İçeriğe geç

Siyah Damar Kitap Alıntıları – Tarryn Fisher

Tarryn Fisher kitaplarından Siyah Damar kitap alıntıları sizlerle…

Siyah Damar Kitap Alıntıları

Bana bir gerçek söyle, Senna.
Nasıl yapacağımı bilmiyorum,
O zaman bir yalan söyle.
Seni sevmiyorum.
“Benden ayrılırken söylediği son şey, arkana doğru düştüğünde beni hissedeceksin, olmuştu.”
Benden ayrılırken söylediği son şey, Arkana doğru düştüğünde beni hissedeceksin, olmuştu.
Üç şey uzun süre saklı kalmaz: güneş, ay ve gerçek.
Aşk yavaşça gelir ama bir anda giderdi.
Hayatına ne kadar insan dahil edersen, o kadar kötülük dahil edersin.
Soru sormak bazı ilişkiler geliştirmenin temel taşıdır.
Bir hiçliğin ortasındaydık.
Hiçbir şey hissetmiyordum

Hiçbir şey hissetmiyordum

Her şeyi hissediyordum.

Gerçekler akıl içindir, yalanlar ise kalp için.
İnsanlar, başka birisinin ağırlığını taşımak
için yaratılmamışlardır. Daha kendimizi zor
taşıyoruz.
– Belki de başka birisinin ağırlığını taşımak,
kendi ağırlığını biraz olsun hafifletiyordur.
*Gerçek, akıl içindir. Yalanlarsa kalp için. *
Bana bir gerçek söyle, Senna
Nasıl yapacağımı bilmiyorum
O zaman bir yalan söyle.
Seni sevmiyorum.
“Gerçekler akıl içindir”dedi.”Yalanlar ise kalp için.O yüzden , bence yalanlara devam edelim.”
Yaşımız ilerlerken diğer yarımızın her zaman dışarılarda bir yerlerde olduğu söylenir. Ve gezegenimizi yuva edinmiş altı milyar kadar kişi olduğuna göre, o kişilerden biri muhtemelen senindir. O kişiyi, ruhunuzun bir parçasını, büyük aşkınızı bulmak ise yollarınızın ve hayatlarınızın kesişmesine, bir ruhun diğerini fark etmesine bakar.
Ben kendi parçamı buldum. Umduğum gibi birisi değildi.
Ben küçük bir çocukken annem insanların ruhlarını iki şekilde kay­bettiklerini söylerdi: ya biri gelir onu senden alırdı ya da kendi isteğinle teslim ederdin.
İnsanlar başka birisinin ağırlığını taşımak için yaratıl­mamışlardır. Daha kendimizi zor taşıyoruz.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bana bir gerçek söyle, Senna.
Nasıl yapacağımı bilmiyorum,
O zaman bir yalan söyle.
Seni sevmiyorum.
Sen benim kendime karşı hissettiğim acıma duygusunu, şirretliğimi, dünyaya haddini bildirme arzumu aldın ve hepsini kendine yönlendirdin. Seni o zaman sevdim. Çünkü sen beni görüyordun. Sanki körlükten uyanmış ve ruh eşimle burun buruna beklediğimi fark etmiş gibiydim. Ki bu senin ruhun benimkini iyileştirene kadar inanmadığım bir konseptti. Daha önce bana hâkim olan karanlık senin aydınlığına boyun eğmişti. Beni bağlayan halatlar artık kendime acıma duygusu ya da şirretlik değildi. O halatlar birdenbire sen olmuştun ama iyi anlamda. Kendimi tek parça hâlinde tutabilmek için o halatlara ihtiyacım var. Artık kendime zarar vermek istemiyorum, çünkü bu seni de incitiyor.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
“En son seansımızda bana ne sorduğunu hatırlıyor musun?” Boş bir surat ifadesiyle ona baktım. Tanrı varsa, neden insanlara bu kadar kötü şeyler olmasına izin veriyor?’ demiştin.” Hatırlıyordum. “Özgür irade kötü seçimleri doğurur; içkili bir şekilde araba sürüp başkasının çocuğunu öldürmek gibi seçimleri. Birini öldürmek gibi. Kimi sevip, hayatımızı kiminle geçirmemiz gerektiği gibi seçimleri. Eğer Tanrı, kimseye bir zarar gelmemesine karar verseydi, o zaman insanların özgür iradelerini alırdı. Ve o zaman da kendisi bir diktatör olurdu, insanlar da onun kuklası.
Bir defasında yer, zaman ve durumlar ne olursa olsun tanışmaları kaderlerinde olan insanların arasında görünmez bir bağ olduğunu okumuştum. Bağ esneyebilir ya da dolaşabilir ama asla kopmazdı.
Bağlı hissettiğiniz ilk insan annenizdir. İki atardamar ve bir damardan oluşan bir kordonla bağlanırsınız. Sizinle kanını, sıcaklığını ve hayatını paylaşarak hayatta kalmanızı sağlar. Doğduğunuz zaman doktor o kordonu kestiğinde yeni bir şey şekillenir. Duygusal bağınız.
“Sakın ölme,” diye uyardım onu. “Ölecek olursan hemen ardından geleceğim.” Eğer beni duyabiliyor olsaydı onu benim ölümümle tehdit etmek işe yarardı. Sadece beni hayatta tutabilmek için ölüme direnirdi.
– “Bana bir yalan söyle, Isaac.”
– “Seni sevmiyorum. Bana bir gerçek söyle, Senna.”
– “Nasıl yapacağımı bilmiyorum?”
– “O zaman bir yalan söyle.”
– “Seni sevmiyorum.”
– “Gerçekler akıl içindir, yalanlar ise kalp için. O yüzden, bence yalanlara devam edelim.”
Sesler bir kitap kadar yüksek sesle konuşmaya her zaman korkmuşlardı ve hep korkacaklardı. Yazarlar bu yüzden yazarlardı: bazı şeyleri mürekkeple daha yüksek sesle söyleyebilmek için. Düşüncelere bir ses verebilmek için; sessiz kalabilmek için ve duyguların hissedilebilmesi için.
– “Bu çirkin bir itham.”
– “Seninle aynı şeyleri istemiyor olmam isteklerimin çirkin olduğu anlamına gelmez.”
Isaac ile birbirimize sorular sorduğumuzda bir tenis maçı düşünüyordum. Filenin ötesine bir top gönderdiğinizde onun geri geleceğini bilirdiniz, sadece hangi yönden geleceğini bilemezdiniz.
Dudakları saçlarımdaydı. “Üzgünüm, Senna.” Titredim. Üzgün müydü? O mu üzgündü? “Neden?” Sessizlik bir ömür kadar uzundu. “Bu defa seni kurtaramadım.” Göğsünde ağladım. Kurtaramadığı için değil, kurtarmak istediği için.
Bu herhangi bir şeye mahkûm olmanın sonuçlarından biriydi işte. Özgürlüğünüzü istiyordunuz ama özgürlük size verilir verilmez, zincirleriniz olmadan çıplak hissediyordunuz.
Hüzün ekersen hasadın gözyaşı olur derdi annem. Fakat bu evde hissettiğimiz tek şey hüzündü zaten. Benim hasat zamanım ne zaman gelecekti?
“Tüm hayatın boyunca sessiz biri oldun. Tanıştığımızda sessizdin, acı çektiğinde sessizdin. Hayat darbelerine devam ederken sessizdin. Ben de öyleydim, biraz. Ama senin gibi değil. Sen durağansın. Ve ben seni hareket ettirmeye çalıştım. İşe yaramadı. Ama bu senin beni hareket ettirmediğin anlamına gelmiyor. Söylemediğin her şeyi duydum. O kadar yüksek sesliydi ki görmezden gelemedim. Sessizliğin, Senna. Sessizliğin çok yüksek sesli.”
Isaac ile tanıştığımdan beri kendime zarar vermedim. Nedenini bilmiyorum. Belki de bana bir şeyler hissettirebildiği ve artık bir şeyler hissetmek için bir jilete gerek duymadığım içindir. Bunu bu yüzden yapıyoruz zaten, değil mi? Hissetmek için kendimize jilet atıyoruz?
İnsanlar yalan söyler. Sizi kullanır ve yalan söylerler. Ve bunları nasıl sadık olduklarından ve sizi asla terk etmeyeceklerini anlatırken yaparlar. Kimse böylesine bir söz veremez, çünkü hayat mevsimlerden ibarettir ve mevsimler değişir. Değişiklikten nefret ederdim. Değişikliğe güvenemezsiniz, güvenebileceğiniz tek şey değişimin gerçekleşeceği gerçekliğidir. Ama bu gerçekleşene kadar ve siz öğrenene kadar onların aptalca ve saçma sözlerine inanırsınız. İnanmayı seçersiniz, çünkü inanmaya ihtiyacınız vardır. Bir yaz yaşarsınız, her şey çok güzeldir, hiç bulut yoktur ve hava hep sıcaktır. Bir insanın hayatınızda kalıcı olduğuna inanırsınız, çünkü insanlar hayat güzelken sizinle birlikte olurlar. Ben buna bal mevsimi diyorum. Hayatımda insanların kış geldiğinde sizi bırakıp gittiklerini öğrenecek kadar çok bal mevsimi yaşadım. Hayat sizi dondurduğunda ve titremeye başladığınızda sadece hayatta kalmak için kendinizi kat kat sarmalarsınız. Bunu en başta fark etmezsiniz bile. Soğuk sizi net bir şekilde görmenizi engelleyecek kadar uyuşturur. Ve birdenbire yukarı bakarsınız ve karın erimeye başladığım görür, tüm kışı yalnız geçirdiğinizi fark edersiniz. Bu beni çıldırtan bir durum. Öylesine çıldırtıyor ki insanlar beni terk etmeden, ben onları terk ediyorum. Nick’e yaptığım da buydu. Isaac’e yapmaya çalıştığım da. Tek fark Isaac’in gitmeyişiydi. Isaac bütün kış benimle birlikteydi.
Birisi vücudunuzu alabilir, kullanabilir, dövebilir, bir çöp parçasıymış gibi davranabilirdi ama fiziksel bir saldırıdan daha çok acıtan tek şey o saldırının içinize yerleştirdiği karanlıktı.
– “Önceki gün ”
– “Ne?” dedim. “Öylece çekip giden sensin.”
– “O gün, doğru gün değildi.”
Bu nasıl bir düşünce tipiydi böyle?
– “Ve bugün de doğru gün mü yani?”
Omuzlarını silkti.
– “Belki de. Sadece buraya gelesim vardı sanırım.”
Merhaba,” dedim önünde durarak. Bakışlarını kaldırması biraz zaman aldı. Kaldırdığında ise biraz miskin bir havası vardı. Direkt söze girdim: “Ben bir yazarım ve sizin burada durduğunuzu görünce birdenbire kâğıt üzerine bir şeyler dökmek istedim. Ki bu da bana, benim ilham kaynağım olduğunuzu düşündürdü. Ki bu da sizinle konuşmam gerektiği anlamına geliyordu.”
Çünkü hayatım kötü olayların bir özeti gibi. Hayatına ne kadar insan dâhil edersen, o kadar kötülük dâhil edersin.
– “Ameliyatı senin yapmanı istiyorum.”
Geri yaslandı, iki elini de başının arkasına götürdü ve bana baktı.
– “Sen onkolojik cerrahsın. Google’dan baktım.”
– “Neden sadece sormayı denemedin?”
– “Çünkü bu benim yapacağım bir şey değil. Soru sormak bazı ilişkiler geliştirmenin temel taşıdır.”
Başını salladı.
– “İlişki geliştirmenin nesi yanlış peki?”
– “Tecavüze uğradığında ya da göğüs kanseri olduğunda insanlara bunu anlatman gerekir. Ondan sonra da sana hüzünlü gözlerle bakarlar. Ama gördükleri sen olmazsın. Ya tecavüze uğramış olmanı ya da göğüs kanserini görüyorlardır. Ve eğer insanlar benim yaşadıklarımı ya da bana olanları görüp de benim aslında kim olduğumu görmeyeceklerse, kimsenin beni görmemesini tercih ederim.”
Nereye gideceğimi bilmiyordum. Mutfağa mı? Odama mı? Yoksa ofisime mi? Her yer çok saçma geliyordu. Ölmek istiyordum ama ölmek istemiyordum.
– “Sözleri olan bir müzik dinler misin sen hiç?”
– “Hayır. Buradan sola dön.”
Köşeden döndü ve meraklı bakışlarını bana çevirdi.
– “Neden?”
– “Çünkü en önemli şeyleri en basit notalar söyler.”
Eller, birisini yaralayabilirdi de iyileştirebilirdi de. Onun elleri iyileştiriyordu.
“Senna, ben ufak bir çocukken, kırmızı bir bisikletim vardı. Her gece yatağa gittiğimde Tanrı’ya bisikletime kanatlar vermesi için yalvarırdım, böylece sabah olduğunda uzaklara uçabilecektim. Her sabah yataktan fırlar ve Tanrı’nın dualarıma cevap verip vermediğini görmek için direkt garaja koşardım. O bisiklet hâlâ var. Artık kırmızıdan çok pas rengi bir bisiklet. Ama hâlâ kontrol ederim. Hem de her gün.”
Ben küçük bir çocukken annem insanların ruhlarını iki şekilde kaybettiklerini söylerdi: ya biri gelir onu senden alırdı ya da kendi isteğinle teslim ederdin.
– “İnsanlar, başka birisinin ağırlığını taşımak için yaratılmamışlardır. Daha kendimizi zor taşıyoruz.”
– “Belki de başka birisinin ağırlığını taşımak, kendi ağırlığını biraz olsun hafifletiyordur.”
Bir tükenmez kalemim ve birkaç kâğıdım olmasını diliyordum ama tek tükenmez kalemimiz tükeneli çok olmuştu.
Hiçbir şey hissetmiyorum korku bile yok. Bana ne hissetmem gerektiğini söyleyebilir misin Isaac?
Yaşarız ve ölürüz dedim.
Yapabildiğimizin en iyisini yaparız.
“Bakmadığımı düşündüğün zamanlar var ya, aslında bakıyor oluyorum.”
“”Müzik de insanları kurtarır,” dedim. Bunu şahsen bilmiyorum ama bir yazardım ve insanların neler düşündüğünü bilmem benim işimdi. Ve bende onların bunu söylediğini duydum.
“Beni kurtarmıyor,” dedi. “Beni tamamen yıkıcı bir hale getiriyor.”
Aşk sahiplenmedir; bu sanki hayatınızdaki insanlardan bir tabakaya sahip olmak gibi. Ama benim hayatım bir kek olsaydı katmansız bir kek olurdu, pişmemiş ve malzeme­si olmayan bir kek olurdu. Birinin sevgisini sahiplenmek için kendimi çok sesli bir biçimde soyutlamıştım.
“Özgür irade kötü seçimleri doğurur; içkili bir şekilde araba sürüp başkasının çocuğunu öldürmek gibi seçimle­ri. Birini öldürmek gibi. Kimi sevip, hayatımızı kiminle geçirmemiz gerektiği gibi seçimleri. Eğer Tanrı kimseye bir zarar gelmemesine karar verseydi, o zaman insanların özgür iradelerini alırdı. Ve o zaman da kendisi bir diktatör olurdu, insanlar da onun kuklası.
Savunmasız gerçek ve koşulsuz aşkın son sözü söyleyebilece­ğine inanıyorum.
“Üç şey asla saklı kalmaz: güneş, ay ve gerçek,”
Bir defasında yer, zaman ve durumlar ne olursa olsun tanışmaları kaderlerinde olan insanların arasında görün­mez bir bağ olduğunu okumuştum. Bağ esneyebilir ya da dolaşabilir ama asla kopmazdı.
“Gerçekler akıl içindir,” dedi. ‘Yalanlar ise kalp için. O yüzden, bence yalanlara devam edelim.”
“Kendinin bir parçası olduğunu fark ettiğin bir şeyi görmezden gelemezsin.”
İnsanlar yalan söyler. Sizi kullanır ve yalan söylerler. Ve bunları nasıl sadık olduklarından ve sizi asla terk etmeye­ceklerini anlatırken yaparlar. Kimse böylesine bir söz ve­remez, çünkü hayat mevsimlerden ibarettir ve mevsimler değişir. Değişiklikten nefret ederdim. Değişikliğe güvene­mezsiniz, güvenebileceğiniz tek şey değişimin gerçekleşe­ceği gerçekliğidir. Ama bu gerçekleşene kadar ve siz öğre­nene kadar onların aptalca ve saçma sözlerine inanırsınız.
İnanmayı seçersiniz, çünkü inanmaya ihtiyacınız vardır. Bir yaz yaşarsınız, her şey çok güzeldir, hiç bulut yoktur ve hava hep sıcaktır. Bir insanın hayatınızda kalıcı olduğuna inanırsınız, çünkü insanlar hayat güzelken sizinle birlikte olurlar. Ben buna bal mevsimi diyorum. Hayatımda in­sanların kış geldiğinde sizi bırakıp gittiklerini öğrenecek kadar çok bal mevsimi yaşadım. Hayat sizi dondurduğun­da ve titremeye başladığınızda sadece hayatta kalmak için kendinizi kat kat sarmalarsınız. Bunu en başta fark etmez­siniz bile. Soğuk sizi net bir şekilde görmenizi engelleye­cek kadar uyuşturur. Ve birdenbire yukarı bakarsınız ve karın erimeye başladığım görür, tüm kışı yalnız geçirdiği­nizi fark edersiniz. Bu beni çıldırtan bir durum. Öylesine çıldırtıyor ki insanlar beni terk etmeden, ben onları terk ediyorum
“Çünkü en önemli şeyleri en basit notalar söyler.”
Hiç kimse hayatı zaten ağır olan birisini taşımak iste­mez.
Ya kendi hayatımın kahramanı hâline gelecektim ya da bu rüt­be bir başkasının eline geçecekti.
Üç şey asla saklı kalmaz: güneş,ay ve gerçek
Hüzün ekersen hasadın gözyaşı olur.
Çünkü en önemli şeyleri en basit notalar söyler.
“İyi misin?”
Başını iki yana salladı. “Hayatta olmam senin için ye­terli değil mi?”
“Öldü mü?”
İki kez sorması gerekmişti.
“Benim için öldü.”
“Nerede?”
“Dışarılarda bir yerlerde bencilliğiyle yaşıyor.”
Seçtiğin hayat kimliğinin bir esansıdır.
Şans cesur olanın yanındadır.
Fortez fortuna juvat
-İnsanlar başka birisinin ağırlığını taşımak için yaratılmamışlardır. Daha kendimizi zor taşıyoruz.

– Belki de başka birisinin ağırlığını taşımak kendi ağırlığını biraz olsun hafifletiyordur, dedi.

Güvende olan kimdi? Hiç kimse. Dünyada hiçbir zaman güvende olmayacağımızı garantileyen çok fazla kötü şey vardı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir