İçeriğe geç

Toplumsal Cinsiyet Kitap Alıntıları – Zehra Yaşın Dökmen

Zehra Yaşın Dökmen kitaplarından Toplumsal Cinsiyet kitap alıntıları sizlerle…

Toplumsal Cinsiyet Kitap Alıntıları

Buss (1998), kadın ile erkeğin farklı olduklarını belirleyen araştırma sonuçlarını temel alarak bunların evrim sürecindeki farklılaşmaya dayandığını ileri sürmüştür. Ancak, kadın ile erkeğin farklı olmalarının birinin diğerinden daha üstün ya da daha zayıf olması anlamına gelmediğini de belirtmiştir.
İnsan davranışların ve kişilik özelliklerinin artık cinsiyetle ilişkilendirilmemesi ve toplumun cinsiyetle ilgisiz durumlar için cinsiyeti yansıtması durdurması gerekir.
Kadın ile erkeğin cinsel eş seçimlerinin, ana-babalık yatırımla­rının farklı olduğu ve tamamen farklı dinamiklerle işlediği, bunun da genetik programlanmanın farklı olmasından kaynaklandığı hem genetik olarak gösterilememiştir hem de günümüz kadın ve erkeğinin ilgili davranışlarını açıklayamamıştır. Günümüzde ka­dın ve erkeğin yaşam biçimleri ve davranış kalıpları ilk atalarınınkinden çok farklıdır ve geniş bir kültürel çeşitlilik sunar.
Çok sayıda çalışmada, cinsiyet hormonlarının, özellikle testosteronun, pek çok tür için saldırganlık­la ilişkili olduğu bulunmuştur. Sosyobiyologlara göre, pek çok tü­rün erkeği dişiden daha saldırgandır ve erkeğin bu saldırganlığı türün sağlıklı olarak günümüze ulaşmasında etkili olmuştur.
Cinsel arena, erkeklerin sonuçta cinsellikle hiçbir ilgisi olmayan duygusal çatışmalarını doğallıkla yaşadıkları yerdir.
2 yaş civarında çocuğun kendinin farkına varmasıyla cinsiyet anlayışı da gelişir. Henüz kendi cinsiyeti hakkında tutarlı bir görüş oluşturmamış­tır, ama kadın ve erkeği ayırt edebilir. 3-4 yaş civarında ise ken­di cinsiyet kimliği oluşmuştur ve cinsiyetini doğru olarak söyleye­bilir, ama hâlâ cinsiyeti kalıcı bir özellik olarak görmez. Cinsiyet kimliğinin tam olarak kazanıldığı 5-6 yaştan sonra artık cinsiyet de değişmez bir özellik olarak görülmeye başlar.
Gerçek farklılıklar bazı biyolojik özelliklerdir. Diğerleri ger­çek farklılıklar değildir, büyük ölçüde kültürden-toplumdan kay­naklanan ya da daha doğru bir deyişle toplumun yarattığı farklılık­lardır. Gerçek farklılıklar dendiğinde, doğuştan getirilen, öğrenil­memiş, değiştirilemez ve kalıcı farklılıklar kastedilir.
Genellikle kadınlarla erkekler arasındaki bazı fark­lılıkların biyolojik mi yoksa kültürel mi olduğunu tam olarak bil­mek mümkün değildir; esasen çoğu farklılık ikisinin birlikte et­kisinin bir sonucudur.
Kadınlara karşı ön yargılı olunması yaygındır ve ne yazık ki kadınlar da kadınlara karşı ön yargılıdır.
Nasıl ki kuşun kanatları, balığın yüzgeçlerinden ya da kangurunun ayaklarından daha üstün olarak değerlendirilmezse, kadın ve erkek de uyum sağlama sürecinde farklı sorunlarla karşılaştıkları için farklı mekanizmalar geliştirmişlerdir, bu farklı mekanizmalardan birinin diğerinden üstün ya da aşağı olması söz konusu değildir.
Ne söylendiği değil, nasıl söylendiği daha önemlidir
Ev işinin paylaşılması, kocanın karısını duygusal ve araçsal olarak desteklediği algısına yol açar; bu da kadının daha mutlu olmasını ve psikolojik olarak kendisini daha iyi hissetmesini sağlar.
Ev işlerinin eşler arasında eşit olarak paylaşılmaması, geleneksel işbölümünün sürdürülmesi depresyona yol açabilir. Kadınlarda ev işi yapma sıklığı ile depresyon arasında olumlu ilişki bulunmuştur, yani kadınlarda çok ev işi yapma ile yüksek düzeyde depresyon daha çok birlikte gözlenmiştir; oysa erkeklerde ev işi yapma sıklığı ile depresyon düzeyi arasında negatif ilişki bulunmuştur, yani erkeklerde ev işi yapma sıklığı arttıkça depresyon düzeyi düşüyor.
Evlilerde yalnızlık ile evlilik uyumu arasındaki ilişkiye bakan bir araştırmada (Demir ve Fışıoğlu, 1999), hem kadınlarda hem erkeklerde, benzer şekilde, evlilik uyumu arttıkça yalnızlık duygusunun azaldığı belirlenmiştir ( ) ancak iyi gitmeyen evliliklerin bireyleri daha koyu bir yalnızlığa ittiği söylenebilir.
Yalnızlık, konusunda yaşa bağlı farklılıklardan söz edilmiştir (akt., Franzoi, 1996). Yaş grupları arasında da ergenlerin ve genç yetişkinlerin daha çok yalnızlık duydukları belirlenmiştir.
Gündüz saatlerinde kadınlara yönelik ve kadınlık kalıpyargıları doğrultusunda, hafta sonlarında erkeklere yönelik ve yine erkeklik kalıpyargıları doğrultusunda, reklamlar gösterilirken akşam saatlerinde daha eşitlikçi reklamlar gösteriliyor.
Kolayca anlaşılıyor ki bir toplumun üyesi bireyler kadın da olsalar, erkek de olsalar tek tip olma yönünde baskı yaşıyorlar ve bu baskının bireylerin kendi istedikleri yönde gelişmelerine, kendilerini gerçekleştirmelerini sağladığı kesinlikle söylenemez.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kadının ve erkeğin çeşitli fiziksel ve ruhsal sıkıntılar yaşamalarının, ev, eğitim, iş, sosyal yaşam alanlarında sorunlarla karşılaşmalarının temelinde bu kalıpyargıları, önyargıları ve cinsiyetçiliği görmek mümkündür.
Genellikle, kadınların duyarlı, ilgili, sıcak gibi özelliklere; erkeklerin de güçlü, baskın, bağımız gibi özelliklere sahip oldukları düşünülür.
Kadınların ve erkeklerin, toplumun yazdığı senorya ya bağlı kalarak rollerini oynamaları beklenir.
Toplumsal cinsiyet farklılıklarına ilişkin beklentiler, cinsiyet kalıp yargıları biçiminde toplumda yaygın kabul gören inançlara dönüşürler ve sosyal davranışı büyük ölçüde biçimlendirirler.
Kadınlara karşı önyargılı olunması yaygındır ve ne yazık ki kadınlar da kadınlara karşı önyargılıdır.
Eğer kadın ve erkeğin rolleri değişirse cinsiyet farklılıkları da değişecektir; kadın daha yüksek statülü rollere sahip oldukça cinsiyet farklılıkları azalacaktır. Çocuk bakımı ve ev işi sorumlulukları kadın ve erkek tarafından eşit olarak paylaşılıncaya ve ev dışında çalışma sorumlulukları da eşit olarak dağıtılıncaya kadar (yani insanlar eşit sosyal roller alıncaya kadar) cinsiyet kalıpyargıları kaybolmayacaktır (Eagley ve Steffen, 1984).
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Eşim bir kitap yazmış bu bana gurur veriyor. Eşim güzel bir kitap yazmış bu bana daha da büyük bir gurur veriyor.
Bir önsöz yazmak için oturdum bilgisayarın başına. Birisi benim kitabıma, benim sözlerimin önüne bir önsöz yazabilir; ben birilerinin kitabına sözlerinin önüne bir önsöz yazabilirim. Ancak eşimin sözlerinin önüne bir önsöz yazmak, onun sözlerinin önüne söz koymak benim haddim değil. Onun sözü benim sözümden üstündür. Bu yüzden Birsöz koydum yazının başlığını.
günümüz işverenleri, şirketleri, işyerleri de günümüz kadınını kadınlığını ileri sürüp işe almıyor, yükseltmiyor, hakkını yiyor.
Oysa cinsiyet eşitsizliğinin giderilmesi için kişisel değil kurumsal değişime ihtiyaç vardır.
”Beklenmedik bir işte kadının gösterdiği başarı, yeteneğinden çok şansa ya da işin kolaylığına yüklenir.
Kadınlara karşı önyargılı olunması yaygındır ve ne yazık ki kadınlar da kadınlara karşı önyargılıdır.
Beklenmedik bir işte kadının gösterdiği başarı, yeteneğinden çok şansa ya da işin kolaylığına yüklenir.
başarılı ve mesleki gelişmeye güdülü bir genç kız, evlenip çoluk çocuk sahibi olması beklenirken üniversiteye gidip okumak, meslek ve kariyer sahibi olmak isteyince ailesiyle, toplumla ve kendisiyle çatışmaları başlıyor, bu da derin sorunlara neden oluyor. Eşi ve çocuklarıyla daha çok zaman geçirmek ve hobileriyle daha çok ilgilenmek isteyen bir erkek ise evinin ekmeğini kazanmak ve her zaman daha çok kazanmak zorunda olduğunu hissediyor ve bu sorumluluktan bunalabiliyor.
Ağlamak kız çocuklarının işine yararken ,erkeklerin işine yaramaz,ağlamak kız çocukları ve kadınlar tarafından sürdürülürken ,erkek çocukları ve erkekler tarafından sürdürülmez.
Freud’a göre ,kadınlar hem cinsel hem de ahlaki olarak erkekler kadar üstün değillerdir.
”Androjenlik kavramının savunulması, insanlara yeni bir zorlayıcı reçete sunulması anlamına gelebilir; eski reçetede ya kadınsı ya erkeksi olmak yer alırken yenisinde hem kadınsı hem erkeksi olmak vardır ve bu durumda birey için, mücadele edilmesi gereken bir değil iki muhtemel yetersizlik kaynağı bulunur. Daha da önemlisi, bu kavram toplumsal cinsiyet şeması kuramı için de problem oluşturur. Çünkü bu kavramla içimizde bir kadınsı, bir de erkeksi yan olduğunun kabulü sürdürülmüş olur, yani böylece kadınsılık ve erkeksilik kavramlarının toplumsal şematik işlemlerden kaynaklanan bilişsel yapılar değil de bağımsız bir gerçekliğe sahip kavramlar olduğu kabul edilmiş olur. İnsan davranışlarının ve kişilik özelliklerinin artık cinsiyetle ilişkilendirilmemesi ve toplumun cinsiyet organlarıyla ilgisiz durumlar için cinsiyeti yansıtmayı durdurması gerekir. ”
Eğer kadın ve erkeğin rolleri değişirse cinsiyet farklılıkları da değişecektir; kadın daha yüksek statülü rollere sahip oldukça cinsiyet farklılıkları azalacaktır. Çocuk bakımı ve ev işi sorumlulukları kadın ve erkek tarafından eşit olarak paylaşılıncaya ve ev dışında çalışma sorumlulukları da eşit olarak dağıtılıncaya kadar (yani insanlar eşit sosyal roller alıncaya kadar) cinsiyet kalıpyargıları kaybolmayacaktır.
Kadınların ve erkeklerin toplumun yazdığı senaryoya bağlı kalarak rollerini oynamaları beklenir
Lott kadınlarla erkekler arasındaki benzerliklerin ve farklılıkların belirlenmesinin bir kataloglama olduğunu ve bunun toplumsal güç farklılıklarının sürdürülmesi için bir dayanak oluşturma gibi politik bir işlevi olduğunu ileri sürmüştür.
Erkeklerin yaşadıkları sınırlılıkları, Burn (1996), erkek cinsiyet rolüyle ilişkili normlara bağlamış ve üç başlık altında incelemiştir: Başarı/statü normu, güçlü olma normu, kadınsı olmama normu.
Cam tavan terimi, bireysel bir yetersizlik nedeniyle yükselememeyi değil, sadece kadın olmaktan dolayı yükseltilmemeyi ifade eder.
Kendinizi ve kendi cinsiyetinizdeki anne babanızı ve büyükanne ve büyükbabanızı düşününüz. Üç kuşak boyunca ailenizdeki cinsiyet rollerinde neler değişmiştir?
başarıya ulaşmıştı, bunu çalışmasına ve azmine bağlıyordu ve doğal buluyordu, çünkü hak etmişti. Ancak çevresinde bir kadın olarak bu sonuca ulaşmasını yadırgayanlar vardı.
Nasıl ki kuşun kanatları, balığın yüzgeçlerinden ya da kangurunun ayaklarından daha üstün olarak değerlendirilmezse, kadın ve erkek de uyum sağlama sürecinde farklı sorunlarla karşılaştıkları için farklı mekanizmalar geliştirmişlerdir, bu farklı mekanizmalardan birinin diğerinden üstün ya da aşağı olması söz konusu değildir.
İnsan, dünyayı, daha çok da kendi türünü kategorize etmeye çok meraklı.
Ev işleri kadının birincil görevi, asıl işi olarak ve erkeğin de yardım edeceği , belki yapacağı, sorumluluğu tümüyle alması gerekmeyen işler olarak görülüyor. Erkek genellikle basit ev işlerini (salata, alışveriş yapmak vb.) genellikle de canı isterse yaparken, kadın çalışsa bile hemen tüm ev işlerini üstlenmek zorundadır. Çalışan kadınların sıklıkla pazartesileri işe gittiklerinde dinlenmediklerini söylediklerine tanık olursunuz. Hafta sonları, birikmiş işlerin ve gelecek haftanın hazırlıklarının yapıldığı yoğun çalışma günleridir.
Lott’a göre (1997), insan davranışının cinsiyeti yoktur ve bireyler belirli koşullar altında belirli türde davranmayı öğrenirler, koşullar değişince davranışlar da değişebilir.
İnsanlara kadın ya da erkek olarak bakmak ve her türlü davranışı bununla sınırlamak büyük bir haksızlıktır.
“iki cinsiyet arasındaki farkın az olmamasının, hatta bir de bunun biyolojik kökenli olduğunun anlaşılmasının özellikle bazı feminist yazarlar taradından kadının şimdiki görece daha düşük konumunun sürüdürülmesi için bir temel oluşturacağı endişesinde aramak gerekir. Bu hiç de yabana atılacak, görmezden gelinecek bir endişe değildir. Haklı olarak şimdiye kadar kadın aleyhine işlemiş mekanizmalar, sistemler muhtemelen böyle bir bilimsel temele oturtulursa statükonun sürdürülmesi konusunda daha güçlü bir konuma gelebilirler.”
“Cam tavan terimi, bireysel bir yetersizlik nedeniyle yükselememeyi değil, sadece kadın olmaktan dolayı yükseltilmemeyi ifade eder. Bu nedenle de hiyerarşinin tepesine doğru kadın sayısı azalır, hatta sıfırlanır.”
İnsanlara kadın ya da erkek olarak bakmak ve her türlü davranışı bununla sınırlamak büyük bir haksızlıktır.
Kadınlar ve erkekler olarak ayrılmış iki grubun üyeleri, bükülüp katlanmış kâğıtlardan makasla kesilmiş, açınca el ele tutuşan birbirinin aynı bir sürü bebek gibi ya da patates baskısı gibi aynılaştırılmaya çalışılır ve bu baskı diğer baskıları da içerir.
Yalnızlık öznel bir yaşantıdır, bireyin nasıl hissettiğine, nasıl algıladığına bağlıdır. Bazı insanlar uzun süre yalnız kaldıkları hâlde kendilerini yalnız hissetmeyebilirler; bazı insanlar da kalabalık içinde bile kendilerini yalnız hissedebilirler.
İnşacılık (constructionism), bireylerin mevcut bir dünyaya uymaktan çok bu dünyanın oluşumuna sürekli ve aktif biçimde katkıda bulunduklarını savunan bir yaklaşımdır(Bilgin, 2003). İnşacılık-constructivism, sosyal yaşamın sosyal olarak inşa edilmiş özünü ön plana çıkaran, toplumun insanlar tarafından etkin ve yaratıcı biçimde oluşturulduğunu, sosyal dünyanın bireyler ve toplumlar tarafindan inşa edildiğini savunan görüştür(Cevizci, 1999).
Sosyobiyologlara göre, pek çok türün erkeği dişiden daha saldırgandır ve erkeğin bu saldırganlığı türün sağlıklı olarak günümüze ulaşmasında etkili olmuştur.
İnsan, dünyayı, daha çok da kendi türünü kategorize etmeye çok meraklı.
Türkiye Cumhuriyeti’nde yetişen bir kadın olarak, Mustafa Kemal Atatürk’e minnettarım.
Kalıpyargılar kolayca değişmezler; dışgrup hakkındaki kalıpyargılar daha güçlü, daha olumsuz ve daha aşırı uçtadır. Çünkü dışgrup üyeleriyle olan etkileşim bireysel değil gruplar arasıdır. Sonuç olarak da dışgrup üyeleri birbirlerine daha benzer ve homojen olarak algılanırlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir