İçeriğe geç

Reyc Kitap Alıntıları – Binnur Nigiz

Binnur Nigiz kitaplarından Reyc kitap alıntıları sizlerle…

Reyc Kitap Alıntıları

Yanmadan sönemezsin
Uçuruma atlamaktan korkuyorduk, çünkü ölecektik. E ama biz zaten büyüyerek ölüme yürümüyor muyduk?
Yaşarsın aşk olur, ayrılırsın adına sevda derler.
Çok gülen, yalnız ağlar.
Büyüdük ve acılar da bizimle birlikte büyüdü.
Işığı yak demiştim, çocukluğumu değil.
Az konuş, çok yaşa.
Işığı yak demiştim, çocukluğumu değil anne.
– Kader küçük çocuklara dokunmamalı.
+ Kader en çok küçük çocuklara dokunur.
Bir an olsun gözlerim avuçlarıma kaydı, avucumda tuttuğum su sandığım sıvı aslında su değil, kandı.
Onun bana dokunması, kimsesiz kaldığımda kendimi sakladığım kitap sayfalarının arasına akıttığım hiç dökülmeyen gözyaşlarının sayfaya bıraktığı ıslak izin gölgesi gibiydi.
Sen benim ezanımsın ve ben müslümanım. Seni duymadığım yerde gün doğmaz, gece olmaz ve ben hep eksik kalırım.
En büyük yalan gece söylenirdi,en acımasız cinayet gece işlenirdi,en ahlâksız ihanet gece edilirdi,bir baba kızını en çok geceleri katlederdi
Ay ışığı saklanmış harelerine, bakma öyle yakamozu yanmış gece gibi bana.
”Ağlayabilirsin, asi, dedi Karan.
Yağmur seni saklayacak.
Sen bu kalbi hiç sevmedin baba ama bu kalp seni çok yakından tanıyor.
Sen bu ruhu hiç görmedin anne ama bu ruhun çatlaklarından senin sanatının siyah boyası akıyor.
Işığı yak demiştim, çocukluğumu değil, anne.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
En büyük yalan gece söylenirdi, an acımasız cinayet gece işlenirdi, en ahlaksız ihanet gece edilirdi, bir baba kızını en çok geceleri katlederdi.
Dizlerine üfleyen biri olduğunda, düşmek güzeldir, Asi.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Billur yanağına düşen kızıl saç parçasını kulağının arkasına iterek, Şuradan sana bir çakarım, uzaya gitmeden kayıp galaksilerin yerini bulursun. dedi dişlerinin arasından.
Işığı yak demiştim, çocukluğumu değil, anne.
+ Oturduğun yerde birinin seni kurtarmasını bekleyemezsin. Bunu yapamazsın.
+ Gözünü aç, biz büyüdük ve acılar da bizimle birlikte büyüdü.
– Ben bu acıyı kabul etmek istemiyorum.
– Dünya üzerinde binlerce acı varken,neden en büyük acı bana aitmiş gibi hissediyorum?
+ Çünkü herkes öyle hisseder.
– Ne?
+ Her zaman dünya üzerindeki en büyük acı sana aitmiş gibi hissetmek zorundasın, çünkü o acı sana ait ve onu yalnızca sen o şekilde hissedebilirsin. Bir başkasına ver acını, senin gibi hissedebilir mi? Al bir başkasının acısını, onun gibi hissedebilir misin? Her zaman için dünyanın en büyük acısı sana aitmiş gibi hissedeceksin, çünkü o acıyı senden başkası aynı şekilde yaşayamaz. Her acı sahibine göre şekil alır.
– Çok mu abartıyorum?
+ Ayağını masanın bacağına vurmakla, ruhunu bir toprağın altına kendi ellerinle gömmek arasında büyük ve derin bir fark vardır. Ve sen ayağını masanın bacağına vurmadın.
– Vursaydım daha az acırdı.
+ Vursaydın acırdı ama bu kadar değil.
+ Belki güçlüyüm, belki değilim, belki de daha güçlü olabilirim. Önemli olan güçlü olmak değil, güçlü hissetmek.
– Ne?
+ Hissedilmeyen gücün hiçbir anlamı olmuyor da, ondan diyorum.
Bazı insanlar ayın ışığını görmek için geceyi bekler. Bazı insanlar sadece ay ışığı için geceyi ister.
Acıyı omuzlarımdan tıpkı bir eşyayı fırlatır gibi geriye doğru fırlatıp devirmek istesem de, acı her seferinde benim üstüme devrilip yüzüstü düşmeme neden oluyordu.
Çok gülen, yalnız ağlar.
içimde hep acıyan bir yer vardı. biri bana acıyan yerin nerede olduğunu sorsa, o yeri gösterip, burada diyemezdim fakat acıdığını biliyordum, acıdığını hissedebiliyordum. yerini bilmiyordum, sadece oradaydı ve daima acıyordu.
Bir gün uçurtmayı değil, bir kelebeği bekleyeceğim. Benim için kanat çırpıp, benim dalıma konacak bir kelebeği,
Mutlu biten şeyler, bizim bittiğini sandığımız yere kadar yazılmış olan şeyler.
İhanet her tartıda farklı ağırlık verir,
Çocukları mutlu etmek çok kolaydı.
Peki aileler bunu nasıl başaramıyordu?
Aileler beceriksiz miydi?
Allah’tan ümidini kesme. Allah’tan ümidini kesen, pusulasını da kaybeder.
Işığı yak demiştim, çocukluğumu değil, anne.
Hala altında durduğumuz bir gökyüzü var..
Cennetin üstünde durmuş bir melek, yanan şeytana ağlıyordu.
Hangi cehenneme götürsem seni daha az yanarsın?
Hangi cennet kapısını kırsam biraz olsun ferahlarsın?
Kendini dinlemek istiyorsun ama büyük bir sessizliği dinlemek seni yalnızca sağır eder.
Yaşadığım hayatı maskeli bir baloya benzetiyordum. Güzel maskelerin arkasına saklanmış çirkin ruhlarla dolu bir balı salonun ortasında, yanmış ve yüzüme yapışarak erimiş bir maskenin altında sakladığım yaralı bir ruhla hemen ortada raks ediyordum. Alkış kıyamet kopuyordu. Alkış seslerinin arasında birileri ölümümü fısıldıyordu. Ölümüm için dans ediyordum.
İnsan vücudunda iki yüz altı tane kemik olur, Çakıltaşı. Sen benim iki yüz yedinci kemiğimsin.
Ayaklarımın altında kesikler bırakan o ipin üstünde yürürken, ayaklarımın altındaki ipin sırtının bir cehennem ateşine dönük olduğunu biliyordum. Bu beni cehennem ateşinden korumak isterken, beni ayaklarımdan etmesi gibiydi. Her bir adım, tabanlarımdan içeri soktuğu bıçaklarla kemiğime kadar beni deşiyordu, yedi yaşlarındaki o küçük kız çocuğu ruhumun önüne oturmuş, ruhumdaki buzları elindeki bıçakla kazıyordu. Yere düşen kristalleşmiş buz parçalarını görüyordum. Canım yanıyordu ve bu yalnızca fiziksel bir yangın değildi.
“ Bak ufaklık. Sen benim dalıma kondun. Ben bütün dallarımdan vazgeçerim ama senin konduğun dalımdan vazgeçmem. Eğer bir gün farklı bir dala uçmak istersen, dalına konduğun ağacı kökünden sökerim.”
Uçuruma düşen bir insan cesedini oradan çıkarmak için senin de uçuruma atlaman gerekir. Ama eğer o uçuruma atlarsan, sen de ölürsün, bunu bilirsin. Sırf bu yüzden uçurumun dibindeki cesetler nasıl görünür, nasıl ölmüştür kimse bilmez
Onun içinde yangın çıktığında, henüz inşaatı bile bitmemişti.

Yangını dışına vurmuştu, içine sinmişti.

Kızıl bir nehrin içinde siyah damarlardan örülmüş büyük bir kayık vardı ve o kayığın içinde onun özünü taşıyordum. Sanki benim içimde onun özü vardı.
Biri sizi çok kırdığında ve hatta parçalandığında, o kişinin size sunduğu iyi şeyleri düşünüp daha çok üzülürdünüz, çünkü içten içe size güzellikleri sunan birinin bir gün bir kötülüğe gebe kalıp, mutluluğunuzu kürtaj edeceğine aklınızın ucundan bile geçirmezdiniz.
Gerçek her zaman oradaydı. Bir toz bulutunun arkasında seni izler, ışıklarını söndüreceğin anı beklerdi. Işığın söndüğü an ise ruhuna sızmanın bir yolunu muhakkak bulurdu. Ölüm bir gerçekti, ama bu gerçek diğer gerçeklerin aksine önce bedeni hedefe alıyordu.
Kendini sevemezsen, bir başkasını da sevemezsin
~Sen bu kalbi hiç sevmedin baba ama bu kalp seni çok yakından tanıyor.
~Sen bu ruhu hiç görmedin anne ama bu ruhun çatlaklarından senin sanatının siyah boyası akıyor.
Varlığın babam varmış gibi hissettiriyor.
Işığı yak demiştim, çocukluğumu değil anne
Her korkunç düşüncenin aydınlık, seni ışığa çıkarıp korkularını korkutan bir yanı olmalı. Işığı sevmesen bile, karanlığıyla koruyan ve seni karanlığının içine saklayıp yine korkularını korkutan bir yapı olmalı.
Küçük kızımın o meymenetsiz suratını güldüremeyeceğini bilsem de, içindeki küçük kız çocuğunun neşeli kahkahalarını duymak istedim.
Küçük kızımın o meymenetsiz suratını güldüremeyeceğini bilsem de, içindeki küçük kız çocuğunun neşeli kahkahalarını duymak istedim.
Uyuyalım, kız çocuğu. diye fısıldadı kısık bir sesle..
Uyuyalım, canım adam.
Onun gözlerinde yanan binlerce mumun uzaktaki görüntüsü vardı. Her ne kadar ışıl ışıl bakıyor olsa da, o gözlerde gecenin renginin olduğunu biliyordum, yine de o gözlerde aynı zamanda cehennemi cehennem yapan ateş de vardı.
İçimde hep acıyan bir yer vardı. Biri bana acıyan yerin nerede olduğunu sorsa, o yer gösterip, burada diyemezdim fakat acıdığını biliyordum, acıdığını hissedebiliyordum. Yerini bilmiyordum, sadece oradaydı ve daima acıyordu.
Kanatları ıslak bir kelebekten uçmasını mı bekliyorsun?
Bir kelebek, ölüme soyunmadan hemen önce son kez göğe kanat çırpmak isterdi. Kanatları ıslak kelebeklerin son arzusu hiçbir zaman gerçekleşmedi.
O bir balığa kelebek olma şansı vermişti, onun okyanusunda nefes alan bir balığın sırtına kendi elleriyle diktiği bu kanatların, o balığı tüketen asıl şey olduğunu bilmiyordu.
Acı mantığı içeriye buyur etmezse, girdiği bedende koca bir karadelik şeklini alır ve kendi ruhu başta olmak üzere ona yaklaşan tüm ruhları içine çekip yutar, Çakıltaşı.
Yanında yanmaya değer biri varsa, aslında yanmak güzel şeydi.
Işıklar öylece yanıp sönüyor. İzin ver gölgelerin beni tüketmesine. Tam gözlerimin içine baktı.
Neden? Sana ruhumu versem, sen bile ölürken beni bırakırsın. Ölüm bu deme, sen hiç sessizlik tarafından sağır edildin mi?
Gerçek her zaman oradaydı. Bir toz bulutunun arkasında seni izler, ışıklarını söndüreceğin anı beklerdi. Işığın söndüğü an ise ruhuna sızmanın bir yolunu muhakkak bulurdu. Ölüm bir gerçekti, ama bu gerçek diğer gerçeklerin aksine önce bedeni hedef alıyordu.
“Senden haber almadan,
Nasıl çıkarım yollara,
Tek dileğim bir ışık olda da,
Güneş hep sana doğar,
Gözlerin kamaşsa da,
Seni görmez hiçbir şey yanmazsam
Bu bir uçurtmanın kaçısı, belki de değil
Bilmem, gökyüzünde aramak doğru da değil ”
Herkesin bir şansı vardır,Merve.
Hım?
Çoğu zaman bu şansı insan kendi yarattığını sansa da, şansı sana sadece Tanrı verir.
Sana şans verdi mi? diye sordum.
Bana karşı her zaman cimriydi.
Reyc’e baktım, ben artık o kız çocuğu değildim
Acıyor mu çok? diye sordu annem, sesi dalgın geliyordu. Taş çatlasın altı yaşındaydım, belki daha küçüktüm
Yok. Dedim kısık bir sesle. Acımıyor neden acısın ki?
– ‘ Acıdığı zaman bana söyleyebilirsin Merve,’ dedi annem, zeytinyağına batırdığı pamuğu dizime yapışan külotlu çoraba sürtüp kanın emdiği çorabı rahatlattı. Elimle gözümü ovuşturup; Acımıyor. diye fısıldadım.
Çocukların çürümüş cesetlerini ayaklarımın altında eze eze ona doğru koşarken kaybın türküsü göğsümün mavzerlerinde patlayan kovanları ruhuma döküyordu.
Annemin cesedi, koridorun ortasında asılı duruyordu.
Rüzgârgülü, rüzgârgülü, hiç ölümü düşündün mü?
Yaşadığım hayatı maskeli bir baloya benzetiyordum. Güzel maskelerin arkasına saklanmış çirkin ruhlarla dolu bir balo
Parmak uçlarıma jilet atsam uzar mı sana dokunamadıklarım?
Gemiler yüzüyordu içimde ve hiçbir yolcunun adı annem değildi.
Babamın bir kayığı vardı,
Ölüdeniz’i öldüren babasıydı.
Sevdaya leke çalanlar;
Bir cinayete efsane demişti.
Gemiler yüzüyordu içimde,
Hiçbir yolcunun yüzü annem değildi.
Babamın bir kayığı vardı.
Kayıkçı küreği Ölüdeniz’i öldüren o silahtı.
Babamın kayığı,
İçinde cesedimi taşımayan mezarımdı.
Cesedim yüzüyordu denizde,
İçimde gemiler batıyordu,
Ne kadar yolcu boğulmuşsa denizde,
Bir bir tüm cesetler yüzüme bakıyordu.
Hiçbiri annem kokmuyordu.
Cesetler;
Denizin yutmuş olduğu cesetler;
İçime batan, içimde batan gemiler;
Gemilerin intiharıdır tün bu derinlikler.
Cesedim yüzüyordu.
Annem ölüyordu.
Babamın kayığı uzaklaşıyordu.
Anlamıştım, o da gidiyordu.
Babamın bir kayığı vardı,
Artık ufukta görünmüyordu.
Bir çocuk gördüm,
Cesedin yüzü bana benziyordu.
Sen ona iyi geliyorsun. dedi. ‘İnsan ona iyi gelen şeylere yönlenmeli. O sana gelmiyorsa, sen ona gidebilirsin.’
Dizlerine üfleyen biri olduğunda, düşmek güzeldir, Asi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir