İçeriğe geç

Resurrection Kitap Alıntıları – Lev Tolstoy

Lev Tolstoy kitaplarından Resurrection kitap alıntıları sizlerle…

Resurrection Kitap Alıntıları

O, kötü çalışma koşulları, içki, sefahat yüzünden sağlığı bozulmuş, sersemlemiş ve rüyada gibi amaçsızca kentin sokaklarında dolaştığı ve ne olduğunu anlamadan bir ambara girip burada hiç kimsenin işine yaramayacak yollukları aldığı sırada bizler, bütün hali vakti yerinde, varsıl, okumuş insanlar, bu çocuğu bu duruma düşüren nedenleri ortadan kaldırmak için çaba harcayacağımıza sorunu bu çocuğu cezalandırarak çözümlemek isteğindeyiz.
Olduğu ile olmak istediği arasındaki fark ne kadar büyük olursa olsun, uyanmış bir ruhsal varlık için olanaksız diye bir şey söz konusu olamazdı.
Evet yorgundu, ama uykusuz geçirdiği geceden, yaptığı yolculuktan duyduğu heyecandan yorgun degildi de, yaşamaktan korkunç biçimde yorgundu.
Onun söylediği şey,acı çektiği ve anlamayıp nefret ederek çıkıp gittiği bir dünyaya çağırıyordu yeniden.İçinde yaşadığı o unutma halini artık yitirmişti,olanlar konusunda pırıl pırıl bir bellekle yaşamak ise son derece can yakıcıydı.
Her insan,bir işi yapabilmek için bu işin iyi ve önemli bir iş olduğunu kabul etmek zorundadır.Bu yüzden de insan hangi durumda olursa olsun yaptığı işin kendisine önemli ve iyi görüneceği bir yaşam görüşü oluşur mutlaka.
Zaman geçtikçe acısı hafifledi, sonunda her şeyi gerçekten unuttu.
Her insanda olduğu gibi, Nehludov’un içinde de iki insan vardı: Biri, yalnız kendinin değil, başkalarının da iyiliğini isteyen ruhsal insan; öbürü, sırf kendini düşünen, bunun için bütün dünyayı fedaya hazır olan hayvani insan.
Hayalindeki kadın, evleneceği kadındı. Karısı olmayacak kadınların hepsi onun gözünde kadın değil, sadece insandı.
Adım ne mi? Bir insan! Sonra: ‘Yaşın kaç?’ diyorlar. Ben de ‘Vallahi hiç oturup saymış değilim,’ diyorum.
İnsan aksi gibi hep en hassas yerine çarptığını sanır, öyle sanmasının nedeni de, yalnızca acıyan yerine aldığı darbeleri fark etmesidir.
Genelikle geceleri, özellikle de mehtaplı gecelerde müthiş bir yaşama sevinci duyduğu için uyuyamıyor, şafak sökene dek kafasında hayallerle, düşüncelerle bahçede dolaşıp duruyordu.
Nehlüdov, o yaz halalarının evinde büyük bir coşku duymuştu. Bu coşku, bir delikanlının yaşamın güzelliğini ve önemini, bu yaşamda insanın üzerine düşen görevin taşıdığı önemi ilk kez başkalarının yönlendirmesiyle değil, kendi başına anladığında, hem kendi dünyasını hem de çevresindeki dünyayı sonsuz biçimde yetkinleştirme olanağını gördüğünde, dünyayı yetkin bir hale getirmek için yalnız umutla değil, aynı zamanda kafasında canlandırdığı bu yetkinliğe duyduğu tam bir güvenle kendini adadığında duyduğu türden bir coşkuydu.
“Korkunç bir şey! Burada acımasızlığın mı, yoksa saçmalığın mı daha ağır bastığını bilemiyorsun. Ama galiba her ikisi de en son basamağına ulaşmış bulunuyor.”
Ne İngilizce, Fransızca ve Almancayı güzel konuşması ne de giydiği çamaşırların, giysilerinin, taktığı boyunbağı ve kol düğmelerinin en iyi mağazalardan alınmış olması kendini başkalarından üstün görmesi için neden olabilirdi.
Tıpkı dünkü suçlu kadar tehlikeli bir yaratık.Onlar tehlikeli de bizler tehlikeli değil miyiz?Ben,çapkının,ahlaksızın,yalancının biriyim ve benim nasıl biri olduğumu bildikleri halde benden nefret etmedikleri gibi,üstelik saygı gösterenlerin hepsi de öyle değil mi?
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Sevdiğin bir insanın uzun zamandır görmediğin yüzü, ilk önce geçen zaman içinde meydana gelmiş dış değişikliklerle seni etkiledikten sonra yavaş yavaş yıllar önceki halini alır, bütün değişiklikler silinip gider ve karşına yalnızca olağanüstü, benzersiz bir ruhsal kişiliğin en önemli ifadesi çıkar.
Herkes sadece kendisi için,kendi zevkleri için yaşıyordu ve Tanrı’yla,iyilikle ilgili sözlerin hepsi birer aldatmacaydı.Dünyadaki her şey neden bu kadar kötü,insanlar neden durmadan birbirlerine kötülük yapıyorlar,neden acı çektiriyorlar gibi sorular çıktığı zaman bunları düşünmemek gerekiyordu.Canı mı sıkıldı,bir sigara yakıyor,bir kadeh içki içiyor ve her şeyi unutuyordu.
Bütün erkekler onu bir zevk aracı olarak görüyorlardı.Ve dünyada hiç kimse için bu zevkten başka bir şey yoktu.Karşılaştığı yaşlı bir yazar onu buna daha çok inandırmıştı.İnsanın bütün mutluluğunun bu zevkten ibaret olduğunu çok açık bir biçimde söylemişti.
O,kötü çalışma koşulları,içki,sefahat yüzünden sağlığı bozulmuş,sersemlemiş ve rüyada gibi amaçsızca kentin sokaklarında dolaştığı ve ne olduğunu anlamadan bir ambara girip burada hiç kimsenin işine yaramayacak yollukları aldığı sırada bizler,bütün hali vakti yerinde,varsıl,okumuş insanlar,bu çocuğu bu duruma düşüren nedenleri ortadan kaldırmak için çaba harcayacağımıza sorunu bu çocuğu cezalandırarak çözümlemek isteğindeyiz.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kendisinin kötü ve iğrenç biri olduğunu anladığı andan itibaren başkaları ona iğrenç gelmiyordu artık,tersine sevgi ve saygı duyuyordu.
“Daha önce de kendini mükemmelleştirmeye,daha iyi bir insan olmaya çalıştın ama bir şey çıkmadı.Bir daha denesen ne olacak sanki?Hem bir tek sen değilsin ki,herkes böyle,hayat böyle.”dedi ruhundaki ayartıcı ses.Fakat içinde tek gerçek ve sonsuz olan özgür,ruhsal varlık uyanmıştı.Olduğu ile olmak istediği arasındaki fark ne kadar büyük olursa olsun,uyanmış bir ruhsal varlık için olanaksız diye bir şey olamaz.
İnsanlar hakkımda ne isterlerse düşünsünler,onları aldatabilirim ama kendimi aldatmayacağım.
O zamanlar önünde sonsuz olanaklar bulunan,canlı,özgür biriydi.Şimdi ise aptal,boş,amaçsız ve hiçbir anlamı olmayan bir hayatın ağlarına kıskıvrak yakalanmış hissediyordu kendini.Bu ağdan hiçbir çıkış yolu görünmüyordu,çıkmak isteği de yoktu.
Herkesin onu rahat bırakmasını istiyordu,oysa herkes,inadına yapar gibi yapıştıkça yapışıyordu kendisine.
Fakat burada söz konusu olan çevresindeki herkesle ilişkileriydi.”Her şey utanç verici ve iğrenç”diye yineledi evinin kapısından geçerken.
Söylenecek çok şey vardı ama sözcükler bir şey söylemiyor, bakışlarsa söylenmesi gerekenleri söylenmediğini söylüyordu.
Çocukluğumuzda oynadığımız çelik çomak oyunu çok daha eğlenceliydi.
Günaha giriyorsunuz. Benim suçum yok.
Fakat insanlar, büyük, yetişkin insanlar kendilerini ve birbirlerini aldatmaktan vazgeçmiyorlardı.
Sen istediğin kadar iyi, namuslu yaşa.Bir de ona bak her zaman keyifli, neşeli, bense üzüntü içindeyim.
Nehlüdov ise tanımadığı insanlarla birlikteyken hep olduğu gibi, bunu kendisine ödenmesi gereken bir borç olarak görüyordu. Kendisini çoğu insandan yüksek görmesinin nedenini sorsalar, hayatı boyunca hiçbir üstün özelliği olmadığı için bu soruya bir yanıt veremezdi. İyi derecede İngilizce, Fransızca ve Almanca konuşması, en iyi marka çamaşır, elbise, kravat ve kol düğmesi kullanması da üstünlüğünün kabulü için bir neden olamazdı. Bunu kendisi de biliyordu. Bununla birlikte üstün biri olduğunu kesinlikle kabul ediyor ve kendisine gösterilen saygıyı ödenmesi gereken bir borç olarak görüyor, böyle davranılmadığı zamanlar kalbi kırılıyordu.
Missi’yle evlenmeye karşı olmasına gelince birincisi, Missi’den çok daha fazla erdemleri olan ve bu nedenle de kendisine daha uygun başka bir kız bulabilirdi. Ikincisi, Missi yirmi yedi yaşındaydı, dolayısıyla daha önce mutlaka başka aşkları olmuştu. Bu düşünce de Nehlüdov’un canını sıkıyor du. Misi’nin geçmişte bile olsa, onu değil de başka birini sevmiş olması gururuna dokunuyordu. Nehlüdov’la karşılaşacağını elbette bilemezdi ama daha önce başka birini sevebilmiş olduğunu düşünmek Nehlüdov’u incitiyordu.
Evlilikten yana ne kadar gerekçe varsa, bir o kadar da evliliğe karşı gerekçe vardı; bu gerekçeler en azından güç bakımından birbirine eşitti ve Nehlüdov, haline gülerek, filozof Buridan’ın birbirinden ayni uzaklıktaki iki kuru ot demetinden hangisini seçeceğini bilemeyen eşeğine benzetiyordu kendini. İki demetten hangisine gideceğini bilemediği için olduğu yerde kalıyordu.
Öğrenci, öğretmeninden üstün değildir, ama eğitimini tamamlayan her öğrenci öğretmeni gibi olacaktır.
Genel olarak evlilikten yanaydı. Birincisi, evlilik, bir aile ocağının sağlayacağı hoş şeylerin dışında düzensiz cinsel yaşamı ortadan kaldırarak ahlaka uygun yaşama olanağı veriyordu. İkincisi ve asıl önemlisi, Nehlüdov, bir ailenin ve çocukların onun şu anki anlamsız hayatına anlam katacağını umuyordu. Evlilikten yana olmasının nedenleri bunlardı. Evliliğe karşıydı aynı zamanda. Birincisi, artık gençlik yıllarını geride bırakmış tüm bekârlarda var olan özgürlüğünü yitirme korkusu ve ikincisi, kadın denen gizemli varlığın karşısında duyduğu bilinçsiz korkuydu bunun da nedenleri.
Ee,anlatın bakalım,toplumun temellerinin altını oydunuz mu?Suçluları aklayıp,suçluları mahkum ettiniz mi?
Kadınla erkek arasındaki aşkta her zaman bu aşkın doruk noktasına ulaştığı bir an vardır ve o anda bilinç,mantık ve şehvet diye bir şey kalmaz.
Bütün insanlarda olduğu gibi,içinde iki insan vardı.Biri,başkalarına da yarar getirecek iyilikler peşindeki ruhsal insan,diğeri yalnız kendisi için iyilik arayan ve bu iyilik için dünyanın bütün iyiliklerini gözden çıkarmaya hazır tensel insan.
Beklediği ve olması gerektiğini düşündüğü şeyin, beklediği ve olması gerektiği gibi olmadığını hissediyordu sürekli olarak.
İnsan sevdiği bir yüzü uzun zaman görmedi mi, bu zaman içinde olup bitmiş yüzeysel değişikliklerden dolayı önce şaşırır, ama sonradan bu yüz bize geçmişteki durumuyla görünmeye başlar: Değişiklik izleri silinir, insan artık karşısındaki kimsenin şimdiki yüzünü değil de, kişiliğinin an çizgilerini görmeye başlar.
Ya da ansızın, sanki pırıl pırıl bir güneş altındaymış gibi ondaki göremediği kusurları görüyordu.
Dmitriy de içini çekerek: Şu iş bir bitse! diye düşündü. Bu anda tam bir av partisindeymiş gibi birtakım duygulara kapılıyordu: Bir kuş vurmuştu ama, kuş henüz canlıydı. Onu öldürmek gerekti. İnsan o kanda tiksinme, acıma, pişmanlık duyar. Kuş ise avcının çantasında de belenir durur: İğrenç, acınacak bir durumdur bu. İnsan onu bir an önce öldürüp, sonra yaptığını unutmak ister.
Sevgide daima bir an vardır ki o zaman bu duygu adeta doruğuna erişir, böyle bir anda da bilinç, düşünce, şehvet diye bir şey kalmaz.
Her insan içinde tüm insan özelliklerinin ilk
belirtilerini taşır ve zaman zaman bu belirtilerin bazılarını, zaman zaman da diğerlerini gösterir, sık sık da her şeyiyle aynı kaldığı halde kendine hiç benzemeyen bir insan olur.
Bu korkunç değişikliğinin tek nedeni,kendine inanmayı bırakıp başkalarına inanmaya başlamasıydı.Çünkü kendine inanarak yaşamak zordu:Kendine inandığında sorunlarını kolay sevinçler arayan hayvansal”ben”in yararına değil,bu hayvansal”ben”e karşı koyarak çözümlemesi gerekiyordu.Ayrıca kendine inandığı sürece hep insanlar tarafından ayıplanmışken,başkalarına inandığında çevresindeki insanların övgüsünü kazanıyordu.
O zamanlar onun için gerekli ve önemli olan,doğayla,öncelikle de yaşayan,düşünen ve duyumsayan insanlarla ilişki kurmakken,şimdi bir takım gruplarla ve arkadaşlarıyla ilişkileri gerekli ve önemli olmuştu.O zamanlar kendini ruhsal bir varlık olarak görürken,artık,sağlıklı,kanlı canlı,hayvansal bir varlık olarak görüyordu.
Oysa kimilerinin sınırsız otoritesi, kimilerinin kölece bağımlılığına bağlıdır
Bu valiler, hapishane müdürleri, polisler gerekli olabilirler ama insanın en önemli özelliği olan birbirini sevme ve birbirine acıma duygusundan yoksun insanlar görmek korkunç bir şey.
Fakat insanlar, büyük, yetişkin insanlar, kendilerini ve birbirlerini aldatmaktan vazgeçmiyorlardı.
İnsanlar, bu ilkbahar sabahını, tüm canlıların iyiliği için yaratılmış olan dünyanın bu güzelliğini, barış, dirlik düzenlik ve sevgi çağrıları yapan bu güzelliği değil, birbirlerine üstün gelmek için kendi uydurdukları şeyleri kutsal ve önemli sayıyorlardı.
Ve niçin kardeşinin gözündeki çöpü görürsün de kendi gözündeki merteği seçemezsin.
Aslında bu çocuğun o kadar kötü biri değil, herkesin de gördüğü gibi, sıradan bir insan olduğu ve sırf bu tür insanları yaratan koşullar içinde bulunduğundan bu hale geldiği besbellidir. Bunun gibi çocukların olmaması için bu talihsiz yaratıkların oluştuğu koşulları ortadan kaldırmaya çalışmak gerektiği de apaçık ortadadır.
Peki biz ne yapıyoruz? Daha binlercesinin yakalanmadığını bildiğimiz halde, böyle rastlantıyla elimize düşmüş bir çocukla yetiniyoruz ve onu hapishaneye, tam bir tembelliğin hüküm sürdüğü ya da
en sağlıksız ve anlamsız işlerin yapıldığı koşullara, kendisi gibi laçkalaşmış ve hayatta yolunu şaşırmış insanların arasına koyuyoruz, sonra da cezasını çekmesi için Moskova ilinden İrkutsk ilineen ahlaksız insanların arasına sürüyoruz.
Sevdiğin bir insanın uzun zamandır görmediğin yüzü, ilkönce geçen zaman içinde meydana gelmiş dış değişikliklerle seni etkiledikten sonra yavaş yavaş yıllar önceki halini alır, bütün değişiklikler silinip gider ve karşına yalnızca olağanüstü, benzersiz bir ruhsal kişiliğin en önemli ifadesi çıkar.
Bu korkunç değişikliğin tek nedeni, kendine inanmayı bırakıp başkalarına inanmaya başlamasıydı. Kendine inanmaktan vazgeçmiş, başkalarına inanmaya başlamıştı, çünkü kendine inanarak yaşamak çok zordu: Kendine inandığında sorunlarını kolay sevinçler arayan hayvansal “ben”in yararına değil, neredeyse her zaman bu hayvansal “ben”e karşı koyarak çözümlemesi gerekiyordu; oysa başkalarına inandığında ortada çözümlenecek bir sorun olmuyordu. Her şey zaten çoktan çözümlenmişti, hem de
ruhsal “ben”e karşı, hayvansal “ben”in yararına çözümlenmişti. Ayrıca kendine inandığı sürece hep insanlar tarafından ayıplanmışken, başkalarına inandığında çevresindeki insanların övgüsünü
kazanıyordu.
Fakat insanlar, büyük,
yetişkin insanlar, kendilerini ve birbirlerini aldatmaktan vazgeçmiyorlardı.
Bütün insanlarda olduğu gibi, Nehlüdov’un içinde de iki insan vardı. Biri, başkalarına da yarar getirecek iyilikler peşindeki ruhsal insan, diğeri yalnız kendisi için iyilik arayan ve bu iyilik için dünyanın bütün iyiliklerini gözden çıkarmaya hazır tensel insan.
Savcı yardımcısının tanımına göre, tüccar Smelkov, saşığı ve cömertliği yüzünden eline düştüğü ahlaksız insanların kurbanı olmuş, engin mizaçlı, güçlü, temiz yürekli bir Rus tipiydi.
Kardeşimiz tam Sibirya usulü keyif çatıyormuş yani. Ağzının tadını da iyi biliyormuş.
Vicdanının istediği ile sürdürmekte olduğu yaşayış arasında öylesine bir uçurum vardı ki bunu görünce dehşete kapılıyordu.
Halk can çekişiyor. Alıştırmış kendini bu yaşama. Yadırgamıyor. Çocuklarının ölmesi, kadınların güçlerinin yetmeyeceği işleri yapmak zorunda bırakılmaları, herkesin, özellikle yaşlıların kötü beslenmeleri olağan geliyor onlara. Halk yavaş yavaş öylesine alışmış, benimsemiş ki bunu, yaşayışının korkunçluğunu göremiyor, yakınmıyor. Bu yüzden biz de bu durumun olağan olduğunu sanıyoruz.
Anımsıyorum, beni o zaman en çok etkileyen şey, sorgumu yapan jandarma subayının bana sigara ikram etmesiydi. İnsanların sigara içmeyi ne kadar sevdiklerini bildiğine göre, özgürlüğü ve ışığı ne kadar sevdiklerini de, anaların çocuklarını, çocukların anılarını ne kadar sevdiklerini de biliyordu. O zaman niye beni değer verdiğim her şeyden acımasızca koparıp vahşi bir hayvan gibi buraya kapatmışlardı. Böyle bir şeye nedensiz katlanmak mümkün değildir. Tanrı’ya ve insanlara, insanların birbirlerini sevdiklerine inanmış biri, böyle bir şeyden sonra bunlara inanmaktan vazgeçer. Ben o zamandan beri insanlara inanmaktan vazgeçtim ve kin duymaya başladım.
Şayet ayrılığa razı olmasaydı ya çoktan yazar ya da daha önce yaptığı gibi çıkıp gelirdi.
Evet yorgundu, ama uykusuz geçirdiği geceden, yaptığı yolculuktan, duyduğu heyecandan yorgun değildi de, yaşamaktan korkunç biçimde yorgundu.
Misiy oyun kadar hiçbir şeyin insanların karakterini ortaya koymayacaği düşüncesindeydi.
Ruh tek bir tanedir. Ben de, sen de, onda da vardır. Demek ki herkesin kendi ruhuna inandığı gün, hepimiz birleşmiş olacağız!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir