İçeriğe geç

Lanet Olsun Zaman Nehrine Kitap Alıntıları – Per Petterson

Per Petterson kitaplarından Lanet Olsun Zaman Nehrine kitap alıntıları sizlerle…

Lanet Olsun Zaman Nehrine Kitap Alıntıları

Dünya bütün görkemiyle yayılıyordu, zamanda geriye, zamanda ileriye, tarih uzun bir nehirdi ve hepimiz onun bir parçasıydık.
Zaman arkamdan geçip gitmiş ben dönüp bakmamıştım.
Anılar için teşekkürler, umut için teşekkürler, buruk ıstırap hediyesi için teşekkürler.
Her türlü fiilin çoktan geride kalmış bir zamana bağlandığı bazı eski kitaplarda rastlanabilecek bir adam, yine de zamanda ve mekanda savrulmuş, orada ve o anda yürüyordu.
anılar için teşekkürler, umut için teşekkürler, buruk ıstırap hediyesi için teşekkürler.
cümleleri üzerinde uçsuz bucaksız gökyüzü seriliydi. Dünya bütün görkemiyle yayılıyordu, zamanda geriye, zamanda ileriye, tarih uzun bir nehirdi ve hepimiz onun bir parçasıydık.
Odanın her köşesinden kulakları sağır eden bir gürültü yükseliyordu ve sokağın sessizliğinden sonra insana neredeyse tehdiktar geliyordu bu.
Günah işleyecekseniz biraz canınız yanmalı.
Kırılgan ayrılış imgeleri, o zamanki hali köyün.
Lanet olsun zaman nehrine; otuz iki yıl geçmiş bile.
Hayata dair konuştuklarının ağzımda bıraktığı tat yakınlarda bir cenazede söylediğim ilahiyle aynıydı: anılar için teşekkürler, umut için teşekkürler, buruk ıstırap hediyesi için teşekkürler.
Karakterimde bir kusur, temelinde her geçen sene büyüyen bir çatlak vardı.
Etrafımdaki herkes, bütün erkekler, bütün kadınlar benden daha iyi biliyorlardı her şeyi. Ben çok az biliyordum.
Onun teniyle benim tenim arasındaki bu yakıcı sıcağa rağmen nasıl oldu da burada yangın çıkmadı hayret, diye düşündüm, nasıl oldu da biz tutuşmadık.
Yine de çok geçti, bir şey kopmuştu, bir tel çok fazla gerilmiş.
hiç olmak anlaşılması imkansız bir şeydi, yani aslında korkulacak bir şey değildi ama ölmenin kendisini idrak edebiliyordum, hep korktuğun şeyin şimdi başına geldiğinden kesinlikle emin olduğun anı, hep olmak istediğin kişi olma şansını ebediyen kaybettiğini, şu anda her kimsen çevrendekilerin seni hep böyle hatırlayacağını aniden anladığın anı tahayyül edebiliyordum. İnsanın boğazını bir şey sıkar gibi olurdu herhalde
Kırılgan ayrılış imgeleri, o zamanki hali köyün.
Lanet olsun zaman nehrine; otuz iki yıl geçmiş bile.
Kitabı bir kenara koyup, artık uyuyabilirim diye düşündüm, başaracağız, dedim, her şey yoluna girecek.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Benim kim olduğumu bildiğini sanıyordu ama bilmiyordu.
Günah işleyecekseniz biraz canınız yanmalı.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Dünya bütün görkemiyle yayılıyordu, zamanda geriye, zamanda ileriye, tarih uzun bir nehirdi ve hepimiz onun bir parçasıydık. Bütün ülkelerdeki bütün insanların benzer özlemleri vardı, benzer rüyaları ve dünyanın çevresinde el ele koca bir halka oluşturmuşlardı.
Öyle günler oluyordu ki mutfaktan banyoya giderken en az bir kere yere diz çöküyor sonra toparlanıp yoluma devam ediyordum.
yani bizim için çok geç değil, nehri geçmeye çalışabilir, ortada buluşabiliriz, belki biraz ayaklarımız ıslanır ama olsun.
Kırılgan ayrılış imgeleri, o zamanki hali köyün.
Lanet olsun zaman nehrine; otuz iki yıl geçmiş bile.
Onu tanımadan önce senelerce ne yaptım, sıcaklığımı nereden aldım hiç bilemiyordum.
Günah işleyecekseniz biraz canınız yanmalı.
Bütün yazlar gitmişti, hem de sadece ben yirmi beş sene sonra onları unuttuğum için değil, artık onları hatırlamanın bir manası olmadığı için.
O sırada birisi nasıl hissettiğimi sorsa, ona na şurası sızlıyor derdim, göğsümün üzerini, daha doğrusu gırtlağımın hemen dibini işaret ederek.
Günah işleyecekseniz biraz canınız yanmalı.
Şu işe bak, senelerce, hele çocuklar küçükken her gece akciğer kanserine yakalanacağım diye uykularım kaçardı, ola ola mide kanseri oldum. Zaman kaybı!
Zamanın dışında bir adamdım ben. Ya da karakterimde bir kusur, temelinde her geçen sene büyüyen bir çatlak vardı.
Zaman arkamdan geçip gitmiş ben dönüp bakmamıştım.
Sana güzel bir haberim var anne, nehir kurudu. Bu hiç beklenmedik bir şey, bütün uzmanları hayrete düşüren bir şey ama bütün sonbahar, bütün yaz, bütün ilkbahar yağmur yağmadığından nehir artık ip gibi akıyor ve üzerinden geçmek kolaylaştı, deyip gülecektim, yani bizim için çok geç değil, nehri geçmeye çalışabilir, ortada buluşabiliriz, belki biraz ayaklarımız ıslanır ama olsun.
herkesin kabul ettigini düşündüğün bir egilimin hemen altında tam aksi yöne doğru başka bir eğilim olur ve her şey değişmeye başladığında dikkatle gözlemezsen kendini bir yerde tek başına kalmış bulursun.
Kırılgan ayrılış imgeleri, o zamanki hali köyün,
Lanet olsun zaman nehrine; otuz iki yıl geçmiş bile.
“Onun teniyle benim tenim arasındaki bu yakıcı sıcağa rağmen nasıl oldu da burada yangın çıkmadı hayret, diye düşündüm, nasıl oldu da tutuşmadık.”
“Yine de çok geçti, bir şey kopmuştu, bir tel çok fazla gerilmiş, sonra da duvarların arasında yankılanan bir tak sesiyle kopmuştu.”
“Zaman nasıl da arkadan yetişiyordu, küçük elektrik şokları gibi nasıl teninin altında dolaşıyordu, ne kadar uğraşırsan uğraş durduramıyordun. En nihayetinde durduğunda, her şey yoluna girdiğinde öncesine göre biraz daha farklı bir insan olurdum, hatta bazen umutsuzluğa kapılırdım.”
“Beynimi kesip içinde ne olduğuna bakılsa, kelimelerin girdaplandığı, düşüncelerin de elektrik akımı gibi kıvılcımlandığı ve mavi mavi parladığı görülürdü belki.”
“Parasızlık bir yaşam biçimiydi, artık farkına bile varmıyordum.”
“Öyle çok gördüm ki gelmelerini
Bilirim ne zaman yakın olsan ”
“Günah işleyecekseniz biraz canınız yanmalı.”
“Gece yarısı yatakta kaskatı yatmanın, kuru, yanan gözlerle karanlığa bakmanın, hayatın tadını ağzında kül gibi duymanın nasıl bir şey olduğunu iyi bilirim ”
Günah işleyecekseniz biraz canınız yanma­lı.
“ İnsan yürürken daha kolay konuşuyor.
“ Şiddet olmadan toplumsal ve iktisadi özgürleşme mümkün müdür? Hayır. Şiddetle mümkün müdür? Hayır. ”
“Herkesin kabul ettiğini düşündüğün bir eğilimin hemen altında tam aksi yöne doğru başka bir eğilim olur ve her şey değişmeye başladığında dikkatle gözlemezsen kendini bir yerde tek başına kalmış bulursun.”
..ölümden korkmuyorum ama daha ölmek istemiyorum.
Aynaya baktığımda babamı görmek istemiyordum. Ama daha küçücükten günün birinde herkesin babama ne kadar benzediğimi göreceğini biliyordum. Annemle arama büyük bir mesafe koyacaktı bu durum.
..herkesin kabul ettiğini düşündüğün bir eğilimin hemen altında tam aksi yöne doğru başka bir eğilim olur ve her şey değişmeye başladığında dikkatle gözlemezsen kendini bir yerde tek başına kalmış bulursun.
..tek başına ve dürüst olmak kolay değildi.
Büyük değişimleri son âna kadar kestiremem hiç, Mao’nun deyimiyle bir eğilimin digerini nasıl gizlediğini anlayamam, herkesin kabul ettigini düşündüğün bir egilimin hemen altında tam aksi yöne doğru başka bir eğilim olur ve her şey değişmeye başladığında dikkatle gözlemezsen kendini bir yerde tek başına kalmış bulursun.
Ben onun aksine ölmekten korkuyordum. Ölmek değil, onu pek idrak edemiyordum, hiç olmak anlaşılması imkansız bir şeydi, yani aslında korkulacak bir şey değildi ama ölmenin kendisini idrak edebiliyordum, hep korktuğum şeyin şimdi başına geldiğinden kesinlikle emin olduğum anı, hep olmayı istediğin kişi olma şansını ebediyen kaybettiğini, şu anda her kimsen çevrendekilerin seni hep böyle hatırlayacağını aniden anladığın anı tahayyül edebiliyordum.
Neredeyim, sabah mı akşam mı bilemedim. İsmim yoktu, zamanın içinde yerim yoktu. On iki yaşında da olabilirdim altmış sekiz yaşında da.
Farklı olmak istiyordum, fark yaratmak. Ama yapamamıştım ve birdenbire yapmaya çalıştığım şeyin mümkün olmayabileceği dank etmişti kafama: Şu ana kadar olduğum Arvid’i geride bırakmak, ona sırtımı dönmek, onu saçlarından tutup daha tanımadığım, bilmediğim başka bir Arvid’in içine indirmek; en sevdiğim insanların sevdiği, selamladığı, evin önündeki kaldırımdan yürürken sevimli lakaplarla çağırdığı Arvid’i, parası bittiğinde annesinden yüz kronluk banknotlar alan ama şu yaptığımı yapıp artık var olmayan, bir anakronizmden ibaret olan proletaryaya katılan Arvid’i azimle geride bırakmak mümkün değildi belki de. Zamanın dışında bir adamdım ben. Ya da karakterimde bir kusur, temelinde her geçen sene büyüyen bir çatlak vardı.
“Şiddet olmadan toplumsal ve iktisadi özgürleşme mümkün müdür?”
Zaman arkamdan geçip gitmiş ben dönüp bakmamışım.
Nefessiz kaldım, nasıl olup da farketmemiştim?
“Arvid dostum, hele bir deyiver. Boşanacağın doğru mu gerçekten?”
“Evet, doğru.”
“Hadi ya. Taziyelerimi kabul et.”
“Bilmem ki,” dedim. “Adamı öldürmez herhalde.”
“O kadar emin olma,” dedi Hansen. “Her şey olabilir.”
Ona benzemek istemiyordum. Aynaya baktığımda babamı görmek istemiyordum. Ama daha küçükken günün birinde herkesin babama ne kadar benzediğimi göreceğini biliyordum. Annemle arama büyük bir mesafe koyacaktı bu durum. Evli oldukları halde. Hayatı paylaştıkları halde. Ama bana pek öyle gelmiyordu. Hayatı paylaşıyorlarmış gibi gelmiyordu.ayrıca sonsuza kadar babama bağlanacaktım çünkü ona benziyordum ve belki onun gibi düşünüyordum ve ister istemez kendimi o büyük uçurumun karşı tarafında bulacaktım.
Yine de çok geçti, bir şey kopmuştu, bir tel çok fazla gerilmiş, sonra da duvarların arasında yankılanan bir tak sesiyle kopmuştu.
Birbirimize verdiğimiz sır yoktu, en azından son yıllarda, aslında çocukken de. Bu doğru olamazdı. Yeterince konsantre olsam hepsini bulabilirdim ama beynimin içinde lakayt bir şey vardı, kaygan bir teflon parçası, her şey döne döne gelip ona çarpıyor sonra sıçrayıp uzaklaşıyordu. Zihnimde bir zayıflık vardı. Dikkatimi toplayamıyordum, bazı şeyler olmuş ve kaybolmuştu. Önemli şeyler.
Dünya bütün görkemiyle yayılıyordu, zamanda geriye, zamanda ileriye, tarih uzun bir nehirdi ve hepimiz onun parçasıydık. Bütün ülkelerdeki bütün insanların benzer özlemleri vardı, benzer rüyaları ve dünyanın çevresinde el ele koca bir halka oluşturmuşlardı.
“Kırılgan ayrılış imgeleri, o zamanki hali köyün,
Lanet olsun zaman nehrine; otuz iki yıl geçmiş bile.”
çünkü insan Mao’yu gösterirdi bu şiir, yakın hissettiğim birini, bedeniyle savaşan zamanı hissetmiş birini, tıpkı benim gibi; zaman nasıl da arkadan yetişiyordu, küçük elektrik şokları gibi nasıl teninin altında dolaşıyordu, ne kadar uğraşırsan uğraş nasıl durduramıyordun.
Mesela dua edilmesi icap ediyorsa tıpkı onlar gibi yatağın yanına diz çöküp dua ederdim; hep başkaları gibi davranırdım çünkü korku ve özgürlükten payıma düşenle kalabalığın içinde tek başına duracak gücüm yoktu.
İnsanın göz menzilinde sürekli bir deniz feneri olmasının düşünce tarzını nasıl etkileyeceğini merak ettim.
Hayata dair konuştuklarının ağzımda bıraktığı tat yakınlarda bir cenazede söylediğim ilahiyle aynıydı: Anılar için teşekkürler, umut için teşekkürler, buruk ıstırap hediyesi için teşekkürler.
“Günah işleyecekseniz biraz canınız yanmalı.”
Öyle günler oluyordu ki mutfaktan banyoya giderken en az bir kere yere diz çöküyor sonra toparlanıp yoluna devam ediyordum.
Şu işe bak, senelerce, hele çocuklar küçükken her gece akciğer kanserine yakalanacağım diye uykularım kaçardı, ola ola mide kanseri oldum. Zaman kaybı!
İyi bir yoldaşsan kapıyı kapatmazsın.
Gece vardiyaları işçileri birbirine yakınlaştırıyor,dayanışmayı teşvik ediyor ve komünist olmayı kolaylaştırıyor.
Hep başkaları gibi davranırdım çünkü korku ve özgürlükten payıma düşenle kalabalığın içinde tek başına duracak gücüm yoktu.
Gözlerimi açmak istemiyordum.Açınca her şey apaçık görünecekti.Artık beni sevmiyordu.İstemiyordu.
Zamanının dışında bir adamdım ben. Ya da karakterimde bir kusur, temelinde her geçen sene büyüyen bir çatlak vardı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir