İçeriğe geç

Katip Bartleby (Cep Boy) Kitap Alıntıları – Herman Melville

Herman Melville kitaplarından Katip Bartleby (Cep Boy) kitap alıntıları sizlerle…

Katip Bartleby (Cep Boy) Kitap Alıntıları

Yapmamayı tercih ederim
Fakat Bartleby yalnız bir adama benziyordu Evrende yapayalnız bir adama. Atlantik’in ortasında bulunan bir enkaz parçasına.
Yemek yesin, kalacak yer bulsun diye ona para verebilirdim, fakat ona acı veren şey vücudu değildi, hayır efendim, onun mutsuzluğu ruhundan gelmekteydi ve bendeniz bu ruha erişememekteydi hiç.
Yoksulluğu büyüktü büyük olmasına, ama asıl korkunç olan yanı yalnızlığıydı!
Ölü mektupları! Ölü insanlar gibi gelmiyor mu kulağa? Tabiatı ve talihsizliği yüzünden solgun bir umutsuzluğa yatkın bir adam düşünün; bu umutsuzluğu arttırmaya başka hangi iş ölü mektuplarını alıp alıp ateşe atmak üzere ayrılmasından daha uygun olabilir?
çaresizlik içinde ölümü bekleyenlere af; umutsuzca ölenlere umut; dermansız dertlerde boğularak ölenlere iyi haberler. Hayat vazifesine çıkmış ama ölüme koşan mektuplar.
Vah Bartleby! Vah insanlık!
-nasıl olduysa kibir uyku da uçup gitmişti. İnsanın en serinkanlı ve en aklı başında saatlerinden biri sabah uyandıktan hemen sonrasıdır.
Burada yanlız kalmayı tercih ederim,
Vücuduna merhem olabilirdim, ama ona acı veren vücüdu değil, kederli ruhuydu ve ruhuna ulaşamazdım.
Heyecanlı bir insanı pasif direniş kadar çileden çıkaran bir şey yoktur. Böyle direnen kişi insanlıktan uzak biri değilse ve direnen kişi pasifliğinde gayet zararsızsa, o zaman, yenilen kişi daha neşeli anlarında, aklıyla çözmesi imkansız olan şeyi hayal gücü ile bulmak için müşfik bir çaba gösterir.
Demek istediğimi yerine getirmemeye kararlısın- hem de âdaletten olan, akla yatkın bir istek olduğu halde.
Ah Bartleby! Ah insanlık!
onun mutsuzluğu ruhundan gelmekteydi ve bendeniz bu ruha erişememekteydi.
O geçer biz
Kalırız.
Memnuniyetimizi
Yalancıklaştıran
Bir yitiklik niceliği
Sanki ticaret bir Hadis’e
Ansızın tecavüz etmiş gibi.
(Beni Özenle Aç, 152)
Büyük acılardan sonra, resmi bir duygu gelir
Sinirler, Mezarlar gibi törensel oturur, Kaskatı Yürek sorgular, O muydu yaradan, Dün, ya da Yüzyıllar öncesinde de?

Ayaklar, mekanik, gezinir durur
Yer üstünde, ya da Havada, ya da
Bir Ağaçlık yol mu olmalıdır
Öylesine büyümüş,
Kuvarstan bir gönül hoşluğu, bir taş gibi

Kurşunun saatidir bu
Unutulmaz, ömrü vefa ederse,
Donmaktaki insanların Kar’ı anımsaması gibi
Önce Ürperme sonra Uyuşma sonra da koyver gitsin
(J341)

Hassas bir insan için merhamet ızdıraptır.
gücünü üstümüzde sınayan göksel bir yetkeden hep rahatsız olmuşuzdur.
soru sormak ve beklenen yanıtları almayı ümit etmek mekanizması yetkenin çok önemli bir aracıdır ki buna Canetti de hep parmak basmıştır. İşte bunun için ben Yapmamayı tercih ederim, deyip durdum.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
pekâlâ bilirsiniz ki bizi okursanız, kendinizi de okuyor olacaksınız, ve bu da demektir ki, bilmek tehlikelidir. sonsuza dek perili bir evde oturmak gibidir
Güvenlik ya da emniyet sadece ve sadece kendi çemberinizi ya da kendi farkındalık, bilinç dairenizi yaratabilirseniz elde
edilebilir. Emily ve ben bunu yaptık.
Yapmamayı tercih ederim.
Vah Bartleby! Vah insanlık!
Size yeni bir emir veriyorum, birbirinizi seveceksiniz.
İnsanın en serinkanlı ve en aklı başında saatlerinden biri sabah uyandıktan hemen sonrasıdır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Burada yalnız kalmayı tercih ederim.
yani ben de huzuru seven bir adamım, uyarılarımın onda ters tepkiler vermesine neden olmak istemem
Ben görmüş geçirmiş bir adamım. Son otuz yıldır işlerimin tabiatı beni ilginç, hatta benzersiz ve bildiğim kadarıyla haklarında henüz bir şey yazılmamış bir insan türüyle hiç de alelade denemeyecek sıklıkla bir araya getirmişir.
Cioran’ın sözüydü yanılmıyorsam: Melankolisiz bir dünyada, bülbüller geğirmeye başlardı.
hayatta en iyi yolun, en kolay yol olduğuna inanmaktadır.
Bartleby, öykünün sonunda anlaşılan acı gerçekleri saltık gerçekler olarak yorumlamış ve “insanlığın durumu umutsuzluktur demiştir. Rollo May’in
Yaratma Cesareti’nde (s. 74) söylediklerini bu öyküye de uyarlayabiliriz: Yaratıcılık, bilinci yoğunlaşmış insanın kendi
dünyasıyla karşılaşmasıdır ; kişiliğini ve insanlığını yitirme sürecindeki modern insanın unutulmaz bir portresi.
Melville, sivil itaatsizlik kavramını ilk kez kaleme alan çağdaşı Henry David Thoreau’nun takipçisidir. Thoreau da, vergi olarak kestiğiniz paramla Meksikalıları öldürüyorsunuz diyerek vergi ödemeyi reddedip hapse atılmış. Ziyaretine gelen Emerson ona, Henry, ne yapıyorsun içeride? diye çıkışınca, Thoreau şu ünlü yanıtını vermiş: Waldo, ya sen dışarıda ne yapıyorsun?
Bağnaz kafaların sürekli baskısı, sonunda daha cömert olanların tüm kararlılığını yer bitirir.
Ah, mutluluk ışığı sever, biz de dünyayı şen sanırız; ama sefalet kendini vakurca saklar, biz de sefalet yok sanırız.
Mutsuzluk fikri belli bir noktaya dek bizi şefkatli kılar, ama bazı özel durumlarda, bu nokta aşıldığında , mutsuzluk bizi şefkatli kişiler yapmaz artık.

Bu durumun asıl sebebi insanın karşısındaki hastalığa, mutsuzluğa derman bulamayacağına karar verip, umutsuzluğa düşmesidir.

eline bir şey vermenin kendisinden çok şey götürdüğü insanlardan biri olduğunu anlıyordum.
Vücuduna merhem olabilirdim, ama ona acı veren vücudu değil, kederli ruhuydu ve ruhuna ulaşamazdım.
Ah, mutluluk ışığı sever, bizde dünyayı şen sanırız; ama sefalet kendini vakurca saklar, biz de sefalet yok sanırız.
Yoksulluğu büyüktü; ama yalnızlığı ne kadar korkunçtu!
Heyecanlı bir insanı pasif direniş kadar çileden çıkaran bir şey yoktur.
Yoksulluğu büyüktü ama yalnızlığı ne kadar korkunçtu.
Heyecanlı bir insanı pasif direniş kadar çileden çıkaran bir şey yoktur.
İnsanın eşi benzeri görülmemiş ve son derece mantıksız bir şekilde yıldırıldığında en basit inancı konusunda bile bocalamaya başlaması ender görülen bir durum değildir.
İnsanın en sakin ve bilge olduğu zamanlar, sabahları uykudan uyandıktan hemen sonraki zamandır.
Bartleby kalabalıklarla dolup taştığına tanıklık ettiği bir manzaranın büründüğü yalnızlığın yegane izleyicisiydi!
Sırf kendini uzaklarda bir yere sakladığı için mutsuzluğu yok zannediyorduk.
Dürüst bir zatı, karşısındaki kişinin hareketsiz muhalefeti kadar rahatsız eden başka bir şey yoktur.
Duyarlı biri için, acıma ile acı çoğunlukla aynı şeydir. Ve sonunda böyle bir acımanın yardıma yeterli olmayacağı anlaşıldığında sağduyu ruhun ondan kurtulmasını ister.
Daha önce içinde böylesi bir hüzün de barındıran bir mutsuzluğu hiç yaşamamıştım.
Efendim, pek çok zat vardır ki kıskançlık uğruna, öfkelendikleri için, kin yüzünden, bencillik sebebiyle, gururlarını bahane ederek cinayet işlemişlerdir; fakat hayırseverlik uğruna cinayet işleyenine ben bugüne dek hiç rastlamadım.
Vücuduna merhem olabilirdim, ama ona acı veren vücudu değil, kederli ruhuydu ve ruhuna ulaşamazdım
Düşük gelirli birisi hem pırıl pırıl bir yüze, hem de pırıl pırıl bir cekete aynı anda sahip olamazdı.
Ah, mutluluk ışığı sever, biz de dünyayı şen sanırız; ama sefalet kendini vakurca saklar, biz de sefalet yok sanırız.
Bağnaz kafaların sürekli baskısı, sonunda daha cömert olanların tüm kararlılığını yer bitirir.
ve ah diyorum, mutluluk hep ışıklar altındadır da tüm dünya neşe içinde sanırız, oysa sefalet uzak diyarlarda gizlenir de kimse görünmez.
Kalabalıkken gördüğü yerde yalnızlığın tek seyircisiydi.
Ah, mutluluk ışığı sever, biz de dünyayı şen sanırız; ama sefalet kendini vakurca saklar, biz de sefalet yok sanırız.
Sahipsiz Mektuplar! Ölmüş insanlar gibi gelmiyor mu kulağa? Bir adam düşünün ki, mizacı ve talihsizliği yüzünden cansız bir umutsuzluğa meyilli olsun; sürekli bu sahipsiz mektuplarla uğraşmak, onları ayırıp ateşe atmak, bu umutsuzluğu artırmaz da ne yapar? Çünkü her yıl böyle arabalar dolusu mektup yakılır. Bazen, katlanmış bir kâğıdın arasından bir yüzük çıkarır görevli, o yüzüğün sahibi belki de mezarda çürüyordur; hemen yardımı olsun diye merhametle gönderilmiş bir banknot bulur; ama yardım edilmek istenen kimse artık ne yemek yemekte ne de açlık çekmektedir; bu mektuplar, çaresizlik içinde ölenlere merhamet sunacaklardı; umutsuz ölenlere umut vereceklerdi; baş edemedikleri felaketlerde boğulup ölenlere iyi haberler getireceklerdi. Hayatın verdiği görevlerle, ölüme koşuyor bu mektuplar.
Onun bedenine yardım edebilirdim; ama ona acı veren bedeni değildi; acı çeken ruhuydu ve ben onun ruhuna ulaşamazdım.
Sefaleti düşünmenin ya da görmenin bir noktaya kadar içimizde şefkat uyandırması hem çok doğru hem de çok korkunçtur; ama bazı özel durumlarda, o noktanın ötesine geçmez duygularımız. Bunun tek suçlusunun insan ruhunda doğuştan bulunan bencillik olduğunu düşünürseniz yanılırsınız. Bunun nedeni, aşırı ve yapısal hastalıkları iyileştirme konusunda duyulan umutsuzluktur. Duyarlı biri için, acıma ile acı çoğunlukla aynı şeydir.
Yoksulluğu büyüktü, ama yalnızlığı, çok korkunçtu!
Sahipsiz Mektuplar! Ölmüş insanlar gibi gelmiyor mu kulağa? Bir adam düşünün ki, mizacı ve talihsizliği yüzünden cansız bir umutsuzluğa meyilli olsun; sürekli bu sahipsiz mektuplarla uğraşmak, onları ayırıp ateşe atmak, bu umutsuzluğu artırmaz da ne yapar? Çünkü her yıl böyle arabalar dolusu mektup yakılır. Bazen, katlanmış bir kâğıdın arasından bir yüzük çıkarır görevli, o yüzüğün sahibi belki de mezarda çürüyordur; hemen yardımı olsun diye merhametle gönderilmiş bir banknot bulur; ama yardım edilmek istenen kimse artık ne yemek yemekte ne de açlık çekmektedir; bu mektuplar, çaresizlik içinde ölenlere merhamet sunacaklardı; umutsuz ölenlere umut vereceklerdi; baş edemedikleri felaketlerde boğulup ölenlere iyi haberler getireceklerdi. Hayatın verdiği görevlerle, ölüme koşuyor bu mektuplar.
Onun bedenine yardım edebilirdim; ama ona acı veren bedeni değildi; acı çeken ruhuydu ve ben onun ruhuna ulaşamazdım.
Sefaleti düşünmenin ya da görmenin bir noktaya kadar içimizde şefkat uyandırması hem çok doğru hem de çok korkunçtur; ama bazı özel durumlarda, o noktanın ötesine geçmez duygularımız. Bunun tek suçlusunun insan ruhunda doğuştan bulunan bencillik olduğunu düşünürseniz yanılırsınız. Bunun nedeni, aşırı ve yapısal hastalıkları iyileştirme konusunda duyulan umutsuzluktur. Duyarlı biri için, acıma ile acı çoğunlukla aynı şeydir.
Yoksulluğu büyüktü, ama yalnızlığı, çok korkunçtu!
Ah, mutluluk ışığı sever, biz de dünyayı şen sanırız; ama sefalet kendini vakurca saklar, biz de sefalet yok sanırız.
Ah,mutluluk ışığı sever,biz de dünyayı şen sanırız;ama sefalet kendini vakurca saklar,biz de sefalet yok sanırız.
Size yeni bir emir gönderiyorum, birbirinizi sevin.
Yoksulluğu büyüktü; ama yalnızlığı ne kadar korkunçtu!
Vücuduna merhem bulabilirdim ama ona acı veren bedeni değildi; acı çeken onun ruhuydu, ruhuna ise ben ulaşamıyordum.
Mutluluk ışıkla oynaşır. Bu yüzden dünyanın mutlu bir yer olduğunu sanırız. Uzakta saklanan sefaleti ise yok sayarız
İnsanlar kıskançlık uğruna cinayet işlemişlerdir ve öfke uğruna ve nefret uğruna ve bencillik uğruna ve ruhsal gurur uğruna; ama ben hiçbir insanın yekdiğerini sevme uğruna şeytani bir cinayet işlediğini duymadım
Beklenmedik ve tam anlamıyla akıl almaz bir biçimde gözü korkan bir insanın, en temel inancının bile sarsılması sık görülen bir şeydir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir