İçeriğe geç

The Right to be Lazy Kitap Alıntıları – Paul Lafargue

Paul Lafargue kitaplarından The Right to be Lazy kitap alıntıları sizlerle…

The Right to be Lazy Kitap Alıntıları

Eğer işçi sınıfı, üzerinde egemen olan ve doğasını alçaktan kalbindeki kötülüğü kökünden sökerek olağanüstü gücü içerisinde, kapitalist sömürünün haklarından başka bir şey olmayan insan haklarını talep etmek için değil, sefalet hakkından başka bir şey olmayan çalışma hakkını da talep etmek için değil, ama bütün insanların günde üç saatten fazla çalışmasına karşı çıkan sarsılmaz bir yasayı uydurmak için ayağa kalksaydı, yeryüzü, yaşlı yerküre, sevinçle titreyerek kendi içinde zıplayan yeni bir evren hissedecekti Ancak kapitalist ahlâkla bozulmuş bir proletaryadan nasıl olur da yiğitçe bir çözüm istenebilir?
Amerika’da, tereyağı yapımından buğday çapalamaya kadar zirai üretimin tüm kollarını makineler istila etmiştir. Neden? Çünkü özgür ve tembel Amerikalı, Fransız köylüsünün sığır hayatındansa bin kez ölmeyi yeğler. Bizim şanlı Fransa’mızda oldukça acılı, yorgunluk bakımından zengin çiftçilik, Batı Amerika’da açık havada, oturarak ve kayıtsızca pipo tüttürülerek yapılan hoş bir zaman geçirme etkinliğidir.
Çalışın, çalışın proleterler, toplumsal serveti ve bireysel sefaletinizi büyütmek için çalışın ; çalışın, çalışın ki yoksullaştıkça çalışmak ve sefilleşmek için daha çok nedeniniz olsun. Kapitalist üretimin acımasız kanunu budur.
Çağımız çalışma asrıymış, öyle diyorlar ; aslında acı, sefalet ve çürüme asrı
Kol gücüyle yapılan işlerle uğraşan insanlar hiçbir zaman devlet görevlerine getirilmezler ve bu da haklı bir davranıştır. Bunların çoğu bütün gün oturmaya, hatta bazıları sürekli ateş karşısında durmaya mecbur olduklarından, bedenleri kaçınılmaz olarak zayıflar ve aklın da bundan etkilenmemesi epey güçtür.
“İşçi sınıfı ona tahakküm eden, tabiatını bozan takıntıyı gönlünden söküp atarak, o müthiş gücüyle ayağa kalksa ve kapitalist sömürü haklarından başka bir şey olmayan İnsan Hakları’nı, sefalet hakkından başka bir şey olmayan Çalışma Hakkı’nı talep edeceğine, insanların günde üç saatten fazla çalışmasını yasaklayan bükülmez bir yasa şekillendirseydi, yeryüzü, şu yaşlı yeryüzü neşeyle ürpererek içinde yeni evrenin sıçradığını hissederdi.”
Nasıl ki insanlığın ilk dönemlerine üretimlerinin niteliğinden ötürü taş devri, tunç devri gibi isimler verilmişse, bizim dönemimize de tağşiş, tahrif, sahtecilik devri adı verilecektir.
Çalışmayana yemek yok.
Bununla birlikte, aşırı mal üretimine, sanayideki sahteciliklere rağmen işçiler yine de piyasayı İş! İş! diye yakaran sayısız kalabalıklar halinde doldurmaktadır.
Nasıl ki insanlığın ilk dönemlerine üretimlerinin niteliğinden ötürü taş devri, tunç devri gibi isimler verilmişse, bizim dönemimize de tağşiş, tahrif, sahtecilik devri adı verilecektir.
İşçi sınıfı o kolaycı iyi niyetiyle beyninin yıkanmasına izin verdiğinden, doğasından kaynaklanan çoşkuyla çalışmaya ve azla yetinmeye gözü kapalı atıldığından sermaye sınıfı da tembelliğe ve zoraki sefaya, üretimsizliğe ve aşırı tüketime sürüklemiş oldu.
İyi bir kadın işçi iğiyle dakikada en fazla beş ilmik atabilir, halbuki bazı yuvarlak dokuma tezgahları aynı sürede tam otuz bin ilmik atıyor. Demek ki makinenin her dakikası, kadın işçisinin çalıştığı 100 saate eşdeğer veya makinenin çalıştığı her dakika kadın işçiye on gün dinlenme hakkı veriyor. Dokuma sanayii için doğru olan, modern mekanik sayesinde yenilenmiş tüm sanayiler için de az çok geçerlidir. Ama ne görüyoruz? Makineler mükemmelleşip durmadan artan bir hız ve doğrulukla insanın çalışmasını aşağı çekerken, işçi dinlenme süresini bu oranda artıracağına sanki makineyle yarışmak ister gibi gayretini iki katına çıkarıyor. Ne saçma ve öldürücü bir rekabet!
Kapitalist toplumda çalışma, her türlü zihinsel yozlaşmanın ve her türlü bedensel bozulmanın sebebidir.
Fazla mesai için kendini paralayıp bu perhizle amaçsız bir yaşam süren bu iki çılgın işçi grubunun varlığında kapitalist üretimin en büyük sorunu, üretici bulamayıp gücünün fazlasını harcaması değil, tüketici keşfetmek, onların iştahını kabartmak ve yapay ihtiyaçlar yaratmak gerekliliğiydi. Soğuk ve açlıktan titreyen Avrupalı işçiler dokudukları kumaşları giymeyi, hasat ettikleri şarabı içmeyi reddettiklerinden,deli gibi oradan oraya giden zavallı imalatçılar da dünyanın öteki tarafına koşup giysileri giyip, şarapları içecek insanlar bulmak zorundadır. Avrupa her yıl dünyanın dört bir yanına, bu mallarla ne yapacağını bilmeyen halklara yüzlerce milyar ihracat yapmaktadır.*
*İki örnek: Hint köylülerini memnun etmek için ülkeyi perişan eden açlıklara rağmen pirinç veya buğday yerine haşhaş ekiminde inat eden İngiliz hükümeti, Hint afyonunun ücretsiz girişini Çin hükümetine kabul ettirmek için kanlı savaşları üstlenmek zorundaydı.
Polinezya’nın vahşileri, ucunda ölüm olmasına rağmen, İskoçya’daki içki fabrikalarını ve Manchester’daki dokuma atölyelerinin ürünlerini tüketmek için İngiliz usulü giyinmeye ve sarhoş edilmeye zorlandılar.
Tıpkı mal bolluğu gibi, sermaye bolluğu da yaşanır. Finansçılar sermayelerini nereye yatıracaklarını bilemez hale gelirler; o zaman sigara içip güneşin altında tembel tembel keyif çatan mutlu uluslara gidip, oralara demiryolları döşemeye, fabrikalar kurmaya ve çalışma lanetini taşımaya başlarlar.
Bu bireysel ve toplumsal sefaletler ne kadar büyük ve sayısız olursa olsunlar, ne kadar sonsuz görünürlerse görünsünler, Proleterya, İstiyorum dediği anda, aslan yaklaşırken toz olan sırtlanlar ve çakallar gibi yok olup gideceklerdir.
Jujurieux’den sanayi manastırlarının mucidi Bay Bonnet’nin mağazalarını kuşatıp, Bay Bonnet, işte ipek sanayiinde çalışan ovalist, bükücü, eğirici, dokumacı kadın işçileriniz, bir Yahudinin bile gözünü rahatsız edebilecek yamalı pamuklu elbiseleri içinde tir tir titriyorlar, halbuki tüm Hristiyan camianın yosmalarının ipek elbiselerini onlar eğirip dokudu. Günde on üç saat çalışan zavallı kadınların giyim kuşam düşünecek halleri yoktu, ama şimdi işsizler ve kendi ürettikleri ipeklerle süslenebilirler. Süt dişlerinin düştüğü yaştan itibaren kendilerini servetinize adadılar ve mahrumiyet içinde yaşadılar; şimdi boş vakitleri var ve emeklerinin ürünlerinden biraz da onlar yararlanmak istiyor.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Proleterler, iktisatçıların aldatıcı sözlerine kulak vererek, çalışma günahına tüm varlıklarıyla teslim oldukları için, sosyal organizmayı ihtilaçlı sarsıntılar içine sokan aşırı üretim kaynaklı sanayi krizlerine bütün toplumu sürüklüyorlar. O zaman mal bolluğu ve alıcı kıtlığından ötürü atölyeler kapanıyor ve açlık bin kayışlı kırbacıyla işçi topluluklarını dövüyor.
İktisatçılar da bıkıp usanmadan işçilere yineliyorlar:
Çalışın, toplumsal serveti arttırmak için çalışın!
Ama bu arada bir iktisatçı, Destutt de Tracy onlara cevap veriyor:
Yoksul ulusların bünyesindeki halk rahat yaşıyor ; zengin uluslarda ise halk her zaman yoksul.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
İşçiler, kriz anlarından genel bir mal dağıtımı ve keyif zamanı olarak istifade edeceklerine, açlıktan nefesleri kokarak kafalarını atölye kapılarına vuruyorlar.
Çalışın, çalışın işçiler, toplumsal serveti ve kendi yoksulluğunuzu artırmak için çalışın. Çalışın ki, daha da yoksullaşarak daha çok çalışmak ve yoksullaşmak için birtakım nedenleriniz olsun. Kapitalist üretimin acımasız yasası budur işte
Çağımız çalışma asrıymış, öyle diyorlar; aslında acı, sefalet ve çürüme asrı
Bir İspanyol atasözü şöyle der: Sağlık istirahatten gelir.
Tarım, insanlık tarihinde köle emeğinin ilk tezahürüdür.
Kol gücüyle yapılan işlerle uğraşan insanlar hiçbir zaman devlet görevlerine getirilmezler.
İşgücü düşük ücretle kullanılabildiği sürece har vurup harman savrulur, işgücü pahalılaştıkça ondan tasarruf etmeye bakılır.
İşçi sınıfı kendi midesinden kısarak, aşırı tüketime mahkûm burjuvazinin göbeğini ölçüsüzce şişirmiştir.
Makineler mükemmelleşip durmadan artan bir hız ve doğrulukla insanın çalışmasını aşağı çekerken, işçi dinlenme süresini bu oranda artıracağına sanki makineyle yarışmak ister gibi gayretini iki katına çıkarıyor. Ne saçma ve öldürücü bir rekabet!
İyi bir kadın işçiliğiyle dakikada en fazla beş ilmik atabilir, halbuki bazı yuvarlak dokuma tezgâhları aynı sürede tam otuz bin ilmik atıyor. Demek ki makinenin her dakikası, kadın işçinin çalıştığı yüz saate eşdeğer veya makinenin çalıştığı her dakika kadın işçiye on gün dinlenme hakkı veriyor.
El işleri ucuza yapıldığı sürece savurganlıktır, ama el hizmetleri pahalı olduğu zaman onu tasarruf etme çabaları başlar.
İşçilerin, kendilerini öldürürcesine çalışmaları ve tüketmeden, ot gibi yaşamaları gibi iki çılgınlık karşısında, kapitalistin büyük sorunu artık işçi bulmak, üretimi artırmak değil, tüketici bulmak, onların iştahlarını artırmak, yeni ihtiyaç alanları bulmak olacak.
Avrupa ülkelerinde ulusal ordular değil ücretli askerlerden oluşan ordular var. Onlar kapitalistleri günde on saat çalışan fabrika ve maden işçilerinin öfkelerine karşı korurlar.
İşçi sınıfı basit, güzel inancıyla telkinlere, fikirlere açık olduğu, yerli tez canlılığıyla kendisini kör gibi çalışmaya verip pek çok şeyden geri çekildiği için, kapitalist sınıf da kendisini tembelliğe, zorunlu eğlenceye, üretmekten uzağa ve aşırı tüketime mahkum edilmiş buldu.
Ahlakın ahkaksızlık.
Tembellik haklarını ilan etmelidir; günde üç saatten fazla çalışmamalı, günün geri kalanında ve geceleri tembellik etmeli yiyip içip eğlenmelidir.
Toplumsal serveti ve bireysel sefaletimizi büyütmek için çalışın; çalışın, çalışın ki yoksullaştıkça çalışmak ve sefilleşmek için daha çok nedeniniz olsun. Kapitalist üretimin acımasız kanunu budur.
Yoksul ulusların bünyesindeki halk rahat yaşıyor,; zengin uluslar da ise halk her zaman yoksul.
Hayatı güzelleştiren ve yaşanmaya değer kılan her şeye elveda
Düne kadar büyük senyörlerin maiyetinde yer alan, bugün de burjuvazinin kalem uşaklığını üstlenmiş bu kibirli, karnı tok, gelirleriyle bir eli yağda bir eli balda yaşayan insanlardan bıkmadık mı?
Çağımız çalışma asrıymış, öyle diyorlar; aslında acı, sefalet ve çürüme asrı
Bizim toplumumuzda, çalışmak için çalışmayı seven sınıflar hangileridir?
Ey tembellik, bizim bu bitmek bilmez sefaletimize merhamet göster!
Ey tembellik, sanatların ve soylu erdemlerimizin anası, insanın kaygılarına merhem ol!
Tembellik rejiminde, saniye be saniye bizi öldüren zamanı, öldürmek için gösteriler ve tiyatro temsilleri hep olacaktır. Bu, bizim yasa koyucu burjuvalarımıza gayet uygun bir iştir.
İnsan doğasını saptırmış olan ahlakçılardan, yobazlardan, yalancı softalardan, ikiyüzlülerden ve dünyayı dolandırmak için kılık değiştirmiş diğer mezhep insanlarından uzun uzun ve sertçe intikam alınacaktır.
Her ürünümüz pazara sürümünü kolaylaştıracak ve ömrünü kısaltacak şekilde soysuzlaştırılıyor.
İşçinin aşırı çalışması canını acıtıyor, sinirlerini mengene gibi sıkıştırıyor olsa da, burjuva da acıda ondan geri kalmaz.
Üç kuruş bile paramızın olmadığı doğrudur, ama her ne kadar baldırı çıplak olsak da, buğdayı tarladan kaldıran da, üzüm bağını bozan da biziz
Emekçiler, üretici sermayelerin birikimine katkıda bulunarak, ücretlerinin bir kısmını er ya da geç ellerinden alacak olaya katkıda bulunurlar.
Yoksul uluslar, halkın rahat ettiği uluslardır; zengin uluslarda ise halk genelde yoksuldur.
Tarım, insanlığın kölece çalışmasının ilk tezahürüdür.
Kır zambaklarının nasıl büyüdüklerine iyi bakın; ne çalışırlar, ne de iplik eğirirler.
Kapitalist toplumda çalışma, her türlü entelektüel yozlaşmanın, organik deformasyonun nedenidir.
Kapitalist toplumda çalışma, her türlü zihinsel yozlaşmanın ve her türlü bedensel bozulmanın sebebidir.
Daha önceki yüzyıllarda, Amerika ve Hint Adalarına mal satışında öncelik alma konusunda Fransa ve İngiltere ölümüne mücadele ettiler. On altıncı, on yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda binlerce genç insan denizlerde yapılan koloni savaşlarında kanını döktü, denizleri kırmızıya boyadı.
Gecenin gündüzü takip ettiği gibi, aşırı çalışma dönemlerinden sonra da krizlerin gelmesi kaçınılmaz oluyor ve bu olaylar iflaslara da yol açıyor tabii. Üretici, kredisi olduğu sürece işcilerini rahatça ve aşırı çalıştırıyor. İşçilerine, üretimine ham madde sağlamak için durmadan borç, kredi alıyor, piyasanın doyacağını ve ürettiği malların pazar bulamama, satılamama ihtimalini, sonunda borçlarını ödeyemez duruma düşebileceğini hiç düşünmüyor.
Yoksul ülkelerde halkın rahatı yerindeyken varsıl ülkelerde halk genellikle yoksuldur.
Fabrika tarzı çalışmayı hayata geçirdiğiniz yerde neşeye, sağlığa, özgürlüğe elveda diyebilirsiniz; elveda yaşamı güzelleştiren ve yaşanmaya değer kılan her şeye.
Her türlü bireysel ve toplumsal sefalet onun o çalışma tutkusundan doğmuştur.
Helenler de görkemli devirlerinde çalışmayı ancak hor görürdü, çalışabilecek olanlar kölelerdi, özgür insan ise sadece bedensel etkinliklerden ve zihinsel oyunlardan anlardı.
Kapitalist toplumda çalışma, her türlü zihinsel yozlaşmanın ve her türlü bedensel bozulanın sebebidir.
Nerede o eski masallarımızda, destanlarımızda geçen,gözünü budaktan sakınmaz ,özü sözü bir , ehli işret anacıklar ? Nerede o dur durak bilmeksizin didinen , pişiren , şarkılar söyleyen, daima can veren ve neşe saçan, ağrısız sancısız sağlıklı , gürbüz bebeler doğuran o cevval analar?
“İşçi sınıfı ona tahakküm eden, tabiatını bozan takıntıyı gönlünden söküp atarak, o müthiş gücüyle ayağa kalksa ve kapitalist sömürü haklarından başka bir şey olmayan İnsan Hakları’nı, sefalet hakkından başka bir şey olmayan Çalışma Hakkı’nı talep edeceğine, insanların günde üç saatten fazla çalışmasını yasaklayan bükülmez bir yasa şekillendirseydi, yeryüzü, şu yaşlı yeryüzü neşeyle ürpererek içinde yeni evrenin sıçradığını hissederdi.”
Tıpkı insanlığın ilk çağlarının, üretimlerinin niteliğine bağlı olarak, taş çağı, tunç çağı adını alması gibi, bizim çağımız da sahtekârlık çağı diye adlandırılacaktır.
Özetle işçi sınıfı kendi kemerini sıka sıka aşırı tüketime mahkûm olan burjuvazinin göbeğini ölçüsüzce şişirmiştir.
Çağımız çalışma asrıymış, öyle diyorlar; aslında acı, sefalet ve çürüme asrı
Antik köleliğin sızlanan, ete kemiğe büründürülmüş hali olan Mesih gibi, profiterol sınıfın erkekleri, kadınları, çocukları bir yüzyıldır acıların zorlu tepesine tırmanıyorlar; bir asırdır zorunlu çalışma kemiklerini kırıyor, etlerini örseliyor ve beyinlerinde sanrılar yaratıyor! Ey tembellik, uzun süren sefaletimize acı! Sanatların ve asil erdemlerin anası ey Tembellik, insan kaynağına merhem ol!
”Bize acı çektiren açlık değil, çalışma tutkusudur.
Devrimize çalışma yüzyılı dendi.Ama aslında bu bir acılar, kederler ve çürüme yüzyılıydı
Hâlâ anlamıyorlar makinenin insanlığın kurtarıcısı olduğunu; insanı aşağılık ve ücretli işlerden kurtaracak olan, azat eden, boş zaman ve özgürlük veren Tanrı olduğunu.
Bir de utanmadan ”Çağımız, çalışma yüzyılıdır ” diyorlar; aslında acının, yoksulluğun, kokuşmuşluğun yüzyılıdır.
Bizim ahlakçılar pek alçakgönüllüdürler. Çalışma dogmasını icat etmişler ama, ruhu dinginleştirmek, aklı neşelendirmek, böbreklerle öbür organların iyi çalışmasını sağlamaktaki etkinliğinden kuşku duyuyorlar. Onu, kötülüklerini bağışlamak ve yetkilendirmekle görevli oldukları kapitalistlere yöneltmeden önce, değersiz deney hayvanı üstünde, yani halk üstünde denemek istiyorlar.
Ama insan doğasını soysuzlaştıran ahlakçılardan, yobazlardan, iki yüzlü insanlardan, sahte sofulardan ve dünya âlemi dolandırmak için kılık değiştirmiş başka mezhep insanlarından uzun uzun ve hoyratça öç alınacaktır.
Çalışın, çalışın işçiler, toplumsal serveti ve kendi yoksulluğunuzu artırmak için çalışın. Çalışın ki, daha da yoksullaşarak daha çok çalışmak ve yoksullaşmak için birtakım nedenleriniz olsun. Kapitalist üretimin acımasız yasası budur işte.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir