İçeriğe geç

Kore Nire Kitap Alıntıları – Fahri Erdinç

Fahri Erdinç kitaplarından Kore Nire kitap alıntıları sizlerle…

Kore Nire Kitap Alıntıları

Atatürk diye parola verdikten sonra giremiyeceğiniz kapı yok!
İnsanoğlu nereye giderse gitsin, başının üstünde kendi köyünün göğünü de gezdiriyor.
Siz de bilemediniz hocam. Daha kıymetli bir su bu.
İlaçtır canım, doktor yine işin matrağında.. dediler.
Değil valla, kutsal bir su!
Rakıdır yahu, ondan daha kutsal su var mı?
Tövbe! dedi imam. Zemzem olmasın?
El yurdunda ava çıkmışız, teyzeciğim. Elbet bütün tuzakların ağzı bize bakıyor. Kore’de her adımda bastığın yeri tanımadın mı, Bubi tuzağına düştün demektir. Her şey, ama her şey onlardan yana. Ve her şey bize karşı çalışıyor. Başka türlü olamıyacağı­nı da anlıyorum. Çünkü biz ilk Bubi tuzağına daha memlekette düşmüşüz
Hey Allahım, çeşitli Peygamberler gönderdin, anladık. Çeşitli ümmetler türettin, bunu da anladık. Lakin, bunların arasında Muaviyeleri, Kerbelacı Yezidleri, ve de bu mübarek adamı çiviliyen Cizvitleri niye türetirsin? Bu ümmetieri niye düşürürsün birbirine? Hadi düştüler diyelim, ama karşıdan seyrine bakmak senin Allahlığına yakışır mı? Şunları ayırıp, kan dökenleri cezalandırıp da, Allahlığını neden göstermezsin? Tövbe yarabbi, senin mi elin kısa, benim aklı m mı kısa, gel de çık işin içinden
”Ay em Türkiş, sabır fıniş!
Amanın, bana alnımdan bir kurşun çekiverin arkadaşlar!
Ne oluyor ülen? ”
Vuruldum!
E vurulduysan daha ne kurşunu istiyon?
Ayıptır söylemesi, tam kıçımdan vuruldum kardeşler. Allah aşkına bir kurşun çekin bana alnımdan, zira ben bu çifte delikle arımdan ölürüm.
Kurt kapanındayız, kurt! Yoldan çıkamayız. Önümüz kapalı, gerimiz tıkalı.
‘Amerikalıdan dostun varsa ‘ diyor Tugen, Artık düşmanım yok deme!
Ve Kore toprağına basıp, kıracakları komü­nistlerin ve kırdıracakları Memetçiklerin cesetlerini basamak yaparak bir üst rütbeye çıkmak: Tuğgeneral Kazıcı tümgeneralliğe, Albay Bora generalliğe!
Kendi çıkarından başka yasa tanımaz.
19 Mayıs bugün! dedi. Atatürk’e geldik. Gençliğe bu bayramı yasaklıyanları ona şikayet edeceğiz.
Miting mi?
Evet Teğmenim!
Sıkıyönetime, yasağa rağmen mi?
Genç bir profesör atıldı:
Bu yasaklar, Atatürk’ten gelen yolu, ona giden yolu kesebilir mi?
Zalim korkak olur. Onun zulmü korkusundadır. Sen zulme uğrayansın. Korkma!
Memleket geri gidiyor bayım, geri!
Bugün adamı yaşa diye omuzlıyan halk kalabalığı, bakarsın, yarın yere çalıp çiğnemeye kalkar
Kahrolası diktatörler,
Bu dünya size kalır mı?
Türkiye’yi bu haliyle ne Anadolu’nun anası tanıyabilirdi, ne de Anıt Kabir’de yatan Ata’sı tanıyabilirdi artık. Küçük Amerika , Tekelonya Cumhuriyeti , Zamistan , Yokistan gibi isimlerin hiç de allegorik yanı kalmamıştı. Bunlara bir de Yasakistan ı, Copistan ı eklemek gerekiyordu.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Başgardiyan, oğlanı çekip çıkardı ortaya kalabalıktan, işte bu, Müdür bey! dedi. ”Arabada çiftleşirken yakaladık karısiyle!
Gelin başını silke silke ağlıyordu. ”Ağlama! dedi delikanlı. -Sonra müdüre döndü.- Hem çiftleştik Müdür bey, hem üçleştik! Ne cezası varsa, hangi kanunda yazılıysa, ekleyiverin altı yılıma. Ben heç bi ayıp etmedim. Ayıp eden, bizi topraksız koyanlardır. Ayıp eden, ağanın üstüne oturduğu toprağımızı sürdük diye bizi buraya atanlardır!.. Ağlama kız Kaldır başını. Kaldır da bağır şunlara. Bir oğlan doğuraca­ğım diye bağır. Erkeğimi, gerdeğe de giremeden, düğün evinden tutsak ettiniz diye bağır. Dünya evine şu mapıs damı arabasında girdik diye bağır. Bağır ki, gazatacılar gazatalarına yazsınlar bunu!..
Onbaşı ile Avukat ıslak ıslak bakıştılar.
Bu araba artık yalnız gazetecilerin makam arabası de­ğil; dedi Onbaşı, aynı zamanda topraksızların düğün arabası. Kutsal araba, vesselam!
Gazetecinin kalemi, dedi, ”Amerikalının kurduğu bu füze fişekleri mancınıkları var ya, işte o mancınıktan da güçlüdür. Hatta füze mancınığı şaşar da, gazetecinin kalemiyle attığı taş şaşmaz!
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Şu Amerikalıdan zinhar borç almıyalım. Tefecinin domuzudur, ona elini veren kolunu alamaz. Aman, bu tongaya düşmiyelim dedim Beş ay verdiler Ali Dayı!
Kendileri Kadilak, Buik arabalarına kurulanlar, Türk gazetecisine makam arabası olarak cezaevi arabasını uygun gördüler.
Bak Ali Dayı. Ne gazetesi bu?
Zafer
Kimin gazetesi?
Parasını kim saydıysa, onundur.
Avrupa’yı geçeceğiz, gazeteci yatırmakta dünyada birinci olacağız!
Çalıp çırpan serbest. Yolsuzluk yapan serbest. Ve bunlar neden serbest diyen tekmil gazetecilerin başı belada. Hepsi mahkemelik
Bir bu telefonun çanına pamuk tıkamalı, bir de bizim hanımın ağzına!
Gençlerden biri su diyemeden ölmüş!
Onu biliyoruz. Komünistmiş
Ne varmış komünistse, ana doğurmamış mı onu da? Polisler bir de ciple sürüklemişler zavallıyı
Ve 1918 .. O zaman, Çanakkale artığı zırhlılar Dolmabahçe önüne demirlemiştir. İngiliz işgal komutanı, Rumeli Hisarı burcundaki bayrağın indirilmesini emreder. Hisar’ın bekçisi Mehmet çavuş buna kulak asmaz. Damat Ferit hükümeti üsteler ki, bayrak indirile ve yerine işgal donanmalarının bayrakları çekile. Öyle mi! der Mehmet Çavuş, çıkar Hisar’ın burcuna, bayrağı gönderinden çözer, gömlek giyercesine vücuduna sarar ve “bayrak öyle inmez, böyle iner” diyerek kendini burçtan aşağı atar!
Memedim, Kore’den şehit pasaportu ile gönderildiğin cennet yalan. Ama yine de nur içinde yat!
Biz Muaviye zulmü yapmaya mı geldik buraya? Haçlılar ordusuna mı katıldık, nedir, ne oluyoruz?
Öleceksem buralarda, bok yoluna değil, adam gibi, Mustafa Kemalciye yakışır bir iş yaparak ölmek istiyorum!
Amerikalıdan dostun varsa Artık düşmanım yok deme!
Neden elinizde baston, neden iki-büklüm yürürsünüz ve kiminiz neden topallayıp durur? Coni’ler sataşmasın, sizleri de Vilis otomobilleriyle ordu kerhanelerine götürmesinler diye mi? Irzınıza geçmesinler, sonra rahminize kızgın demir sokmasınlar, sonra da benzin döküp yakmasınlar, ya da sırtınızda bağlı çocuklarınızla beraber diri diri gömmesinler diye mi?
Ulen gâvur dedi.
Yess?
Ay em türkiş, benzin fıniş, okey mi?
Okkeeey!..
Yiyin arkadaşlar, yiyin, can boğazdan gelir!
Doğru Yüzbaşım, can boğazdan gelir, burundan çıkar fitil fitil! Heriflerin bizi böyle kurban koçu gibi beslernesi boşuna değil!..
İki bin dört yüz subay ve er, bir de Allah, ettik 2401!
Okey!..
El toprağına çıkan askerin cepanesi tez tükenir!
Bora’nın kaşı gözü yıkılıverdi:
Moskof’a karşı gidiyoruz, dede!
O Moskof bizim toprağa girdiyse, haber ver de beraber gidelim.
Aklın işlemediği yerde, yolu kör mantık açarmış.
De ki ona, tereciye tere satmasın. Gerillanın hası ve icadı Kuvvayı Milliye’dir. Gerillayı Anadolu’da ilk biz öğrettik onlara!
Kuzum, bunu tercüme etmeyin:’
Ve o zaman;’ dedi Bora, elimizde Amerikan silahları yoktu, o silahlar karşımızdaydı!
Sakın, bunu da tercüme etmeyin!
Ben elin deli pezevengine subaylarımı ezdirmem!
Köylerinde sıtmadan öleceklerine, varsın Birleşmiş Milletler bayrağı ve kumandanız altında Kore’de döğüşerek şehit olsunlar. Biz bunu
Memetçik için en yüksek mertebe sayarız. Beş bin isteyin, on bin deseniz de
Bir salkım üzümse eğer Coni, Mehmetçikte onun çöpüdür.
Eh, tutmıyan ayağa da pranga takılmaz ya malûm, pranganın protezi yok!
Memleket geri gidiyor bayım, geri!
Ankara gençliğinin cevabı yeni parola :19-9, AK yani 19 Mayıs saat 9’da Anıt Kabir’de Atatürk’le dertleşme var: Mustafa Kemalim, artık bizi Samsun’a da çıkartmıyorlar!
Dizüstü sürünmektense, ayakta ölmeyi üste tutarız Basın hürriyeti temel hürriyetlerin başıdır. İnsanları bir süre, bazı insanları her zaman aldatabilirsiniz, ama bütün insanları her zaman aldatamazsınız!
Gazetecinin tutuklanması için, sayın Başvekil’in rüyasına girmesi yeter!
Oğlan olursa ne koyacaksın adını?
Sen söyle ağabey
Özgür.
Eh, olsun, Özgür olsun
Uyuyalım çocuklar, sıkıyönetimin himayesindeyiz?
Rıfat Ilgaz’ın şiiridir o, dedi Patron.
Yaşadıkça Zincirlerin himayesindeyiz. Ve süngülerin. Ve demir kapıların
Onbaşı sözü bağladı :
Ve milli emniyetin Ve her şeye rağmen, çocuklar, şimdi, şu anda herkes evine gidebilir. Yeter ki artık susun ve gözlerinizi yumun
Biz onun bir viskiye, bir sandalya düşkünlüğüne kalemini satan gazetecilerden değiliz.
Bu hükümetin ekonomik dinamizmi, Vaşington camisi önünde mendil sermek dedim On sekiz ay ceza yedim!
Genç bir yüzbaşıymış. Bir eli kırılmış zaten Kore’den dem vurdu. Ona da bir el borçluymuşum!
İstifa et!..

Eline bakın! dedi bir ses. Eline bakın şunun
Titriyor eli!
Ve sesler sesleri tamamlandı:
Korkudan
Memleketi satanın korkusu!
Dilenen el, çalan el!
Millet kanı bulaşık el!
Kore’de kıldırdığı Mehmetçiklerin kanıyla bulaşık
Beyazıt Meydanında kurşunlattığı gençlerin kanı!
Parolanın emri artık hece hece tekrarlanıyordu:
İs-ti-faaa!..

Bu parola, sıkıyönetim yasaklarını iplemeden, ulusun en genç ve dinç güçlerini, kânun üstüne çıkan bir zorbalık yönetiminden hesap sormak üzere, yeni bir gösteriye çağırıyordu: 1960 yılının beşinci ay’ı diyordu. Ve Mayısın beşinci günü, saat beşte, diyordu. Toplantı yeri Kızılay Kavşağı, diyordu.
yurdumuzdan 15 bin kilometre uzakta komünist saldırısına karşı vatanı savunmaya gidiyoruz diyenlerin maskesini düşürmeğe, köyde sıtmadan ölmektense, Kore’ye gidip Amerikalı hesabına harbederek şehit düşmek yeğdir demogojisiyle alfabesiz yığınların temiz din duygularını da sömürenlerin iç yüzünü ortaya koymaya çalışıyorum.
1950’de Türkiye’de henüz iktidara gelmiş olan Demokrat Parti yönetimi, bu maceraya katılmayı, Nato’ya girmek için, Amerika’dan askeri ve mali yardım sızdırmak için, kendi liberal ekonomi sistemini uygulamak üzere kesesi dolgun bir patrona sırtını dayamak ve anti-Sovyet politikasını yürütmek için göz aldı. Bu yolda Türkiye’yi bağımsızlığından etti. Ve Türk halkını üç yıl boyunca(1950-53) Kore Harbinde ölü, yaralı ve kayıp olarak 19 bin evladından etti.
Toprak dediğin, onu çiğneyen yabancı için daima mahkûm!
Kore’nin etrafı çepeçevre meşe,
Kurdunu kuşunu doyurduk leşe.
Biz Muaviye zulmü yapmaya mı geldik buraya? Haçlılar ordusuna mı katıldık, nedir, ne oluyoruz?
Söyle bana Coni, ondördüncü olarak kirlettiğin şu ondördüncü baharındaki kızı nasıl da asabildin saçından ağaca?
Burada, Demokratik Kadınlar Teşkilatı Sekreterinin ırzına geçen kim? Kadının rahmine kızgın demir sokmak, küçük oğlunu diri diri gömmek neden, niçin?
Enik büyür it olur, yavşak büyür bit olur.
Parasını el alır, dumanını yel alır dedikleri bu
işte
İnsanları Türk’e benziyor demek?
Çinliye pek benziyorlar Kela. Yalnız gözleri çekik. Karıları, bizimkiler gibi, bebeleri sırtlarına sarıyorlar. Karı olsun, adam olsun, bi siyah saçları var, sırma gibi, içlerinde senin gibi bi dene
bile kel yok!
Saçını başını bırak ülen, çiftçiliğini anlat bana bu insanların:’
Çiftçilikleri tevatür Kela. Bizim gibi onların da üç çeyreği
çiftçi. Hele yukarda, kuzeyde, film az gösterdi o tarafı ya, tekmil memleketi traktöre bindirmişler, bizim sarı-lira sayan ağalar
gibi inci sayan ağalarını hizaya getirip, toprağın fazlasını ellerinden almışlar, imece çalışmak istersen buyur bakalım pirinç tarlasına, beraber çalışalım ve de bundan kelli pirinç tanesi sayalım demişler
Pirinçleri ak mı, iri mi bari?
Çukurova pirincinden iri görünüyo. Tosya pirinci gibi Bi
sap pirinçten kaç tane alıyorlar biliyon mu? Tam iki yüz tane!
Ülen, deli mi bunlar? Pirinç sayılır mı?
İnsanları nacap?
Koreli yedi yaşına girdi mi, gayrık altmışbeş yaşına kadar her yıl bi ağaç fidanı dikermiş. Mecburi. Ağaç diken fazla yaşarmış. Kitaplarında böyle yazılıymış.
Ülen, öyleyse bunlar birez Müslüman .. :’
Değil. Hristiyan da varmış ya, çoğu Buda dini güderlermiş.
Ne demek o Buda?
Onların Hazreti Muhammedi!
Yağmurlu bi memleket demek?
Altı ay yağmur yağarmış. Göğün bir iki deliği varmış, o da Kore’nin üstüne rastlamış. Bi başladı mı yağmağa diyor Amerikalı
Bereket de ona göre olur emme
Zaten yılda iki mahsul alırlarmış.
Bak şuna;’ dedi Veli’ye. Saman çitinin yarısını kesip takmışlar direğin tepesine!
Sepet değil, aygıt ulen o.
Ne aygıtı?
Adı bi hoş. Neydi bunun adı İdris onbaşı?
Öteden İdris onbaşı çıkıştı:
işiniz mi yok ulen, uyuyun!
Ha bi deyiver şu aygıtın adını be!
Geminin kulağıdır o. Üç günlük yerden habar alır. Bi uçak
mı geçiyor uzaktan, bi gemi mi geliyor karşıdan, şıp deyi söyler.
Adı da bi hoş. Ne diyorlardı bu aygıta be Memet çavuş?
Daha öteden Memet çavuş şıp diye söyledi:
Iradar Hadi Allah ırahatlık versin!
Söyle dedeciğim, darılmak ne demek?
El toprağına çıkan askerin cepanesi tez tükenir!
Bora’nın kaşı gözü yıkılıverdi:
Moskof’a karşı gidiyoruz, dede!
O Moskof bizim toprağa girdiyse, haber ver de beraber gidelim:’
Emir böyle Askeriz Gidilecek .. :’
Gidin bakalım. Bir serencem bin nasihatten yeğdir!
Allahın yazdığı bozulmaz, dede:’
Yazının bozuğunu da Allah tanımaz. Unutma bu dediğimi..
Gayet basit, generalim. Aklın işlemediği yerde, yolu kör
mantık açarmış. Çağırmış imamı. Bütün alayı toplıyacağız, demiş, sen şöyle dualı-ayetli tarafından bir öğütliyeceksin ki, uyuz
adam, bütün kabarcıklardan kan çıktığından aptes tutmaz, aldığı gusül aptesi hele hiç tutmaz, gusül aptesi tutmayınca da
kurşunu yeyip öldü mü, şehit de olamaz, çünkü cünüp askerin
ve de uyuzun cennette yeri yoktur Ötesini kendiniz bilirsiniz,
uyuzluğun lüzumu yoktur, aklınızı başınıza toplayın .. :’
Bravo Bora! diye bağırdı General. işte bu aklı beğendim:’
Daha o akşam topladılar alayı. Alay imamı, nasıl öğrettilerse öyle okudu: Bunun hilesi de her kabahat gibi gizli kalmaz.
Kaşına kaşına cehennemi boylarsınız. Bilin ki, orada bir de kükürt kazanı kaynamakta olup
Benim dilim var ama, aklım da var şu kel kafamda;’ dedi.
Kore’de ölen şehit sayılır diye afyonluyorlar milleti. Ben sayılmaz diyen hocalardanım. Sayılır diyen, hangi kitapta yazılıysa
bu, göstersin!
Benim de bir sorum var;’ dedi Bora. Kuvvayı Milliye bilir
mi bu albay?
General kaş göz edinceye kadar, ben soruyu aktardım.
Gumby şaşaladı. Bora da soluk vermeden bastırdı:
De ki ona, tereciye tere satmasın. Gerillanın hası ve icadı
Kuvvayı Milliye’dir. Gerillayı Anadolu’da ilk biz öğrettik onlara!
Kuzum, bunu tercüme etmeyin:’
Ve o zaman, dedi Bora, elimizde Amerikan silahları yoktu,
o silahlar karşımızdaydı!
”Aman efendim, beş yüzün lafı mı olur! Köylerinde sıtmadan öleceklerine, varsın Birleşmiş Milletler bayrağı ve kumandanız altında Kore’de döğüşerek şehit olsunlar. Biz bunu Memetçik için en yüksek mertebe sayarız. Beş bin isteyin, on bin deseniz de
Ciii!.. Bu cömertliğiniz Başkanı çok sevindirecek..:’
O sevinç bize aittir Mister:’
Demek, beş bin Okey?
Elbet okey!
Bulguru yimeyen kendini yir. Yidin bitirdin zaten kendini. Dağların başına kış gelir, insanın başına iş. Gelmiş bi kere.
Zalim korkak olur. Onun zulmü korkusundadır.
Memleket geri gidiyor bayım, geri! Menderes’in İzmir’de nutuk atmasını bebe patiği kadar harflerle manşetlere çektiriyorsunuz, ama oraya 10 bin askerle 5 bin polisin himayesinde gittiğinden çıt yok.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir