V. S. Naipaul kitaplarından Nehrin Dönemeci kitap alıntıları sizlerle…
Nehrin Dönemeci Kitap Alıntıları
dünya böyledir; bir hiç olanların, hiç olmaya boyun eğenlerin dünyada yeri yoktur
Dünya böyledir; bir hiç olanların, hiç olmaya boyun eğenlerin dünyada yeri yoktur.
Sabahleyin uyansak ve dünyanın büzüşüp sadece bildiğimiz, güvenli şeylerden ibaret kaldığını görsek.
Sömürge zamanında Afrikalı bir otel hizmetçisinin maruz kaldığı aşağılanmaları hayal edebiliyor musunuz? Ne kadar dindar olursanız olun bunu telafi edemezsiniz.
Geçmişi ezip geçmeyi öğrenmeliyiz,Salim. Bunu ilk karşılaştığımızda söylemiştim. Gözyaşına neden olmamalı bu, çünkü seninle benim için işin doğrusu bu değil.
geçmiş insana acı vermekten başka bir şeye yaramaz.
Kimin kim olduğu belli değil
Kanunlar suçu kışkırtıyor. Okullar cehalet öğretiyor, halk kendi kültürü yerine cehalet sergiliyor. Kendimizi tanımıyoruz, kendimizi yanlış yöne sevk ediyoruz. Ölüme gidiyoruz. Gerçek kanunları unuttuk.
Geçmişe sırtını dönmek kolay değil. Öyle damdan düşer gibi yapabileceğin bir şey değil. Bunu yapabilmek için donanımlı olmalısın yoksa hüzün seni pusuya düşürüp yok eder.
Seni yarı yolda bırakabilirler. Ama bırakırlar sa rüşvet verirsin. Hepsi bu. Kazancını hazırlarken buna da pay ayırmak lazım. Rüşvetini vereceksin. Anlamıyorsun Salim. Kolayca anlaşılabileck bir şey de değil zaten. Burada ne doğru ne yanlış olmadığından değil. Burada doğru diye bir şey yok.
Kendi hayatlarımızı askıda görüyor, karşımızdakinin yere daha sağlam bastığını sanıyorduk. Ama her şeyin keyfi olduğu kasabada hepimizin hayatı askıdaydı. Hiçbirimiz hiçbir şeyden emin değildik. Ne yaptığımızı her zaman da bilmeden, kendimizi sürekli bizi çevreleyen keyfiliğe göre ayarlıyorduk. Sonuçta nerede durduğumuzu bilmiyorduk.
Geçmişi ezip geçmeyi öğrenmeliyiz, Salim. ( .) Her yerde insanlar hareket halinde, dünya hareket halinde, geçmiş insana acı vermekten başka bir şeye yaramaz.
Güçsüzler fiziksel olarak yok edilmişlerdi. Afrika’da bu uygulama yeni değildi, memleketin en eski kanunuydu.
Dünya böyledir ; bir hiç olanların , hiç olmaya boyun eğenlerin dünyada yeri yoktur.
Kendi hayatlarımızı askıda görüyor, karşımızdakinin yere daha sağlam bastığını sanıyorduk. Ama her şeyin keyfi olduğu kasabada hepimizin hayatı askıdaydı. Hiçbirimiz hiçbir şeyden emin değildik. Ne yaptığımızı her zaman da bilmeden, kendimizi sürekli bizi çevreleyen keyfiliğe göre ayarlıyorduk. Sonuçta nerede durduğumuzu bilemiyorduk..
Geçmişe sırtını dönmek kolay değil. Öyle damdan düşer gibi yapabileceğin bir şey değil. Bunu yapabilmek için donanımlı olmalısın, yoksa hüzün seni pusuya düşürüp yok eder.
İnsan dışında bir gerçek var mıydı? İnsanlar kendi gerçeklerini kendileri yaratmaz mıydı?
Bildiklerinin çoğu onunla birlikte gömülmüştü ki benim için bilgiden daha önemli şeyler vardı – tavırları
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Dünya böyledir; bir hiç olanların, hiç olmaya boyun egenlerin dünyada yeri yoktur.
herkes şantiyelerde yaşıyor. Uygarlık bir şantiye.
köleliğe itilmiş insanlar için en büyük tuzak budur. Hiçbir şeyimiz yok. Kabilemizin büyük adamlarıyla, Gandi’yle, Nehru’yla avunuyoruz ve kendi kendimizi hadım ediyoruz. İnsanlığımı al ve benim için kullan. İnsanlığımı al ve benim adıma daha büyük bir insan ol! Hayır! Ben kendim insan olmak istiyorum.
Kendime yalan söylerken, kendime rol yaparken, tarif edilen şey için uygun olduğuma kendimi inandırırken yakaladım kendimi. Sanırım kendilerini diğer insanların onlara sunduğu işlere ve hayatlara uygun bir hale getirmek için takındıkları tavırlarda katılaşıp kalan çoğu kimse için hayat burada bitiyor.
Adalet beklentin olmasa ve sıklıkla onu elde etmesen adaletsizlik hakkında tatlı şarkılar dinleyemezdin. Dünyanın döndüğünü ve senin de onun içinde güvende olduğunu hissetmesen dünyanın sonu hakkında şarkılar söyleyemezdin.
Geçmişin gerçek hayatta var olmayan, sadece senin zihninde olan bir şey olduğunu görüyorsun. Geçmişi çiğneyip eziyorsun. İlk başta bir bahçeyi çiğnemek gibi oluyor. Sonundaysa ayaklarının altında sadece toprak kalıyor.
bazen, belli duygularla başa çıkamadığımızda ve rol yapmak daha kolay geldiğinde gerçekten de hissettiğimiz şeyleri oynarız.
Aptallık ve saldırganlık, gurur ve incinmişlik arasında yolunu bulmak ne büyük eziyetti!
Böyleydik işte. Daha dün yemek peşinde koşuyor, paslı tenekeleri açıyor, kömür mangalları ve yere kazılmış çukurlarda yemek pişiriyorduk; şimdiyse hayatımız boyunca milyonlardan söz etmişiz gibi milyon dolarları konuşuyorduk.
Ne babam ne de dedem hikayelerine tarih koyardı. Unuttukları ya da akılları karıştığı için değil; GEÇMİŞ GEÇMİŞTİ İŞTE.
Buraya yanlış zaman da geldik .Ne fark eder .Nereye gitsek zaman yanlış zaman.
Dünyam daraldıkça da saplantılarım artıyordu.
Tatmin hiçbir şeyi çözmüyordu ;sadece yeni bir boşluk ,taze bir ihtiyaç yaratıyordu.
Her yerde insanlar hareket halinde ,dünya hareket halinde ,GEÇMİŞ insana ACI vermekten başka bir şeye yaramaz .
Bildiğimizden farklı bir dünya bu .Bizim gibi insanlar için çok baştan çıkarıcı.
Bir zamanlar bana da ait olan o hayat ne çoraktı!
İnsan dışında bir gerçek var mıydı ? İnsanlar kendi gerçeklerini kendileri yaratmaz mıydı ?
Böyleydik işte .Daha dün yemek peşinde koşuyor,paslı tenekeleri açıyor,kömür mangalları ve yere kazılmış çukurlarda yemek pişiriyorduk ;şimdiyse hayatımız boyunca milyonlardan söz etmişiz gibi milyon dolarları konuşuyorduk.
Uygarlıkları olan ama başka memleketleri olmayan basit insanlardık.
Ama biz insanız ;etrafımızdaki ölümlere rağmen et,kan ve zihin olmayı sürdürüyoruz ve o sorgulayıcı ruh halinde fazla uzun kalamıyoruz.
Sabahleyin uyansak ve dünyanın büzüşüp sadece bildiğimiz ,güvenli şeylerden ibaret kaldığını görsek.
Dayan ,dayan.Başka bir şey yaptığımız yok.Bütün hayatımı böyle geçirdim.Burada ,Afrikalılar arasında böyle yaşadım .Bu hayat mı Salim ? dedi Şoba.
Aslında ne kadar az eğitim görmüşsek o kadar huzurluyduk ,uygarlığımız ya da uygarlıklarımız tarafından o kadar kolay güdülüyorduk.
Hayatımda kısıtlamlar yoktu ama kısıtlı bir yaşantı sürüyordum;geceleri çektiğim yalnızlık bir sancı gibiydi.
Harabelerin arasında olmak zaman hissinizin altüst olması demekti.Geçmişten değil gelecekten gelen bir hayalalet gibi hissediyordunuz kendinizi .Hayatınızın ve gayenizin sizin için önceden yaşandığını ,o hayatın kalıntılarına baktığınızı hissediyordunuz .Geleceğin gelmiş ve geçmiş olduğu bir yerdeydiniz.
Hiç sorma. Sadece senin işinin kötü gittiğini düşünme. Herkesin işi kötü. Korkunç olan da bu. Prosper’in de, senin dükkanını verdikleri adamın da, herkesin işi kötü. Kimse bir yere gitmiyor. hepimiz cehenneme gidiyoruz ve herkes bunu iliklerinde hissediyor. Öldürülüyoruz. Hiç bir şeyin anlamı yok. Bu yüzden herkes delirmiş gibi.
Hiç bir şeyin kalmadı. Dükkanını aldılar. Onu Yurttaş Theotim’e verdiler. Başkan on beş gün önce bir konuşma yaptı. Radikalleştirme yaptığını ve herkesten her şeyi alacağını söyledi. Bütün yabancılardan. Geçen gün kapıya asma kilit vurdular.
O işi kabul etmesi pek de hoşuna gitmiyor Salim. İki tarafta onu öldürmek isteyecek. İlk başta da başkan öldürmek isteyecek,kurban olarak. O kıskanç bir adam Salim. Burada kimsenin yükselmesine izin vermez. Her yerde sadece onun fotoğrafı var. Gazetelere bak. Her gün fotoğrafı herkesinkinden büyük çıkıyor.
Saldırılar ve cinayetler devam etti,polis misillemelerde bulundu ve bir nevi dengeye ulaşıldı. Her gece iki-üç kişi öldürülüyordu.Ama tuhaf bir biçimde bütün bunlar çok uzaktaymış gibi gelmeye başlamıştı.
Gerilim çok fazlaydı.Her şeyi mahvediyordu ve ilk defa kaçmayı düşündüm. Uzaklarda bir şehirde beni kabul edecek güvenli bir ev olsaydı o sıralarda buradan ayrılırdım herhalde. Bir zamanlar öyle bir ev vardı; bir zamanlar öyle pek çok ev vardı. Ama artık yoktu.
Yvette kendi hayatını askıda görmüştü. Bizim gibi hazırlıklı olmadığını hissediyordu; kendini kollaması gerekiyordu. Oysa hepimiz onun gibi hissediyorduk: Kendi hayatlarımızı askıda görüyor, karşımızdakinin yere daha sağlam bastığını sanıyorduk. Ama her şeyin keyfi olduğu kasabada hepimizin hayatı askıdaydı.
Rothschild’ler doğru zamanda Avrupa’yı seçtikleri için Rothschild oldular. Bankerlik yapmak için Osmanlı İmparatorluğuna, Türkiye’ye, Mısır’a filan giden onlar kadar becerikli başka Yahudiler öyle alıp yürümediler.
‘Afrika’da gününüzü gün ediyordunuz. Şimdi iş sıkıya gelince geri kaçmak istiyorsunuz. Ama yerli halkla kader birliği etmek zorundasınız’.
Afrika’yı ancak bir Afrikalı yönetebilir – sömürge güçleri bunu asla anlayamadı.
Kadınlar ile erkeklerin birbirlerinin varlığından duydukları keyifle, karşılıklı haz için dans ettikleri bir oda da hiç bulunmamıştım.
Yetişkinlik hayatım boyunca rahatlamak için kasabanın barlarında sürtmüştüm.. Sadece para verilmesi gereken kadınları tanıyordum. His dünyasının öteki yüzünü, bedava kucaklamaları hiç bilmiyordum ve bunu yabancı bir şey, bana göre olmayan bir şey olarak görmeye başlamıştım.
”Seni yarı yolda bırakabilirler.Ama bırakırlarsa rüşvet verirsin. Hepsi bu. Kazancını hesaplarken bunlara da pay ayırmak lazım. Rüşvetini vereceksin. Anlamıyorsun Salim. Kolayca anlaşılacak bir şey de değil zaten. Burada ne doğru ne yanlış olmadığından değil. Burada doğru diye bir şey yok, ”
Silahları ve cipleriyle fildişi avcılığı ve altın hırsızlığı yapıyorlardı. Fildişi, altın – köleleri de ilave edin, eski Afrika’ya geri dönmüş gibi olursunuz. Eğer pazarı olsaydı, bu adamlar köle ticareti de yapardı.
Nehrin dönemecindeki kasaba yeniden, Peder Huısmans’ın dediği gibi, Hint Okyanusu’ndan ya da Avrupa’dan gelen insanlardan da önceki haline kavuşmuştu.
Pederin ölümünün bize verdiği tek mesaj, bizim de dikkatli olmamız, nerede olduğumuzu unutmamamız gerektiğiydi.
Barışın bu ilk günlerinde, peder yine o seyahatlerinden birine çıktığı sırada öldürüldü. Cinayet asla ortaya çıkmayabilirdi; kolayca ormanda bir yerlere gömülebilirdi. Ama onu öldürenler gerçeğin bilinmesini istemişlerdi. Bedeni bir kayığa yerleştirilmiş, nehir boyunca sürüklenen kayık bir susümbülü kümesine takılmıştı. Organları kesilmiş, kafası bir kazığa geçirilmişti. Basit bir törenle hemen gömüldü.
Nehrin dönemecinde hep bir yerleşim olacak, derdi. Doğal bir buluşma yeriydi burası. Kabileler değişebilir, güç el değiştirebilirdi ama insanlar buluşmak ve ticaret yapmak için hep buraya geri döneceklerdi.
Bu toprakların tarihinde vardı bu; burada insanlar hep av olmuşlardı.
Son olaylar çaresizliğimizi göstermişti. Şimdi bir nevi barış vardı; ama biz hepimiz- Asyalılar,Yunanlar ve diğer Avrupalılar- hala çeşitli şekillerde izi sürülecek avlardık.
Kadın konusu artık kanıksanmıştı. Gelişimden kısa bir süre sonra arkadaşım Maheş kadınların kendileriyle yatmak isteyen her erkekle yattıklarını söylemişti; isteyen gidip bir kadının kapısını çalar ve onunla yatabilirdi.
Bira burada insanların gıdasının bir parçasıydı; çocuklar içerdi; insanlar içmeye sabahtan başlardı.
İşadamı ona alıp on ikiye satabilen kişidir. Öteki ona alır, on sekize yükseldiğini görür ama hiç bir şey yapmaz.Yiirmiye yükselmesini bekler. İkiye düştüğünde tekrar ona çıkmasını bekler. Zamanla ona çıkar. Ama hayatının dörtte birini harcamış olur. Parasının ona verdiği tek şey azıcık matematiksel heyecandır.
Avrupalılar da herkes gibi altın ve köle istiyorlardı ama aynı zamanda köleler için iyi şeyler yapan insanlar olarak heykellerinin de dikilmesini istiyorlardı.
İşler ters gittiğinde dinin verdiği avuntular vardı. Bu sadece kaderi kolayca kabullenme değildi; insanoğlunun bütün gayretinin beyhude olduğuna dair sessiz ve derin inanıştı.
Doğu sahilindeki köle tacirliği batı sahilindekine benzemiyordu. Kimse gemilerle çiftliklere gönderilmemişti. Bizim sahilden ayrılanların çoğu Arapların evlerine uşak olarak gitmişlerdi.
Afrika benim yuvamdı,asırlardır ailemin de yuvası olmuştu. Ama biz doğu sahilinden geliyorduk, bizi ayıran da buydu. Sahil tam anlamıyla Afrikalı sayılmazdı. Arap-Hintli-İranlı-Portekizli karışımı bir yerdi ve orada yaşayan bizler aslında Hint Okyanusu insanlarıydık.
Geçmişte kölelerin de aynı şeyleri yaşadığını düşünmeden edemiyordum. Aynı yolculuğu yapmışlardı ama tabii yaya ve aksi yönde, kıtanın merkezinden doğu sahiline doğru.