İçeriğe geç

Yaban Koyununun İzinde Kitap Alıntıları – Haruki Murakami

Haruki Murakami kitaplarından Yaban Koyununun İzinde kitap alıntıları sizlerle…

Yaban Koyununun İzinde Kitap Alıntıları

Bir nedenle benimle yüz yüze gelmek istemiyordu. Ama beni tümüyle silmek de istemiyordu.
Bekleyen hep ben oluyordum
İnsanlar erken, pek erken yaşlanmaya başlarlar. Yaşlılık silinmeyen bir leke gibi, bedenlerinin her yanına yavaş yavaş yayılır.
Bir kişi için bitmiş olan, bir başkası için bitmiş olmayabilir. Bu denli basit. Bunun ötesinde yol, iki ayrı yöne gider.
Bir bakıma, benim için son durak olacak yere ulaştım. Kendimi, varmam gereken yere gelmişim gibi hissediyorum.
Kendi kendime bile açıklayamayacaklarımı başkalarına açıklayamazdım ki!
Eskiden inandığımız işi yapardık ve bununla övünürdük. Artık böyle bir şey yok. Sadece saçmalıyoruz.
“Çünkü dile getirilmemiş bir amacın gölgeleri, şimdi doldurmakta günlerimizi.”
Ona bakılırsa, ben şimdiden yitik biriydim. Beni hâlâ seviyor olsa da , bunun hiçbir önemi yoktu artık. Birbirimizin rollerini fazlasıyla almıştık. O, bunu içgüdüleriyle anladı; bense deneyimlerimle bildim. Umut yoktu.
Sanki doğduğumdan beri yalnızmışım, şimdiye dek hep yalnızmışım ve yoluma hep yalnız devam edecekmişim gibiydi.
.
Sonuçta keyifli bir Eylül Pazarı.

Yaz, neredeyse hatırlanamayacak kadar uzak bir anıya dönüşmüştü.

Dünya, dönmeyi sürdürüyordu; sadece ben, kazık gibi, olduğum yere çakılıp kalmıştım.
Değişen tek şey kitaptı.
Eğer dünyaya meydan okumak istiyorsan çocuk sahibi olmayacaksın.
Sanki doğduğumdan beri yalnızmışım, şimdiye dek hep yalnızmışım ve yoluma hep yalnız devam edecekmişim gibiydi.
Dağlar, bakış açısına,mevsime,saate,bakanın ruh durumuna veya herhangi bir şeye göre gerçekten görünüşlerini değiştirebilirler.
Birini beklemek üzerine yoğunlaşırsınız ve bir süre sonra artık ne olmuş, ne olmamış hiç önemi kalmaz. Beş yıl da olabilir, on yıl da ya da sadece bir ay da.Hepsi birdir artık.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Zaman gerçekten de tek ve arkası gelmeyen büyük bir kumaş parçası,değil mi? Genelde bize uysun diye zamandan parçalar biçer ve kendimizi, zamanı ölçümüze uyduruyoruz diye aldatırız ama gerçekte o, geçer de geçer.
Yalnızlık o denli de kötü bir duygu değildi. Küçük kuşlar uçup gittikten sonra akmeşenin sessizliği gibi bir şeydi.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Yapayalnızdık. Dünyanın kıyısından aşağı atılmış gibi.
Ben aslında kendim olunca, her şeyden kaçıp kurtulunca karşılaşmak istiyordum seninle. Kendi benliğimle, kendi anılarımla ve kendi zayıflıklarımla.
Koyunlar babamın canını yaktı ve dolayısıyla babam da benim canımı yaktı.
Eğer istersek, varsayımlar alanında dilediğimiz kadar at koşturabiliriz. Başıboş bir ilkbahar rüzgarının savurduğu kanatlı bir tohum gibi köksüz.
Öte yandan da, aynı zamanda, rastlantı diye bir şeyin varlığını yadsıyabilir, bilmezden gelebiliriz. Olan olmuştur, olacak olan da besbelli olacaktır, işte böyle, sürüp gidebilir. Başka bir deyimle, aramızdaki her şey ile önümüzdeki sıfır arasında sıkıştırılmış olduğumuzdan, bizimkisi, içinde ne rastlantıya ne olanağa yer verilen, geçici bir varoluştur.
Uzun, çıkmaz bir sokakta öyle huzurla yürüyegelmiştik ki. Bu da sonumuz olmuştu.
Öte yandan da, aynı zamanda, rastlantı diye bir şeyin varlığını yadsıyabilir, bilmezden gelebiliriz. Olan olmuştur, olacak olan da besbelli olacaktır, işte böyle sürüp gidebilir. Başka bir deyişle, arkamızdaki her şey ile önümüzdeki “sıfır arasında kıstırılmış olduğumuzdan, bizimki, içinde ne rastlantıya ne olanağa yer verilen, geçici bir varoluştur.
___Vücut hücreleri her ay kendini yeniler. Şu anda bile Benim hakkında bildiğini sandığın şeylerin çoğu anılardan öteye gidemez.

_Şimdi onun hakkında bildiğim tek şey, ona ait anılarım. Ve bu anılar da giderek daha çok uzaklaşıyor, gerilerde kalıyor; soluyor. Yıpranmış hücre gibi.

Sinirlenmek yaşamdaki yolumuzu yitirmek demektir.
Gerçekten bilmediğimiz pek çok şey var. Bir şeyler bildiğimizi düşünmemiz sadece hayal, bir sanı.
Birini beklemek üzerine yoğunlaşırsanız ve bir süre sonra artık ne olmuş, ne olmamış bir önemi kalmaz. Beş yıl da olabilir, on yıl da ya da sadece bir ay da. Hepsi birdir artık
Nedir bu İrade? diye sordum.
Zamanı, mekânı ve olanakları yöneten bir kavram.
Anlayamadım.
Elbette. Pek az insan anlayabilir. Bunu sadece Patron, içgüdüleriyle kavrayabiliyordu. Hatta insan onun, bu anlayış gücünü bir yana itip yerine hepten devrim yaratan bir şey koyduğunu bile söyleyebilir.
Dünyanın dönüş hızı geldi aklıma. Kafamda çarçabuk bir hesap yaptım ve lunaparktaki dönme dolabın hızından daha fazla olamayacak bir hız buldum. Gerçekten bilmediğimiz pek çok şey var. Bir şeyler bildiğimizi düşünmemiz sadece bir hayal, sanı. Uzaydan gelenler beni durdurup sorsalar, Söylesene arkadaş, dünyanın dönüş hızı ekvatorda saatte kaç mildir? diye, kalakalırdım. Yahu, salının arkasından neden çarşamba geldiğini bile aklım almıyor ki benim. Galaksiler arasında alay konusu olurdum kesin.
Bizler, yaşantısı bile zorluklara yeniden yön vermekten ibaret olan bir kuşağız.
Senin sadece yarın yaşıyor da ondan. Öteki yarın hala bir yerlerde, tıkacı açılmamış olarak duruyor.
Ömrüm boyunca böyle bir güzellik görmemiştim. Var olduğunu aklıma bile getiremediğim türden bir güzellikti. Tüm evren kadar engin, gene de bir buzul kadar sabit. İnanılamayacak denli aşırı ama aynı zamanda da bir öze indirgenmiş. Algılarımın sınırları içindeki bütün kavramları aşıyordu.
Ama şimdi anlattıkların yaşamının tamamı değil, öyle değil mi?
Masada duran ellerime baktım. Elbette değil. Bir insanın yaşamı ne denli sıkıcı olsa da, noktası virgülüne kadar anlatılamaz ki.
Birbirimizin rollerine fazlasıyla alışmıştık. O, bunu içgüdüleriyle anladı; bense deneyimlerimle bildim. Umut yoktu.
Güneş gökyüzünde iyice yükselip, sonra alçalmaya başlıyor. Birileri geliyor, sonra gidiyor. Zaman da tatlı tatlı akıp geçiyor. Tam bir piknik gibi, değil mi?
“Sen dünyanın iyiye gittiğine inanıyor musun?”
“İyiye de gidebilir, kötüye de, kim bilebilir ki?”
Sen bedenini ver hele, hepsi ardından gider. Bilinç, değerler, heyecanlar, acılar, hepsi. Gider. En çok benzetebileceği şey, evrenin tek bir yalnız noktasında bütün hayatın kökü olan yaşamsal gücü yaratan bür üreteç olabilir.
Gerçek zayıflık, gerçek güçlülük gibidir. Seni hiç durmadan aşağıya, karanlığa çeken zayıflığı bilemez, anlayamazsın. Böyle bir şeyin dünyada gerçekten var olduğunu öğrenmezsin.
Her neyse işte, zayıflık budur. İstediliğin kadar biliyor ol, kendini tedavi edemezsin. Parmağını şıklatarak kurtulacağın bir şey değil ki. Giderek daha kötüye, daha da kötüye gider.
Zayıflık, bedende çürümedir. Kangren gibi. Ben daha yeniyetmelik çağımdan beri bunu bilirim. İçinde çürümekte olan o şey var ve sen onu hep hissediyorsun.
İnsanlar erken, pek erken yaşlanmaya başlarlar. Yaşlılık, silinmeyen bir leke gibi, bedenlerinin her yanına yavaş yavaş yayılır.
Eğer istersek, varsayımlar alanında dilediğimiz gibi at koşturabiliriz. Başıboş bir ilkbahar rüzgarının savurduğu kanatlı bir tohum gibi köksüz.
Bizler, yaşantısı bile zorluklara yeniden yön vermekten ibaret olan bir kuşağız işte.
Bir insanı yaşamı ne denli sıkıcı olsa da, noktası virgülüne kadar anlatılamaz ki.
Kimi şeyler unutulur, kimi şeyler kaybolur, kimi şeyler ölür. Ama buna gene de facia denemezdi.
Kadınlar çıplak olunca, insanı ürkütecek kadar birbirlerine benziyorlar.
İnsanlar erken, pek erken yaşlanmaya başlarlar. Yaşlılık, silinmeyen bir leke gibi, bedenlerinin her yanına yavaş yavaş yayılır.
Benim babam, tüm ömrü boyunca hep bir şeyler aramış olan bir adam. Bugün bile hâlâ arıyor. Çocukluğumdan beri, babam, sürekli rüyalarına giren beyaz bir koyundan söz ederdi. Bu yüzden ben de hep yaşamın böyle bir şey olacağını düşünmüşümdür. Sürüp giden bir arayış.
Irmak boyunca, ırmak ağzına kadar yürüdüm. Kumsalın son elli metresinde oturup ağladım. Ömrümde hiç bu kadar çok ağlamamıştım. Pantolonumdaki kumları silkeleyip kalktım, gidecek bir yerim varmış gibi.

Gün bitti bitecekti. Ama yürümeye başladığımda dalgaların sesini duydum.

kafam viskiden bomboş, ağzım içtiğim sigaralardan zehir gibi.
alnım buz gibi demir kapıya dayalı. başımın arkasında bir yerlerden, bir klik sesi. ben alkole bastırılmış, ıpıslak bir pamuk parçası. duyularımın pek azı çalışır halde.
kulaklarımda belli belirsiz bir uğultu. paslı bir tel örgünün arkadasından fısıldayan deniz gibi.
hep böyle, aklım sonradan başıma gelir zaten.
yüzü ifadesizdi, okyanus dibine gömülmüş bir kentin fotoğrafı gibi.
fazla konuşurum ben, düşünmeden.
kendimden başka kim vardı dava edilecek?
bir kişi için bitmiş olan, bir başkası için bitmiş olmayabilir. bu denli basit. bunun ötesinde yol, iki ayrı yöne gider.
benim yazgım yaşamı sürdürmekti.
zaman da değişti. pek çok şey değişmiş. ama temelinde bunlar pek güzel. herkes birbiriyle yer değiştiriyor. ama yakınan yok.
şarkı bitti. ama melodisi havada asılı kaldı.
dünya, bensiz de sürer gider. insanlar benim hiçbir katkım olmaksızın sokaklarda yürür, kalemlerini açar, batıdan doğuya dakikada elli metre yol alır, lobileri, kahve salonlarını, hiçliğe indirgenen müzik ile doldururlar.
daha açık bir biçimde söylemek gerekirse, dünya o kadar basit ki, siz de onun kadar basitsiniz işte.
gerçekten bilmediğimiz pek çok şey var. bir şeyler bildiğimizi düşünmemiz sadece bir hayal, bir sanı.
ne kadar banknot kullanırsam kullanayım, deste de hiç de incelme belirtisi göstermiyordu. sadece ben, yıpranmışlık belirtisi gösteriyordum. dünyada bu türden para da vardır işte. ona sahip olmak size ağır gelir, harcamaksa son derece üzüntü verir, suyunu çekince de kendinizden nefret edersiniz. ve kendinizden nefret ettiğinizde, canınız para harcamak ister. ne var ki, para kalmamıştır, umut da.
boğulmakta değiliz, bu yüzden ip de atılmıyor.
koyunlar babamın canını yaktı ve dolayısıyla babam da benim canımı yaktı.
yapayalnız, bir düşünceyle baş başa bırakılmanın ne demek olduğunu düşünebiliyor musunuz siz, kılıfı altınızdan çekilip alınmışken kökleriyle gelen?
gündelik yaşam açısından, bizim düşünce biçimimizde eksiklik var. sonuçları alabildiğine büyütmek için, zaman etkenini küçümsüyoruz. bu her konuda böyle. başka bir deyişle, ayaklarımızı yere sağlam basmıyoruz. savaşı yitirmemiz sebepsiz değil.
kendi sonbaharımı yitirmiştim. başı ve sonu olacaktı ama sonbaharın asıl kalbi olmayacaktı benim için.
her dönemeçte, merkez üsten çok uzaklaşmıştım. hedeften de öyle. belki tüm yaşamım için de aynı şey söylenebilirdi. bu açıdan, sanırım kimseyi suçlayacak durumda değildim.
zayıflık, bedende çürümedir. kangren gibi.
içinde çürümekte olan o şey var ve sen onu hep hissediyorsun.
leke içindeki tavanı seyrettim. çoktan ölmüş ve unutulmuş insanların izlerini.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir