İçeriğe geç

Stres ve Başaçıkma Yolları Kitap Alıntıları – Acar Baltaş

Acar Baltaş kitaplarından Stres ve Başaçıkma Yolları kitap alıntıları sizlerle…

Stres ve Başaçıkma Yolları Kitap Alıntıları

Bedensel düzeydeki stres tepkisinin özelliği, stres vericilerin türüne bağlı olmaksızın ortaya çıkan sabit bir tepki olmasıdır. Bu tepki, organizmanın dengesini bozma tehlikesi gösteren dış şarta otonom sinir sisteminden yöneltilen “kaçma veya savaşma” tepkisidir. Çünkü insan, karşılaştığı tehdit edici durumlarla mücadele ederek veya bu durumlardan uzaklaşarak kendisini korumak zorundadır. Böylece bir tehdit karşısında organizma hayatını sürdürme amacına yönelik bir dizi faaliyette bulunur.

Bu faaliyetler ve anlamları şunlardır:

• Depolanmış yağ ve şeker kana karışır (mücadeleye gerekli enerji için hammadde sağlanır).

• Solunum sayısı artar (bedene daha fazla oksijen sağlanır).

• Kanda alyuvarlar artar (beyne ve kaslara daha fazla oksijen taşınır).

• Kalp vurum sayısı artar ve kan basıncı yükselir (bedenin gereken bölgelerine gerekli kan takviyesi yapılır).

• Kan pıhtılaşma mekanizması harekete geçer (yaralanmalara karşı kan kaybını azaltmak için önlem alınır).

• Kas gerimi artar (kuvvet gerektiren işlere hazırlık yapılır).

• Sindirim yavaşlar veya durur (iç organlardaki kan, kas ve beyne geçer, bağırsak ve mesane adaleleri gevşer).

• Gözbebekleri büyür (daha fazla ışık alınarak algıyı güçlendirmeye yardımcı olunur).

• Bütün duyumlar artar (dış ortamdan daha çok haberdar olunması sağlanır).

• Hipofiz bezi uyarılır (iç salgı sisteminin etkinliği artar, böbreküstü bezinden adrenalin-noradrenalin salgılanır).

Yapılan araştırmalar başarı güdüsü yüksek olanlarla düşük olanlar ara sındaki en temel farkın başarı ve başarısızlığın sebeplerini yorumlamada görüldüğünü ortaya koymaktadır. Başarı güdüsü yüksek olanlar sebepleri kendi dışlarında değil, içlerinde aramaktadırlar. Böylece zihinsel ve duygusal enerjilerini kendi dışlarındaki değil, kontrol edebilecekleri kendi içlerindeki faktörlere yöneltirler.
Hayatı doyumlu ve başarılı yaşananın ön şartı alternatif yaratabilmektir. Alternatif yaratabilmek için de zekâ, bilgi, cesaret ve istek gerekir.
Hayatı yaşamayı ertelememek gerekir. Hayat, büyük olayları beklerken arada geçen zaman değildir. İnsan işini yaparken hayatı severse, sevdiği hayatı yaşarken de işini zevkle ve sevinçle yapacaktır.
Değer verecek şeyler bulun

Değerli şeylere sahip olmanın aksine, değer verecek şeyler bulmak, karakterinizin incelmesine, kişiliğinizin gelişmesine, ruhsal ve zihinsel dünyanızın olgunlaşmasına imkân verir.

Ancak “gündelik hayat” bu özelliklerin kazanılması ve geliştirilmesi için her zaman çok elverişli değildir.

Edebiyat, tiyatro, klasik müzik-bale, kısacası sanatın her türüne zaman ayırmak için gençlik dönemi mükemmel imkânlar sunar. Ancak gençler hayata atıldıkları ilk aylar içinde, bir zamanlar özenle kazandıkları ve sonsuz değer verdikleri bu kalitelerin dış dünyada “para” etmediğini görürler ve sahip olmaya, varlıklı olmaya yönelirler.

Değerli şeylere sahip olmaya yönelen ve ulaşabileceği bütün değerli şeyleri toplayan kişi, doyumu, sahip olduklarını sayarak ve bu sayıyı başkalarına anlatarak bulur. Buna karşılık değer verecek şeylere yönelen kişi ise doyumu sezgi ve duyarlılığındaki olgunlaşma ve gelişmeyi hissederken bulur.

Değer verecek şeyleri keşfetmek ve öğrenmek için tanınmış öğretmen ve dostlara ihtiyacınız olacaktır. Bu öğretmen ve dostlar tarihçiler, filozoflar, romancılar, şairler, bilim adamları ve devlet adamlarıdır. Ve bütün bunlar bir tek yerde, kitaplarda bulunur.

Hiç şüphesiz başlangıçta bu dostluk biraz güç gelecektir. “Varlıklı olmak”la “var olmak” dünyaları arasındaki duvarı aşmak biraz kararlılık, direnç ve sabır ister. Çünkü bu yeni dostlar sizden “mutlak dikkat” isteyeceklerdir.

İnsanın değer vereceği, anlam katacağı her şey dünyasını zenginleştirir. Gerçek bir tabiat sevgisi, güzel sanatların verdiği zevk veya insan derinden duyabildiği takdirde din, insanın değer vereceği, “var olabileceği” bir dünyaya ulaşmasına yardımcı olabilir.

Sahip olunacak değerli şeyler, satın alınabilen ve parayla ulaşılan şeylerdir. Toplumun büyük çoğunluğu aynı şeylere sahip olma isteği taşır. İyi bir araba, lüks eşyalar, pahalı cihazlar, vb. Oysa değer verilecek şeyler herkese göre büyük farklılıklar gösterir. Kimine göre Mozart, kimine göre çiçekler üzerine yazılan kitaplar.

Eğer insan bir eşyaya, objeye, herhangi bir şeye, değer verecek birikim ve duyguya sahip değilse, ona sahip olmanın verdiği ilk heyecanın ötesinden zevk alamaz. Kısa süre sonra o eşyadan bıkar ve yenisine yönelir. Hayatı sadece “sahip olmak” isteğiyle sınırlı kişi buna maddi gücünün elverdiği ölçüde kendisi için o sırada önemli olan şeyleri satın alır ve kısa sürede ondan bıkar.

Değerli şeylere sahip olmanın aksine, değer verecek bir şeyler bulmak, uzun süre yalnızlık dönemlerine ihtiyaç gösterir. Eğer yalnız kalmazsanız herhangi bir şeyin inceliğini, derinliğini ve yeni boyutlarını keşfedecek zamanı o şeye vermezseniz, onu sizin gözünüzde değerli kılacak yatırımı yapamazsınız.

Bu tür yalnızlık dönemleri sadece daha önce de baktığınız birçok şeyin yeni cephelerini tanımanızı sağlamaz, aynı zamanda da, kendinizi tahlil etmeniz, değerlendirmeniz ve kişiliğinizin farklı boyutlarını keşfetmenize imkân verir. Başka insanlarla birlikteyken kendinize böyle bir yaklaşım yapmanıza ve kendi içinizde derinleşmenize imkân yoktur.

4) Kendinize zaman ayırın

Kendinize iki türlü zaman ayırmaya gayret edin. Birincisi, gevşeme teknikleri bölümünde anlatılan küçük ve büyük teknikleri uygulamak için, ikincisi hiçbir şey yapmamanın zevkini çıkartmak için, örneğin öğle yemeklerinizi, bir iş yemeği havasından çıkartın. İş başlayıncaya kadar geçecek olan zamanı parkta, yolda, elleriniz cebinizde –ve kesinlikle aklınızda sayılar olmadan– gezinerek geçirin.

Eğer A tipi davranış biçimine sahip bir insan başarılı olmuşsa, bunu A tipi davranış biçiminden ötürü değil, A tipi davranış biçimine sahip olmasına rağmen gerçekleştirmiştir.

A tipi davranış biçimine sahip bir insanın topladığı takdir ve saygı “telaşı”, aceleciliği ve sabırsızlığı sayesinde değil, hiç şüphesiz bunlara rağmendir.

A tipi davranış biçimi içindeki insanların birçoğu ne kendilerinin, ne de başkalarının duygularıyla temas halindedir. Bir şeyler yapmak için o kadar “kan ter” içindedirler ki, durmaya, düşünmeye ve bu tür “şey”lere vakit ayıramazlar.

A tipi davranan insanlar hızlı yürür, hızlı yer, yemekten sonra oyalanmaktan, eşler veya arkadaşlarla alışverişten hoşlanmazlar. Birçoğu dakikliği bir fetiş haline getirmiştir.

Tipik bir A, zamanla, diğer insanlarla ve kendisiyle savaşır. Çoğunlukla tanıdıkları birkaç B’yi veya A tipi davranmayanları küçümserler.

A tipi davranış biçimi içinde olan insanların en büyük yanılgısı, başarılarını bu davranış biçimiyle özdeş tutmalarıdır. Daha açık söylersek, A tipi davranış biçimine sahip insanlar, bu davranış biçimine sahip olmasalar, asla başarılı olamayacaklarını düşünürler.

Hiç şüphesiz endüstrileşme ve Batı biçimi hayat A tipi davranış biçiminin özelliklerini ödüllendirmekte ve pekiştirmektedir.

A tipi davranış biçiminin özellikleri

A tipi davranış biçiminin birinci derecedeki özellikleri, ümitsizce zamana karşı koyma duygusu ve kolayca uyandırılabilen düşmanlık duygusudur. Sürekli olarak en kısa zamanda en fazlasını başarma tutkunu olan A tipi davranış içindeki bir insan diğer insanlara karşı da şiddetli huzursuzluk, öfke ve sabırsızlık gösterir.

İkinci derecedeki belirgin özellikleri aşırı titizlik (obsesiflik), yarışmacılık, diğer insanları ve çevreyi kontrol etme isteğidir. İkinci derecedeki saklı özellikleri ise duygusal tükenme, kendine zarar verme eğilimi, tehlike ve riske girmedir.

Varsayım 12- Mutluluk koşuşturma içinde olmamak ve bol boş zamana sahip olarak kazanılır.

Bazı insanlar mutluluğu ve yaşamayı ertelemeyi bir alışkanlık haline getirmişlerdir. “Falan iş bitsin, ondan sonra bazı şeylere çekidüzen vereceğim”, “filan iş bir tamamlansın, bak o zaman yaşamak nasıl olurmuş görsünler”. Oysa “Falan-filan”lar; dersten geçer not almak, sınıf geçmek, sınavı başarmak, okulu bitirmek, sevdiğiyle evlenmek, çocuk sahibi olmak, çocukları büyütmek, istenilen işte çalışmak, işte istenilen pozisyonu elde etmek veya işi istenilen şekilde büyütmek, evin borcunu ödemek, çocukların okullarını tamamlaması gibi, hayatın bütününü içine alır.

Mutluluk yaşanılan zamanın içindedir. Dolayısıyla ya vardır, ya yoktur. Mutluluğu her işin tamam olmasıyla, mutlak rahatlıkla karıştırmamak gerekir. Mutluluk, mutlak rahatlıktan daha fazla bir şeydir. İnsan tebessümünü çehresinin bir parçası yapabiliyorsa, yaptığı işten zevk alıyorsa, ailesiyle birlikte olduğu zaman memnuniyeti devam ediyorsa, gelecek günler ona tatlı bir heyecan veriyorsa, kişi mutlu demektir. Mutlu olmak için “cennet”e gitmeyi veya cennet benzeri bir düzeni dünyada sürdürmeyi bekleyenler için ise, mutluluk hiçbir zaman yaşanmayacak bir düş ve boşa geçmiş bir hayat demektir.

Varsayım 11- Mutluluk, zevk ve tatmin ancak başka insanların varlığı ile mümkündür ve yalnız olmak berbat bir şeydir.

Hiç şüphesiz başka insanların varlığı insanın dünyasını renklendirir. Arkadaşlarla duygusal alışverişte bulunmak, karşılıklı iletişim yaşanılan hayattan zevk almayı sağlar. Daha da önemlisi çevremizde düşünce ve duygularımızı paylaşacağımız insanların varlığı temel bir ihtiyaçtır. Ancak zevk, tatmin ve hoşnutluk başka insanlarla olduğu kadar tek başına da yaşanır. Zaman zaman tek başına olmak, kendi kendine yetmeyi bilmek bir olgunluk işaretidir.

Bütün bunlardan başka insanın kendisini geliştirmek ve yenilemek için yalnızlığa ihtiyacı vardır. Arkadaşlar ve dostlar nasıl temel bir ihtiyaçsa, insanın kendini ve dünyayı kavraması için zaman zaman yalnızlık ve sükûnet de temel bir ihtiyaçtır. Okumak için, kendisi (yakın veya uzak dünya) üzerine düşünmek için insanın yalnız olması gerekir. Başka insanlarla beraber okuyamayız, bazı temel gerçekleri topluluk içinde kavrayıp “Hah, tamam anladım” diyemeyiz. Bu sebeple yalnızlıktan korkmamak, yalnız kalınca kendimizi terk edilmiş, değersiz biri gibi görmemek ve her zaman, her fırsatta etrafımızda insanların bulunmasını sağlamak için düzenlemeler yapmamak gerekir.

Varsayım 9- Kendini düşünmek kötü ve yanlıştır.

Gerçek olan, sizin istek ve ihtiyaçlarınızı kimsenin sizden daha iyi bilemeyeceği ve hiç kimsenin bunların karşılanması ile sizin kadar ilgili olamayacağıdır. Mutluluğunuzun sorumlusu yine sizsiniz. Kendinizi düşünmeniz, bu sorumluluğa sahip çıkmanız demektir. Bu sorumluluğun size sağlayacağı huzurla çevrenizi düşünmeye, sağlıklı yaklaşımlarda bulunmaya daha çok imkânınız olacaktır.
Yanlış olan kendini düşünmemektir. Sağlıklı ilişkiler insanların kendilerini düşündükleri, çıkarlarını açık ve dürüst olarak gözettikleri, alınanların ve verilenlerin hesabının dengeli ve açık olduğu durumlarda kurulur. Yine yanlış olan karşısındakinin hakkını hiçe saymaktır. Bu sebeple kendinizle ilgili duygu, düşünce ve istekleri ortaya koymaktan, ihtiyaçlarınızdan çevrenizi haberdar etmekten çekinmeyin.

Varsayım 8- İyi ilişkiler karşılıklı fedakârlığa ve “verme” temeli üzerine kurulur.

Bu inanç “verme”nin “almak”tan daha iyi olduğu esasına dayalıdır. Bu durum herhangi bir şeyi istemek konusunda çekingenlik olarak görülür ve böyle insanlar gizli isteklerinin anlaşılmasını ve karşılanmasını beklerler. Bu tür bir yaklaşımın sonu, ne yazık acı ve buruk istismar edilmişlik, ihmal edilmişlik duygusudur.

Çünkü hayatları fedakârlık ve istenmeyen şeyleri vermeye yönelik insanların hemen hepsi açık veya kapalı bir şekilde verdiklerini karşılarındakilerden geri isterler. Açık veya kapalı dedik, çünkü bazı insanlar yaptıkları fedakârlıkları yerli yersiz dile getirir, bazıları da anlaşılmayı ve ödüllendirilmeyi sessizce bekleyip, içlerinde bol bol küskünlük biriktirirler.

Bir şeyi “vermek” ancak isteniyorsa anlam taşır. İstenmeden verilen bir şeyi alan kişi, çok kere ya aldığının farkında değildir veya aldığı şeyin değerinden haberi yoktur.

Hiç şüphesiz “vermek” güzel bir duygudur. Verilen ister duygu olsun, ister maddi değeri olan bir şey olsun, verenin gücünü gösterir. Ama lütfen unutmayalım, istendiği takdirde, yokluğu hissedildiği ve varlığı alan için anlam taşıyacağı takdirde.

Varsayım 7- Eğer insanlar sizi onaylamıyorsa, bu mutlaka sizin hatalı veya kötü olduğunuzu gösterir.

Gerek bu inanç, gerekse ikinci ve üçüncü inançlar aynı mantığa dayanmaktadır. Bir insan ya iyidir, ya kötüdür. Bu aynı zamanda bütün Türk filmlerinin de mantığıdır. Filmin “iyi”si hep iyilik yapar, hiç kötülük yapmaz; filmin “kötüsü”de hep kötülük yapar, hiç iyilik yapmaz. Çocukluğumuzdan başlayarak bu mantıkla yetiştirildiğimiz için, dışarıdan gelecek en küçük eleştiriyi kabullenmek kişiliğimizdeki bütün olumlu nitelik ve özelliklerden vazgeçmek anlamına geleceğinden, kolayca göze alabileceğimiz bir şey değildir.

Oysa dünyada mutlak “iyi” ve mutlak “kötü” yoktur. Derece derece her şeyin iyi ve kötü tarafları vardır. Bazı insanlar bizim bazı yönlerimizi onaylamıyorsa, bu belki onların kendilerine ait sebeplerinden ötürüdür. Belki gerçekten de onaylanacak birçok özelliğimizin yanı sıra, onaylanamayacak bazı özelliklerimiz de vardır. Ve karşımızdaki kişi için o sırada bunlar önem kazanmıştır. Böyle bile olsa meziyet ve niteliklerimizi fark edecek ve bunların hakkını verecek birçok kişi mevcuttur.

İnsan ilişkilerinde onaylanmayan çok kere kişiliğin bütünü değil belirli niteliklerdir. Bu sebeple bütünüyle sakat olan bu inanç, insanlararası birçok ilişkide sürekli kaygıyı doğurur. Bu inancın akıldışı oluşu, özel bir kusurun veya çok iyi olmayan bir niteliğin genelleştirilmesi ve kişiliğin bütününe yönelik bir itham oluşundan ötürüdür.

Varsayım 6- İnsanlar çabuk kırılır ve onları hiçbir zaman incitmemek gerekir.

Bu mantıksız inanç önemli duyguların açıkça konuşulmasını engeller ve insanı hayatın zevkli taraflarından fedakârlık etmeye zorlar. İstediğiniz veya ihtiyacınız olan her şey mutlaka bir ölçüde bir başkasını rahatsız edebileceği için kendinizi engellenmiş ve mutsuz hissedersiniz.

Bu konuda tereddütleriniz varsa “Güvenlilik Eğitimi” bölümü size ışık tutacaktır. Bazı durumlarda susmak, içe atmak, kısa vadedeki çatışmaları önler, ancak ilişkide –uzun vadede ilişkide– çatlaklara, boşluklara, karşılıklı öfke ve olumsuz birikimlere sebep olur.

Varsayım 2- Üzerinize aldığınız bütün işlerde mutlaka o işi en iyi bilen, kusursuz yapan ve her zaman en mükemmel kişi olmanız gerekir.

Böyle bir inanç, hayatın doğal akışının gereği olan ve bazı durumlarda karşılaşılması kaçınılmaz olan başarısızlıklardan kendinizi suçlamanıza, bundan utanç duymanıza ve kendinize saygınızın azalmasına yol açar.

Çünkü böyle bir şey mümkün değildir. İnsan bazen çok iyi bilmediği işlerle ilgilenmek zorunda kalabileceği gibi, sürekli olarak kusursuzu yaratma çabası kadar insanı yoran ve yıpratan bir şey olamaz.

Herhangi bir şeyi “iyi” yapmak için enerjinizin % 80’ini harcamak gerekiyorsa, “mükemmel” veya “kusursuz” yapmak için bunun iki katını harcamanız gerekmektedir. Böyle bir şey de çok kere mümkün değildir. Birincisi, bu bölümün sonunda daha geniş anlatılacağı gibi, değerlendirmeyi yapacak olanlar isterlerse nasıl olsa bir kusur bulabilirler. İkincisi, böyle bir gayret aşırı derecede anlamsız ve yıpratıcıdır. Hayatında yaptıklarını “mükemmel” yapmış ve bu gerginliklerin sonucu sağlığı bozularak 50 yaşında göçmüş bir kişiye kıyasla, yaptıklarını hep “iyi” yapmış ve 80 yaşına kadar yapmayı sürdürmüş bir kişi daha verimli, başarılı ve yararlı olarak değerlendirilir.

Unutulmamalıdır ki, “iyi”nin düşmanı “mükemmel”dir.

Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Varsayım 1- Bir yetişkinin ailesi, arkadaşları, çevresi ve tüm tanıyanlar tarafından sevilmesi ve kabul görmesi gerekir.

Birçok insanın peşinde koştuğu bu hayal ne yazık ki mümkün değildir. Çünkü hayatınız boyunca bütün insanları hoşnut etmeniz imkânsızdır. Ayrıca temelde sizden hoşlanan, beğenen ve takdir edenler bile bazı durumlarda olumsuz tavır alabilirler. Bu yönde makul olmayan bir inanç muhtemelen tek başına büyük bir mutsuzluk sebebi olmaya yeter. Oysa çok kere bu inanca sahip olanların büyük çoğunluğu bundan sonraki iki inanca da sıkı sıkıya bağlıdırlar.

insan kendisini değiştirebilir mi, alışkanlıklarından vazgeçip yeni alışkanlık ve tavırlar geliştirebilir mi? EĞER

1- Değişimin gerekli olduğuna inanır ve değiştirmek isterse

2- Bu değişimin nasıl olacağı konusunda bir yol gösterenle işbirliği yaparsa

3- Yeni öğrendiğini bıkmadan usanmadan defalarca tekrarlarsa

EVET

Hayatı daha zengin ve doyumlu yaşamanın ön şartı alternatif yaratabilmektir. “Bu durumda bir tek şey yapılabilir, o da benim yaptığım” diye düşünmek veya “Aynı durumla karşılaşsam yine aynı şeyi yaparım” demek hayatı daraltmak, tecrübelerden ders almamak ve başarısızlık ihtimalini artırmaktır. Alternatif yaratabilmek için zekâ, bilgi, cesaret ve istek gerekir. Hayatın kontrolünü ele almak için gerekli olan bilgiyi edindikten sonra, bu bilginin verdiği cesaretle girişimde bulunma isteği alternatif yaratmayı mümkün kılar.
1- Boyunuza göre kilonuz istenen sınırlarda mı?

2- Aynı yaş grubundaki arkadaşlarınızla yürürken, nefesiniz kesilmeden normal bir konuşmayı sürdürebilir misiniz?

3- Nefes nefese kalmadan, üç katın merdivenlerini çıkabilir misiniz?

4- Haftada en az üç kere nefes nefese kalacak ve terleyecek düzeyde fizik egzersiz yapar mısınız?

5- Gece rahat bir uyku uyur ve sabah güne hazır ve enerjik olarak başlayacak şekilde uyanır mısınız?

6- Bir işgününün sonunda, gece sosyal bir faaliyetin zevkini çıkartacak durumda olur musunuz?

7- Ortalama olarak günde, iki şişe bira (veya iki kokteyl veya iki bardak şarap)dan daha az içer misiniz?

8- En az 15 senedir sigara içmiyor musunuz?

9- Hayatınızdan memnun musunuz ve hayata karşı olumlu bir bakış açınız var mı?

10- Dikkatli (ve saldırgan olmayan) bir sürücü müsünüz ve her zaman kemerlerinizi bağlar mısınız?

11- Aynı zamanda birden çok faaliyette görev almaz mısınız?

12- Akşamları ve hafta sonları eve iş getirmez misiniz?

13- Bir oyunu kazanmak için oynamak yerine zevk için oynamayı tercih eder misiniz?

14- Eşinize ve çocuklarınıza yeteri kadar zaman ayırabiliyor musunuz?

15- Bir kuyrukta önünüze geçen kişiyle kavga etmekten veya susmaktan başka yollar olduğunu düşünür müsünüz?

Yukarıda 15 maddeye verdiğiniz cevaplarda ne kadar çok “evet” varsa, sağlığınızı sürdürebilmek için şansınız o ölçüde yüksektir.

İlaç tedavisi, ışın tedavisi ve cerrahi girişim gibi çeşitli tedavi yöntemleri anormal hücreleri azaltmaya yönelik olmakla beraber, bağışıklık sistemi tedavisi, bedenin doğal bağışıklığını harekete geçirmeyi amaçlamaktadır. Olumlu bir tavır ve yaşama isteği, yapılan her türlü tedavinin etkisini artırmaktadır.
Kısaca ifade etmek gerekirse, psikolojik açıdan migren, başka yollarla doğrudan ifade edilmesi bireyin kendisi tarafından kabullenilemeyen, bir “duygu ifade biçimi”dir.
Kesin olarak bilinmektedir ki, migren nöbetlerinin tek sebebi stres verici durumlarla karşılaşmak değildir. Ancak migren nöbetlerinin en az yarısının duygusal bir stres sebebiyle başladığı bilinmektedir.
Migren konusunu derinlemesine ve bütün yönleri ile işleyen Wolf’ın 1940’larda yaptığı araştırmaların sonucunda ortaya koyduğu “migren kişiliği”nin ana hatları şöyledir:

Migrenli hastalar çocukluk dönemlerinde utangaç, vazgeçmeye yatkın, anne-babalarına itaat eden, iyi huylu, okul ödevlerini düzenli yapan; oyuncaklarına, elbiselerine, temizliğine özen gösteren çocuklar olarak tanınırlar.

Bu kimseler ergenlik ve daha ileri dönemlerde ahlak kurallarına –özellikle cinsellikle ilgili konularda– önem veren kimseler olarak görülürler.

Migrenlilerin baskın bir ortak özellikleri ihtiras ve başarı konusundaki tutkularıdır. Bu kimseler çevrelerine hâkim olmak ve girdikleri yere düzen getirmek eğilimindedirler.

Mükemmelcilik migrenli hastaların bir başka önde gelen özelliğidir. Bu “mükemmelcilik”ten ayrı bir tatmin duyarlar. Tipik migren kişiliği özelliklerine sahip kimseler iş konusunda çok ciddidirler ve çok çalışırlar. Sorumlulukları altındaki basit işleri bile –başkalarına devretmektense– kendileri yapmayı tercih ederler.

Bu kişiler aynı anda birden çok iş yüklenip, başladıkları işi mutlaka bitirmek isterler. Çalışma saatlerinin dışında da iş yapıp, iş düşünürler.

Migrenli hastaların en belirgin ve önde gelen özelliği düzenliliktir. Liste, kart ve düzen konusunda aşırı duyarlıdırlar.

Migrenlilerde esnek olmamaktan kaynaklanan bir gücenme eğilimi vardır. Çok zor affeder ve anlaşılmayı beklerler.

Sosyal ilişkilerinde sınırlı ve mesafelidirler. İnsanlarla aralarına bir perde koyarlar ve kendilerine eleştiri gelmeyecek mesafeyi korurlar. İlk bakışta soğuk ve politik kimseler olarak gözükürler. Sosyal ilişki ve toplantılarla ilgili kaygı ve endişe verici beklentiler nöbetleri başlatabilir. Davet ve yemekli, danslı toplantılardan önce başlayan migren nöbetleri, bu konuda karikatür ve fıkralara malzeme olmuş örneklerdir.

Migrenli kadın hastaların bir bölümü, ergenlik öncesinde cinsel rollerine ve mensturasyon (ay hali) gibi cinsiyet özelliklerine iyi hazırlanmamışlardır. Bu kimseler tahmin edilebileceği gibi cinsellikle ilgili yönünden ötürü evliliğe zor geçer ve zor uyum sağlarlar.

Bütün bu sayılan özellikleri özetlersek, çeşitli konu ve düşünceleri kafasına takan (obsessif) bir kişilik, çökkünlük (depresyon) ve kaygı (anksiyete) migrenli hastalarla ilgili olarak sık sık karşılaşılan özelliklerdir.

Ancak migrenlilerde depresyon ve kaygıya, gerilim başağrısı çeken insanlara kıyasla daha az rastlanır. Gerilim başağrılı hastaların %94’ünde çeşitli derecelerde depresyon ve kaygı bulunmasına karşılık, bu oran migrenlilerde % 54 olarak bildirilmiştir.

Bastırılmış öfkenin başağrısını harekete geçiren bir faktör olduğu öteden beri bilinmektedir. 1935’lerde Fromm ve Reichman, migrenlilerin karşılarındaki kişilere engel olamadıkları bir düşmanlık duyduklarını ve bu düşmanlığı farkında olmadan bastırdıklarını söylemişlerdir.
Migrenliler üzerinde yapılan araştırmalarda, bu kimselerin ailelerinde % 70 oranında migrenlilerin bulunması, hastalığın ilginç ve ayırıcı özelliklerinden biridir. Bu özellik bir yönü ile genetik yatkınlığı, ancak diğer yönü ile de aile içinde öğrenilmiş bir ağrı davranışını düşündürür.
Migren genellikle ilk ergenlik döneminde başlar, kadınlarda çoğunlukla menopozdan sonra kaybolur.
Daha iyi yaşamak için en önemli adımlardan biri de kişinin kendi sınırlarını ve gücünü tanımasıdır.
Floransa’da Machiavelli’ye karşı düşmanca bir hava oluşmuş; Mediciler döneminde belli görevler üstlenmiş olması, özgür cumhuriyeti destekleyenlerin Machiavelli’ye cephe almasına yol açmıştı.
Machiavelli, kısa süren bir hastalığın ardından, 21 Haziran 1527’de, Floransa’da öldü ve ertesi gün Santa Croce Kilisesi’ne defnedildi.
Bireyin sağlıklı başa çıkmak konusunda örnek kalıplar edinmesini sağlayan, içinde yetiştiği ve yaşadığı çevredir. Çevre hoşgörüye dayalı olmayan, önemli ve sıradan olaylar karşısında suçlayıcı, kahredici ve yaşamın bütününü lanetleyen tutumlar ortaya koyabilir.
Benlik kavramı bireye özgü düşünce, duygu ve idealler ile yetenekleri, karakter ise bu niteliklerin eyleme dönüşmesini ve bireysel farklılıkları içerir.
Çocukluk duyguları,
1) kısa süreli,
2) yoğun,
3) geçici,
4) aynı duyguda farklı tepkiler ortaya koyan ve
5) zorlanma ile değişebilir niteliktedir.
Duyguların tanımlanması ve duygusal yaşantılar hayatın ilk yıllarından 5 yaşına kadar hızla artar, 5 ile 11 yaşlar arasında bu artış yavaşlar ve 11-16 yaş arasında yine hızlı bir artış gösterir.
duygusal denge iki yoldan gerçekleşir.

İkincisi, hoşa gitmeyen duyguları yaratan şartları farklı bakış açılarından görmeye çalışmaktır. Duygusal dengenin hoşgörü ile sağlanması geniş boyutlar kazanmış, olgunlaşmış bir kişiliğin ürünüdür. Duygusal hoşgörünün gelişmesi insan ilişkilerine rahatlık, kişiliğe esneklik ve derinlik katar.

duygusal denge iki yoldan gerçekleşir.

Bunlardan birincisi hoşa gitmeyen duygularla hoşa giden duyguların yer değiştirmesidir. Bu yer değiştirme belirli bir duruma geçici olarak uyumu sağladığı için sağlıklı bir uyum değildir. Bu yolla sağlanan duygusal denge çoğunlukla çevre baskısı ile olur ve olgunlaşmamış bir kişiliğin ürünüdür.

Olay karşısında ortaya çıkan duygusal tepkilerin tabiatı ve kalitesi bireyin çevre-insan ilişkisini (uyum çabasını) değerlendirme biçimini yansıtır.
Stres kuramı içinde duygu “çevre ile insan arasında uyuma yönelik ilişki türlerinden doğan yaşantı” olarak tanımlanır.
Stres açısından önemli olan o olayın o kişi için “tehdit edici” olarak algılanıp algılanmamasıdır. Bireysel farklar bu psikolojik ayrılıklardan kaynaklanır, ihtiyaçlar ve geçmiş yaşantılar genel geçer değildir, bireye özgüdür.
Yaşanmakta olana bakışımız, yaşadığımızın objektif değerlerinden çok bizim o konudaki inanç ve kalıp düşüncelerimize bağlıdır.
İhtiyaçların “olanı farklı algılama” veya “olmayanı algılama” yönündeki etkileri psikolojide pek çok çalışma ile tespit edilmiştir.
Stres tepkisi, ortamda ne olduğuna bağlı olarak değil, insanın olana nasıl tepki verdiğine bağlı olarak ortaya çıkar. Hissettiklerimiz esas olarak düşündüklerimiz paralelindedir.
Strese karşı verilen tepkiler uzun bir zaman dilimi içinde kronik hastalıkların gelişmesine zemin hazırlar. Bu hastalıklar başağrısı, yüksek tansiyon, kalp rahatsızlıkları gibi bedensel hastalıklar olabildikleri gibi, psikolojik veya zihinsel hastalıklar da olabilir.
Aynı çevre faktörleri bütün insanlar tarafından aynı biçimde yorumlanmamaktadır. Bazı insanlar için stres verici olan durumlar bazıları için böyle bir anlam taşımaz.
bir insanın çok stres verici bulduğu yaşantı, diğer insan için hiç de rahatsız edici olmayabilir.
İsmet İnönü 40 yılı aşan Parti Genel Başkanlığı’nı kaybettikten bir yıl sonra kalpten vefat etmiş; Faruk Gürler bir ara kesinleşmiş gözüyle bakılan Cumhurbaşkanlığı oylamasını kaybedip adaylıktan çekildikten bir yıl sonra kanserden ölmüş; İran Şahı tahtı ile ilgili her türlü ümidin son bulmasından bir yıl kadar sonra yine kanserden hayatını kaybetmiş; Nixon, Watergate skandalı sebebiyle istifa ettikten sonra kalp krizi geçirmiştir.
Endüstrileşme ve modern teknoloji, sadece eski ihtiyaçlarımızı karşılayıp, hayatı bizim için kolaylaştırmakla kalmamış, aynı zamanda, eğer varlıklarından haberdar olmasak, hiçbir zaman ihtiyaç duymayacağımız bir sürü ürünü elde etmek için çalışmak zorunda kalmamıza yol açmıştır.
Her türlü değişim ve yükselme için başarı yolu önümüzde açıktır. Bu aynı zamanda başarısızlık ihtimali ve başarısızlığın sonuçlarının da bizi beklediği anlamına gelmektedir.
Yukarıda sayılanlara ek olarak, geçen kuşaklarda doğal olan doğduğu yerde yaşayıp, hayatını tamamlama olgusu, artık neredeyse ortadan kalkmış gibidir.
ilkokulda karnelerinde Türkçe notları kırık olanlar, devletin en üst yönetim kademelerine veya resmi ve özel kitle iletişim araçlarında sorumlu noktalara gelebilmektedirler.
İşini kaybetme endişesi, arkadaşın ve eşin olumsuz davranışının zihne takılması, sinemaya bilet bulamama sıkıntısı, konsere geç kalma korkusu, otobüse, derse, randevuya zamanında yetişememe ihtimali gibi yüzlerce sebep her gün bize stres tepkisini yaşatan, ancak bu amaç için hazırlanmış maddeleri kullanamadığımız türden streslerdir.
bilim bize yapılan araştırma ve çalışmalar sonunda kaygı ve gerginlikleri yenmek ve bozulan sağlığı düzeltmek için üç imkân sunmaktadır.

Bunlardan birincisi, insanların ruh dünyalarını ve davranışlarını kan ve beden kimyalarını etkileyerek değiştiren ilaç tedavisi (farmakoterapi);

ikincisi aynı değişikliği zihinsel düzenlemeler ve yeni şartlanmalar yoluyla yapmayı amaçlayan psikoterapi;

üçüncüsü de bütün kaygı ve gerginliklerle mücadele edecek aracın kendisini, yani bedeni düzenlemeyi amaçlayan fizik egzersiz ve diyettir.

Bugün artık tıbbın konusu ve tedavisinin hedefi insanlar olmaktan büyük ölçüde çıkmış, hedef organlar ve hastalıklar olmuştur.
Bugün hekimlerin bilgi ve tecrübeleri çok derin, ancak bir alanla sınırlıdır. Bu sebeple hastayı, hastalığın oluşmasında önemli rol oynaması mümkün çevre şartlarıyla bir bütün olarak ele alamazlar. Hekimler hastalarını genellikle sadece bir veya iki defa görür –ve özellikle görüşme hastane şartlarında gerçekleşmişse– onun kişiliğinden ve çevreden kaynaklanarak hastalığını etkileyen şartlardan bütünüyle habersiz kalırlar.
Kişinin duygusal yaşantılarındaki duruşunu, ihtiyaçları ve güdüleri belirler.
Gelişmek ve doyumlu bir hayat yaşamak için stres gereklidir. Problem doğuran durumlardan biri stresin çok fazla veya çok az olmasıdır.
Çin yazısında kriz kelimesi iki sembolle ifade edilir. Bunlardan biri “fırsat” diğeri “tehlike” anlamına gelmektedir. Yani bir “kriz”de hem aşılması gereken zorluklar, hem de bu gerginlikler ve güçlükler aşıldığında elde edilecek yeni kazançlar vardır.
Dünyada bütün insanlara demokratik olarak verilmiş tek şey zamandır. Başarılı ve başarısız bütün insanların günleri 24 saat, haftaları 7, ayları 30 gündür.
Zaman hayattır. Geçen zamanı yerine koymanın ve telafi etmenin imkânı yoktur. Zamanı boşa geçirmek, hayatı boşa geçirmek demektir. Buna karşılık insanın geçen zamana hükmetmesi, hayatına hükmetmesi anlamına gelir. Zamanını iyi kullanan bir insan hayatının kalitesini yükseltir ve geçen zamandan kendisi ve amaçları adına en iyi biçimde yararlanır.
Mutluluk yaşanılan zamanın içindedir. Dolayısıyla ya vardır, ya yoktur. Mutluluğu her işin tamam olmasıyla, mutlak rahatlıkla karıştırmamak gerekir. Mutluluk, mutlak rahatlıktan daha fazla bir şeydir. İnsan tebessümünü çehresinin bir parçası yapabiliyorsa, yaptığı işten zevk alıyorsa, ailesiyle birlikte olduğu zaman memnuniyeti devam ediyorsa, gelecek günler ona tatlı bir heyecan veriyorsa, kişi mutlu demektir. Mutlu olmak için “cennet”e gitmeyi veya cennet benzeri bir düzeni dünyada sürdürmeyi bekleyenler için ise, mutluluk hiçbir zaman yaşanmayacak bir düş ve boşa geçmiş bir hayat demektir.
Gerçek olan, sizin istek ve ihtiyaçlarınızı kimsenin sizden daha iyi bilemeyeceği ve hiç kimsenin bunların karşılanması ile sizin kadar ilgili olamayacağıdır. Mutluluğunuzun sorumlusu yine sizsiniz. Kendinizi düşünmeniz, bu sorumluluğa sahip çıkmanız demektir. Bu sorumluluğun size sağlayacağı huzurla çevrenizi düşünmeye, sağlıklı yaklaşımlarda bulunmaya daha çok imkânınız olacaktır.
Hiç şüphesiz “vermek” güzel bir duygudur. Verilen ister duygu olsun, ister maddi değeri olan bir şey olsun, verenin gücünü gösterir. Ama lütfen unutmayalım, istendiği takdirde, yokluğu hissedildiği ve varlığı alan için anlam taşıyacağı takdirde.
Aile ve yakın çevrenin gerektiğinde sağlayacağına inanılan destek, özellikle hayatın güç ve krizli dönemlerinde büyük önem taşımaktadır.
İnsan içinde yetiştiği aile ve yakın çevre ile derin ve anlamlı bağını kaybettiği, bu kişiler veya grupla olan sevgi bağları zedelendiği, “aidiyet” ve bütünleşme duygusunu kaybettiği, hayatın amacı konusunda tereddüde düştüğü zamanlarda, içine hastalık tohumları atılmaya ve gelişmeye elverişli bir zemin bulmaktadır.
Cehalet ve güçsüzlük şansa olan inancı artırır.
Bir problemle karşılaşan kişi şartlardan şikayet etmek ve hayıflanmak yerine, duygusal ve zihinsel enerjisini problemi nasıl çözeceğine yöneltirse, hem stresini azaltır, hem de başarılı olma şansını artırır. İnsanın dünyayı ve şartları değiştirmek yerine kendisini değiştirmeye gayret etmesi çok daha kısa zamanda olumlu sonuçlarını verir. Kişi sebepleri dışında değil, içinde ararsa, sonucunu değiştiremeyeceği durumları kabul eder ve problemi çözecek yeni alternatif yollar arar.
İnsan dış dünyanın biçimi belli nesnelerini bile, kendi ihtiyaçları yönünde farklı algılamaktadır.
Aynı olay farklı kişilerde, hatta bazen aynı insanda farklı zamanda, farklı tepkilerin ortaya çıkmasına sebep olabilir. Öyle ise belirli uyarana, belirli tepkiler verilir diye bir genelleme yapılamaz.
Dünyada bütün insanlara demokratik olarak verilmiş tek şey zamandır. Başarılı ve başarısız bütün insanların günleri 24 saat, haftaları 7, ayları 30 gündür.
Mutsuzluğu olaylara yüklemek, gerçeklerden kaçma yoludur.
Kullandığımız her araç kendi ömründen ve dayanıklılığından bir şeyler kaybederken, insan bedeni kullanıldıkça ve egzersiz yaptıkça gelişir.
Hayatı doyumlu ve başarılı yaşamanın ön şartı alternatif yaratabilmektir. Alternatif yaratmak için de zekâ, bilgi, cesaret ve istek gerekir.
Yaşanmakta olana bakışımız, yaşadığımızın objektif değerlerinden çok bizim o konudaki inanç ve kalıp düşüncelerimize bağlıdır.
Eski hekimler bedensel hastalıkların duygularla ve kişisel ilişkilerle çok yakın bağlantısı olduğunu bilirler ve iyileşmeyi sağlayacak olanın hastanın morali ve hastaya yakın kişilerin ona olan tavrı olduğunu bilip, bunlarınyerine göte güçlendirir yerine göre yönlendirirlerdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir