yardımıyla tin olduklarının farkına varmış olanlardır—ya biri, ya öbürüdür; zira hakikatte umutsuz olmayan kimse hayli ender bulunur.
ruh doktorunun da bana hak vereceği gibi, yaygın olan, çoğu insanın tinsel olarak nitelendirildiğinin hiç farkında olmadan yaşayıp gitmesidir—ki bundan ileri gelen bütün o esenlik, hayattan hoşnut olmak vs vs, bunların hepsi tamamen umutsuzluktur.
Tam aksine, yapmacıksız olarak öyle olduğunu söyleyen kimse bir parça öyledir ve şifa bulmaya, umutsuz olduğu farz edilmeyen ve kendini öyle farz etmeyen tüm herkesten bir diyalektik olarak daha yakındır.
Kendisinin umutsuz olduğunu sanmayan ve hissetmeyen her insanın öyle olmadığını ve sadece öyle olduğunu söyleyenin öyle olduğunu faz eden ortak kanı haklı olmaktan mümkün olduğunca uzaktır.
bir insanın sahiden umutsuz olabilmesi için olasılığı her an yok etmesi gerekir. Zira düşünürler gerçekliğin yok edilmiş olasılık olduğunu söylese de bu tamamen doğru değildir; o, gerçekleştirilmiş, etkin olasılıktır.
—-
ama her olasılık, “etkin olasılık” olup, gerçeğe dönüşmeyebilir /çelişki?
”Zira kendinlik bu dünyada hakkında en az soru sorulan, en az mesele yapılan şeydir. Oysa ki hiçbir yitim bu kayıp kadar tehlikeli değildir. ”
– ( ) Dua etmek nefes almaktır
– ( ) Günahkâr, günahların bağışlanmasıyla ilgili umutsuzluğa düşüyorsa, bu neredeyse Tanrı üzerinde doğrudan baskı kuruyormuş gibi bir şeydir
– ( ) Tanrı ilişkisi ebedileşmedir, ama bu ebedileşme, insanı gerçekdışı olarak öyle bir alıp sürükleyebilir ki, sonunda safi sarhoşluk olur
– ( ) İnsan bir aynada kendine bakarken bile kendini tanımak zorundadır, zira bunu yapmazsa, orada kendini görmez, sadece bir insan görür
– ( ) Zira kendilik, bu dünyada hakkında en az soru sorulan ve sahip olunduğunun belli edilmesi her şeyden fazla tehlikeli olan bir şeydir
– ( ) İnsan sonsuzluğun ve sonluluğun, zamanîlikle ebedinin, özgürlükle gerekliliğin bir sentezidir, kısaca bir sentezdir.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir