İçeriğe geç

Duyulmayan Anlam Çığlığı Kitap Alıntıları – Viktor E. Frankl

Viktor E. Frankl kitaplarından Duyulmayan Anlam Çığlığı kitap alıntıları sizlerle…

Duyulmayan Anlam Çığlığı Kitap Alıntıları

Konuşurken karşımdaki insanların ifadelerini ve davranışlarını incelemek bana ilginç gelir. Sahnedeyken  herkesi görebilirsiniz. Köşedeki bir adam başını telefonuna eğmiş  tweet atıyor, ön sıradaki bir kadın ağzı açık dinliyor, gerilerden  birisi hararetle söylediklerinizi not alıyor
Karşınızdaki insan keskin bir zekaya sahipse fikrini karşı delillerle değiştirmekte daha da zorlanabilirsiniz.
Bir süre için deli olmak eğlenceli. Öyle değil mi?
Barış Birliği’ne neden katıldınız?
Daha az şanslı insanlara yardım etmek istedik.
Mutluluğa engel olan şey , mutluluk arayışı nın kendisidir.
İnsan koşullardan özgür değildir. Ama bu koşullar konusunda tavır almakta özgürdür.
Kişi, yaşamın anlamını veya değerini sorguladığı an, hastadır.Ama ben yaşamın anlamını merak eden bir insanın, ruh hastalığını dışa vurmaktan çok insanlığını kanıtladığına inanıyorum.
Blaise Pascal bir keresinde şöyle diyor: Le coeur a ses raisons, que la raison ne connait point (kalbin, mantığın (reason) bilmediği sebepleri (reasons) var.)
Mutluluğa engel olan şey, mutluluk arayışı nın ta kendisidir.
Ama umutsuz bir durumun çaresiz kurbanı olduğumuz, değistirilemiyecek bir kaderle yüz yüze geldiğimiz zaman bile yaşamda bir anlam bulabileceğimizi asla unutmamız gerekir. Çünkü bu durumda önemli olan, bir trajediyi kişisel bir zafere, bir zor durumu insan başarısına dönüştürmek olarak tanımlanabilecek eşsiz insan potansiyeline tanıklık etmektir.
Ne kadar çok düşünürsek kendimizi de o kadar çok gözden kaçırırız.
Aynaya baktığı anların dışında göz kendinden bir şey görür mü? Kataraktlı bir göz, bulutlanma gibi bir şey görür, bu kendi kataraktıdır. Glokomalı bir göz kendi glokomasını ışıkların çevresini saran bir gökkuşağı haresi gibi görür. Sağlıklı bir göz kendinden hiçbir şey görmez, kendini aşkındır. Kendini gerçekleştirme dene şey, kendini aşmanın niyetlenmeyen bir sonucudur.
Frankl, bireyciliğin en üstün değer olduğu ve ussalcılığın, kişisel hedeflerin keşfini gerektirdiği bir kültürü temsil ederken, Morita, hedefleri geleneklerle belirlenen grup-yönelimli bir kültürü temsil eder.

Reynolds

paradoksik niyet, hastadan, korkulan ortamlardan kaçınmak yerine, davranışının korkulan sonuçlarını kasıtlı olarak yaratmaya çalışmasını isteyerek, hastayı korkulan durumla etkili bir şekilde karşı karşıya getirir. Örneğin yalnız yürüdüğü taktirde bayılacağından korkan agorafobik bir hastadan, yürüyüp bayılmaya çalışması istenir. Hasta bunu yapamadığını anlar ve fobik ortamla başa çıkabilecek duruma gelir.
Ne olursa olsun, hiç bir bilgisayar kendine gülemez, hiç bir kobay kendi kendine, varoluşunun bir anlamı olup olmadığını soramaz.
Paradoksik niyet hıçkırıkta da işe yarıyor. Hıçkırmaya devam etmeye çalışırsanız, hıçkırık ortadan kalkacaktır!
Korkudan kaçış ın fobik yapının tipik bir özelliği olmasına karşılık, saplantılı-zorlanımlı hastanın tipik özelliği, saplantılarına ve zorlanımlarına karşı mücadele etmesidir. Ne var ki ne kadar çok mücadele ederse, bu saplantı veya zorlanımlar da o kadar güçlenir: baskı, karşı baskı yaratır ve bu karşı baskı da dönüp baskıyı artırır.* Burada da bir kısır döngüyle karşılaşırız.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
korku, her zaman için tam da korkulan şeyi yaratma eğilimi gösterir
Kısaca ölümde ne olur? Ölümde geçen her şey geçmişte toplanır. Artık hiç bir şey değiştirilemez. Bireyin hiç bir şeyi kalmamıştır: ruhu, bedeni artık yoktur; psiko-fiziksel egosunu kaybetmiştir. Geride kalan şey benliktir, ruhani (manevi) benliktir.
Her şey kayıp gider, çünkü her şey geleceğin boşluğundan geçmişin güvenliğine kaçar! Eski fizikçilerin horror vacui dediği şey (boşluk korkusu) sanki her şeye egemendir: işte bu nedenle her şey gelecekten geçmişe, geleceğin boşluğundan geçmiş varoluşa koşuyor.
Yaratıcılığın gizi budur: geleceğin hiçliğinden bir şeyleri koparıp, geçmişte olmaya taşıyoruz.
Sonsuzluk defteri kaybedilemez: bu, bir teselli ve ümittir. Ama düzeltilemez de: bu ise bir uyarı ve hatırlatıcıdır.
Dünya, büyük varoluşçu felsefeci Karl Jasper’in söylediği gibi, çözmek zorunda olduğumuz bir şifreyle yazılan bir kitap değildir: hayır, dünya yazmak zorunda olduğumuz bir defterdir.
Bir hafta sonra öldü. Son sözleri: Hayatım bir anıttır. Profesör Frankl, izleyicilere, salondaki öğrencilere böyle dedi. Yaşamım boşuna değildi
Ve kendi yaşamıyla gurur duyan ne kadar az insan var . Şunu ifade edeyim ki yaşamınız bir anıt. Ve hiç kimse bu anıtı bu dünyadan silemez.
Hasta: (gözyaşlarını tutamıyor)-. Hiç kimse alamaz! [Duraksıyor.] Çok acı çektiğim doğrudur; ama ben cesur olmak ve katlanmak için elimden geleni yaptım. Anlarsınız ya Doktor, çektiğim acıları bir ceza olarak görüyorum. Tanrıya inanırım.

Frankl: (kendini hastanın yerine koymaya çalışarak): Ama acı bazen bir meydan okuma da olamaz mı? Tanrı, Anastasia Kotek’in buna nasıl dayanacağını görmek istemiş olamaz mı? Belki de Evet, cesurca katlandı demek zorunda kalacaktır. Şimdi söyle bana, bu başarıyı dünyadan silebilirler mi. Bayan Kötek?

Hasta: Elbette yapamazlar!
Frankl: Bu kalır, öyle değil mi?
Hata: kalır!

Kötümser kişi, her gün bir yaprak kopardığı duvar takviminin her geçen günle daha da inceldiğini korku ve hüzünle gözleyen bir adama benzer. Öte yandan yaşamın sorunlarıyla aktif bir mücadele içinde olan kişi, takviminden her gün bir yaprak koparan, ama yaprakların arkasına günlük notlar alarak öncekileriyle birlikte dosyalayan bir adama benzer. Böylece bu notlardaki zenginliği, dolu dolu yaşanmış olan bir yaşamı gurur ve sevinçle düşünebilir. Yaşlandığını farketmesi neyi değiştirir?
Kaygıdan kurtulmaya çalışmak yerine, kaygıya sarılın, kendiliğinden ortadan kalktığını göreceksiniz. Önemli bir olaydan önce bir kat ter dökecek kadar kaygılanıyorsanız, dört kat ter dökmeye çalışın. Bazı sporcular bu yaklaşımı çok etkili buluyor.
Gerçek sporcu sadece kendisiyle rekabet eder.
Sporcudan, yarışı kazanma düşüncesinden uzaklaşmasını ve kendisi için yüzmeye odaklaşmasını istiyorum. En büyük rakip olarak kendisini görmeye çalışan sporcu, çok iyi yüzüyor.
Elinizden geleni yaptığınız zaman kazanma şansınız artacaktır; tersine, kazanmaya çalıştığınız zaman kaybetmeye yatkın olacaksınız.
kişi başkalarıyla rekabet edip onları yenmeye ne kadar çok çalışırsa, kendi potansiyelini gerçekleştirmeyi o kadar az becerecektir. Tersine, başarıya ve başkaları karşısında kazanacağı zafere fazla aldırış etmeden sadece en iyisini yapmaya ne kadar çok çaba gösterirse, bu çabaları da o kadar kısa sürede ve kolayca başarıyla taçlanacaktır.
insan olasılıklarının nihai sınırlarının nerede yattığını merak eder! Ve bulmak ister. Ama ufuk gibi, sınırların da hiç bir yerde olmadığı anlaşılır
Hölderlin, tehlikenin pusuda olduğu yerde kurtarılmanın da yakın olduğunu söylemekte haklıdır.
Özgürlük, sorumlulukla dengelenmediği sürece keyfiyete dönüşme tehlikesi söz konusudur.
bir yaşam tamamen anlamsız bile olsa, yani boşa bile harcansa, bu duruma yönelik tavrımızla son anda bile anlam kazanabilir.
Yarın Avusturya Kitap Fuarı’nın açılış konuşmasını yapacağım. Konuşmamın konusu ‘Terapi olarak Kitap. Yani okuma yoluyla iyileşmeden söz edeceğim. Dinleyenlere, bir kitapla yaşamı değişen’ okurlardan, bir kitapla intihar etmekten kurtulan okurlardan söz edeceğim.
Yazar, okuru umutsuzluğa karşı bağışıklık kazandırma becerisinden yoksunsa, en azından okura umutsuzluk aşılamaktan ‘kaçınmalıdır.
Yaşamın görünürdeki anlamsızlığından ötürü umutsuzluk cehennemini yaşamış olan yazarlar, çektikleri acıları, insanlık mihrabına bir kurban olarak sunabilirler. Kendilerini okura açmaları, aynı durumdan muzdarip okurun sorununu yenmesine yardımcı olabilir.
anlamsızlık duygusuna yakalanan yazar elbette boşluğunu anlamsızlıkla (nonsense) ve saçmalıkla (absürdlük) doldurmaya çalışacaktır.
Ernst Bloch’un deyişiyle, Bugün insanlar, daha önce sadece ölüm yatağında yüz yüze geldikleri düşüncelerle karşı karşıyadır.
İnsan olmak, kendi dışında bir şeye veya bir insana, gerçekleştirilecek bir anlama, ya da karşılaşılacak bir insana yönelmektir.
Yaşam için bir anlam aramak, hatta böyle bir anlamın olup olmadığını sorgulamak, insanın bir başarısıdır.
Sigmund Freud’un, Kişi, yaşamın anlamını veya değerini sorguladığı an, hastadır, demiştir; ama ben insanın bu yolla kendi insanlığını dile getirdiğine inanıyorum.
Sık sık söylediğim gibi, her şeyi bilen veya her şeye kadir değiliz; bizim için düşünebileceğiniz tek kutsal özelliğimiz, her yerde bulunmamızdır: her panelde, her sempozyumda, hatta bu toplantıda bile bize rastlarsınız
Ama sorumluluk terimleriyle yaşanmadığı sürece özgürlüğün, kötüye kullanılmaya ve keyfiyete dönüşme tehlikesinin ortaya çıkacağını unutmamamız gerek.
İnsan cinselliğinin, haz ilkesinin hizmetindeki basit bir alet olmasına asla izin vermemeliyiz. Şimdi ise bunun, üreme içgüdüsüyle gösterdiği amaca yönelik basit bir araç da olamayacağını anlıyoruz.
mutluluk sadece kişinin kendini aşkınlığını yaşamasının, kendini hizmet edilecek bir davaya veya sevilecek bir insana adamasının bir sonucu olarak ortaya çıkabilir.
Bireyin kişisel yaşamıyla bütünleşmeyen, sadece haz uğruna yaşanan bir cinsel yaşam sürme eğilimi gözlüyoruz. Cinselliğin bu şekilde kişiliksizleşmesi, varoluşsal engellenmenin bir belirtisidir: insanın anlam arayışının engellenmesi.
varoluşsal boşluk içinde cinsel libido aşırı gelişir (hipertropi) ve bu aşırı gelişme, seks enflasyonu yaratır.
Tersine eğer sevemiyorsa cinsel konularda ayrım gözetmez, hafif birisi olup çıkar.1 Cinsel hafiflik, eşin (partner) eşsizliğinin gözardı edilmesi anlamına gelir ve karşılık olarak sevgi ilişkisini engeller.
Olgun insan için eşi hiç de nesne değildir; o eşini daha çok başka bir özne, başka bir insan olarak değerlendirir, onu insan oluşuyla görür; ve onu gerçekten seviyorsa eşinde başka bir insanı bile görür, yani onda onun eşsizliğini görür.
İnsan cinselliği her zaman için salt cinsellikten öte bir şeydir, cinsellik üstü olan bir şeyin, sevginin fiziksel dışavurumudur.
Ama sevgiyle karşılaşım, başka bir insanı kendi amaçları için bir araç olarak görmeyi veya kullanmayı engeller.
İnsan daha çok, insan gerçekliğinin kendini aşma özelliği sayesinde temelde ister gerçekleştirilecek bir anlama, ister sevgiyle karşılanacak başka bir insana yönelik olsun, kendi ötesine uzanmayı amaçlar.
Dikkatini içindeki aşağılık duyguları üzerinde topladığı ve bunlarla mücadele ettiği sürece, bu duyguların altında ezilmeye devam edecektir; ama dikkatini kendi dışındaki bir şey, örneğin bir iş üzerinde odaklaştırdığı an, bu duygular da mutlaka zayıflayacaktır.
Aşağılık duygularından kurtulmak istiyorsa, bunu deyiş yerindeyse sapa bir yoldan yapmak zorundadır, örneğin aşağılık duygularına rağmen bir yerlere gitmek, ya da bu duygulara rağmen işini yapmak gibi.
İstemeyle, emirle ya da siparişle olmayan bazı şeyler olduğunu kabul etmemiz gerek.
Büyük ölçüde ihtiyaç duyulan şey, yalnız olmaktan en iyi şekilde yararlanmak, yalnız olma cesaretini göstermektir. Olumsuz bir şeyi -insan yokluğunu- olumlu bir şeye -düşünme fırsatına- dönüştüren yaratıcı bir yalnızlık da vardır.
İnsanlar yakınlığa ihtiyaç duyuyor. Ve bu ihtiyaç öylesine acildir ki, ne pahasına, hangi düzlemde olursa olsun, ve tuhaftır, kişisellik dışı düzlemde, yani salt duyusal yakınlık düzeyinde bile yakınlık aranmaktadır. Böylece yakınlık ihtiyacı lütfen bana dokun çağrısına dönüşür. Duyusal yakınlıktan bir adım sonrası ise cinsel konularda ayrım gözetmeyen bir hafifliktir.
İnsan düzleminde kişi eşini kullanmaz, onunla insan-insana temelde karşılaşır. Kişisel düzlemde eşiyle kişiden-kişiye temelde karşılaşır; bu da eşini sevdiği anlamına gelir. Karşılaşım eşin insanlığını korur; sevgi ise bir insan olarak eşsizliğini keşfeder.
Konrad Lorenz ekibinin davranış araştırmalarında, saldırganlığı önemsiz nesnelere yöneltmenin ve zararsız etkinliklerle saptırılmasının, saldırganlığı kışkırtmaktan ve genellikle pekiştirmekten başka bir işe yaramadığını ortaya koymuştur.
Gerçekte direnişçilerin çoğu Adolf Hitler denen bir adamla değil, Nasyonal Sosyalizm denen bir sistemle savaşmayı amaçlamıştır.
sevgi kadar nefret de (saldırganlığın tersine) insancadır, çünkü istemlidir (amaçlıdır): bir şeyden nefret etmek, ya da birisini sevmek 61 için bir sebebim vardır.
nedenlerle sebepler aynı şey değildir. Kendinizi mutsuz hissettiğiniz zaman kafayı çekerseniz alkol mutsuzluğunuzun ortadan kalkmasına neden olur, ama mutsuzluğun sebebi olduğu gibi kalır. Aynı şey, kişinin kaderini veya yasını değiştiremeyecek olan yatıştırıcı için de geçerlidir.
İnsanın gerçeğe gözlerini kapaması gerçeği ortadan kaldırmaz. Uyuyarak sevdiğim insanın ölümünün bilincinde olmamam, onun ölmüş olduğu gerçeğini değiştirmez. Benim için önemli olan tek şey bu: o yaşıyor mu, yaşamıyor mu; yoksa altüst olmuş muyum, olmamış mıyım değil!
Bilimcilerimizin bilgiden fazlasına ihtiyacı var: bilgeliğe de sahip olmaları gerek. bilgeliği bilgi artı bilginin sınırlarının bilincinde olmak olarak tanımlıyorum.
Bir biyoloğun, bilim kisvesi altında kendi inancını veya inançsızlığını satmaya çalışmak yerine, biyoloji düzleminde daha yüksek veya nihai anlam ve amaç gibi bir şeyin görülmediğini söylemesi daha doğru olacaktır.
Bunun doğal bilimlerle hiç bir ilişkisi yok; bu, onun kişisel felsefesine, kendi şahsi ideolojisine dayalı bir ısrardır.
Bilimci, kendi bilim dalına tutunabilir ve bir boyutta kalabilir, ama ayrıca açık olması, bilimini en azından başka, daha yüksek bir boyutun olması olasılığına açık tutması gerekir.
Edith Weisskopf-Joelson, paronayak tipin tutarlı bir yaşam felsefesine özellikle güçlü bir ihtiyaç duyduğunu ve bu felsefenin boşluğunu doldurmak için yanılsamalar geliştirdiğini savunuyor
Sorumluluk terimleriyle yaşanmadığı sürece özgürlük salt keyfiyet içinde yozlaşabilir.
Sokaktaki insandan, insan olmanın, sürekli olarak aynı anda hem bize fırsat veren hem de meydan okuyan durumlarla karşılaşmak anlamına geldiğini öğrenebiliriz
Blaise Pascal bir keresinde şöyle diyor: Le coeur a ses raisons, que la raison ne connait point (kalbin, mantığın (reason) bilmediği sebepleri (reasons) var.)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir