İçeriğe geç

Haytalarla Çolpalar Kitap Alıntıları – Jack London

Jack London kitaplarından Haytalarla Çolpalar kitap alıntıları sizlerle…

Haytalarla Çolpalar Kitap Alıntıları

Nitekim gerçekçilik, bir insanın mutfak kapısında yemekle değiş tokuş edebileceği yegâne mülktür.
Ne de olsa dilencilerin başarısı, iyi hikâyeler anlatmalarına bağlıdır.
Cehennemde krallık cennette hizmetçilikten iyidir,
Bir köpeğe kemik vermek hayırseverlik değildir. Hayırseverlik, kendiniz de o köpek kadar açken onunla kemiğinizi paylaşabilmektir.
Köpeğe atılan bir kemik hayırseverlik değildir. Hayırseverlik siz de en az köpek kadar açken onunla paylaştığınız kemiktir.
Yoldaki hayat her zaman eğlenceli değildir.
Seksen yaşında olup da yolda koltuk değnekleriyle seke seke yürürken, bir polis birden karşıma çıksa bile değnekleri yere atıp koşmaya başlarım sanırım.
Birkaç dolarım olmadığı için taş ocağına gidip hükümlü bir köle olarak doksan gün orada çalışacaktım.
Yoksulluğumuza lanet ettik.
Geçinmek evimizde her zaman en büyük sorundu.
Cehennemde krallık ,cennette hizmeçilikten iyidir.
Zengin olduğu biliniyordu,kendine ait hücresinde görkemli bir yalnizlik içinde yaşıyordu.
Hukuk ve haklarım hakkında bir şeyler biliyordum ve onların adaleti nasıl kötü uyguladıklarını ifşa edecektim.
Suçluyum ya da suçsuzum deme hakkım da elimden alınmıştı ve böylesi uyduruk bir mahkeme ile hapis cezasına çarptırılmıştım.
Adalet makinesi ağır ağır öğütüyordu
Gamsız çocuklar gibi gülüyorduk.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Çocuk işçiliği raporlarını okuyun, bilin ki hepimiz kâr tüccarlarıyız.
Bazen insanla diğer hayvanlar arasındaki farkın ne olduğunu düşünürüm ve bana göre insan, kendi türünün dişisine kötü davranan tek hayvandır.
Yüzünde tüm insanlığın çektiği acı vardı
Bir maceraya asla paha biçilemez.
Serseriliğin en çekici yanı büyük ihtimalle monotonluktan uzak olmasıdır.
Dilencinin başarısı onun iyi hikaye anlatabilme yeteneğine bağlıdır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Çöpe atılan bir kemik hayırseverlik değildir. Hayırseverlik kendin de köpek kadar aç olduğunda o kemiği köpekle birlikte paylaşabilmektir.
İnsanın, kendi türünden dişilere eziyet eden tek hayvan olduğu tezini ileri sürmüşümdür.
Serserilik hayatının, en büyük cazibesi tekdüze olmayışıdır.
Kurtların, en alçak Amerikan kurtlarının, hatta evcilleştirilmekle dejenere edilen köpeklerin kötülüğü asla onları suçlu kılmaz, dişisine kötü davranan tek hayvan insanoğludur.
çünkü yollara düşmek düşmekten daha kolaydı.
Dediğim gibi, zengin olmakla ünlüydü; ama parasını asla görmedik, kendine ait hücresinde görkemli bir yalnızlık içinde yaşıyordu.
Nerede, nasıl öldüğümüz ne farkeder,
Ölüme yürüyecek kadar güçlü olduktan sonra?
Serseriler Kralının Şarkısı
Köpeğe atılan bir kemik hayırseverlik değildir. Hayırseverlik siz de en az köpek kadar açken onunla paylaştığınız kemiktir.
Bir köpeğe kemik vermek hayırseverlik değildir. Hayırseverlik, kendinizde o köpek kadar açken onunla kemiğinizi paylaşabilmektir.
Daha da karşımda göremediğim çabaya, atılmayan adımlara verilmeyen ilgiye koşacak değilim, yol sizin olsun
Ey yardımseverlik için vaaz veren sizler! Yoksullardan örnek alınız, çünkü yalnız onlar bu erdemi kullanmasını bilirler. Onlar kendilerine gereksiz olanını vermezler çünkü fazlası ellerinde yoktur.Hatta bazen kendilerine ayırdıklarını bile seve seve verirler. Köpeğe atılan bir kemik yardımseverlik örneği değildir. Yardımseverlik, en az köpek kadar aç olunduğu zaman kemiği onunla paylaşmaktır.
Seninle uzun yola çıkmak vardı, ama sen yarı yolda bırakmayı seversin..!
Dişisine kötü davranan tek yaratıktır insan; ne kurtların, ne korkak kaplanların, ne de insan yaşantısına sokulup soysuzlaşan köpeklerin bile yapmaya kalkışacakları bir şeydir bu.
Serseri oldum çünkü içimdeki enerji, kanımı kaynatan macera arzusu beni rahat bırakmıyordu Yollara düştüm çünkü ondan uzak duramıyordum, çünkü cebimde tren bileti alacak param yoktu, çünkü hep aynı vardiyada çalışamazdım, çünkü serseri olmak, olmamaktan daha kolaydı.
Bizler cehennemdeki bir ızgaranın üzerinde dönüp duran kayıp ruhlardık ve şeytanın vücut bulmuş hali olan kazancı, bize tek seçenek olarak dışarıda soğuktan donmayı sunuyordu.
Düzen böyle Serseriler topluma kafa tutuyor, toplumun bekçi köpekleri de ekmeklerini serserilerin üzerinden kazanıyorlardı.
İnsan acısının en son ölçüsü bu kadının yüzünde okunuyordu ve buna ek olarak, yüzünde daha fazla acı çekmeye tahammülü olmadığına dair trajik bir ifade vardı. Yüz ifadesi, hiçbir şeyin artık onu incitemeyeceğini resmediyordu.
“Nerede ya da nasıl öldüğümüz ne fark eder, Ölüme yürüyecek kadar güçlü olduktan sonra?”
Sizi hayırseverlik tüccarları! Gidin de hayırseverlik neymiş yoksullardan öğrenin Köpeğe atılan bir kemik hayırseverlik değildir. Hayırseverlik, kendin de köpek kadar aç olduğunda o kemiği köpekle birlikte paylaşabilmektir.
O gözlerde, bana baktıklarında, denizin açık güneşini gördüm.
Bir dilencinin başarısı iyi hikâye anlatabilme yeteneğine bağlıdır. Her şeyden önce ve anında, dilenci kurbanını “tartmalıdır.” Ardından, kurbanının kendine özgü kişiliğine ve mizacına hitap edecek bir hikâye anlatmalıdır. Ve işte tam da burada büyük bir zorluk ortaya çıkar: Kurbanı tartmakta olduğu an hikâyesine başlamalıdır. Hazırlık yapmak için bir dakika bile yoktur. Bir şimşek hızıyla kurbanının huyunu suyunu sezmeli ve hedefi vuracak masalı uydurmalıdır.
Köpeğe atılan bir kemik hayırseverlik değildir. Hayırseverlik, siz de en az köpek kadar açken onunla paylaştığınız kemiktir.
Kusurlu, dejenere deli, sersem, saralı, canavar, cahil adamlar
Kısacası gerçek bir insanlık kâbusu. Bizdeki sık sık krizler bu yüzdendi.
Bulaşıcı gibiydi.
Bu toplulukta barınabilmek için bu ikiyüzlü dostlukları kabullenmek zorundaydım.
“Çaylaklar” da demiryolu çocuklarının ellerinde çok acı çekerler.
Bilinen bir ifadeyle, çaylaklar acemidir. Çaylak yola yeni çıkmış bir ergen ya da en azından gençlik çağında biridir. Öte yandan, yoldaki bir çocuk ne kadar acemi olursa olsun, hiçbir zaman çaylak değildir; o bir demiryolu çocuğudur ya da “yemlik”tir ve eğer bir “usta” ile yolculuk ediyorsa, “usta malı”dır. Ben asla ustanın malı olmadım, çünkü mal edinilmekten asla hoşlanmadım. Önce bir demiryolu çocuğu, sonra bir usta oldum. Genç yaşta başladığım için çaylaklık çıraklığımı pratik bir şekilde atladım. Kısa bir dönem için, Denizci Çocuk takma ismimi Frisco Kid ile değiştirdiğim dönemde, bir çaylak olma kuşkusu altındaydım. Ama benden kuşkulananlar beni daha yakından tanıyınca fikirlerini çabucak değiştirdiler ve kısa zamanda bir ustanın açık ve ayırt edici havasını edindim. Ve şu bilinmeli ki usta, yolun aristokratıdır. Onlar lordlar ve efendiler, saldırgan insanlar, ilk soylular, Nietzsche’nin sevdiği sarışın hayvanlardır.
Sarhoşlar demiryolu çocuklarının özel avlarıdır. Sarhoş bir adamı soymaya “ipsiz devirmek” derler; nerede olurlarsa olsunlar sürekli sarhoşları kollarlar. Bir sinek nasıl örümceğin asıl avıysa, sarhoş da onların asıl avıdır.
İpsiz devirmek çoğu zaman eğlenceli bir görüntüdür, özellikle ipsiz çaresizse ve dışarıdan birinin karışması olasılık dışıysa. Üstüne ilk çullanışta ipsizin parası ve değerli eşyası gider. Sonra çocuklar kurbanın etrafında savaş konseyi kurmuş gibi otururlar. Bir çocuk, ipsizin kravatını beğendiğinden söz eder.
Kravat yerinden çıkarılır. Bir başka çocuk iç çamaşırların peşindedir. Onlar da çıkarılır, bir bıçak, elbisenin kollarını ve bacaklarını çabucak kısaltır. Bazen, demiryolu çocuklarının hobo arkadaşları çağırılır ve çocuklara büyük gelen palto ve pantolonlar onlara verilir. Ve sonunda ipsizin yanında atılmış paçavralarını bırakarak çekip giderler.
Sanat, sonuç olarak birazcık beceriyle en aşağılık yalanın bile kabullendirebildiği,bir ustalıktan başka bir şey değil.
Size Vermont’da Ruthland’daki taş ocaklarına gitmeyi nasıl başardığımı da anlatayım.
Bu son karşılaşmamız oldu. Sevgili Isveçli bulunduğun yerde , kendine gönlünce bir iş bulmuş olmanı umut ederim!
Biraz sonra ayrılmış ve sisin içinde kaybolmuştuk.
Elimi oldukça kuvvetli bir biçimde sıktı.
Iki bardak on sente geliyordu ve sobanın yanında oturup sabaha kadar istediğimiz gibi uyuyabilirdik. Kurtulmuştuk!
Eminim ki eğer karşılaşsaydık ayrılmaz iki dost olurduk , ama bir türlü karşılaşamıyorduk.
Diyelim ki hiç tütünü olmayan aç biri var. Benim de tütünü tek başına içen bir ahlaksiza işim düştü.
Üstümüzde kibrit , tutun, para , çakı vb neyimiz varsa birakmamizi söylediler.
Buffalo’ya gelmişti. Tabii, meteliksizdi. Bütün öyküsü bundan ibaretti.
Birileri seninle konuşmak isteyecek.
Peki, geri dön ve çok uzaklaşmadan önümde yuru.
Şimdi uyumak için bir çatı bulmak gerekiyordu.
Biten gün, hayatımın içindekilerden yalnız bir tane-siydi. Yarın yeni bir gün olacaktı ve ben kabima sığamıyordum.
Konvoyun her egilisinde yıldızlar filo halinde dönüyorlardı. Onları izlerken uyuyakaldım.
Zenci düş kırıklığına uğramış gibi görünüyordu ama sonra koşullara uyarak içecek istedi. Susamıştı gerçekten de!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir