İçeriğe geç

Sınır Tanımayan Şiddet Kitap Alıntıları – Yakın Ertürk

Yakın Ertürk kitaplarından Sınır Tanımayan Şiddet kitap alıntıları sizlerle…

Sınır Tanımayan Şiddet Kitap Alıntıları

Adalet çağrısı yapanlar, eşitliğin olmadığı bir yerde adaletin birilerinin merhametinin ötesine gidemeyeceğini artık görmelidirler.
Tüm olumsuzluklara rağmen belki de en çarpıcı kazanım, dünyanın her yerinde kadınların artık kaderlerine boyun eğmeye razı olmamaları, sadece şiddetsiz bir yaşam değil, o yaşamın inşasında aktif ve eşit bireyler olmak istemeleridir.
olumsuz sonuçlar mağdurları değil suçluları etkilemeli
Görüştüğüm araştırmacılar şiddetin genelde ani bir öfke sonucu ortaya çıkmadığını, aksine mağdurun özgüvenini yavaş yavaş zayıflatmak, özerkliğini elinden almak ve mağdur üzerindeki erkek üstünlüğünü kanıtlamak için dayak, sistemli duygusal taciz, yalnızlaştırma yöntemleri ve diğer çeşitli kontrol altına alma davranışlarını bir araya getiren bir strateji sürdürüldüğünü belirtmişlerdir.
Kadına şiddetle mücadele, eşitsizlik sistemlerini tasfiye edici, patriarkayı zayıflatıcı ve kadının güçlenmesini ve bağımsızlığını destekleyici yaklaşım gerektirir. Ne yazık ki Türkiye’de son yıllarda egemenleşen resmi söylem bu açıdan çok da ümit verici değildir.
Kadın hareketinin gayretleriyle kadına karşı şiddet son yirmi yıl içinde görünürlük kazanmış ve kamu politikası haline gelebilmiştir. Ancak buna paralel olarak kadın konusunda yetkili ağızlardan beyan edilen çelişkili mesajlar ve benimsenen politikalar ataerkil zorbalığı ve gerici hareketleri cesaretlendirmektedir. Bu nedenle tüm çabalara rağmen kadın cinayetleri gazetelerin baş sayfalarından düşmemektedir.
namus suçlunun dilidir.
Dünya Ekonomik Forumu’nun 2014 raporuna göre cinsiyet eşitsizliği ölçeğinde Türkiye 142 ülke içinde 125’inci sırada yer almıştır.
Sağlıklı ve onurlu bir yaşam sürmesi için, kadının kendi bedeni ve üreme kararları üzerindeki tüm baskıların kaldırılması ve kadının bu yöndeki egemenliğinin tanınması gerekmektedir.
Kürtajın yasaklanması, özellikle yoksul kadınların aleyhine işliyor; çünkü yüksek sosyal statüye sahip kadınların istenmeyen hamileliklerini sonlandırabilmeleri için alternatifler bulunmaktadır. Yoksul kadın ve kızlar ise sağlık ve yaşamlarını tehdit eden sağlıksız koşullarda ve güvenli olmayan yöntemlerle kürtaj olmak zorunda kalıyorlar.
Ziyaret sırasında görüştüğüm kadınlar, polis ve yargıçların şikayetleri ciddiye almadıklarını ve koruma kararı almada geç kaldıklarını, alınan kararların ise titizlikle uygulanmadığını bildirmişlerdir. Mahkemelerin suçluları cezalandırmak yerine eşleri barıştırma ve aile birliğini korumaya yönelik arabuluculuk yaklaşımlarını tercih etmeleri, şikayette bulunan şiddet mağdurlarını saldırganlar karşısında daha da savunmasız bırakmakta ve hiddetlenen saldırganı öç almaya teşvik etmektedir.
Kadına şiddet evrensel bir olgu olma niteliğini korumakta ve kadınlar kötü muameleye, işkenceye ve cinayete hedef olmaya devam etmektedirler. Kadınların liberal haklarının en üst düzeyde sağlandığı toplumlarda dahi kadın olmak hâlâ bir risk faktörüdür. Yetkililerin soruna yaklaşım biçimleri çoğu kez içerikten yoksun, kadının toplumsal konumundan kopuk, mağduriyet, bireysel davranış ya da kültür odaklı kısır bir bakış açısını aşamamaktadır. Adalet çağrısı yapanlar, eşitliğin olmadığı bir yerde adaletin birilerinin merhametinin ötesine gidemeyeceğini artık görmelidirler.

Mücadele düzeyimiz ister ulusal ister uluslararası düzey olsun, sonuç itibariyle kadınlar olarak ortak hedefimiz bu kısır yaklaşımlara meydan okumak ve hegemonik emperyal ya da yerel baskıcı güçlerin çıkarlarından uzak ataerki ötesi bir cinsiyet rejimi tasavvur etmek, tasarlamak ve uygulamaktır.

Kadına şiddet evrensel bir olgu olma niteliğini korumakta ve kadınlar kötü muameleye, işkenceye ve ölüme hedef olmaya devam etmektedirler.
Ülkede yaygın olan kadın sünnetinin, farklı aktörlerin bilinç yükseltme kampanyalarına katılmaları ve bazı devlet görevlilerinin bu şiddeti kınamalarıyla yavaş da olsa azaldığı belirtilmiştir. Buna karşın Kamerun ve komşu ülkelerde kadınların cinselliklerinin kontrol edilmesinde göğüs yakma adı verilen uygulamada bir artış söz konusu olmuştur. Bu uygulamada genç bir kızın yeni gelişen göğüsleri üzerine yakıcı sıcaklıkta objelerin konulmasıyla kızın göğüslerinin gereken zamandan önce büyümesinin engellenmesi ve cazibesini yitirerek erken yaşta cinsel yaşta cinsel ilişkiye girmemesi amaçlanmaktadır.
Kürtaj cinayettir gibi mutlakçı bir söylemin devletin en yetkili ağzından çıkmış olması, pusuda yatan nice gerici zihniyeti ortaya salıverdi. Ahlak bekçisi ve kadın üzerinde tasarruf hakkı olduğuna inanan erkekler, ortalarda kükreyerek toplumca aştığımızı sandığımız düşüncelerini hiçbir sınırlamaya tabi tutma ihtiyacı duymadan haykırmaya başladılar. Kimi izansızlar, Anası olacak kişinin hatasından dolayı çocuk niye suçu çekiyor? Anası kendini öldürsün diyecek kadar ileri gitti.
Devletin kadının insan haklarına yönelik ihlalleri mazur göstermek için gelenek, görenek veya din içinden yapılan tüm iddialara karşı durmak için maksimum özeni uygulama konusunda başarısız olmasının kendisi bir insan hakları ihlalidir.
Kadın haklarını sağlamada en başarılı olan ülkelerde şiddet oranlarının göreli olarak yüksek çıkması, bu konuda fazla çabaya gerek görmeyen ülkelerdeki yetkilileri nedense fazlaca ingilendirmekte ve yetkililer bu yöndeki verileri kendi durumlarını mazur göstermek için bir gerekçe olarak kullanmaktalar. Oysa, şiddetle mücadelede kurumlara yapılan bildirimlerde ve araştırma sonuçlarında artış beklenmesi normaldir; normal olmanın ötesinde bu durum kadınlara karşı şiddete gösterilen hoşgörünün sorgulanması ve kadınların korunma ve tazminat hakları olduğunun kavranması bakımından bir başarı göstergesi sayılmalıdır. Bu nedenle, ülkeler kadına şiddet verilerine göre karşılaştırılırken veri tabanının niteliklerine dikkat etmek gerekmektedir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Ülkenin çeşitli yerlerinde ve farklı toplum kesimlerinde kadınlar töre, namus, kıskançlık gibi pek çok gerekçeyle öldürülmekte, darp edilmekte ya da ağır baskılarla istemedikleri yaşamları sürdürmeye mahkum edilmektedirler.
Kadına şiddetle mücadele, doğal olarak, gündelik yaşamda kemikleşmiş cinsiyetçi değerler ve uygulamalara meydan okuma anlamına geldiği gibi mağdur-merkezli bakış açısından güçlenme ve insan hakları temelli bir yaklaşıma yönelmeyi zorunlu kılar. Kadınları korunmaya muhtaç, zayıf ve zavallı yaratıklar olarak gören mağdur-merkezli yaklaşımlar çözümü merhamet gibi kişisel inisiyatiflerde bulur. Güçlenme yaklaşımı ise, kadınların doğaları gereği zayıf oldukları için değil, toplumsal değer ve kurumların imtiyazlı kıldığı erkek egemen cinsiyet yapısı nedeniyle şiddete maruz kaldıklarını ve çözümün eşitsiz cinsiyet yapısının dönüşümünde yattığını vurgular.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Buna göre devlet, kadınlara yönelik şiddeti engelleme yükümlülüğünü yerine getirmemek için herhangi bir örf ve adeti, geleneği veya dinsel düşünceyi ileri süremez.
Madde 1, kadına şiddeti ister kamusal ister özel hayatta olsun tehdit etme, zorlama veya özgürlükten keyfi olarak yoksun bırakma dahil olmak üzere fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar veya acı verme sonucu doğuran veya bu sonucu doğurması muhtemel olan cinsiyete dayalı her türlü şiddet eylemi olarak tanımlar.
kadın hakları insan hakkıdır
İlk etapta özel yaşamı düzenlemeyi hedefleyerek işe başlayan muhafazakar akımların gerici ve koşullara bağlı olarak totaliter bir rejime evrilme olasılığı yüksektir. Bu süreç ister istemez baskı ve şiddeti de beraberinde getirir.
En yetkin kişilerin cinsiyetçi söylemlerinin kamuoyunda yer alması ve aile içinde ve dışında kadına yönelik ataerkil baskı ve şiddet ile ilgili bütüncül bir anlayışa dayalı politikaların üretilememiş olması, uygulamanın da bölük pörçük ve etkisiz olmasına neden olmakta ve şiddet artarak egemen hale gelmektedir.
Dünyanın her köşesinde pek çok kadın, bedeli ne olursa olsun artık kaderlerine boyun eğmeye razı değiller.
Namus kavramının özel bir neden olarak onurladırılması, bazı yasal sistemlerde ahlaksız davranışa tahrik nedeni olarak tanınan imtiyaz ve bu bağlamda failin bu imtiyaza sığınarak cezasız kalmaya çalışma çabasıdır. Bir başka deyişle, namus suçlunun dilidir.
Bir çeçen kadının şu sözleri oldukça açıklayıcı: Tecavüze uğramış bir kadın eve dönecek olursa kendisine bir kurşun sıkması akıllıca olur. Çünkü kılına dokunulmuşsa Çeçenistan’da artık gözden çıkartılır. Bu bir nevi yasadır. Bir baba için kirlenmiş bir kız evlat ölü evlattan beterdir, felaket bir yüz karasıdır. Hiçbir zaman evlenemez ve suçu olmadığı halde kimse ona iyi bir kelam etmez (Prochazkova 2002: 18). Kadınlar aileden aforoz edilme korkusu kadar yetkililerin misilleme yapmalarından da korktukları için sessiz kalmayı tercih etmektedirlar (OMCT 2003)
Hukukun keyfi uygulandığı ve toplumsal çatışmalarda siyasi ideolojik boyutun önplanda olduğu Türkiye gibi ülkelerde, kitlesel tutuklamalar nedeniyle yoksulluğun yapısal boyutu Batı ülkelerine kıyasla daha geniş bir nitelik kazanır. Bunların yanı sıra, İnsel iktisadi fırsatların aşırı partizan biçimde paylaşılması ve dağıtılmasına dayalı iktisadi şiddet, güçsüz kesimlerin hak taleplerinin ve savunma olanaklarının kısıtlanmasına dayalı sosyo-ekonomik şiddet ve medyayı kontrol ve çoğu zaman işgal etmeye dayalı simgesel şiddet (2014:35) olgularına dikkat çeker. Bu şiddet odakları, cezalandırıcı devlet kavramına Türkiye açısından içerik kazandırmada ipuçları vermektedir.
Günümüzde devletin şiddet üzerindeki tekeli mutlakiyetini yitirmiş olsa da doğrudan şiddet kullanma araçları (ordu, polis gibi) ve dolaylı baskı üretme aygıtları -ideoloji üreten kurumlar (eğitim medya gibi) ve neoliberal politikalar (ekonomi kurum ve süreçleri) hala iktidarı elinde tutanların hizmetinde bulunmaktadır. Dolayısıyla yönetim ve temsiliyet görevlerinin ötesinde kendi çıkarları olan taraflardan biri olarak devlet şiddet kullanma gücünü sürdürmektedir.
Keyfi ve özgürlük karşıtı yargı uygulamalarıyla, toplumun belli bir kesimini hedef alan yarı-resmi ayrımcı politikalarla ve iktidarın sesinin, sözünün ve imajının toplumun günlük hayatını işgal eden bir gösteriye dönüşmesiyle de şiddet politikaları sürdürülür (Insel 2014: 35). Soma trajedisinde (Mayıs 2014) gözlemlendiği gibi, kar uğruna can güvenliğinin feda edilmesi karşısında toplumsal öfkenin hükümete yönelmesiyle birlikte iktidar tekmesi gecikmemiştir.
Kimliğe dayalı parçalanma süreci genelde kanlı bir şekilde olmuş ve çatışmaların da niteliğini değiştirmiştir. Savaşlar artık düşman toplumların ordularının cephede çarpışmalar ve galibiyet ya da mağlubiyetle sonuçlanması şeklinde değil, toplumun farklı halk kesimleri arasında yaygınlaşarak adeta evimizin içinde süreklilik kazanan çatışmalar haline gelmiştir.
Şiddet ve insan hakları arasında diyalektik bir ilişki vardır, birincisi iktidar/gücü, ikincisi ise baskı ve zulme karşı isyan kültürünü ifade eder. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki aralarındaki statik bir ilişki değildir. Mevcut kalıpları yıkma girişimi karmaşık bir süreçtir ve içinde başka çelişkiler içeren yeni bir statükoyu da beraberinde getirir.
BU KİTABI YAZMAK bir bakıma, son on beş yıldır özellikle insan hakları alanındaki tecrübelerimi kadın hakları açısından Türkçe olarak okurla paylaşmak isteğimden kaynaklanmıştır. Ancak bunun da ötesinde beni asıl harekete geçiren güç, kadına şiddet konusunun toplumumuzda ve dünyanın pek çok yerinde artık bir siyasa konusu haline gelmiş olmasına rağmen, bir sorun olarak artarak devam ediyor olması ve her gün gazetelerde yer alan, sırf kadın olduğu için öldürülen kadınlarla ilgili haberler karşısında duyduğum öfkedir. Hele de cennet analarımızın ayaklarının altındadır gibi, ana olarak da olsa kadının yüceltildiği ve kadınlarımız diye başlayan övgü dolu söylemlere karşılık, kadının toplumda sürekli ikincilleştirilmesi ve ayrımcı muameleye tabi tutulmasının yarattığı çelişki ve ikiyüzlülük karşısında bu kitabı yazmak kaçınılmaz oldu.
Bugün kadınlar CEDAW’ı etkili bir biçimde kullanmaktadırlar. Artık CEDAW dışındaki diğer insan hakları mekanizmalarını da aynı titizlikle kullanarak hem bu mekanizmaları cinsiyet-duyarlı hale getirmek hem de devletler üzerinde farklı cephelerden baskıyı sürdürmek gerekiyor.
Eril güç sadece kaba kuvvetle değil, evde ve dışarıda kaynakların, imtiyazların ve otoritenin dagılımını ve kullanımını belirleyen üretim ve yeniden üretim ilişkileri içinde farklı biçimlerde tezahür etmektedir.
Tanya, 14 yaşındayken babasının defalarca tecavüzüne uğramış ve bundan ciddi yaralar almış. Üvey annesi Tanya’ya yardım etmekten çekinmiş, ancak bir komşusunun yardımıyla olayın polise intikalini sağlamış. Aile üyeleri Tanya’yı ruhunun şeytan tarafından teslim alındığına ve geceleri yetişkin bir kadına dönüşerek babasını baştan çıkarttığına inandırarak babası aleyhine ifade vermemesi için ona baskı yapmışlar. Buna boyun eğmeyen Tanya evden atılmış.
Kadın hareketinin gayretleriyle kadına karşı şiddet son yirmi yıl içinde görünürlük kazanmış ve kamu politikası haline gelebilmiştir.
2001 yılında Batman’da gerçekleşen 31 intiharın kurbanlarının aileleriyle yapılan bir araştırma (Bağlı ve Sever 2003) kurbanların çoğunun katı bir ataerkil baskıya maruz kaldığını, yüzde 84’ünün daha yaşlı bir akrabanın izni veya refakati olmaksızın parka, sinemaya gitmelerine veya herhangi bir sosyal etkinliğe katılmalarına izin verilmediğini, yüzde 28’inin kendi başlarına alışverişe çıkmalarına dahi izin verilmediğini göstermiştir. Bu baskının tam bir sosyal tecrit sonucunu doğurduğu görülmektedir; kurbanların sadece yüzde 10’u umutsuzluk duyguları hakkında başkasıyla konuşmuştur. Görüşülen ailelerin yüzde 66’sı kızların evleneceği kişilerin aile, akraba veya çöpçatanlar tarafından seçilmesinin daha iyi olacağını, yüzde 90’ı ise kızlarının erkeklerle arkadaşlık etmesinin uygun olmadığını ifade etmiştir. Diğer araştırmalar zorla yapılan bekâret testleri veya çocuklukta cinsel tacize uğramış olma gibi faktörler ile intihar eğilimi arasında bağlantılar olduğunu göstermiştir (Eskin ve diğ. 2005, Cindoğlu 2000).
Üniversiteye girmeye hazırlanan genç bir kadın genç bir erkekle el ele görülmüştür. Evlilik öncesi cinsel ilişkiye girdiğine dair söylentiler yayılmıştır. Aile büyükleri tarafından sorgulanması sonucunda genç kadın uyku hapı içerek intihara teşebbüs etmiştir. Bunun üzerine dedikodular yoğunlaşınca aile kızı evlendirmek için genç adamın ailesine berdel (gelinlerin değişimi) önermeye karar vermiştir. Genç kadın evlenmeyi reddedince, erkek kardeşi onu öldürmekle görevlendirilmiştir. Erkek kardeşi bunu reddetmiş ve kardeşini, kendisiyle birlikte köyden kaçmaya ikna etmeye çalışmıştır. Bunun ailesinde yaratacağı üzüntüyü tahmin eden genç kadın bir el bombası ile kendini patlatmıştır.
Kadın intiharları konusunda temel, belirleyici faktörler olarak, kadınlar üzerindeki katı ataerkil baskıdan kaynaklanan, özellikle zorunlu ve erken evlilikler, aile içi şiddet, ensest, tecavüz ve üreme haklarının reddi gibi insan hakları ihlallerine işaret etmektedir. Yeterli devlet korumasının yokluğunda intihar, aşırı şiddet ve baskıdan kaçmak için kadınların tek seçeneği olabiliyor.
17 yaşında evli bir kadın olan Sevgül’ün davası. 1999 yılında ailesi onu başlık parası karşılığında görücü usulüyle evlendirmiştir. Henüz reşit olmadığı için sadece imam nikâhı kıyılmıştır. Mayıs 2002’de Sevgül asılmış halde bulunmuştur. Tanıklar, öldüğü gün kocasıyla şiddetli bir şekilde tartıştıklarını ifade etmiş, adli tıp raporu da ölümden kısa bir süre önce ağır biçimde dövüldüğünü kanıtlamıştır. Koca cinayetle suçlanmış, fakat delil yetersizliğinden beraat etmiştir. Ancak hâkim kocayı saldırı ve darp suçundan eski Ceza Kanunu’nda öngörülen üst sınır olan beş yıl hapse mahkûm etmiştir.
Kahramanmaraş’ta oturan Elife Atlıhan, 15 yaşındaki kuzeni tarafından tecavüz edildikten sonra hamile kalmıştır. Aile meclisinin huzurunda kuzen suçlamayı reddedince annesi tarafından Elife’ye bir ip verilerek namusunu temizlemesi söylenmiştir. Erkek kardeşi intihar ettiğinden emin olmak için, sandalyenin doğru yükseklikte ayarlanmasında ona yardımcı olup odayı terk etmiştir. 1 Mart 2003’te mahkeme anne ve erkek kardeşi cinayetten suçlu bulmuş ve ömür boyu hapse mahkûm etmiştir. Tecavüzcü de tutuklanmıştır.
kadın intiharlarının ardındaki nedenler hakkında yoğun tartışmalar yapılmıştır. Medya ve sivil toplum örgütleri, birçok intiharın aslında namus cinayeti olduğu, ailenin ya kurbanı intihar etmeye zorladığı ya da cinayete başarılı bir şekilde intihar süsü verdiği yönünde duydukları kaygıyı ifade etmişlerdir. Bazı gözlemciler Ceza Kanunu’nda töre cinayetlerine getirilen ağır cezaların aileleri namus cinayetlerini intihar olarak göstermeye ittiğini ileri sürmüşlerdir.
Batman ve diğer Doğu illerindeki intiharların kaygı verici yanı, kurbanların cinsiyetleriyle ilgilidir.
Dünya çapında kadınlardan çok erkekler intihar etmektedir.
Bazı gazetecilerin “İntihar Kenti olarak ilan ettikleri Batman’da 2000 ile 2005 arasındaki dönemde 105 kişi intihar etmiştir.
İntihar oranı Ege bölgesinde en yüksektir.
Kadına şiddet genellikle bir kadının ahlaksız olduğuna dair dedikodulardan kaynaklanmaktadır. Bunun gerçek olup olmaması önemsizdir, çünkü söz konusu olan toplumun namusa aykırılığı algılaması ve bunun ailenin toplumsal statüsüne etkisidir.
Ailesi tarafından seçilen damatla evlenmeyi reddeden bir kadını itaat ettirmek için yoğun psikolojik baskı, örtülü tehditler ve gerektiğinde eve kapatma uygulanması yaygındır.
İmam nikâhının herhangi bir yasal dayanağı yoktur.
Doğu bölgesinde küçük yaşta ve görücü usulü evlilikler hâlâ çok sık olarak görülmektedir. Aile bağlarının güçlenmesi ve mülkün aile içinde kalması amacıyla amca çocukları arasında evlilikler yaygındır. Daha az yaygın olan, ancak hâlâ yaşanan berdel uygulaması iki aile arasında gelinlerin değiş tokuş edilmesidir.
Kadınlar ve aileleri törenin normatif düzenine hapsolurlar.
Töreye göre aile kendi üyelerinin namus kurallarına uymasını gözetmek zorundadır. Kuralların ihlali (veya ihlal edildiğine ilişkin söylentiler) tüm aile üzerinde bir leke olarak görülmektedir. Bu leke, bedeli cinayet dahi olsa, temizlenmelidir.
Namus Türkiye toplumunda önemli bir değer olarak kadınlar ve onların cinsellikleri üzerinde katı bir kontrolün yeniden üretilmesine hizmet eder. Toplumda yaygın anlayışa göre kadının namuslu olması demek mütevazı bir şekilde giyinmek ve davranmak, evlilik öncesi bekaretin korunması, ayarlanan evlilikleri kabul etmek, daha yaşlı bir akrabanın rızası ve/veya eşlik etmesi olmadan evden çıkmamak gibi davranışlarda bulunmak demektir.
28 Temmuz 2014’te Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ülkede ahlaki bir gerilemenin olduğunu iddia ederek, iffet sahibi ve hayâ sahibi olmanın önemini vurgulamış ve kadınların herkesin içinde kahkaha atmaması gerektiğini beyan etmiştir (medya). 12 Aralık 2012’de Arınç’ın bir kadın milletvekilinin vajina” kelimesini kullanmasından utandığını bütçe görüşmeleri sırasında ifade etmesi de benzer tartışmalara yol açmıştı (basın).
İki kıta ve çok sayıda medeniyetin kesiştiği bir noktada konumlanmış olan Türkiye Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batılı güçlere ve saltanata karşı verilen Kurtuluş Savaşı ile, çokuluslu İslami Osmanlı İmparatorluğu’ndan üniter, laik bir Cumhuriyet ve ulus-devlet olarak ortaya çıkmıştır.
Eğer bir kadın çocuğunu öldürürse idam cezasına mahkûm olur. Aynı cürmü işleyen baba veya dede (baba tarafından) sadece öldürülen çocuğun akrabalarına diyet öder ve muhtemelen ayrıca hapis, kırbaç veya para cezasına çarptırılır. Bunun yanında koca karısının zina yaptığına şahit olursa karısını öldürme hakkına sahiptir. Aynı durumda kadın zina yapan kocayı öldürürse, idama veya uzun süre hapse mahkûm olur.
Tecavüz kanuna aykırıdır; ancak bir tecavüz mağduru bu cürmü kanıtlayabilmek için ya dört erkek ya da üç erkek iki kadın görgü tanığı göstermek zorundadır.
Bir kadının şahitliği bir erkeğin şahitliğinden daha az değer taşımaktadır. Cinayet veya “gayrimeşru ilişkiler (zina) gibi cürümlerde, bir kadının şahitliği bir erkeğin şahitliğinin yarısı değerindedir ve bu şahitliğin geçerli olabilmesi için bir erkeğin şahitliği ile doğrulanması gereklidir.
19 yaşındaki Leyla Mafi, genelev işletmekten dolayı gayriahlaki davranmak, kan bağı olan akrabalarla cinsel ilişkiye girmek ve gayrimeşru çocuk sahibi olmakla suçlanarak Mayıs 2004’te ölüm cezasına mahkûm edildi. Hükümet yetkililerine göre Mafi tüm suçlarını itiraf etmiş ve idamın infazından önce kırbaçlanmasına karar verilmiştir. Bu dava üzerinde çalışan sosyal hizmet uzmanları, Mafi’nin sekiz yaşındaki bir çocuğun zekâsına sahip olduğunu, annesi tarafından fuhuşa zorlandığını ve ilk çocuğunu dokuz yaşındayken doğurduğunu belirtmişlerdir. Ayrıca Mafi daha önce iki kez 100 kırbaç cezasına mahkûm olmuştur.
Evin Cezaevi’nde 397 kadın vardı; bunların 200’ü ahlaki suçlardan hüküm giymişti ve bazıları idam infazını beklemekteydi.
İran’da kadına şiddet, yetkililer tarafından nadiren ciddi bir sorun olarak kabul edilmekte
Yönetimdeki mollalar, davranışları ve kurumsal yapıyı şekillendiren İslami yasaları katı bir yaklaşımla yorumlama eğiliminde olmuşlardır.
İslam devriminden beri kadının statüsü paradoksal bir hal almıştır. Diğer gelişmekte olan ve komşu ülkelere kıyasla İran’da kadınlar sağlık ve eğitim imkânlarına erişebilmekte ve bir dereceye kadar da istihdam ve politikada yer almaktadır.
İran Anayasası’nın 20’nci maddesine göre kadın ve erkek tüm yurttaşlar kanunların himayesi altındadır ve İslami ölçütlere uygun olarak tüm insani, politik, ekonomik, sosyal ve kültürel haklardan faydalanırlar.
İran, üç temel uluslararası insan hakları sözleşmesini (CERD, CESCR ve CCPR) 1979 devriminden önce onaylamıştı. Yeni rejim 1994’te Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni (CRC) şeriatla uyuşmayan maddelerine çekince koyarak onaylamış, 2002’de ise ILO’nun çocuk işçiliğinin en kötü biçimlerine ilişkin 182 numaralı sözleşmesini (1999) onaylamıştır. İran taraf olduğu sözleşmelerin ihtiyari protokollerini ve CEDAW’ı ise onaylamamıştır.
İran yönetimi güçlü muhafazakar eğilimi olan erkek egemen bir yapıya sahiptir. Bu yapı dünyadaki genel ataerkil eğilimlerle uyumlu olmakla beraber, İran’da bu durum yetkililer tarafından herhangi bir şekilde müzakereye açık bir alan olarak görülmemekte, bu yüzden değişim isteyen kadınların müdahale alanları oldukça sınırlı görünmektedir.
Yıllarca taciz ve dayağa maruz kalan bazı kadınlar, sonunda şiddete başvurmak zorunda kalmaktadırlar. Örneğin hikâyesi sivil toplum örgütlerince aktarılan bir kadın, kocasının kızına tecavüz ettiğini öğrenince kocasını öldürmüş ve kasten adam öldürmekten 15 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır.
Filistin gibi muhafazakâr bir toplumda aileler ve toplulukarı sıkı bir gözetim altında tutar. Gözaltına alınan ya da tutuklanan bir kız, bu süre içinde gözlerden uzak olacağı için damgalanma riski taşır. Örneğin eski bir kent olan tutucu Hebron’da yaşayan 17 yaşlarındaki Feda’nın anlattıkları, bu damgalanmanın ne denli ağır olabileceğini gösteriyor. Feda, İsrailli bir kadını ve kızını öldürmeye teşebbüs etmekten iki yıl cezaevinde kalmış. Çıktığında bu iki yıllık tutukluluk döneminde cinsel olarak kirlenmiş olacağı kuşkusu nedeniyle kendi toplumundan dışlanmış ve hor görülmüş. Her ne kadar ailesi ona destek olsa da Feda topluma entegre olamamaktan ve önyargılarla kötü muamele görmekten şikâyetçi.
kadınlar itaatkâr davranışlar benimsemeye mecbur edilmekte ve böylelikle fiili ayrımcılık, toplumsal ayrımcılıkla örtüşerek daha da pekişmektedir.
anayasa ve ceza kanunu reformunda tedavi amaçlı kürtaja izin veren maddelerin kaldırılması, kadınların yaşama hakkı dahil pek çok hakkını ayaklar altına alan çarpıcı bir örnektir.
Kürtaj yasağı ve buna karşın sistemin istenmeyen hamileliklerden kaynaklanan sorunlara ve çocuğunu tek başına yetiştirmek zorunda kalan kadınların durumuna kayıtsız kalması, kadınları bir çifte standart yumağı içinde sorunlarıyla yapayalnız bırakmaktadır. Bu koşullarda küçük yaşta anne olmak zorunda kalan kızları ve dünyaya gelen çocukları bekleyen hayat ise bu ikilemin başka bir yönünü oluşturuyor.

Kürtajın yasaklanması, özellikle yoksul kadınların aleyhine işliyor; çünkü yüksek sosyal statüye sahip kadınların istenmeyen hamileliklerini sonlandırabilmeleri için alternatifler bulunmaktadır. Yoksul kadın ve kızlar ise sağlık ve yaşamlarını tehdit eden sağlıksız koşullarda ve güvenli olmayan yöntemlerle kürtaj olmak zorunda kalıyorlar.

Kürtajın her koşulda suç haline getirilmesi, kadınları kendi vücut ve hayatlarını denetleyebilme hakkından mahrum bırakmak, sağlıklı ve eksiksiz bir yaşam sürmelerini mümkün kılacak üreme sağlığı hizmetlerinden faydalanamaz hale getirmektedir. İstenmeyen hamilelikler kadınların elini kolunu bağlamakta, bir taraftan hamileliklerini sonlandırmaları yasaklanırken, diğer taraftan kadınlar doğan çocuğun sorumluluğuyla tek başına kalmak ya da damgalanma, dışlanma ve işten çıkarılma gibi durumlarla karşı karşıya kalmaktadırlar.
tecavüz sonucu hamilelikleri sonlandırmak için ya da genetik nedenlerle yapılan kürtaj yasaldı.
Kadına şiddet davalarına bakan hâkimlerin ortak anlayışı, kadının saldırganı tahrik ettiği için şiddet gördüğü yönündedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir