İçeriğe geç

Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2 Kitap Alıntıları – Berna Moran

Berna Moran kitaplarından Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2
kitap alıntıları sizlerle…

Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2
Kitap Alıntıları

doğallık ve masumiyet şehir toplumında barınamaz.
Düşünceler göklere yükseliyor, fakat vücut toprağa bağlı.
İstemedikleri adamla evlenmeye zorlanan kızlar bu duruma katlanmamalı, isyan etmeli, birleşmeli ve işbirliği yapmalı. Hatta gerekirse talip olan erkeği öldürmeli.
Kemal Tahir kadının toplumda yeri konusunda da Osmanlıdır; erkeğin üstün olduğuna, bundan ötürü hükmetmesi gerektiğine ve kadının da bunu kabul edip itaat etmesi gerektiğine inanır. ‘Osmanlı’ dediği kadın, yiğit, mert ve korkusuzdur ama erkeğin otoritesine karşı gelmez, tersine, ancak otoriter bir erkeğe saygı duyar.
İnsanın dramı kişiseldir ama kendi kişiliğinden değil toplumsallığından gelir
Pertev Naili Boratav ile Cevdet Kudret’in bize aktardığı bilgilerden, Kuyucaklı Yusuf’un bir üçlemenin ilk cildi olarak yazıldığını ve Yusuf’un bir eşkiya olarak işleneceği ikinci cildin Çineli Kübra adını taşıyacağını öğrenmiş bulunuyoruz.³
Nitekim Köse Hasan’ın ölmek üzereyken arkadaşlarıyla kızına tarak ve toka yolladığı sahneyi yazarken ağladığını söyler Orhan Kemal.
İnce Memed yalnız Türk soylu eşkiyalarıyla değil, çeşitli ülkelerin, Robin Hood, Billy the Kid, Jesse James gibi efsaneleşmiş haydutlarıyla akraba sayılır.
Kübra’nın anasının dediği gibi, “parası olanın ırzı da tamam, namusu da!”
Roman drama düşmüş insanı anlatır.
Kimdir okurun merakını gıcıklayan bu garip adlı adam? Romanın daha ilk sayfa-
sında, anlatıcı, Selim’in Turgut’a yazdığı mektuptan söz ederken o zamanlar daha
Olric yoktu demiş ve ileride belireceğini ima etmişti. Gerçekten de Olric ilk kez
genelev sahnesinin yer aldığı bölümde belirir Turguı’un kafasında. Niye bir Türk
adı değil de, Olric? Bazı tahminler yürütülebilir olsa olsa. Bir ad olarak Charles Dickens’in Büyük Umutlar romanındaki karakterlerden biri olan kötü ve sevimsiz Orlic geliyor insanın aklına. İki ad arasındaki benzeyiş çok açık ve Orlic’in Büyük Umuılar’ın kahramanı Pip’in kötü yanlannı temsil eden öteki ben’i olduğu söylenir. Tuıunamayanlar’daki Olric de Turgut’un öteki ben’ini temsil ediyor ama kötü yönünü değil kuşkusuz. Turgut’a efendimiz diye seslenen, akıllı ve sadık bir uşak gibi davranıyor ve bir yandan da Hamlet’i çocukken kaç kez omuzlannda
ıaşımış soytan Yorick ile çağrışımlar uyandırıyor. Romanda kendine Hamlet’liği
yakıştıran Turgut’un uşağının da Yorick değilse de Olric olması uygun görülmüş-
tü belki de. Kesin olan bir şey varsa o da Turgut-Olric ikilisinin edebiyat tarihinde
Don Kişot-Sancho Pança ikilisi gibi bir çift oluşturduklan. Okumuş, iyi niyetli
ama hayal dünyasında yaşayan Don Kişot ile, cahil ama gerçekçi Sancho Pança
ikilisi bu tema’nın arketipi sayılır. Biliyoruz ki Fielding’in Toın jones ve Partaidge
çifti, Charles Dickeııs’in Pickwick ve uşağı Sam Wellers çifti, Connan Doyle’un
Sherlock Holmes ve Dr. Watson çifti vb. bu ikili tema’sının çeşitlemeleridir.
Atay’ın Turgut ile Olric’i bu bağlamda düşündüğü çok açık, çünkü bu bağı Turgut
ile konuşurken Olric kendi kuruyor: Don Kişot, büyük bir soyluydu efendimiz.
Kendisine büyük saygım vardır. Onun gibi birine hizmet etmekten şeref duyar-
dım (s.379). Atay’ın bu ikili geleneğini biraz değiştirerek, uşağı, (Turgut’un iç ça-
tışmalarını diyaloğa dönüştürme olanağını sağlamak için) efendisinin yalnız kafa-
sında yaşayan bir karakter olarak kullanması ilginç bir yöntem.
İlle gerekli miydi başkaları? diye düşünür Zebercet, çünkü onun cehennemi başkaları dır.
( ) son bir genelleme yaparsak diyebiliriz ki, ikinci dönem romanı, genelde, düzenle uzlaşmayan, isyan ederek toplumun dışına kaçan, ezilmiş insanların romanıdır. İster kurban ister asi olsunlar, kendilerini toplumdan koruyacak bir sığınağa ihtiyaçları vardır.
İnce Memed’ler güvende olmak için dağlara sığınırlar; Zebercet, oteline, Turgut ise durmadan giden trenlere.
Atay da Atılgan da toplumun ezdiği, dışladığı bireylerin öyküsünü anlatırken, isyanlarını romanın yalnız içeriği ile değil biçimiyle de dile getirirler. Yine de ikisi arasındaki bir farka işaret etmeliyiz. Atay, klasik gerçekçi roman kurallarını hallaç pamuğu gibi atar ve konvansiyonlarını yıkarken yerleşik burjuva düzeninin romanını ve okurunu hedef alır. Atılgan ise Anayurt Oteli’nde, aralarında nedensellik bağı görülmeyen olaylar ve davranışlarının nedenleri bilinmeyen karakterlerle, yalnız içerik bakımından değil biçim bakımından da Saçma’yı yansıtan bir roman sunar bize. Anadolu romanında yapıtın bel kemiğini oluşturan eyleme dayalı olay örgüsü, doğal olarak Atay ve Atılgan’da önemini yitirir. Bu yazarların ilgisini çeken, karakterlerin iç dünyası, bilinci ve kişiliğidir.
Kemal Tahir için romancı demek, toplumu, sezgilerini de kullanarak inceleyen bir sosyolog demektir.
İnce Memed para dağıtmaz, adalet dağıtır. Yaşar Kemal Çukurova’daki açgözlü ağaların köylülerin topraklarını ne gibi yollarla ele geçirdiklerini ve toprak dağılımı konusundaki haksızlığı belirtmek istediği için lnce Memed’i bu haksızlığa başkaldıran bir devrimciye dönüştürür.
Doğaya dönelim sözü Rousseau’nun felsefesinin özeti sayılır ve Rousseau deyince, yozlaşmış uygarlığa karşı doğayı, sade yaşamı savunma gelir herkesin aklına.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
lnsan doğal olarak iyidir, ama toplumun kurumları yozlaştırır onu. Rousseau felsefesinin bu temel ilkesini şu önermeyle ortaya koymuştu: Tanrı elinden çıkan her şey iyidir, insan elinde her şey yozlaşır.
İlle gerekli miydi başkaları? diye düşünür Zeber­cet, çünkü onun cehennemi başkaları dır, Aylak Adam C. başkalarını hor gördüğü için, Zebercet ise başkaları tarafından hor görüldüğü için kaçar onlardan.
Ben toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gü­lünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyo­rum. Gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimiz, benimle birlikte düşünen ,duyan,seven bir kadın! (s.163) diyen C., toplumun benimsediği tüm değerleri sahte ve gü­lünç bulduğu için yalnızdır.
Turgut biraz da Don Kişot’tur. Turgut-Olric ikilisiyle Don Kişot-Sancho Pan­ça ikilisi arasında bir koşutluk vardır romanda. Don Kişot da toplumun dışına düşmüş, ezilenlerden yana bir tutuna­mayan değil midir?
Tutunamayanlar’ın iki başkişisi ve bundan ötürü iki öykü­sü olduğunu söylemiştik. Ne ki Selim ile Turgut arasındaki bağıntı açık değildir. Bazı bakımlardan benzeşirler bazı ba­kımlardan da ters düşerler. Bununla birlikte biliyoruz ki Turgut, Selim ile özdeşleşme peşindedir. Olur ya, belki bir gün tam senin gibi hissederim der, ‘.’senin heyecanların be­nim heyecanlarım olur: o zaman seni bütünüyle yaşarım, kimbilir. Bu durumda Selim’in, Turgut’un öteki ben’i mi olduğu sorusu geliyor akla.
gülümseyeceksin, bekleyeceksin ve hiçbir zaman ümide kapılmayacaksın.
Pehlivan Ali saf ve bilinçsiz bir işçidir, dönen dolapları görmez ve bu anlamda kördür. Kapitalizmin simgesi olan patoz üstünde ve tozdan gözlerini açamadığı için düşer makinenin içine. Hem mecazi hem düz anlamda körlük ölüme götürür onu.
Bereketli Topraklar Üzerinde’ ki en çarpıcı sahneler ve olaylar, korkunç çalışma koşulları, bilinçsiz ırgatların, işçile­rin emeğini acımasızca sömürten düzen bu kısımda verildiği için eleştirmenlerin de üzerinde durdukları konu, gözler önüne serilen bu toplumsal gerçeklik olmuştur.
Asıl aradığı şey nedir? Ne yapmak için gelmiştir dünyaya Yusuf? Bu soruların romanda cevabı yok. Yusuf kimliğini arayan roman kahramanlarından, ama kimliğini bulamadan roman bitiyor. Biliyoruz ki Sabahattin Ali, Kuyucaklı Yusufu üç ciltlik bir roman olarak tasarlamıştı ve büyük bir olasılıkla bu bitmemiş durumlar ve Yusuf’un kişiliği öteki cilt­lerde tamamlanacaktı.
İnsan doğal olarak iyidir, ama toplumun kurumları yozlaştırır onu.
Amacı ve anlamı olmayan bir dünyada insan bir düzen, bir anlam, bir ahenk görmek ister ve gerçeğe gözünü kapayarak uydurduğu anlamlı bir dünya ile aldatır kendini.
Atatürk’ün çeşitli kesimleri içine alabilecek bir halkçılık ideolojisi geliştirdiğini biliyoruz. Ama savaştan sonra bu ittifakın da, halkçılığın da sürmediğini görüyoruz.
İnce Memedler güvende olmak için dağlara sığınırlar; Zebercet oteline, Turgut ise durmadan giden trenlere.
Atılgan haksız düzenden, sömürüden, ezilenlerden söz etmese de Anayurt Oteli bir başkaldırı romanıdır çünkü dolaylı bir biçimde sergilediği toplum,anlayışsızlığın, acımasızlığın, şiddetin ve ahlaksızlığın yaygın olduğu yozlaşmış bir toplumdur.
İçeriği ve biçmiyle Saçma’yı yansıtan Anayurt Oteli bireysel bir sorunu dile getirmiyor demektir.Gerçi Zebercet, yalnızlığı,iletişimsizliği kendi psikolojik nedenlerinden ötürü daha uç noktalarda yaşar ama sorunu genel insanlık sorunudur.
Oğuz Atay’ın başkaldırı silahını geleneksel roman konvansiyonlarina çevirirken türlü anlatım tekniklerini denemesi,metni çeşitli söylemlerle dokuması Türk edebiyatına çağdaş bir roman kazandırmış ama kendi yapıtına da kaldıramayacağı kadar yük yüklemiştir. Çünkü Atay, Joyce,Nabakov ve Kafka gibi yazarların romana getirdiklerinin hemen tümünü Tutunamayanlar’a sığdırmak istemiş ve bu yüzden yapıtın çok yönlü ve tıkış tıkış dolu olmasına yol açmıştır.
Tutunamayanlar’ı öbür Türk romanlarından ayıran (ama James Joyce’nin Ulysses’i ile birleştiren)bir özelliği de çeşitli üsluplara (Osmanlıca, Türkçe, Öztürkçe) ve biyografi, ansiklopedi, günlük, şiir, tiyatro, mektup gibi çeşitli söylemlere yer vermesidir. Romana zenginlik ve ansiklopedik bir genişlilik sağlayan bu çeşitlilik Atay’ın ironisine de hizmet eder.
Tırpan’da Umberto Eco’nun Frames dediği iki tür olay,durum ve kişi olduğu söylenebilir. Biri günlük yaşamdan tanıdığımız,bildiğimiz olaylar, durumlar,davranışlardır.Komşuya gitmek, kahvede sohbet etmek, yemek yemek, alışveriş yapmak vb. İkinci tür olaylar, davranışlar ve kişiler de bize tanıdık gelir yine ama yaşamdan bildiğimiz ya da gözlemlemiş olduğumuzdan değil daha önce okuduğumuz anlatı metinlerinde rastlamış duğumuzdan.
Karşıt görüşü savununan Uluguş soruna feminist bir tutumla yaklaşır.İstemedikleri adamla evlenmeye zorlanan kızlar bu duruma katlanmamalı,isyan etmeli,birleşmeli ve işbirliği yapmalı.
Devlet Ana, Kemal Tahir’in üzerinde en çok tartışılan romanı olmuştur.Yayımlandığı yıllarda kimileri yapıtı göklere çıkarmış kimileri de yerin dibine batırmıştı.Bu değerlendirmeler yalnızca yapıtın meziyetlerinden ya da kusurlarından değil aynı zamanda Kemal Tahir’in kişiliğine olan hayranlıktan ya da kızgınlıktan kaynaklanır.
Kemal Tahir, Türkiye’de bazı tarihsel doğruları keşfetmenin,kimsenin söylemediği şeyi söylemenin heyecanı içinde romanın sanatsal yönünü ihmal etmeye başladı ve insana öyle geliyor ki Kemal Tahir’in Türk romanının sorunu ve işlevi hakkında söyledikleri sanatçı Kemal Tahir’in roman kuramı ile ilgili kaygılarından değil araştırmacı Kemal Tahir’in düşündüklerini ve vardığı sonuçları roman adı altına rahatça sunabilmesine gerekçe bulmak ihtiyacından kaynaklanıyor.
( )
O iyi insanlar dedi o güzel atlara bindiler çekip gittiler Aaaah! Aaaah! Aaaah!

Güzelliğin,iyiliğin ve sevginin yitip gittiğini anlatan bu öykü Yaşar Kemal’in yapıtlarında ve özellikle Akçasazın Ağaları ile Binboğalar Efsanesi’nde dile getirilen yozlaşma mitosunun küçük simgesel bir anlatısıdır.

Yaşar Kemal gerçeklikle efsanenin, olağan ile fantastiğin iç içe girdiği bir dünya sunar bize çünkü ona göre insan,yaşam savaşımını biraz da mitoslar yaratarak ve düşlerden güç alarak sürdürür.
Yer Demir Gök Bakır Yaşar Kemal’in romancılığında bir aşamadır,çünkü ilk kez bu yapıtında öyküyü,daha doğrusu yarıya yakın bir kısmını modernist roman anlayışıyla kurgular. Ana tema olan korku tema’sı etrafında, tekrarlanan simgeler/imgeler ve çeşitli öğelerle nakış işler gibi bir örüntü oluşturarak düzenler yapıyı.
Yaşar Kemal’in İnce Memed gibi bir tipi seçmesinin kişisel bir nedeni de var.Zeynep Avcı ile yaptığı bir söyleşide, kendini baş kaldırmaya mecbur hisseden insan tipinden söz ederken Onsekiz yaşımdan beri ‘mecbur’ insanlar çok ilgilendirdi beni diyor. Baba İshak, Kozanoğlu, Sakarya Şeyhi, Çakırcalı Memed, yazarımızın tarihte gördüğü ‘mecbur insan’ örnekleri.
Orhan Kemal mimetic bir yazardır yani kendisinin tanık olduğu ya da olabileceği bir yaşamı,okurun da rahatça inanabileceği sıradan kişiler ve günlük olaylara yansıtır.Yaşar Kemal, bu anlamda bir gerçeklikle yetinmez; yaşadıklarını, gözlemlediklerini başka tür bir gerçekliğe dönüştürür. Abartılarak işlendiği için simgeleşen ve arketipleşen kişiler ve olaylarla göreceğimiz gibi kurmaca yönü ağır basan destan havalı yapıtlar üretir.
Eskici Dükkanı’nda Orhan Kemal diğer hiçbir yapıtında yapmadığı bir şeyi denemekte, bir ailenin bireyleri arasındaki çapraşık ilişkilerin inişli,çıkışlı gelişimini incelemekte ve sergilemektedir.
Çukurova gerçekliğini yansıtmak için üç köylünün çektiklerini,içinde yaşadığı koşulları anlatan bu öykü sadece hayattan bir dilim vermeye çabalasaydı dağınık ve şekilsiz olabilirdi.Orhan Kemal öyküyü gidiş-dönüş üzerine oturtmak ve matematiksel dengeler kurmakla bunu engellemiş ve öyküye matematik diyebileceğimiz bir form vermistir. Bundan ötürü Bereketli Topraklar Üzerinde çarpıcılığını yalnızca sadakatle yansıttığı Çukurova gerçekliğine değil bu gerçekliği, mitoslardan gelen geleneksel bir yapı içinde ama canlılığı ayakta tutan modern bir gösterme yöntemiyle sunmasına borçludur.
Kanımca yazar, Yusuf’un doğallığını ve yalnızlığını vurgulamak için onu toplumdan ayırayım, pisliğe bulaştırmayayım derken halktan da koparmış ve insancıl sıcaklıktan yoksun yer yer sevgisiz ve bencil bir genç yapmış. Okurun özdeşleşeceği kahramanın bu kendini beğenmişliği ve ezilen yoksul tabaka dahil herkesi küçük görmesi, anlatıcının okura telkin etmek istediği değerlere ve tutuma ters düştüğü için romanın temel bildirisiyle çelişkili bir durum yaratıyor.
Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf’u ile başlayacağız çünkü eşraf ile bürokrasi işbirliğini ve haksız düzeni sergileyen bu yapıt, sorunsalı bakımından olduğu kadar geleneksel edebiyatımızın(Köroğlu gibi eşkiya öykülerinden) kaynaklanan yapısıyla da Anadolu romanının öncüsü olmuştur.
Batı romanı nereden kaynaklanmış? Masaldan halk hikayesinden mi? Tamam! Benim de masalım var, halk hikayem var Öyleyse romanımı oturtacağım temel vT ben de.
Bilindiği gibi Saçma kuramına göre, amacı ve anlamı olmayan bir dünyada insan bir düzen, bir anlam, bir ahenk görmek ister ve gerçeğe gözünü kapayarak uydurduğu anlamlı bir dünya ile aldatır kendini. Saçmanın kaynağı insanla dünya arasindaki bu uyumsuzlukta yatar. Aslında insanlar arasında ne gerçek bir iletişim kurulabilir ne de yaşama bir anlam verilebilir.
Amacı ve anlamı olmayan bir dünyada insan bir düzen, bir anlam, bir ahenk görmek ister ve gerçeğe gözünü kapayarak uydurduğu anlamlı bir dünya ile aldatır kendini.
Gerçek yaşamda insanlar biraz iyi biraz kötü, erdemlerinin yanı sıra kusurları da olan yaratıklardır.
Aslında Turgut biraz İsa, biraz Hamlet, biraz da Don Kişot’dur.
Romanda kendine Hamlet’liği yakıştıran Turgut’un uşağının da Yorick değilse de Olric olması uygun görülmüş­tü belki de.
Selim’in, yerleşik düzenle uyum sağlamış küçük burjuva aydınının karşısında olduğu açık, ama Tutunamayanlar’ın bildirisini (eğer öyle bir bildiriden söz etmek gerekiyorsa) bu sınıfın eleştirisine indirgemek romanın anlamını daraltmak olur.
Tutunamayanlar anla­tım tekniği bakımından Türk romanında bir aşamadır.
Selim’e göre düzene sokulmuş olaylar, kur­macaya dönüştürülmüş yaşam, şekilsizlikten kurtarılmış ve bir anlam kazanmış yaşamdır.
Tutunamayanlar 19. yüzyıl gerçekçi­liğine sırtını dönmüş, bir ayağı modernist bir ayağı postmodernist bir roman.
Bir öykü, bir tek kişinin, sizin de oynayabilmeniz için oynadığı bir oyundur.
Yazar kü­çük burjuva aydınlarını silkelemek için onların kültür değerleriyle, ideolojik tutumlarıyla, yaşamda bağlandıkları konvansiyonlarla alay eder, ama bununla yetinmez. Çünkü saldırı hedefi olan zihniyet sanat anlayışını da içerir ve bun­dan ötürü Atay saldırısını, tutunanların anlamayacağı, red­dedeceği türden bir romanla yapar.
Ana­dolu romancıları haksız düzene başkaldırırlarken, Atay ve Atılgan bireyin sorunlarına eğilmişler ve burjuva zihniyeti karşısında bireyin isyanını dile getirmişlerdir.
İnsan dediğin mahluk hiçbir şeyi değiştiremez.
İnsan doğal olarak iyidir, ama toplumun kurumları yozlaştırır onu.
Saçma kuramına göre, amacı ve anlamı ol­mayan bir dünyada insan bir düzen, bir anlam, bir ahenk görmek ister ve gerçeğe gözünü kapayarak uydurduğu an­lamlı bir dünya ile aldatır kendini.
Düşünceler göklere yükseliyor, fakat vücut toprağa bağlı.
Ben seni görür görmez anlamıştım; bütün kaygısız görü­nüşünün altında, duygulu, içine kapanık bir insan olduğu­nu.
Elini hiçbir kağıda uzatmayacaksın; on emrin birincisi budur. Söze erken başlamayacaksın, hiçbir düşünce ileri sürmeyeceksin, hiçbir şey bilmezmiş gibi görüneceksin, garip şekilde giyinmeyeceksin, ellerini masaya dayamaya­caksın, seni baştan savmalarına yol açmamak şartıyla ken­dine acındıracaksın, gülümseyeceksin, bekleyeceksin ve hiçbir zaman ümide kapılmayacaksın.

#Tutunamayanlar#

Kendini asan kızlar, ken­dini asmak yerine onları satın almak isteyenleri öldürseler­di bugün durum başka olurdu.
Zenginin canı tatlı olur.
Ve­rimli topraklara sahip olana yarar Anadolu Tükenmez insan kaynağıdır, insanın zanaatı da göründüğü gibi, köy­lülük değildir, devlet kuruculuğudur.
Batı adamı sömürücüdür, kıyıcıdır, haristir ve bencildir.
Sen doğrusun ama, söz anlar mı erkek milleti!
Aklına geleni işlemez mi?
İnsanın tabiatında vardır eski günleri yüceltmek eğili­mi.
Çünkü kan davası töre­lerin gereğidir ve bir onur meselesidir. Ve onur en büyük değerdir bu beyler için.
Olma kula kul, öpme el ayak, kirlenmesin ağzın. Ya ver canını insan için ya da etme kala­balık dünyamıza

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir