İçeriğe geç

Rüyalar, Masallar, Mitler Kitap Alıntıları – Erich Fromm

Erich Fromm kitaplarından Rüyalar, Masallar, Mitler kitap alıntıları sizlerle…

Rüyalar, Masallar, Mitler Kitap Alıntıları

Ayrıca annesine olan aşırı bağlılığı da, adamın kendi yetişkinliğini reddetmesine yol açmaktaydı.
En küçük bir arzu ya da korku bile rüyada çok büyükmüş gibi gözükebilir. Örneğin bir kişiye kızdığımızı düşünelim. O zaman, onu rüyamızda ağır bir hastalığa yakalanmış olarak görebiliriz. Çünkü böylelikle o artık bizi rahatsız etmeyecektir.
Genç hekim birden irkilir ve Bu benim hayatımın aynısı, der kendi kendine. İşte ben de bu üç büro elemanı gibi çalışıyor ve bunlar gibi yok olmaya gidiyorum.
Arzuladığımız birçok şeyin temelinde kişiliğimizin güçsüz yanları gizlidir. Arzular, bu eksikliği gidermek ve dengelemek için doğarlar.
ahlak anlayışımıza ters düşen doğal arzularımızdan biz de, aynen kral odipus gibi habersiziz. fakat onları gördükten sonra, artık bir daha çocukluğumuza dönüp özlemle bakmak istemeyiz.
Uyumanın iki yönlü işlevi vardır. Uyuduğumuz zaman içinde bulunduğumuz kültürel ortam ile olan bütün ilişkilerimizi keseriz. Bundan dolayı, hem en kötü yönlerimiz hem de en iyi yönlerimiz kendilerini kolayca gerçekleştirme imkanı bulur. Böyle olunca da rüyalarımızda toplumun kuralları aşılmış olur. Artık rahatlıkla bir ahlaksızlık işleyebilir ya da bütün namus kurallarını ezip geçebiliriz. Ama yine aynı nedenden dolayı daBilgeliğimiz ve zekamız hiçbir engel veya kısıtlama görmeden kendini gösterebilir.
Gerçeği temsil ettiğini iddia eden yalancı bir akılcılık, normal düşünceyi temsil ettiğini iddia eden kocaman bir saçmalık, büyük bilginlerin ulaşılmaz gözüyle bakılan bilgelikleri ve bunları yarattığı entellektüel tembellik ile korkaklık, bize, onur ve gerçekçilik diye yutturulmaya çalışılmaktadır. Buna rağmen, çağdaş toplumların ilkel toplumlardaki batıl inançlardan arındığına ve onlardan üstün olduğuna inanılıyor. Halbuki yapılan, pek de farklı bir şey değildir.
Günümüz insanı her yönden gelen yoğun bir gürültünün esiri ve hatta kurbanıdır. Bu gürültünün ardında radyolar, televizyonlar, gazeteler, reklamlar ve filmler saklıdır. Uygarlığın meyveleri olan bu araçlar, sanıldığının aksine, bizi daha akılyapmazlar. Ne yazık ki Tam tersine, bizleri giderek daha çok şaşkın ve aptal bir hale getirmektedirler.
Bütün bilgeliklerin başlangıcında hayret ve merak vardır.
Bu insanlar öylesine realistlerdi ki, her otomobil için özgün bir isim bulmakta zorluk çekmezler, ama çok değişik his ve duygulara neden olan sevgi yi ancak bir tek kelime ile açıklayabilirlerdi. Çünkü duygusal konulardaki yaratıcılıkları, yalnızca o tek kelimeyle sınırlıydı.
Ateş; heyecan verici, maceracı ve değişimci olmasına rağmen, su; durgun, yavaş ve süreklidir. Ateşin doğasında belirsizlik, suyun doğasında ise düzen vardır. Suyu kullanarak da canlılığı sembolize edebilirsiniz, fakat su daha ağırdır ve bir güven kaynağıdır. Su, insanı rahatlatır . Bu yüzden, heyecan dolu duygularımız için kullanamayacağımız bir semboldür.
“Hafızam,bunu ben yaptım diyor.Onurum ,bunu ben yapmış olamam diyor ve diretiyor.Ve sonunda hafızam yenik düşüyor.” Friedrich Nietzsche
Çünkü sevgi denilen şey, insanlığın yarattığı en yüce fakat aynı zamanda ulaşılması da o denli zor olan bir eserdir.
Uyurken, neden-sonuç imparatorluğunun yerini özgürlük imparatorluğu almıştır.
bedenimiz,ruhumuzun bir sembolüdür !
Freud her zaman bir rüyanın çoğunlukla bir önceki gün veya akşam yaşamış olan bir olay tarafından başlatıldığını savunmuştur. Ancak burada karşımıza ilginç bir nokta çıkar. Eğer yaşadığımız olay çocukluk hatıralarımızı harekete geçirebilirse (ve ancak o zaman) rüyayı görmemize yol açan bir etken olarak kabul edilecektir. Yani rüyanın görülmesi için gerekli olan enerji, yoğun çocukluk tecrübelerimiz tarafından sağlanmaktadır.
Rüyalarımız bazen bilgelik dolu, bazen de korkunç öğelerle yüklüdür. Sanki bütün bu sahneler, bilinmeyen bir zeka tarafından rüyalarımıza serpiştirilmektedir. Ama bize bilincimizin onu kısıtlayan bağlardan çözüldüğünde, neler yapabileceğini göstermesi açısından da ilginçtir. O zaman kendimizi daha özgür bir biçimde ifade edebildiğimizi görürüz. Bazen bir konu hakkında bazı görüşlerimiz olur ama bunları olgunlaştıramayız. İşte bunlar, kimi zaman rüyalarımızda gerçek yerlerine oturur ve bir kavrayış olarak belirirler. Örneğin uyanıkken Rupert’in karakterini bildiğimiz halde, onun gerçekte nasıl davranacağını kestiremeyiz. Fakat rüyamızda onun saçma ve uygunsuz bir iş yaptığını, saldırgan, vahşi ve korkunç davrandığını ama aslında içten içe çok da korkak olduğunu görebiliriz. Bir yıl sonra böyle bir davranışını görünce de rüyanın bir kehanet olduğunu anlayabiliriz. Rupert gerçekten de bir korkaktır. İşte geleceği bilen rüyalar yardımı ile düşüncelerimiz çok daha önceden bir biçim alabilir. O halde rahatsızlık yaratan arazların belirtilerinin ve bazı tahminlerin de ruhumuzun ürünleri olduklarını ileri sürebiliriz.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Melabranche, Kendi fikirlerimizi kendimiz düşünmüyoruz dediğinde çok haklıydı. Çünkü uyanıkken onlar üzerinde uykudakinden daha egemen olduğumuzu kim iddia edebilir ki? (Voltaire, 1973)
..rüyaları hemen unutmamızın ardında ise toplumun kontrolü ve utanç duygularımızın varlığı yatmaktadır. Toplumun olumlu karşılamadığı bir şeyi yapmak ve kendimizi de toplumun dışına itmek istemediğimizden, rüyalar daha sonra hatırlanmaz.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Uyanıkken en önemli görevimiz “hareket etmektir”. Fakat uyuduğumuz andan itibaren bu görevden kurtuluruz. Uykunun ise tek bir görevi vardır, o da kendimizi tanımaktır. Uyandığımız zaman ise “hareket etmemiz” gereken hayata geri döneriz.
Bilincimiz bir geçiş yeridir. Bu nedenle iki yöne doğru da açıktır. Bir yandan bize geçmişteki olayları göstermekte, öte yandan da geleceğimiz hakkında oluşturduğumuz bilinci ve bilgimizi vurgulamaktadır. Bu sonuca varabilmek için bilincimizin, geleceği kendi başına yarattığına inanmamız gerekmektedir.
Yaşanıldığında birbirleriyle hiçbir ilgisi yokmuş gibi görünen olaylar rüyalarımızda bir bütün haline gelir ve belirli bir düzen kazanır.
Korkunç şeyler vardır ama hiçbiri insan kadar korkunç olamaz.
İnsanlar, her iyiliğin dışarıdan geldiğini zannederler ve bu iyilik kaynağının korunması da onların hayatlarındaki en büyük amaçtır. Bundan dolayı, benlik duygularını yitirmişler ve içlerini bağımlı oldukları insanların onları terk edeceği korkusuyla doldurmuşlardır.
Kreon: Nasıl yöneteceğime artık halkım mı karar verecek?

Haimon: Bak hele! Bunu nasıl da heyecanla söylüyorsun.

Kreon: Kendimden başka kimin için yöneteyim ki bu ülkeyi?

Haimon: Ben, tek bir kişiye ait olan devlete, devlet demem!

Kreon: Devlet, onu yöneten adamın olmaz mı?

Haimon: Boş bir ülkeyi kendi başına ne güzel de yönetirdin

Psikiyatrist: Saçmalıklarımızın, bazen kişiliğimizin en bilge sesleri olduğunu siz de biliyorsunuz artık.
Rüyalarımızın hemen hepsi, uyanıkken yaşadığımız bir olaya karşı duyulan ve biraz da gecikmiş olan bir tepkiyi göstermektedirler. Uyanıkken önemlerini pek algılayamadığımız birçok şey, kendilerini önce rüyalarda belli ederek bizim dikkatimizi çeker. Rüyaları tam olarak kavrayabilmek için onların, uyanıkken yaşanan bir olaya karşı duyulan tepkiyi yansıttıklarını her zaman göz önünde bulundurmamız gerekmektedir.
Rüyalar, şiirsel bir bütünlüğe ve gerçekliğe sahiptir. Düşüncelerimizin rüya denilen çöplüğünde ya da deposunda bile bir düzen vardır. Ama rüya ile doğa arasındaki farklılaşma daha da üst düzeylerde gerçekleşir. Rüyalar, düşünme yeteneğimizin verimliliğini ve hareketliliğini gösteren birer işarettir.
Eğer rüyalar Tanrı aracılığı ile gönderilmiyor, doğadaki hiçbir şeyle doğrudan ve değişmez bir ilişki içinde bulunmuyor ve de gözlemler ile deneyler sonucu kesin bir yorumlama kuralına tabi olamıyorlarsa, bundan çıkacak sonuç bellidir. Bu da, rüyaların önemsiz ve anlamsız olduklarıdır. ( ) Bundan dolayı, rüyalar yardımı ile bir kehanette bulunmayı ve hatta genelde bir kehanette bulunmayı geri çevirip reddedelim. Bu yanlış inanç, kabul gördüğü tüm toplumlarda insanları etkilemiş ve sonsuz saçmalıklara neden olmuştur.”
İç huzuru ve iç güvenliği kaybolan insanlar, eksiklik ve bozukluklarını dengeleyebilmek için “meşhur olmak”, “dikkat çekmek gibi garip yollara başvurmaya başlamışlardır. Böylece insanlardaki onur ve birlik duyguları zamanla yok olmaya yüz tutmuş, herkes birbiri üzerinde bir egemenlik kurmaya çalışır olmuştur. İnsanlar artık kendilerini bir ürün da bir eşya olarak görmektedirler. Onurlu olmak, kendini pazarlayabilmek ya da başarılı olmak ile ölçülmeye başlanmıştır. Tüm bunlar göstermektedir ki insanlar toplum içinde yaşarken neyin doğru olduğunu öğrenmekle kalmaz, aynı zamanda neyin yanlış olduğunu da görürler. Ayrıca her an kendilerine ve hayat biçimlerine yönelik birçok olumsuz fikrin de etkisi altında kalırlar.
Rüyadaki rollerin yaratıcısı da sizsinizdir. İlk bakışta saçmalık gibi görünseler bile, rüyaların mutlaka bir anlamları vardır.
İç huzuru ve iç güvenliği kaybolan insanlar, eksiklik ve bozukluklarını dengeleyebilmek için “meşhur” olmak”, “ dikkat çekmek” gibi garip yollara başvurmaya başlamışlardır. Böylece insanlardaki onur ve birlik duyguları zamanla yok olmaya yüz tutmuş, herkes birbirinin üzerinde egemenlik kurmaya çalışır olmuştur. İnsanlar kendilerini artık bir ürün ya da bir eşya olarak görmektedirler. Onurlu olmak, kendini pazarlayabilmek ya da başarılı olmak ile ölçülmeye başlanmıştır.
“Yorumlanmamış bir rüya, okunmamış bir mektuba benzer.”
Rüyalar, kaynakları geçmiş yıllara uzanan arzuları temsil eder ama rüyalar aynı zamanda geleceğe de yönelmişlerdir ve rüya gören kişinin hedef ve düşüncelerine ışık tutarlar.
Bilinçli düzeye göre kurulmuş olan hayat sistemimiz, arzuları bastırmakla onlardan kurtulduğunu sanmaktadır. Bu sistem , bastırılıp bilinçdışına itilen arzularımızın halen içimizde bulunma ihtimaline karşı dehşete düşmektedir. İşte bu değişik korkular altında sürekli bastırılan arzular , kendilerini belli ettiklerinde o kadar değiştirilip biçimlendirilmiş olurlar ki bilinçli dediğimiz halimize göre kurulu olan düşünme yeteneğimiz , onların gerçekte ne olduklarını bile anlayamaz.
Uyurken neden-sonuç imparatorluğunun yerini özgürlük imparatorluğu almıştır. Bu özgürlük imparatorluğunda dikkatimizin odaklandığı tek konu , ben ve benim olan dır. Artık düşünce ve duygularımızın yöneldikleri tek hedef kendimizdir.
Çünkü sevgi denilen şey, insanlığın yarattığı en yüce fakat aynı zamanda ulaşılması da o denli zor olan bir eserdir.
Yorumlanmamış bir rüya, okunmamış bir mektuba benzer. Gerçekten de mit ve rüyalar, kendi kendimize gönderdiğimiz mesajlar gibidir.
Fromm’a göre uyku, yalnızca bir dinlenme aracı değildir. Uyanık halimizdeki her türlü zihinsel ve ruhsal etkinlik, doğrudan doğruya rüyaya yansır.
Anaerkil kültürün temelinde ve özünde kan bağı, toprak bağı ve doğaya karşı bir teslimiyet vanlrr. Ataerkil kültürlerde ise, kanuna saygı, akılcılık ve doğaya egemen olma eğilimleri daha yaygındır. Bu açıdan bakıldığında, ataerkil düzenin kabulü, bir gelişmişlik göstergesi olarak görülebilir. Fakat bazı unsurları bakımından da, anaerkil düzenin değerleri daha ileridir. Örneğin anaerkil bakış açısından, bütün insanlar eşittirler, çünkü hepsini anneler doğurmuştur. Ayrıca toprak da, bütün annelerin annesi durumundadır. Bir anne, bütün çocuklarını eşit oranda sevmektedir. Çünkü bunların hepsi de, onun çocuklandır. Hayatının amacı, insanların mutluluğu için çaba göstermektir. Bu düzende, insan hayatından başka önemli ve onurlu hiçbir şey yoktur. Ataerkil düzenin en önemli erdemi ise, itaattır. Burada eşitlik prensibinin yerini, hiyerarşik toplumsal düzen almıştır.
Olimpik Tanrı dininden (yani, bildiğimiz Zeus bağlantılı ve Olimpos kökenli Yunan dininden) önce, bir ana Tanrıça’nın varolduğunu ve kadın kahramanlara dayanan bir dinin bulunduğunu ispatlayan da yine Bachofen olmuştur.
Bachofen’e göre, zamanla erkekler kadınları yenmiş ve onları egemenliklerinin altına almışlar, ayrıca, ataerkil bir toplum düzeni kurmayı da ihmal etmemişlerdir. Bu biçimde oluşan bir ataerkil toplumda, tek eşlilik (en azından kadınlar için), babanın otoritesi ve erkeklerin toplum içindeki egemen rolleri en önemli özelliklerdir. Böyle bir ataerkil kültürde din de, toplumsal organizasyona uymuştur. Ana Tanrıça’nın yerine, artık erkek bir Tanrı geçmiştir.
Eğer rüya görüyorsak, bu rüya yüzde yüz gerçektir” ve uyanık halimizin gerçekleri gibi tam olarak geçerlidir. Rüyada sanki, imiş” gibi durumlar yoktur. Rüya, gerçek bir yaşayıştır.
Freud temelde tutucu bir kişiliğe sahipti. Onda herşeyden önce görebileceğimiz özellik, arzulara ve cinselliğe karşı gösterdiği ilgisizliktir.
Konuşmalarımız sırasında, herşeyi doğrudan ve açıkça söylememiz imkansızdır.
Gerçeği temsil ettiğini iddia eden yalancı bir akılcılık, normal düşünceyi temsil ettiğini iddia eden kocaman bir saçmalık, büyük bilginlerin ulaşılmaz gözüyle bakılan bilgelikleri ve bunların yarattığı entellektüel tembellik ile korkaklık, bize, onur ve gerçekçilik diye yutturulmaya çalışılmaktadır.
Günümüz insanı, her yönden gelen yoğun bir gürültünün esiri ve hatta kurbanıdır.
İnsanlar, artık kendilerini bir ürün ya da bir eşya olarak görmektedirler. Onurlu olmak, kendini pazarlayabilmek ya da başarılı olmak ile ölçülmeye başlanmıştır.
Gerçek insanın yapısına ters düşen hedef ve amaçlar ön plana çıkmaya başlayınca, sevginin gücü de azalmıştır.
Sevmeyi ve sevdiklerimize ilgi göstermeyi bile, bize toplum öğretiyor. Aynca yine aynı yolla, başkalarını severek veya onlardan korkarak, sahip olduğumuz bencilliğimizi ve düşmanca dürtülerimizi yenmeyi ya da sınırlandırmayı öğreniyoruz.
Uyumak ve uyanık olmak, varolmanın iki kutup noktasıdır. Uyanık iken, en önemli görevimiz hareket etmektir . Fakat uyuduğumuz andan itibaren bu görevden kurtuluruz. Uykunun ise tek bir görevi vardır, o da, kendimizi tanımaktır.
Yani bedenimiz, ruhumuzun bir sembolüdür! Derinden ve gerçekten hissedilen bir olay ya da düşünce, bütün organizmamıza yansıyacaktır.
insanın en büyük amacı insanlarla,
hayvanlarla ve toprakla yeniden uyum ve barış içinde yaşamak olmalıdır
Tanrı, Havva’ya: Yine de erkeğini arzulayacaksın, fakat o seni yönetecektir der (Tekvin: 3: 16).
Havva’nın çizdiği tip, erkeğe üstün olan bir kadın tipidir. Örneğin Havva, girişkendir ve yasak olan meyvadan yer.
Bunu Adem’e sormadan yapar ve ona da bu meyvadan yedirir. Tanrı, bu olayın farkına varınca, Adem’den hesap sorar. Fakat Adem, kendini tam anlamıyla savunamaz. Kadının işlediği bu ilk günahtan
sonra, erkeğin egemenliği tam anlamıyla kurulur.
kadınlar doğal bir yaratma gücüne sahip oldukları için, erkeklerden üstündürler.
Kadınlar, doğurgandırlar ve böylece yaratıcı
güçle aynı anlama gelmektedirler.
Korkunç şeyler vardır ama hiç biri
İnsan kadar korkunç olamaz.
Rüyalar, şiirsel bir bütünlüğe ve gerçekliğe sahiptirler.
Platon rüyaların, genelde içimizde saklı olan vahşiliğin ve korkunun ürünleri olduğunu ileri sürer.
rüyalar ruhumuzun hem en alt düzeydeki akıldışı özelliklerini ve ama aynı anda da, en yüce ve değerli yönlerini gösterebilirler.
Uyurken, gözlerimizi kendimize çeviririz
ve yalnızca kendimizle ilgileniriz.
Rüyalar, en derin ve en yüce güçlerimiz
ile yeteneklerimizin yansımalarıdır.
Ateş için şunu söylemek mümkündür:
O, hiç bir zaman aynı kalmadığı halde, hep aynı olandır.
Rüya, gerçek bir yaşayıştır.
Usta bir insan, kendisini anlayabilmek için, rüyalarını anlamaya çalışır.
Yorumlanmamış bir rüya, okunmamış bir mektuba benzer.
Talmud, Berachot 55a

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir