İçeriğe geç

Hayat Basamakları Kitap Alıntıları – Hace Yusuf-i Hemedani

Hace Yusuf-i Hemedani kitaplarından Hayat Basamakları kitap alıntıları sizlerle…

Hayat Basamakları Kitap Alıntıları

Hayat, teselli olmaktır. Herkesin tesellisi ve huzuru farklı şekilde ve farklı şeyledir. Hayatın en alt rütbesi ve en aşağı derecesi dünya ile teselli olup oyalanmaktır. Bu, hayvanların hayatına ve yaşayışına benzer.
Kâinat, zâhiren senin emrine âmâdedir. Sen de mânen kâinatın emrine âmâdesin.
Başarıyı veren Allah Teâlâ’dır.
Gökler ve yer seçkin insanların ruhuyla ayakta durur, güneş, ay ve yıldızlar onunla parlar, gökteki bulut onun sayesinde yağmur indirir.
Kul, ne getirecek diye kadere bakar. Kader de ne emredecek diye kazâya bakar. Kazâ, ne buyuracak diye ilahi izne, izin kudrete, kudret meş’iyyete, meş’iyyet de ilahi emre bakar.
Birbirine zıt olan iki şey bir kalbde beraber ve dost olamazlar.
daima düşünceli ve kederli idi.
Kimden daha çok cefa ve eziyet görmüşsen, ona daha iyi davran!
İşin gerçeği şudur ki göz aslâ gözü ve görüleni hakkıyla göremez; akıl aslâ aklı ve düşünüleni hakkıyla anlayamaz, his aslâ hissedileni hakkıyla idrâk edemez.
Dînî düşünceler ve amellerle tesellî olan ve huzur bulan herkes, İslâm ile yaşamaktadır. Rabbânî âyetleri, melekî ilhâmın düşüncelerini, semâvî kitapların hikmet ve öğütlerini, Mevlâ’nın emir ve yasaklarını tebliğ için peygamberlerin gönderilişini, hâkimiyyet-i ilâhiyyenin ol der ve olur hükmüyle oluşan küçük-büyük işlerini görerek tefekkür eden ve bu düşüncede huzur bulan kişiler de îmân ile yaşamaktadırlar.
Hayât, tesellî olmaktır. Herkesin tesellîsi ve huzûru farklı şekilde ve farklı şeyledir. Hayâtın en alt rütbesi ve en aşağı derecesi dünyâ ile tesellî olup oyalanmaktır. Bu, hayvanların hayâtına ve yaşayışına benzer. İnsanoğlu dünya malı toplamaktan kaçınmalı, perhizkâr olmalıdır. Hakk Teâlâ’ya kavuşmak için mücâhede etmeli, nefsiyle savaşmalıdır.
İlahi bizi bize bırakma razı olduğun şeyi bize nasip et akibetimizi hayr eyle, insan şeklindeki şeytanlardan bizi uzak tut! Amin
Akla uyun, nefse uymayın, akıl ve nefs bir araya gelmeyen zıtlardır.
Zahiri dağınıklıktan kurtarın. Zahiri dağınık olanın batını ve gönlü dahada dağınık olur.
İman itaattır ama her itaat iman değildir
Çalışıp kazanmak ilahi emirdir.
Birgün onun vaazlarından birinde Ibn-i Sekka isminde bir fakih ayağa kalktı, bir mesele sordu, şeyhi incitti ve edebe sığmayacak sözler sarfetti Hâce Yusuf dedi ki: Otur! Senin sözlerinden küfür kokusu alı yorum. Muhtemel ki müslüman olarak ölmeyeceksin .
Bir süre sonra Rum Kostantiniyye’sinden bir elçi Bağdat’a geldi. Ibn-i Sekkâ ona katıldı, hristiyan olup Kostantiniyye’ye gitti ve orada hristiyan olarak öldü.
Bu olay o gün Islâm dünyasında dillere düştü ve bu sûfî vâizin meşhur olmasına sebep oldu. Hâkânî de buna işâret etmiştir:
Papaz kemeri ve cübbesini değiştiririm
Palto ve ceket ile, Ibn-i Sekkâ gibi.

Hatta tezkire müellifleri, Ibn-i Sekkâ’nin, Attar’ın Mantıku’t-tayr’ın daki Şeyh-i San’an ile aynı kişi olduğunu zannetmişlerdir.

Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kalpazan, kurnaz, fasık, kibirli, kötü sözlü, hilekár, zâlim, halkı ve ana babasını inciten, kavgacı, bid’atçı, kötü davranışlı, bînamâz, boş konuşan, dalkavuk, sahtekâr, faiz yiyen, yalan söyleyen, obur, pazarda çok dolaşıp haram yiyen, insanlara kötü lakap takan, halkın meselesinden menfaat temin eden, hile, keskin dillilik ve kurnazlıkla haklıyı haksız konumuna düşüren, kendisini halk içinde mü’min, zahid, dindar, sünnete bağlı, derviş, âlim, takva ehli, âbid, iyiliği emredip kötülükten men eden bir insan gibi gösteren, dünyevî gâyelerle kendisini halk içinde iyi ve zâhiren şerîata bağlı bir insan gibi takdim eden kişilere sohbetlerinde tevbe etmeyi tavsiye eder, eğer kabul etmezlerse onları düşman bilir ve meclisinden kovardı.
Çok namaz kılar, çok oruç tutar, cin, insan ve şeytan düşmanlarına karşı müridlerini îkâz eder, bu düşmanlar sürekli abdest ve daimî kalp zikri ile defedilebilir derdi.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Zâhirinizi dağınıklıktan kurtarın . Zâhiri dağınık olanın bâtını ve gönlü daha da dağınık olur derdi.
Hak sözünü çok söyler, Allah Teâlâ’yı anmadan yemek yemez ve şöyle derdi: Lokma yemek, tohum atmaktır. Tohumu bilinçli ve uyanık olarak atmak gerekir ki gıda itaat olsun. .
Pazarda pişen yiyeceklerden yemezdi.
Mecduddîn Bağdadî Tuhfetu’l-Berere’de Hace Yusuf’un adını üç kez hürmetle anıyor: Bir yerde şöyle diyor: Hâce Yusuf demiştir ki, eğer Mansûr-i Hallâc marifeti hakkıyla bilseydi Ene’l-Hak yerine Ene’t-Turâb (ben toprağım) derdi
Hâce Ahmed Yesevi (ö. 562/1166), Türkler’in efsanevi piridir, Attâr’ın Mantıku’t-tayr’da Pir-i Türkistan diye kasdettiği herhalde odur:

‘Pir-i Türkistan kendinden haber verdi Dedi ki: En çok iki şeyi severim’

Türk araştırmacılar Ahmed Yesevi’yi, Türkler arasında tasavvufun temelini atan kişi olarak tanırlar. Fuad Köprülü’ye göre Ahmed Yesevi, Türkiye’deki Bektaşi tarîkatında da etkili olmuştur. Onun tahminine göre Ahmed Yesevi 5. ve 6. asırdaki Mâverâünnehr şiilerinin tesiriyle Şia’ya meyletti ve bu temayülleri Bektaşiliğe aktardı. Ancak benim kanaatime göre Bektaşiliğin Şia’ya yakınlığı, İsmailiyye’nin Anadolu’daki fikri mîrâsıdır.

Bektaşiliğin bugünkü durumunu dikkate alan bazı araştırmacılar, Hacı Bektaş-ı Veli ve onun geriye doğru şeyhleri olan Ahmed Yesevi ile Yusuf Hemedânî’nin de birer heterodoks süfi olabileceğini düşünmektedirler. Ancak bu düşünce ve tahmin herhangi bir belgeye dayanmadığı gibi, yeni araştırmalarda ortaya çıkan belgeler peyderpey bunun aksini ortaya koymaktadırlar.
Ebu hüreyre insanları benim yoluma (sünnetimi )öğret ve sende amel etki kıyamet günüde ışık verecek bir nura kavuşsın
Büyük Şeyhler: 124 000 peygamberi kendi nefsine şefaat etmeye çağırsan da sen bir şeyler yapmadıkça hiç yararı yoktur ve kabul edilmez. Nefsini aç ve çıplak bırakırsan bütün istediklerin olur. demişlerdir.
Sünnete aykırı olan bir şeye itikad eden bir kişi dünyanın ilmini ezberlemiş olsa da, yol kesen bir hayduttur.
İslamın emirlerini eda etmeden, kalbi tefekkürün başlangıcı ve ilk şartı olan dil zikrini ifa etmeden kendilerini zekalarıyla düşünce ehli zannedip tefekküre dalanların, çirkinliğini, karanlığı ve şaşkınlığı daha da artmıştır.
Nefsani ve şeytani sevgi ile rahmani sevgi arasındaki fark şudur; Mahlukatı sevince bunama ve delilik zuhur eder. Oysa Hakk Teâlâ’yı sevince gönle firaset, hikmet ve marifet doğar.
Dini düşünceler ve ameller ile teselli olan ve huzur bulan herkes, İslam ile yaşamaktadır.
İnsanda îmâni bir düşünce (tefekkür) doğunca, İslami davranışlarda onun ardından gelir. Amel ve tefekkürü bir araya getirmek ne şekilde mümkünse o yolla bunları bir araya getirmek gerekir.
Birbirine zıt olan iki şey bir kalpte beraber ve dost olamazlar. Gönül dünya zevklerine esir olduğu nispette İslam şerefi ve yüceliğinden aşağılara düşer.
Kim mücahede ile dış yüzünü süslerse, Allah û Teâlâ’da onun iç yüzünü müşahede ile güzelleşitirir.
‘İyi amel’ ile evlenmedikçe ‘güzel hayat çocuğu’ elde edilemez.
Kainat acizdir; çünkü o sizin hizmetinize verilmiştir. Siz de aciz ve muhtaçsınız. Çünkü dünyanın emrinize sunulması gibi yararınıza ve menfaatinzis olan şeylere muhatçsınız.
Kaināt, irade ve dilemedir. Yaratılışın ve karakterin taşıyabileceği miktarda olunca bunun faydası sonsuzdur. Ama taşıma sınırını aşınca insanı tamamen yıkar ve yok eder. Halbuki sen bu hizmetindeki şey lerin idarecisisin. Bu işin çaresi ve yolu dengeli olmak, ölçülü davran mak, sınırı aşmamaktır. Bu sayede varlığını devam ettirebilirsin, fay dalıyı alıp zararlıyı terkedebilirsin. Neticede, emrine âmâde olan şeyler, Rabb’lerine senden şikâyetçi olmazlar.
Kâinât, yeme, içme, işitme, koklama, söz, iş, hareket ve duruşlardır. Bunlar ihtiyaç nisbetinde ve bedenin taşıyabileceği miktarda olunca faydalı ve lezzetlidir. Ama ihtiyaçtan ve bedenin taşıyabileceği miktar dan fazla olunca bedene, akla ve idrake zarar verirler. Oysa onlar senin hizmetinde oldukları için sen bunlara hâkimsin. Bedenine karşı şefkatli olman gerekir. Bunları hayatının devamı ve bedeninin güçlenmesi için ihtiyacın nisbetinde ve yaratılışının gücü oranında kullanmak istiyor san fazlalıktan ve aşırılıktan kendini uzak tut! Böylece hâlinin ve bün yenin devamını temin etmiş olursun.
Kâinât, hava ve rüzgardır. Ihtiyacın kadar olunca bu ikisi sana en faydalı şeylerdendir. Ama ihtiyacından fazla oldukları zaman seni yok eder ve öldürürler. Sen onlara hakim olarak yetkini kullanır, hayatını devam ettirmek için ihtiyacın nisbetinde hava ve rüzgarı kullanır, faz lasını terkedersin.
Kâinât, su ve topraktır. Bu ikisi istediğin miktarda ve ihtiyacın nis betinde olunca sana faydalı ve uygundurlar. Bunlar faydalı olacak mik tardan fazla olunca fazlalığı bırakır, ihtiyacın kadarını alırsın.
Kâinât ışık ve ateştir. Sen ihtiyacın nisbetinde bunları alır kullanır sın. Eğer bunlar ihtiyacın oranında ise kullanırsın. Ihtiyacından fazla iseler, ihtiyacın kadarını alır, fazlalığı bırakırsın.
Kâinât acizdir, çünkü o sizin hizmetinize verilmiştir. Siz de âciz ve muhtaçsınız. Çünkü dünyanın emrinize sunulması gibi yararınıza ve menfaatinize olan şeylere muhtaçsınız. Kâinatın değeri ve üstünlüğü açıkça bellidir. Zira o sizin için faydalıdır. Sizin kâinâta üstünlüğünüz de açıkça bellidir. Çünkü onun faydalı ve zevkli yönlerini alabilirsiniz. Kâinât bir yönden âcizdir, bir yönden efendi. Siz de bir yönden âciz ve muhtaç, bir yönden de efendilersiniz. Kâinâtın âcizliği, sana muhtaç oluşu sebebiyledir. Üstünlüğü ise senin, kâinât ve onun hizmeti sayesinde varlığını sürdürebilmendir. Senin acizliğin, kâinatsiz yaşayamamandır. Efendiliğin ise rahatlamak için gözlerinle dünyadan faydalanman, lezzet almak için kulağınla, tad almak için ağzınla, ferah lamak için burnunla, yararlanmak ve hayatını sürdürmek için tüm uzuvlarınla dünyadan ve kâinâttan faydalanmandır.
Onlar hal ehliydi, laf değil. Aşk ehliydi, tartışma ve akıl yürütmeci değil.
Senin aşkından dolayı bende oluşan dert
Bilinmez ve anlatılmaz..
Din ve şeriat yolunda yürümeyen kişi, günde bin keramet görse bile şeytana uymuştur
Ruhlar sıra sıra dizilmiş ordu gibidir.Ruhlar aleminde birbiriyle tanışanlar, dünyada birbirini sever,ülfet ederler. Tanışmayanlar ise ihtilâfa düşer, çatışırlar.
Allah Adem’i yeryüzünden yarattı; (toprağın) yumuşağından, sertinden,kötüsünden, iyisinden.Bu yumuşak, sert,iyi ,kötü kendi oranınca insanda bir yer teşkil etti.
Başarıyı veren Allah Teâlâ’dır.
Öfke ve şehvet galip geldiği zaman, o insanın kalbinde nur kalmaz
Kalp zikrinin nihâyeti kırk gündür. Bu kırk günün sonunda biriken nur kalbi aydınlatır .
insanın yediği, içtiği ve giydiğine dikkat etmesi Hak teâlâya itaattir ve hayırlı bir iştir.
Birbirine zıt olan iki şey bir kalbde beraber ve dost olamaz.
Zahir dünyanın fuzulî işlerinden uzaklaşıp kaçınmak uvuzlara zor gelir.
Doğru yol,Allah rasulü Hz. Muhammed’in yoludur.
Allah şerefli işleri sever.
(Eğer Allah ile sohbet edemiyorsan Onunla sohbet edenlerle sohbet et.)
Lütuf Allah’ın elindedir, onu dilediğine verir.
Kâinat, bâtınî konularda tefekkür ve zâhirî konularda derin düşünceye dalmaktır. Bu, insanın gücü nisbetinde ve karakterin taşıyabileceği miktarda olunca en faydalı, en yüce ve en dâimî iştir. Ama bu derin düşünce insan yapısının ve karakterinin taşıyabileceği sınırı aşınca aklı ve idrâki yakar, yok eder. Oysa sen, bu emrine âmâde olan şeylerin hâkimisin. İzlemen gereken yol, onların kemiyetini ve miktarını dikkate alman, faydalı miktarını belirleyip kabul etmen, zararlı olan fazlalığı ise atmandır.
“Ruhlar sıra sıra dizilmiş ordular gibidir. (Ruhlar âleminde) birbiriyle tanışanlar, (dünyada) birbirini sever, ülfet ederler. Tanışmayanlar ise ihtilafa düşer, çatışırlar.” (Hadis-i Şerif, Buhârî, Müslim)
Gökler ve yer, seçkin insanların ruhuyla ayakta durur, güneş, ay ve yıldız onlarla parlar, gökteki bulut onlanın vesilesiyle yağmur indirir.
Ruh, gözde, göz ile gözsüz görendir. O, görmeyi de görmektir. İşitme ve işitilenin, konuşma ve konuşulanin, koklama ve koklananın, tatma ve tadılanın, anlama ve anlananın kapısı hep odur.
Cömertlik yolu, müşahede, lutuf ve kerem mekâni, yakınlık, kudsiyet ve hayat mahalli, ünsiyet bahçesi, sevgi vadisi, muhabbet denizi, sekinet sahası ve mükaşefe yolu ruhtur.
Ruh, asılların aslıdır. Nefes alıp vermenin devamının şartıdır. Ruhun varlığı ile beden; bilir, görür, işitir, tutar, yürür. Ruhun sıfatları ile; ilimde kesinlik, görmede feraset ve ibret, işitmede hikmeti anlama, tutmada itaat, yürümede hizmet meydana gelir.
Akıllı ve temyiz gücüne sahip olan herkes bilir ki sağlam ve doğru işler, agâh yani uyanık olan kalpten doğar. Doğru düşünceler temiz sırdan vücuda gelir. Temiz sır da nezih ve mukaddes ruhtan doğar.
İslâm hanesi olan bedendeki amel ve sözler, yıldız gibidir, iman hanesi olan kalpteki düşünceler, ay gibidir. İhsan hanesi olan sır âlemindeki Hakk’ı müşahede ve O’nu bilmek de güneş gibidir. Ruhun Hakk’ı müşahedesi ise ihsan makamının son noktasıdır.
Iman ile yaşayan kulun tefekkürü Allah Teâlâ olunca, O’nun dışındaki her şeyden emin olur ve yüksek bir sıfata ulaşır. Tefekkürü melek olunca, mahlûkattan ve vefasız dünyadan emin olur, sıfatı safa olur. Tefekkürü Kur’an olunca, vesveselerden emin olur, sıfatı temizlik olur. Tefekkürü peygamber olunca, şirk olan söz ve hareketlerden emin olur, sıfatı bekâ olur. Tefekkürü ahirette dirilme ve hesap olunca, dünyanın ihtişamından, hile ve desiselerinden emin olur, sıfatı hayat olur. Tefekkürü kazâ ve kader olunca bütün kâinattan emin olur, sıfatı vefa olur.
Ya Resûlallah! Ihsan nedir? diye sormuştu. Hz. Peygamber de (sallallahu aleyhi vesellem) cevaben, Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmendir. Sen O’nu görmesen de bil ki O seni görüyor buyurmuşlardı.
Tefekkürün yeri kalptir. Ancak öyle bir kalp ki günah isteklerinden temizlenmiş, nefsi duygular, vesvese ve gururdan kurtulmuş, Hak Teâlâ’nın lutuf, ikram ve nuruyla huzura ermiş, ahiret günü mutluluğu için çalışan ve saadet melekûtuna yol bulan bir kalp.
Islâm’ın emirleriyle ünsiyet makamında olanlar için zikrin tefekkürden daha iyi ve daha faziletli olduğunu beyan ettik. Çünkü zikir, tefekkür kapısını açan anahtardır. Anahtar olmayınca veyahut kaybolunca bu kapı asla açılmaz.
Unsurlardan oluşan her varlıkta, mahlúkatın sonradan yaratılmış ve ölümlü olduğuna dair binlerce delil ve Allah Teåla’nın da tek yaratıcı olduğuna dair binlerce işaret vardır. Hilkat boyasına bulanmış her tabiatın sanatı yeni bir dille ve işaret yoluyla Rabbü’l-âlemin’in vahdâniyetini söyler. Her yeni sanatın renginde, gönüllere şöyle bir nida vardır: Gelin, mennân olan Hak Teâlâ’yı düşünün, tefekkür edin!
Nefsani ve şeytani coşku ile rahmânî sevgi arasındaki fark şudur: Mahlükatı sevince; bunama ve delilik ortaya çıkar. Oysa Hak Teâlâ’yı sevince, gönle; feraset, hikmet ve marifet doğar. İşte bu sebepten mâsivaya sevgi beslemek uygun değildir. Çünkü şeytanın yolunda insanın önüne ancak diken ve çerçöp çıkar, Hak Teâlâ’nın yolunda ise nergis ve låleden başka bir şey yoktur.
Sünnete aykırı olan bir şeye îtikad eden kişi dünyanın ilmini ezberlemiş de olsa, yol kesen hayduttur.
– Ben size en ağır taşı kaldıran kimseden daha kuvvetli olanı söyleyeyim mi?
– Evet, dediler. Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:
– Öfkelendiği zaman kendisine håkim olan kişidir!
Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) kendi nefsi için kızmaz ve intikam almazdı. O ancak Allah’ın yasakları çiğnendiğinde kızar ve o vakit onun öfkesini hiçbir şey dindiremezdi.
Öfke şeytandandır, şeytan ise ateşten yaratılmıştır. Ateş ancak suyla sõndürülür, o halde sizden biriniz őfkelendiğinde hemen abdest alsın!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir