İçeriğe geç

Örselenmiş Osmanlı’dan Medeniyet Umuduna Kitap Alıntıları – Sadettin Ökten

Sadettin Ökten kitaplarından Örselenmiş Osmanlı’dan Medeniyet Umuduna kitap alıntıları sizlerle…

Örselenmiş Osmanlı’dan Medeniyet Umuduna Kitap Alıntıları

Geçen gün buraya bir zat geldi Robert koleji’nde okuyormuş oğlu. Sormuş ne öğretiyorlar orada diye. Hocalar demişler ki, Biz öğrenmeye öğretiyoruz. Türkiye’de böyle olmuyor. Türkiye’de kim gelirse gelsin kendi bildiğin ezberletmeye çalışıyor. O bilgi ne kadar doğru, ne kadar yanlış hiç tartışılmıyor.
Bu planın en önemli özelliği şehre homojen bir yaşam alanı olarak bakmasıdır. Modernite kapitalizmle eşdeğer; tüketim çok önemlidir. Bunun için de herkesin her şeye erişebilmesi gerekir. Bunun da yolu insanları yalnız ve çaresiz bırakmaktır. Onun için bu şekilde tek biçimli bir şehir dokusu üretir. Herkes, her an, her yere erişebilmelidir. Böylece mahremiyetiniz ortadan kalkar.
Ne zaman ki bir birikim oluşuyor, şehirde belirlemeye başlıyor zamanın ufkunda. Bunun sebebi de şu: Köyler tekdüze yaşarlar. Köy hayatında birkaç parametre vardır yalnızca. O parametrelerin büyük bir kısmı da materyaller dünyasına aittir. Ekeceksiniz, biçeceksiniz aksi halde yaşayamazsınız. İktisatta tekdüzedir burada, inanç da. Halbuki bazı insanlar bunun dışına çıkmak isterler. O zaman da köyde yeri olmaz artık, çünkü köyde başka türlü yaşamak mümkün değil. Başka türlü yaşamak isteyen insanların nüfusu belli bir çoğunluğu erişince toplum o şehri kurmak durumunda kalır. Şehirde sonsuz parametre ve sonsuz yetenek var; farklı insanların farklı yetenekleri ve o yetenekler arasında da farklı işbirlikleri Bütün bunlar kendi aralarında adeta bir sihirli değnek gibi hiyerarşik yapılar oluştururlar.
Hep söylüyorum, modern çağdaki en büyük sıkıntımız müstağni kalabilmek. 30 kravatın olacağını, 10 kravatın olsun. Bilmem ne arabasını bineceğini, daha düşük bir arabaya bin. Hayatı malayani ile değil ancak ilimle, hikmetle, sanat ve muhabbetle doldurabilirsin.
Herkes kendine bakarsa işler yoluna girer. Kaynaklara bakacaksınız, onlardan nimetlenecek, besleneceksiniz. Böyle olunca toplumsal ilişkiler bir anda ortaya çıkıyor.
Zaman elimde bir aparattır, imkandır, nimettir. Vaktin babası olmak iddiasındayım, çocuğu değil. O vakti inancıma, muhabbetime göre değerlendirmek ve şekillendirmek Önce kendi rolümü doğru oynamak, tabii yapabildiğim kadarıyla.
İnsanları hep böyle maddi varlık üzerinden varolmayı teşvik ederseniz, gerilmiş birer tambur haline dönerler, en ufak dokunuşta tınnnn diye inlemeye başlar. Biraz daha çekersen o teli kopar. Halbuki insanları edebiyatla, sanatla, felsefeyle ve dinle yumuşatırsanız hem bu kadar kolay provoke olmaz, hem de kolayca kopmazlar.
Gördüm ki, kendi içinde tutarlı temel kabuller üretebilen bir dünyada ortaya konulan hayat da tutarlı olabiliyor.
O zaman dedim ki, bizim bir yere varamayışımızın sebebi, birinin yaptığını diğerinin bozması. Çünkü üzerinde mutabakata vardığımız kabuller yok. Onların yokluğu yüzünden bir dünya görüşü üretemiyoruz ve bu yüzden de neyi, nasıl yapacağımızı bilemiyoruz. İşte bunu tespit ettikten sonra bu noktadan geriye doğru giderek, acaba bir zamanlar böyle kabuller var mıydı, bu kabullerle neleri, nasıl ürettik diye bakmaya başladım.
Eski bir atasözü, azıcık aşım kaygısız başım diyor. Huzur ve güven arıyorum, o zaman ekmeğimde az olsun kaygım da .
Görgümüz az belki, ama görgümüz az demek yerine boşluğa dini bir kılıf buluyoruz. En kötüsü de bu. Hâlbuki zaaflarımızı söylesek, daha rahat edeceğiz ve o boşluk kendiliğinden dolmaya başlayacak. Değişmekten duyduğumuz korku, boşluklarımızın boşluk olarak kalmasına neden oluyor.
Kendi varlığınızı ruhsal manada düzene geçirmek istiyorsanız istiğna sahibi olacaksınız. Kapitalizmin, tüketim toplumunun size sunduğu bu büyük spektrum içerisinde yapabildiğiniz kadarıyla müstağni kalacaksınız. Yani varlığınızı onun sunduğu maddi ürünler üzerine inşa etmeyeceksiniz. Elinizden geldiği kadar. Peki o boşluğu ne dolduracak? İlim dolduracak, yapabiliyorsanız sanat dolduracak. Bilim kolay , sanat daha zordur. Arada ise felsefe var, o da yetmiyorsa mistisizm dolduracak.
Ama şu anda toplumda vuku bulan bambaşka bir şey, toplumsal bir travma hali. Çünkü toplum aç. Kimsenin soru soracak hali yok. Herkes maddeye karşı aç. Bu açlık bulaşıcı. Modernleşmenin hemen her aşamasında yeni açlar, yeni açlıklar kendilerini doyurmaya çalışırken hayatı da şekillendiriyorlar. Öyle görünüyor ki bu defakilerin açlıklarını doyurmak için girdikleri yolculukta kutsal çok uzakta kaldı. Kimse yakalayamıyor.
Modernite, dünya esastır diyor. Bu da çalışmak, üretmek ve tüketmek demek. Bütün bunlar İslam’da da var, ama ikincil plandalar. İslam’da dünya esas değil, ahiret esas. Fakat dünya önemsiz de değil, çünkü ahiretin kazanıldığı yer. Ahireti kazanmanın birinci şartı da ben dememeyi öğrenmek, diğerkam olmak, hizmet etmek, üretmek. Üretmek elbette, ama hayatı üretimi kurban etmemek. Böyle baktığınız zaman, modernitenin önerdiği tarz-ı hayatı ile İslam’ın önerdiği tarz-ı hayat arasındaki köklü farklılıkları da görebilirsiniz. Bütün gün çalışırsınız, akşam üzerinize kötü bir ağırlık çöker. Oysa insan yaşamak ister. Gidip bir iki kadeh bir şey atarsınız, ağırlığınızı unutur, hafiflersiniz. Beş gün deli gibi çalıştıktan sonra hafta sonu çılgınca eğlenmek hakkınızdır. Sonra pazartesi’ye sarhoş başlarsınız. Modernitedir bu. Üretir, kazanır, harcarsınız. Bedensel zevklerinizi tahmin edersiniz. Bunun içerisinde tartışılmaz biçimde tahakküm vardır. Bedensel, nefse hitap eden zevkin tahakkümü Böyle bir yaşam tarzı. Bugün Türkiye’de enteresan bir şekilde bu iki tarz-ı hayat kesişme noktasında. Aslında kesişme noktasını geçti, modernitenin önerdiği hayat tarzı toplumun her kesiminde ağır basıyor.
Siz hayata sonsuz bir ihtirasla bakıp, doğanın sırlarını çözüp onu kendi emrinize amade kılmak istiyorsanız, bilimin sizi durdurmaya gücü yetmez. Bilim bana göre çok masum bir şey. Merak ediyor ve bir şeyleri bilinir hale getiriyorsunuz. Sonra o bilgileri sistematize ediyorsunuz, formüle ediyorsunuz vs Ondan sonra teknoloji başlıyor. Mühendisin bedbaht tarafı teknolojik bir adam olması. Düz bir fizikçi, bir kimyacı olsa ne kötülük ne iyilik yapacak. Ama mühendis, bilim adamlarının bulunduğu yasaları, kuralları, donanım işleme tarzını tatbikata koyuyor ve teknoloji üretiyor. O teknolojiyi üretirken belirlenen amaç tahakkümse tahakküm ediyor, hizmetse hizmet ediyor. İnsanın varlığını tahakkümden arıtmak çok zor. Adamın eline kırbacı veriyorsun, dövülecek adamları da gösteriyorsun ve sen bunu dövme diyorsun. Bu ne kadar mümkün ki?
Ailede bir medeniyet tasavvuru çerçevesinde çalışır. İç dünyanızda her şeyi yerli yerine koyan, birtakım değerleri sevdiren, tanıtan, inandıran ve o değerler doğrultusunda sizin hareket etmenizi sağlayan bir temel medeniyet tasavvuru vardır. Bu olmazsa insan içgüdülerinin esiri olur, hayvan gibi olur o zaman. Ama insansa, mutlaka bir değerler sistemi vardır. Bu değerler sistemini kaybettiğiniz zaman seviyeniz düşer. Bu bilinçli bir düşüş değildir. Bir uçağın adeta yere çakılması gibi tehlikeli bir iştir. Şimdi biz bu değerler sistemini kat’i manada yitirmiş vaziyetteyiz.
Modern şehir özgürlük vererek kendini koruyor, bu özgürlüğü de tartışmak lazım, yoksa nefse esaret mi?
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İster istemez akla şu soru geliyor:Hani din bireyle Tanrı arasındaydı? Ahmet Necdet Sezer diye garip bir adam vardı, en son o tekrar ediyordu bu cümleyi; din, birey ile Tanrı arasındadır diye.Madem böyle, o zaman siyasal İslam nasıl ortaya çıkıyor.İslam zaten siyasaldır.İmanlı İslam diye bir şey olmaz.Her din imanîdir.Nefes alan insan diye bir şey olur mu ?Her insan nefes alır.Modernite İslam’ı da, Hristiyanlığa yaptığı gibi Allah’a birey arasına sıkıştırmak istiyor.Hristiyanlık’ta başarı kazandı.Rönesans ve devamında Tanrı kiliseden çıkamaz oldu.İslam’da henüz başarıya ulaşmadı.Allah’la dünyayı ayırmak istiyor ki rahatça muamele yapabilsin, insanlarla oynayabilsin.Allah ile dünyayı ayırmadığınız zaman İslamileşiyorsunuz.Ama bu İslamîleşme bugüne bize anlatılan türden bir İslamîleşme değil.
Hayatın tümüne sadece akıl ile bakarsanız, a’dan z’ye absürd olduğunu da görürsünüz.
Toplumsal varlığınızı, temel felsefenizi üstünlüğe dayalı milliyetçi bir söyleme dayandırırsanız, bu milliyetçiliğin temelindeki ırkçılığı da kabullenmiş olursunuz.
Kitle sürekli disipline ediliyor.Ama hiç edilmedim zannediyor.Öyle şartlarda disipline ediliyor ki, bunu fark edemiyor bile.Tabii kitle bu disiplin yönetimini kıracak güçte de değil.Yani gene benim anahtar kelimem gündeme geliyor.Kitle müstağni(istiğna sahibi ) değil, her şeyi istiyor.Arzu ettiği her şey için de bir bedeli var diyorlar insanlara, Bu şeyi istiyorsan, bu bedeli ödemek zorundasın. O da ödüyor o bedeli.Bu bedeli ödeyerek yüce bir yere vardığını zannediyor.Görünürde geliyor da Maddi güce ya da şöhrete sahip oluyor örneğin.Ama insanlık olarak baktığınızda, yani tefekkür ve hissiyat nokta-i nazarından baktığınızda hiçbir yere gitmediğini görüyorsunuz.Modern insanın çizgisi bu.
II.Dünya Harbi’nden önce Camus’nün söylediği bir söz var:
Çağdaş insan, diyor çalışır, tüketir, sevişir ve gazete okur.
Modern insan dediğiniz, Amerikan kapitalizminin ortaya koyduğu insan tipidir.Bu insan tipi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra beliren Amerika hayranlığı etkisi,nüfuzu gücü sayesinde ortaya çıkmıştır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Çin’den Avrupa’nın en ucuna kadar büyük bir iletişim ağı var İslam Orta Çağ’ında.İnsan gidiyor, geliyor ve ticaret yapıyorlar.Bağdat bu sayede Bağdat oluyor.Çünkü maddi dünyadan kendisine verileni kat kat fazlasıyla alıyor.Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur diye hudutları kapatırsanız dona kalırsınız.
Tarihten süzüp çıkardığımız, çoğu kez belki de yüzde yüz idealize ettiğimiz insanlar vardır. İnsanları idealize etmezseniz, yaşamanız mümkün değil.Mutlaka bir şeye inanacaksınız, inandığınız zamanda idealize etmiş olursunuz.
Nitelik açıdan baktığımızda bir dine inanmakla, tarihteki birtakım kahramanlara inanmak arasında büyük bir fark yoktur. Bunlar birbirine benzer. Birisi bir peygambere inanmıştır, onun öğretisini benimsemiştir, hayatına onu rehber almıştır. Ne kadar tatbik eder, ayrı bir konu.Ama varolmak için mutlaka bir inanca dayanmak gerekir.
Banker Kastelli diye bir adam çıktı mesela.İflas ettiğinde herkes acıdı.Büyük kârın, büyük riski olur.Gayet basit bir kural bu.Bu riski kaldıramayacaksan, çekip ayağına göre yorganı uyuyacaksın.
Bildiğim sadece şu:Kendi varlığınızı ruhsal manada düzene geçirmek istiyorsanız istiğnâ sahibi olacaksınız.Kapitalizmin, tüketim toplumunun size sunduğu bu büyük spektrum içerisinde yapabildiğiniz kadarıyla müstağni kalacaksınız Yani varlığınızı onun sunduğu maddi ürünler üzerine inşa etmeyeceksiniz. Elinizden geldiği kadar.Peki o boşluğu ne dolduracak? İlim dolduracak, yapabiliyorsanız sanat dolduracak.Bilim kolay, sanat daha zordur.arada ise felsefe var, o da yetmiyorsa mistisizm dolduracak.
Bizim insanımız gazete havadisiyle, televizyon aracılığıyla duyar. Bir de mektepte onu etkileyen bir hocası olmuştur.Lisede sevdiği öğretmenden ne duyduysa onunla kalır. Deney yapmaz, konuşmaz, dinlemez.Sorun bakın, üniversitedeki üniversite hocasını, lise mezunu lise hocasını anlatır.Kendisi sorgulamamıştır hiçbir şeyi.Ben her türden insanla konuşurum Adamın yaşı 70, bana hâlâ askerdeki üsteğmenini anlatıyor.Sabırla dinlerim, ama dürterim de iyice anlatsın diye.Aradan 50 sene geçmiş, adamın hayatında iz bırakan başka bir tecrübesi olmamış.Bu çok tuhaf değil mi?
Ama şu anda toplumda vuku bulan bambaşka bir şey, toplumsal bir travma hali.Çünkü toplum aç.Kimsenin soru soracak hali yok.Herkes maddeye karşı aç.Bu açlık bulaşıcı.Modernleşmenin hemen her aşamasında yeni açlar, yeni açlıklar kendilerini doyurmaya çalışırken hayatı da şekillendiriyorlar.Öyle görünüyor ki bu defakilerin açlıklarını doyurmak için girdikleri yolculukta kutsal çok uzakta kaldı. Kimse yakalayamıyor.
Ben, doğa yasalarının kendi kendine oluşmadığını, ol emriyle olduğuna inanıyorum.Bu yasaların kutsal olduğunu söylüyorum.Mesela diyorum ki, şeriat hükmünü, yasalarını vaz eden kudret ile Newton yasalarını vaz eden kudret aynıdır.
Şimdi ben bütün bu bilgiyi ve düşünme biçimini bu çağda yaşayan bir Müslüman olarak öğreniyorum ama bir Müslüman olarak henüz daha Müslümanca anlamlandıramıyorum.
Bilim size niçin sorusunun cevabını vermez.O cevabı felsefeyle araştırırsınız yahut tasavvufla, dinle ulaşırsınız ona.Bilim ise size nasıl sorusunun cevabını verir.Dolayısıyla hayatınızda bilime biçeceğiniz paye, ona vereceğiniz rol, sizin hayata nasıl baktığınızla, yani bakış açınızla çok ilgilidir.
Babam kesinlikle Halk Partisi’ne karşıydı.Din düşmanlığı yapıyor bunlar, derdi.İnkilaplara kesinlikle karşıydı, kendisi inkılapçı bir adam olmakla beraber, o zaman yapılan türde inkılaplara kesinlikle karşıydı.
Tanzimat’la başlayan çatırdama, Cumhuriyet’le yıkıma dönüştü.
Cumhuriyet’in aydınlanma projesine inandıklarını görüyorum.Bizim aile ona inanmıştı.Şimdiki birikimle artık böyle bir aydınlanma olmayacağı kanaatindeyim.Osmanlı birikimini ve medeniyetini tanıdıkça, Cumhuriyet’in böyle bir aydınlanma üretemeyeceği yönündeki kanaatim daha da güçlendi.
Modernite dünya esastır diyor. Bu çalışmak üretmek ve tüketmek demek. Bütün bunlar İslam’da da var, ancak ikinci plandalar. İslam’da dünya esas değil ahiret esas. Fakat dünya önemsiz de değil, çünkü ahirettin kazanıldığı yer. Ahireti kazanmanın birinci şartı da ben dememeyi öğrenmek, diğerkam olmak, hizmet etmek, üretmek. Üretmek elbette ama hayatı üretime kurban etmemek. Böyle baktığınız zaman modernitenin önerdiği tarzı hayat ile İslam’ın önerdiği tarzı hayat arasında köklü farklı farklılıkları da görebilirsiniz.
“günahı bilin, günahtan haberiniz olsun, fakat işlemeyin.”
zamanın ruhunu kim okursa gelecek de onundur.
Bir medeniyet ancak temassızlıktan, iletişimsizlikten ölür. Çünkü temas ve iletişim medeniyetin can suyudur.
Hayatı malayani ile değil ancak ilimle, hikmetle, sanat ve muhabbetle doldurabilirsin.
Medeniyet aksiyona intikal edip, yani harekete dönüşüp dünyada görünür hale gelince de kültür oluşur.
Bir medeniyet ancak temassızlıktan, iletişimsizlikten ölür.
Kendime örselenmiş bir Osmanlı yım diyorum. Çünkü Osmanlı’nın bütününün farkında olan ama onu yaşayamayan bir varlığım.
İnsan adeta doğumundan ölümüne kadar çileye mahkûm bir varlık.
Şimdi Osmanlıya bakamıyoruz. Hiçbir yere bakamıyoruz. Şu anda biz ABD’nin kötü bir taklitçisiyiz ve onun cikletiyle, naylon çorabıyla, cep telefonuyla oyalanıyoruz. Şimdiki halimiz budur.
Her insan bir başkasına nasiptir
Hayatı malayani ile değil ancak ilimle, hikmetle, sanat ve muhabbetle doldurabilirsin.
İslam diyor ki, Önce kendine bak! İç dünyana bakarak başla, çünkü dışarıda gördüğün zaten iç dünyanın yansımasıdır.
Rasyonel öğelerin özelliği şudur, akılla yanlışlanabilirler. Bir şey ya makuldür ya da
değildir. Bunu bulup kolayca söyleyebilirsiniz. İlahi öğeler yanlışlanamazlar. Bu yüzden de inancın konusudurlar. Eğer siz inanç konusu olmayacak şeyleri inanç konusu yapar, rasyonel, yani yanlışlanabilir bir öğeyi inancınızın içine sokmaya çalışırsanız, biri gelip yanlışlar ve tüm inanç sisteminiz çöker.
Çocuk ne evinde ne okulda, kendisine aktarılan değeri hayata geçirilmiş olarak görmüyor. Vaaz, telkin ve öğüt başka, eylem başka.Çocuk için, herkes için eylem önemli. Yani değeri (öğütü) uygulama
İslamda dünya esas değil, ahiret esas. Fakat dünya önemsiz de değil, çünkü ahiretin kazanıldığı yer.
İnsan varlığı maddeden ve ruhtan, yani beden ve ruhtan oluştuğundan bedenin tecrübesi iç dünyamızı etkiliyor. Yaşadıklarımız kalbimizi ve ruhumuzu etkiliyor.
Bir olaya baktığınız zaman göreceğiniz şey bir bilgi yığınıdır. Bilgi yığını her zaman elde edilir. Ama o bilgi yığınını eleyip ortaya bir şey çıkarmak başka bir şey. O yığından bambaşka bir
yola da gidebilirsiniz. Benim için bilgi önemlidir, ama en önemli şey değildir. O kadar çok şey bilmem, yani yığınlar biriktirmem. Gerekirse açar okurum, araştırırım. Gerektiği kadarını öğrenip
yeter diyorum, onları toplayıp bir şeyler söylüyorum. Ama o
yığına anlam vermek ve yeni bir şey üretmek başka bir şey.
Verilen eğitimin, hayatın bütününde neye tekabül edeceğini bilmezseniz, o eğitimle öğrendikleriniz zihninizde giderek muğlaklaşır ya da aksine değişmez, sorgulanamaz doğrular haline gelir. Hâlbuki kâinatta, inancın varsaydığı dogmatik doğruların dışında değişmez doğru yoktur.
Zamanın ruhunu kim okursa gelecek de onundur.
Medeniyet önce ağız ve tat meselesidir. Tefekkür sonra gelir, bilgi ondan da sonra gelir. Estetikle başlar medeniyet.
İnanç buysa ben de Muhammedî ahlakla ahlaklanmalıyım. İnsanım, hiç dünyalık almadan olmaz. Ama minimum almalıyım. O zaman bu binalar, bu reklamlar neyin nesi? Diyeceksiniz ki bir nehir akıyor -bu Batı kapitalizmi-, geçmeyecek mi sizin toprağınızdan? Hiç itirazım yok. Ama cumburlop atlamak da var, kenarından bir dal tutup akışını seyretmek de, inşallah sürüklenmem diyerek yüzmek de Olay bu.
..çünkü dışarıda gördüğün zaten iç dünyanın yansımasıdır.
Zaman elimde bir aparattır, imkândır, nimettir. Vaktin babası olmak iddiasındayım, çocuğu değil. O vakti inancıma, muhabbetime göre değerlendirmek ve şekillendirmek Önce kendi rolümü doğru oynamak..
İnsani değerler her şeye rağmen bütün insanlara lazım. Modernite bu insani değerleri ezerek maddi bir üstünlük sağladı. Ama bu maddi üstünlük
mutluluk için, huzur için yetmiyor. Şimdi modernite, postmoderniteyle acaba bu insani değerleri yeniden devşirebilir miyim diye soruyor kendisine
Kimse söylemediği şeyi yapmasın, yapmadığını da söylemesin yeter. Bu kadar basit aslında
Değişmekten duyduğumuz korku, boşluklarımızın boşluk olarak kalmasına neden oluyor.
Değerleri ancak hayatın içinde koruyabilirsiniz. Eğer o değere sımsıkı sarılıp değişebileceği bir boşluk bırakmıyorsanız, onu öldürüyorsunuz demektir.
İslam’da dünya esas değil, ahiret esas. Fakat dünya önemsiz de değil, çünkü ahiretin kazanıldığı yer. Ahireti kazanmanın birinci şartı da ben dememeyi öğrenmek, diğerkâm olmak, hizmet etmek, üretmek. Üretmek elbette, ama hayatı üretime kurban etmemek. Böyle baktığınız zaman, modernitenin önerdiği tarz-ı hayat ile İslam’ın önerdiği tarz-ı hayat arasındaki köklü farklılıkları da görebilirsiniz.
Sonraları Teknik Üniversite’deki eğitimime baktığımda şunu gördüm: O çağa göre standardı gayet yüksek bir eğitim vermişler bize. Ama o eğitimin, hayatın genelinde nereye oturduğu hakkında hiçbir şey söylememişler. Bu, üniversite zihniyetinin en temel zaafıdır bana sorarsanız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir