İçeriğe geç

Ay Terapisi Kitap Alıntıları – Mustafa Ulusoy

Mustafa Ulusoy kitaplarından Ay Terapisi kitap alıntıları sizlerle…

Ay Terapisi Kitap Alıntıları

İnsanın Rabbi varsa,her şeyi vardır.
Kendi başına varolmayacağını düşünüyordu.

Hatta kendi başına varolmak nedir bilmiyordu.

Sen uğraşamazsın ama zaman benimle uğraşmaya devam ediyor.

Eğer önümdeki ölümü yok edebilirsen, beni kabre girmekten koruyacak kuvvet sende varsa, o zaman ben de senin arzularını doyurabilir, senin için yaşamaya çalışırım.
Eğer ölümümü yok edebilirsen, o zaman benim sana senin bana yetebileceğimize, benim de muhteşem olduğuma kanaat getirebilirim.

Bunu yapamıyorsan, ikimiz de anlamalıyız ki, bize ancak senin de, benim de, ayın da, başka her şeyin de Rabbi olan yetebilir.

Her insan,bir gün yaprak gibi yere düşüyordu.Kimi zaman sararmış bir yaprak gibi,kimi zaman haşin bir rüzgârla yere inen taze,yeşil yapraklar gibi..
Başkalarına bir şeyler verebiliyor ama onlardan alırken zorlanıyorsanız,bunda narsistik bir taraf aramalısınız.
Sen, benim hemen hemen her şeyimsin. Ben seninle yolumu buluyorum.
İntihar eden gençlerden birer nesne gibi bahsedilmesi, gençlerin haber malzemesi olarak kullanılmaları midesini bulandırıyor. Sahteliğin her yana yayılmasını içi kaldıramıyor.
Sanki gizli bir el, hayatın anlamının sorgulanmasını yasaklamış gibiydi. Çevresindeki insanlar bu konuda gizlice anlaşmışlardı sanki.
İnsanın ölümlü bir varlık olduğu gerçeğini, güçsüzlüğünü, acizliğini iliklerine kadar hissetmiş, bu onu merhametli bir insan yapıp çıkarmıştı. Benliği narsisizmden sıyrılıp acizliğini kabul eder hale gelmişti.
Hakikat tektir. Bu doğru. Ama hakikatin görünümleri farklılık arz edebilir. Sen sadece hakikatin sendeki görünümünü söyleyebilirsin.
İyi de, gerçeği söylemenin tek yolu başkalarını incitmek miydi? Gerçek, kelimeler daha dikkatli seçilerek anlatılamaz mıydı? Doğrular selim bir anlatım yolunu hak etmiyor muydu?
Bilgisini elde edemediğin bir şeye karşı nasıl sabredeceksin?
-Kur’an, 18:68
Benliğinin başkalarının benliğini çözmekten aldığı haz üzerine düşünmeye karar verdi.
İnsanın bir takıntıyı zihninden atması, dünyanın en zor işlerinden biridir.
Belki de kişinin sorunlarımı çözeyim derken çözmek istediği, aslında kendisidir.
Geçici olan ne? diye sordu İlyas.
Kaçınılmaz olan. Peki, kalıcı olan ne?
Kaçınılmaz olandan çıkardığımız dersler.
İnsan kendisini tanımak istiyorsa kendisine başka başka yerlerden, farklı açılardan bakabilmelidir. Bu şekilde, kendisiyle ilgili taze, farklı, daha derin bilgiler elde edilebilir. Yaşam durağanlık tanımaz; devinim üzerine kuruludur. Nesneler devinimle, bir halden başka hallere geçerek gelişir, bulundukları halden daha mükemmel bir hale ulaşırlar. İnsanın kendisini tanıması da bir süreçtir ve devinime tabidir.
“Ruhun huzuru kaçtı mı bedenin huzuruda kaçar. Huzursuzluk davranışlara da yansır. Ruhun huzursuzluğu ile bedenin huzursuzluğu at başı gider.”
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
“Şükür insanın varoluş gerekçesidir, Rabbinin insana sunduklarından memnuniyeti ifade eder.”
“İnsan herhangi bir şeyi bu yaşamda ne sonsuz kazanır, ne de sonsuz yitirir. Çünkü bu yaşam geçicidir.”
“İnsanın Rabbi varsa her şeyi vardır.”
İnsan yaşamları dikkatsizce ve hoyratça birbirinin içine giriyor. Her ilişki başkalaşıyor, bitiyor, eskiyor, dönüyor, tersine çevriliyor. Kalbimde kalıcı yaralar var. Kalıcı izler bırakan birçok ilişki yaşadım.
Hiç kimseyi görmek istemiyorum. İnsanlarla beraberken sıkılıyorum. Yalnız kalmak istiyorum. Onlardan kaçmak, uzaklaşmak, en uzak yere gitmek, gezegenin en uç yerine ulaşmak ve orada yaşamak istiyorum. İnsanlarla aramda sorun yaşamaktan bıktım. Kendi yalnızlığıma doğru koşmak istiyorum.
Her şey her şey ile bağlı değil midir?
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Geçici olan ne? diye sordu İlyas.
Kaçınılmaz olan. Peki, kalıcı olan ne?
Kaçınılmaz olandan çıkardığımız dersler.
..Gökyüzüne dokunmadıkça ayağımızı yeryüzüne güvenle basamayız. Kendimizi tanımanın yollarından biri de gökyüzüne bakmaktır.
Dünya senin üzerine kapaklanmış gibi hissetmişsin. Sanki omuzlarında dünyayı taşıyorsun..
Haset, arzulanan bir şeyin başka birine ait olduğu ve bize değil de ona haz verdiği inancının yol açtığı kızgınlık yüklü bir duygudur.
Zaten insanların terapiste gitme nedenlerinden biri de budur: ne istediğini bilememek.
Kalbimiz ve hayat bizim için bir uğrak yeriydi. Gelenler geliyor, bir süre kalıyor, sonra gidiyorlardı. Burası kalıcı bir yer değildi. Kalanların kalma zamanları farklıydı, o kadar.
Kimseye içini açmak istemiyordu. Birisi leb demeden leblebiyi anlayabilmeli, içinden geçenleri okuyabilmeli, ruhuna dokunabilmeli, kalbinin en hassas yerine ulaşabilmeli, onu sarıp sarmalayabilmeliydi. Yoksa o susacaktı. İnsanlar aya gidebilirlerdi; ama böyle bir ilişki kurmaları hiç de kolay değildi. Sadece bir bakışla, belki bir tebessümle, sessizce, sessizliğin diliyle bir ilişki kurmak zordu.
Yakınlarda görüştüğü bir kanser hastası, Şimdi geçmişe doğru baktığımda, aslında her an öldüğümü anlıyorum doktor! demişti. İnsan her an ölüyordu. Sonra da eklemişti hasta: Bana öyle ölecek diye acıyan gözlerle bakma. Sen de kendi hayatına dikkatle bak! Sen de her an ölüyorsun doktor.
İçindeki yalnızlık bir türlü yatışmıyordu. Hayat başkalarıyla ne kadar yaşanırsa yaşansın, insan yalnızlığını aşamıyordu. O da en sonunda bunu aşmaya çalışmayı bırakmış, yalnızlığında dinlenmeye karar vermişti. Bu ifadeye bayılıyordu: ‘yalnızlıkta dinlenmek.’
Yeryüzünde yolunu yitirmiş insanlar , bakışlarını gökyüzüne çevirirler…
Hep mutluluk almayı beklememeli insan. Mutluluk vermeyi de bilmeli
İnsan Rabbini kaybettiğinde nesneler arası ilişkiler dağıliyor, her nesne bir tespih tanesi gibi bir tarafa saçılıyor. Bir nesne başka bir nesne için anlam ifade edemiyor. Bir nesnenin başka bir nesne ile neden birlikte bulunduğunun bir açıklaması olamıyor.
Ne güzel bir ay! yerine, Ne kadar güzel yaratılmış bir ay! Dedim. İnanın, Yaratıcısı ile ilişkilendirerek bakınca, ay anlamlı hale gelir ve ancak o zaman kalbimin huzurla dolduğunu hissettim.
Çünkü Muhammet Aleyhisselâm ayın hilal biçimini aldığı her vakit, Allah’ım! Bu ayı bizim için hayırlı kıl! diye dua ederdi.
Yaratıcı, hayatı küçük parçalar halinde yollar bize. Sonra ne olacağını ancak O bilir. Mutlak bilgi O’nun elindedir.
İnsan herhangi bir şeyi bu yaşamda ne sonsuz kazanır, ne de sonsuz yitirir. Çünkü bu yaşam geçicidir.
Sonsuz olan, geçici yaşamın üzerine kurulacak olan ahiret yaşamıdır. Ahiret hayatına duyulan inanç, hasedi aşmanın en önemli yollarından biridir. İnsan, istediklerine sonsuza dek ancak orada sahip olabilir.
İnsanın bir takıntıyı zihninden atması, dünyanın en zor işlerinden biridir. İnsan dağları devirebilir, demiri eritebilir, aya ayak basabilir fakat bir şey zihnine takıldı mı onu oradan söküp atamayabilir.
Unutur gidersin, demişlerdi. Onu unutmak ihanetti. Yaşamı tam bir yas içinde geçiyordu.
Bakın, size uzun uzadıya seanslara gelemem. Şu an inanın çok acı çekiyorum. Lütfen bana tek bir cümle söyleyin. Bir şeyler anlatın ve yüreğimdeki acıyı alın.
Sesin titrekliği, yardıma ihtiyacı beni etkilemişti. Yaralanmış bir kalbin sesiydi bu. Acı çeken bir insanın ses tonuydu. Böyle sesleri çok iyi tanıyordum.
Dünya seni bu kadar yormuşken, bak, ay ışığı tam önüne düşüyor
Ne ağaçlar, ne dağlar, ne de deniz insanlarla uğraşır. Ancak bu gibi nesneler yeryüzünde oldukları için, insan onların sınırlarını ihlal eder ve onların dünyalarına kendi bencil arzularını bulaştırır.
Yaşam durağanlık tanımaz; devinim üzerine kuruludur. Nesneler devinimle, bir halden başka hallere geçerek gelişir, bulundukları halden daha mükemmel bir hale ulaşırlar. İnsanın kendisini tanıması da bir süreçtir ve devinime tabidir.
Yeryüzündeki sorunlara ve kendi sorunlarına uzun süre aynı yerden bakan bir insan, sorun çözme yeteneğini kaybeder, sonra da sorunların çözümsüzlüğüne inanmaya başlar.
Güneş, ay ve yıldızların yaratılış amacı, yalnızca ışık verip dünyayı aydınlatmak olamazdı. Onlar, insanın yaşadığı sorunları da aydınlatmak üzere yaratılmış olmalıydılar. Zamanı onlarla ölçebildiğimiz gibi, onların yaşadığımız sorunların neden ve niçinlerini ölçebilecek özellikleri de olabilirdi.

“Güneşi parlak bir ışık (kaynağı) ve ayı aydınlık kılan, yılların sayısını bilesiniz, (zamanı) ölçebilesiniz diye ona evreler koyan O’dur. Allah, bunların hiçbirini bir anlam ve amaçtan yoksun halde yaratmış değildir.
(Allah) bilmek isteyen bir topluluk için ayetlerini ayrıntılı olarak (işte böyle) açıklıyor.”
– Kur’an-ı Kerim 10:5

Bir varlığı kim yokluktan çıkarıp yarattıysa, kim onu adı anılmaz bir şey iken, yani aslında bir ‘şey’ bile değilken sonsuz bir kudret, ilim ve sanatla yarattıysa, O’nun o varlığa ölümü vermeye de hakkı vardır. Varlık bir hak değildir. Varoluş bizim hak ettiğimiz bir şey değildir. Her varlık, varolduğu anda alacağını almıştır zaten. Varolma imkânının tanınması, insanın alabileceği nihai ücrettir.
Bir eyleme besmele ile başlamak kişiyi Yaratıcı ile derin bir bağlantıya sokuyor, o eylem çabucak Yaratıcı ile ilgili bir eyleme dönüşüveriyordu. Peygamber her eylemine besmele ile başlıyordu. Çünkü o, her eyleminde Yaratıcı ile derin bir bağlanti halindeydi. Bu da yaptığı her eylemi, her işi hayırlı kılıyordu.
Bir nesneyi, bir gerçeği arayan insan, bir sisin içine dalar. El yordamıyla, önünü göremeden, deneme yanılmalarla oradan oraya koşuşturur. Bir yerlere ulaşmak isteyen, bir nesneyle buluşmak isteyen insanın aramaktan başka seçeneği de yoktur. Ararken elinde bir rehber, bir harita, bir adres varsa işi çok daha kolaydır. El yordamıyla değil, bilerek, bilinçli olarak arar o zaman.
Aramak zordur. Her arayış sıkıntılı ve zahmetlidir. Aradığımz isterseniz bir kiralık ev, bir satılık ev, bir iş, bir gerçek, bir anlam, bir hikmet, ödünç para, evlenilecek bir insan, adresi elinizde bir ev, adresi elinizde olmayan bir ev, kaybettiğiniz kediniz olsun her arama sıkıntılıdır. İnsan elinde olmayanı ya da elinde olup da kaybettiği şeyi arar.
…Sınırsız sayıda varlık varoluyor, bir süre sonra hepsi gidiyordu. Kalbimiz ve hayat bizim için bir uğrak yeriydi. Gelenler geliyor, bir süre kalıyor, sonra gidiyorlardı. Burası kalıcı bir yer değildi. Kalanların kalma zamanları farklıydı, o kadar.
Biz insanların görevi kâinatta (ağaç,çiçek,ay,çöl,deve,su,nehir) görünenlere bakarak Yaratıcının mükemmelliğini, güzelliğini övmek,anlamak ve dile getirmektir.
Bazen düşünüyorum da belki de bizim yüklendiklerimiz o yük gemilerininkinden tonlarca daha ağır. İnsanın en ağır yükleri ise duygusal olanlar.
“Geçici olan ne?” diye sordu İlyas.
“Kaçınılmaz olan.”
“Peki, kalıcı olan ne?”
“Kaçınılmaz olandan çıkardığımız dersler.”

-Paulo Coelho, Beşinci Dağ

İnsan yaratıcının varlıklardaki sanatını, güzelliğini ve mükemmelliğini bilinçli bir şekilde gözlemler, bunu anlar, anlatır, çok çeşitli biçimlerde ifadelendirir. İnsanın yaratıcısının sanatını, mükemmelliğini anlaması ve takdir etmesi kendisi için bir fırsattır. Bu, insanın Mutlak Varlık’la tanışma, O’nu tanıma fırsatıdır.
Peygamber her eylemine besmele ile başlıyordu. Çünkü o, her eyleminde yaratıcı ile derin bir bağlantı halindeydi. Bu da yaptığı her eylemi , her işi hayırlı kılıyordu.
Bir eyleme besmele ile başlamak kişiyi yaratıcı ile derin bir bağlantıya sokuyor, o eylem çabucak yaratıcı ile ilgili bir eyleme dönüşüveriyordu.
Farklı hayatlar birbirinin içinden geçiyordu
Dünya seni bu kadar yormuşken, bak, ay ışığı tam önüne düşüyor.
Gerçekte insan her an kendini aşmalı, kendisine varoluş imkânı tanıyan Mutlak Varlığa yönelmeli, O’na dayanmalı, varlığını ve tüm varlıkların varlığını O’ndan bilmeli, kendi gerçekliğinin, gücünün sınırlarının farkında olmalı değil miydi?
Yıldızların yıldızlara, ayın yıldızlara ya da yıldızların aya hasedi yoktu. Gökyüzü huzurluydu.
Hep mutluluk almayı beklememeli insan. Mutluluk vermeyi de bilmeli, değil mi?
Belki de ay bize yol gösterecek.
Ruhun huzuru kaçtı mı bedenin huzuru da kaçar.
Güçlü olanlar ölümün gerçekliğini anlayabilen, ölümle yüzleşmeme korkaklığını göstermeyen ve ölümün sonsuzluğa açılan bir kapı olduğunu bilenlerdir.
Hayatın kısa olması insanı ürkütüyor ve daha dikkatli davranmaya davet ediyor.
Rüya bitmişti.

Ama nefsi hala yanı başındaydı.

Aya baksana.

Hiç kendisinde görünen güzellikleri sahipleniyor mu ?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir