İçeriğe geç

Beynimizin Parmak İzleri Kitap Alıntıları – Lisa Feldman Barrett

Lisa Feldman Barrett kitaplarından Beynimizin Parmak İzleri kitap alıntıları sizlerle…

Beynimizin Parmak İzleri Kitap Alıntıları

Her uyanışınızda beyniniz , eylemleriniz rehberlik etmek ve hislerinizi anlamlandırmak için kavramlar halinde düzenlenen deneyimlerinizi kullanır.
Tüm asil niteliklerine , tanrısal zekasına ve tüm bu yüce güçlerine rağmen insan , aşağı kökenlerinin silinemez damgasını bedeninde taşır .
Yenisini ortaya çıkarmadan var olan bir paradigmayı ortdan kaldırmak, bilimin kendisini reddetmektir.
Zihniniz sürekli tahminler oluşturan beyniniz içerisinde bulunan sayısal bir kuvvettir.
Duyu eylemlerinize yön verir .Kültür de beyninizi şekillendirir
Kısaca beyniniz neye inanıyorsa siz de onu hissediyorsunuz .
Biz insanlar kendi deneyimlerimizin mimarlarıyız
Aksini ispat eden dağ kadar delil insanları inandıkları şeyleri terk etmeye zorlamıyorsa, o halde bu insanlar artık bilimsel yöntemin izinden gitmiyor demektir. İzinden gittikleri şey bir ideolojidir.
Yeni bir eve taşınarak veya evi yeniden dekore ederek bulunduğumuz çevreyi yeniden şekillendirmeye hepimizin gücü yetmeyebilir, ancak basit bir saksı çiçeğinin yapabilecekleri gerçekten inanılmazdır.
İnsan dokunuşu sağlığınıza faydalıdır.
Filozof Thomas Khun’un bilimsel devrimlerin yapısı üzerine yazdığı gibi, “Yenisini ortaya çıkarmadan var olan bir paradigmayı ortadan kaldırmak, bilimin kendisini reddetmektir.”
küçük çocukların, diğer insanların tercihlerinin de kendileri gibi olduğunu varsaydığını fark etmiş olabilirsiniz. Krakerleri brokoliden daha çok seven bir yaşındaki çocuk, dünyadaki diğer insanların da onunla aynı fikirde olduklarını düşünür.
Bebeklerin etraflarındaki konuşmaları dinlemeye karşı doğal bir ilgisi vardır.
Çevrenizde bulunan algıladığınız her şey beyninizde bir kavram ile ifade edilir.
İnsanlar kortizola stres hormonu der ancak bu yanlıştır. Kortizol, enerji artışınıza ihtiyaç duyduğunuz anlarda salgılanır ki stresli olduğunuz zamanlar da bu anlara dahildir. Kortizolun ana görevi hücrelerinize anında enerji sağlamak için kan akışınıza glikoz pompalamaktır.
Atan kalbiniz, şişen ciğerleriniz ve metabolizmanız beyninize gürültülü ve belli belirsiz duyusal veriler gönderir.
Siz spor yapmıyorken, bir yılandan kaçmıyorken, hatta uyurken veya dinlenirken dahi beyniniz kalbinizin atmasın kanın vücudunuza pompalanması, nefes almanız ve metabolizmadaki glikozun kullanılması için çalışmak zorundadır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kısacası beyin, sadece dış dünyadan gelen uyarıcılara tepki veren basit bir makine değildir.
Beyninizde bulunan ve devasa ağlarla birbirine bağlanmış olan 86 milyon nöron asla dışarıdan gelecek bir tepki ile harekete geçmeyi beklemez.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Hislerinizin bir ırmak gibi üzerinizden akıp gittiğini düşünebilirsiniz, ancak esasında bu ırmağın pınarı da sizsiniz.
Duyu, eylemlerinize yön verir. Kültür de beyninizi şekillendirir.
Her süper kahraman hikayesinde bir kötü adam bulunur.
Beyniniz duyusal verilerden ve geçmiş tecrübelerinizden yola çıkarak anlam kurgular ve eylemlerinizi öngörür. Eğer geçmiş deneyimlerinizi temsil eden kavramlara sahip olmasaydınız gelen duyusal veriler sadece gürültüden ibaret olurdu.
Duygular çevrenizdeki dünyaya verdiğiniz tepkiler değildir. Sizler pasif bir duyusal veri alıcısı değil duygularınızın aktif yaratıcılarısınız.
Her uyanışınızda beyniniz, eylemlerinize rehberlik etmek ve hislerinizi anlamlandırmak için kavramlar olarak düzenlenen geçmiş deneyimlerinizi kullanır.
On yedinci yüzyıldaki René Descartes’tan tutun da on dokuzuncu yüzyıldaki William James’e kadar (Amerikan psikolojisinin babası sayılır) filozoflar uzun süre boyunca aklın, vücudu etrafındaki dünyaya göre anlamlandırdığını iddia etmiştir.
Hayatta olduğumuz her an beyniniz çevrenizdeki dünyayı simüle etmek için kavramlar kullanır.
bir dağa baktığınızda onu bir göl olarak asla algılamazsınız. Her şey göreceli değildir.
Hiç kafanızın içinde sürekli çalan ve bir türlü kurtulamadığınız bir şarkı oldu mu? İşte bu ses halüsinasyonu da bir tür simülasyondur.
Yaşadığınız rastlantılardan, fotoğraflardan, filmlerden ve kitaplardan edindiğiniz geçmişteki deneyimleriniz bugünkü hislerinizi anlamlandırır.
duygu üzerine yapılan deneylerde başarılı olmak yetkinlik ister. Beynin bazı bölgelerini gözlemlemek gerçekten zordur. Kalp atışı, deneklerin bir gece öncesinde ne kadar uyuduğu, bir saat öncesinden kafein alıp almadıkları ve oturur, ayakta veya uzanır pozisyonda olup olmadıkları gibi duyguyla ilgili olmayan tüm faktörlerden etkilenir.
Duygular, nöronların harekete geçmesiyle oluşuyor, ancak hiçbir nöron belirli bir duyguya özgü faaliyet yürütmüyor. Benim için bu bulgular, duyguları beyindeki belirli bölgelere sabitleme konusuna vurulan son darbe oldu.
un ve yumurtanın mutfağınızdaki birçok farklı tarifte kullanılabilmesi gibi çoğu nöronda birden fazla görevde çok amaçlı kullanılabilir.
Beyindeki tek bir bölge veya şebeke birçok farklı ruh haline katkıda bulunur. Klasik duygu görüşü ise, tam tersine bir şekilde, beyindeki belirli bölgelerin sabit psikolojik fonksiyonları olduğunu savunur.
1930 yılında, Heinrich Klüver ve Paul C. Bucy al yanaklı maymunların temporal loplarını çıkarttı ve böylece amigala da ilk defa korku ile ilişkilendirilmiş oldu.
biliminsanları duyguyu tek bir beyin bölgesinde tespit etmeyi yıllar boyu bir ders kitabı konusu olarak gördüler ve bu konuyada beynin temporal lobunun derinlerinde bulunan bir grup çekirdeğin ismini verdiler: Amigdala.
Biliminsanları, beyinde bir duyguya ait özel bir alanı tespit edebilmek için uzun süre boyunca beyninde hasar olan (beyin lezyonu) insanlar üzerinde çalışmalar yaptılar. Eğer beyninin belirli bir kısmında lezyon bulunan bir kişi, belirli bir duyguyu ve hatta sadece o duyguyu algılamakta veya deneyimlemekte zorluk çekiyorsa bu durum, söz konusu beyin bölgesindeki nöronların algılamakta zorluk çekilen duygudan sorumlu olduğunun bir kanıtı olarak görülür.
öfke anlarında kan basıncınız yükselebilir, düşebilir veya değişmeden öylece kalabilir. Kalbiniz yerinden çıkacakmış gibi hissedebilirsiniz ya da hiçbir şey hissetmezsiniz. Elleriniz yapış yapış olabilir veya kupkuru da kalabilir. Yani vücudunuz, o an vereceğiniz tepkiye göre kendini en iyi şekilde hazırlar.
farklı durumlarda, farklı bağlamlarda, farklı çalışmalarda aynı veya farklı kişilerde, aynı duygu kategorisi için farklı vücut tepkileri görülür.
Her davranış (hiddetlenme, ağlama, düşünme, kabuğuna çekilme) vücutta farklı bir psikolojik örüntü tarafından desteklenir
her birinden farklı sonuçların çıktığı bu denli fazla araştırma ile karşı karşıya kaldığınızda tutarlı bir açıklama yapmak çok zordur .
Kaşlarını çatan (öfke pozu) deneklerin parmak uçlarının ısındığı görülmüştü. Mutluluk, şaşkınlık, ve iğrenme pozlarıyla karşılaştırıldığında kaşlarını çatan, gözlerini iyice açan (korku pozu) ve surat asan (hüzün pozu) deneklerin kalp atışlarında hızlanma görüldü.
Yetenekli bir iç tasarımcı mavinin beş tonuna bakar ve bu tonları gök mavisi, çini mavisi, deniz mavisi, ve açık mavi olarak ayırt edebilir. Öte yandan eşim ise bunların hepsine mavi der.
Yedi yüzden fazla Amerikalı denekten sonra insanların duygusal deneyimlerini nasıl ayırt ettikleri konusunda son derece değişken olduğunu keşfettik.
Birer duygu olarak ele alındıklarında anksiyete ile depresyonun birbirinden tamamen farklı olduğunu hemen hemen herkes bilir. Huzursuz olduğunuzda telaşlı, gergin ve kötü bir şey olacakmış gibi hissedersiniz. Depresyondayken ise perişan ve halsiz hissedersiniz; her şey korkunç görünür ve yaşamak bir mücadele haline gelir.
Bilimde deneylerin tekrar tekrar aynı sonucu vermesi pek sık görülen bir şey değildir, ancak arka arkaya sekiz defa başarısız olmak da etkileyici bir rekordu.
Yapılan birçok deney sonucunda insanların, kendi ideallerini gerçekleştiremediklerinde depresyona girildiği görülmüştü, ancak başkaları tarafından belirlenen standartlara ulaşmamak anksiyeteye sebep oluyordu.
Amacım bir bilim üreticisi olmaktan ziyade bir bilim tüketicisi olmaktı. Zihne dair Platon’dan bu yana varlığını sürdürmüş temel inanışları kökünden değiştirecek bir devrime katılmak gibi bir niyetim de hiç olmamıştı.
bizi insan yapan maceracı ruhumuzun bir parçasıdır.
Bilimsel devrimler ani bir keşifle değil, aslında hep daha iyi soruların sorulmasıyla ortaya çıkmaya çok daha fazla yatkındır.
Otistik Spektrum Bozukluğu (OSB) teşhisi konmuş çocuklar ve yetişkinlerde dahil olmak üzere akıl hastalığından muzdarip birçok insan, diğer insanlarla iletişim kurabilmek ve etkileşimde bulunabilmek için belirli duygulara ait yüz ifadelerini tanıma eğitimi alıyorlar.
Amerikan hukuk sistemine göre duygular, hayvani doğamızın bir parçası ve mantık çerçevesinde kontrol altına alınmadıklarında bizleri aptalca ve hatta şiddet içeren eylemlere sevk ediyor.
Amerika genelindeki tüm okul öncesi eğitim merkezlerinin duvarlarını gülümseyen, surat asan ve kaşlarını çatan ifadelerin olduğu posterler süslüyor. Bu ifadelerin duyguların tanınmasında evrensel bir dil olduğu düşünülüyor. Hatta son dönemlerde Facebook, Darwin’in kitaplarından yola çıkarak bir dizi ifadeyi siteye ekledi.
çünkü mantık olmadan, yalnızca duygularla hareket etseydik sadece duygusal bir hayvan haline gelirdik.
Klasik görüşe göre duygularımız, uzun süre önce hayatta kalmak adına bizlere avantaj sağlayan ve artık biyolojik doğamızın birer parçaları haline gelen evrimsel olgulardır. Dolayısıyla bu duygular aynı zamanda da evrenseldir: Dünyanın her bir köşesinde bulunan her yaştan insan; üzüntüyü, bir milyon yıl önce Afrika savanlarında yaşayan atalarımız nasıl tecrübe ettiyse aşağı yukarı o şekilde tecrübe ediyor.
Ögke, mutluluk, şaşkınlık ve diğer duyguları açık ve net durumlar olarak yaşadığımız için her duygunun, beyinde ve vücutta belirleyici bir örüntüye sahip olduğu varsayımına ulaşmak mantıklı geliyor.
Duygularımız kahkahalar, çığlıklar, ve bağrışlar ile sesimizden kolayca ayırt edilebilir. Vücut duruşumuzda her mimik ve hareketiyle duygularımızı ele verir.
Duygularımızı gülümseyerek, surat asarak, kaşlarımızı çatarak veya herhangi birinin kolayca anlayabileceği diğer karakteristik şekillerde yüzümüz aracılığıyla ifade edebiliriz.
Anılar ve fikirler gibi duygusal olmayan şeyler de aklınıza birden gelebilir. Fakat ne gariptir ki sanıklardan bir anlık düşünceyle cinayet işlediklerini asla duymayız.
Kendi oluşturduğunuz algılar dünyaya ait bir fotoğraf gibi değildir. Hatta Vermeer’in tabloları gibi fotoğraf kalitesinde yapılmış resimler dahi değildir. Daha çok Van Gogh’un veya Monet’nin eserlerine benzerler. (Veya çok kötü bir gün geçiriyorsanız, belki de Pollock eserlerine benzeyebilirler.)
Darwin’in adı bazen bilimsel eleştirinin şeytani ruhlarını uzaklaştıran sihirli bir pelerin işlevi görmektedir. Söz konusu pelerin koruyucudur, ancak Darwin’in fikirlerine katılmıyorsanız evrimi inkar ediyorsunuz demektir. (Bu durumda muhtemelen gizli bir yaradılışçısınızdır.)
Tüm bilimsel yolculuklar birer hikayedir. Bu bazen kademeli bir keşif hikayesidir: Bir varmış bir yokmuş, insanlar çok şey bilmiyormuş, ama seneler boyunca öğrendikçe öğrenmişler ve bugün çok şey biliyorlarmış. Bazen de köklü bir değişimin hikayesidir: Herkes doğru gibi görünen bir şeye inanırmış, ama hepsi de yanılıyormuş! Artık büyüleyici gerçek buymuş.
“Dört yaşında çocuklar üzerinde yapılan araştırmalar gösteriyor ki düşük gelirli ailelerde doğan çocukların duyduğu heves kırıcı sözcüklerin sayısı övgü sözcüklerinden 125 bin fazlayken yüksek gelirli ailelerde doğan çocukların duyduğu övgü sözcüklerinin sayısı heves kırıcı sözcüklerden 560 bin fazla oluyor.”
Kavramlarınız, beyninizin yaklaşan duyusal verilere anlam atfetmek için kullandığı ilk araçlardır. Örneğin;kavramlar ses basıncında meydana gelen değişimleri anlamlandırır ve bu yüzden onları rastgele gürültü olarak değil de sözcükler veya müzik olarak duyarsınız.
1990’ların sonuna doğru simülasyonun keşfedilmesiyle birlikte psikoloji ve sinir biliminde yeni bir çağ başladı. Bilimsel kanıtlar da gösteriyor ki gördüğümüz, duyduğumuz, dokunduğumuz, tattığımız ve kokladığımız şeyler bizim gösterdiğimiz reaksiyonlardan ziyade büyük ölçüde dünyaya dair yarattığımız simülasyonlar.
Uzun süredir devam eden yüzde, vücutta ve beyinde parmak izi arayışım beni hiç beklemediğim bir gerçekle yüzleştirdi: Duyguların ne olduğuna ve nereden geldiğine dair yeni bir teoriye ihtiyacımız vardı artık.
Bir insanı öldürebilirsiniz, ancak bir fikri öldüremezsiniz Benazir Butto

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir