İsmail Tokalak kitaplarından Covid-19 Gerçekleri ve Gelecek kitap alıntıları sizlerle…
Covid-19 Gerçekleri ve Gelecek Kitap Alıntıları
MERS (CoV) ismi verilen pandemi yedi yıl sürmesine rağmen salgın lokal boyutlarda kaldığı ve kâr yapmaya uygun görülmediği için aşı yapma girişimleri olmasına rağmen herhangi bir aşı üretilmedi. Para insan hayatından önce geliyordu.
Küresel güçler pandemileri artık çok sevmektedir. Toplumu korkuyla kolayca yönlendirme ve pasifize etmenin en kolay yolunu Covid-19 olayıyla pandemilerden faydalanma olduğunu görmüşlerdir.
İnsanlar yüksek teknolojinin modern köleleri haline geldiğinin farkında değildir. Bu durum Covid-19 ile hızlanmıştır.
Fakirlere yemek verdiğim zaman bana aziz diyorlar. Fakirlerin neden fakir olduğunu sorduğum zaman bana komünist diyorlar.
Yanlışları söyleyip gerçekleri göstermeye çalışanlara az da olsa da belli bir kesim tepki koyabiliyor. Bu tepki koyanlardan bazdan acı gerçeklerle yüzleşmek istemiyor bazılarıda bu bozuk sürdürülemeyen sistemden beslenenler oluyor.
Herhangi bir pandeminin doktorlardan danışma kurulu oluşturarak çözmeye çalışmak, iyi niyetli fakat oldukça yetersiz bir girişimdir.
Soya kaba yemlerin içinde ve hazır paketlenmiş gıdalarda kullanılan ana maddelerden biri. Soya erkeklerde testosteronun baskılanmasını sağlarken östrojen hormonunu yükseltiyor. Erkekte cinsel isteksizliğe neden oluyor.
Fakat teknoloji bizi hasta da etmektedir. Haraketsizleştirmekte sosyal ilişkilerimizi sanallaştırma bizi antisosyalleştirmekte bolca radyasyon almamızı sağlamakta gözlerimizi bozmakta el becerimizi unutturmakta en basit matematiksel hesapları bile yerimize yapıp beynimizi tembelleştirip uyuşturmaktadır.
İnsan ağzı 500’den fazla bakteri türüne ev sahipliği yapmaktadır. Normal durumda vücudumuzda taşıdığımız bu kadar çok mikroorganizma bağışıklık sistemimiz güçlü olduğu sürece insan sağlığı için bir sorun yaratmıyor.
İnsan vücudunda en çok bağırsak içerisinde yararlı bakteriler bulunmaktadır. Bu bakteriler bağırsaklar üzerinde yerleşmiş bir şekilde uzun süreler yaşayarak insan vücuduna fayda sağlar.
RNA virüslerinin mutasyon oranları DNA virüslerine oranla çok daha fazladır, Bu durum RNA virüslerine karşı etkili aşı geliştirme anti viral ilaç çabalarını zorlaştırmakta hatta bu ilaçlar uygulanırken bile bu ilaçlara direnç için mutasyona uğramış virüsler birkaç hafta veya ay içinde bu ilaçlara karşı hızlı bir direnç geliştirmektedirler.
Virüsler sadece genetik bilgiyi taşıdıkları için , gelişmek ve çoğalabilmek için canlı hücrelere ihtiyaç duyarlar. Virüs bir parazittir, vücuda girdiğinde sağlıklı hücrelerinizi ele geçirip onların ele geçirdikleri hücrede daha çok virüs üretmelerine neden olur.
Virüsler devamlı kendilerini değiştirdikleri için onlar için yapılan virüs aşıları da etkisiz kalmaktadır.
Bayer ilaç şirketinin CEO’su, Dr. Marijn Dekkers, Ocak 2013’da şöyle diyordu;
Biz bu kanser ilacını (fakir) Hintliler için yapmadık. Biz bu ilacı almaya gücü yeten Batılılar için yaptık.
Yalnız ABD’de ilaç firmaları kendi ilaçlarının promosyonu reklamı için senede 30 milyar dolar harcıyorlar . Bu paranın % 68’i yani 20 milyar doları doktorları kendi ilaçlarını kullanılması için ikna etmeye gidiyor.
WHO’nun raporuna göre; dünyada sağlık sektörünün tedavi için yaptığı harcamaların % 10-% 25 arası manipülasyon, rüşvet gibi çeşitli yollarla boşa harcanıyor.
Amerika’da piyasaya çıkan her beş ilaçtan bir tanesi yan tesirlerinden dolayı insanları daha çok hasta yaptığı ve ölümlere sebep olduğu için geri çekilmektedir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Dünyada birkaç ilaç firmasının eline geçmiş ilaç sektörünün dünyada güvenirliği oldukça düşüktür. Hastaların üzerinden mümkün olduğu kadar çok kâr yapma istekleri onla türlü (PR) taktiklerine itmekte bu durumda hastaların hayatını tehlikeye atmaktadır.
İnsanlara ölümü gösterip sıtmaya razı etme deyiminin en gerçekçi uygulamasını covid-19 paranoyasında gördük.
Eskişehir uçak fabrikasında 1940’larda uçak üretiyorduk. ABD buna gerek yok biz size yardım ediyoruz fabrikayı kapatın size uçak veririz dedi. Biz de bu yardımsever ülkeye inandık. Bizi borç üzerine borca soktu. Biz hala bu ülkenin bize dost olduğuna inanmaya devam ediyoruz.
Aşı geliştirme çalışmaları eğer bu aşının satışı garanti değilse buna ilaç firmaları para harcamıyor.
Kemirgenler/fareler deney hayvanlarının % 95’ini teşkil eder. Hızlı ve sık üremeleri ortalama 2 yıl yaşamaları araştırmalar için de oldukça faydalıdır. İnsanların ve farelerin % 90’dan fazla geni ortaktır. Bu durum insan genlerinin faktörlere nasıl tepki vereceğinin anlaşılabilmesi için mükemmel bir çalışma alanı yaratır
İngiliz filozof, Thomas Hobbes (1588-1679)’a göre insan, doğası itibariyle bencil, güvensiz ve korkak bir varlıktır. Hobbes , “İnsan insanın kurdudur” (homo homini lupus) sözünü ortaya atmıştır.
Hepatit A’nın B’nin aşısı var. (Hepatit B aşısı Hepatit D’ye karşı da korur) Hepatit E ve Hepatit C’nin aşıları yok. 25 yıldır hepatit C için aşı çalışmaları yapılıyor fakat hala sonuç alınamadı. Çünkü hepatit C virüsü çok hızlı mutasyona uğruyor.
Bugün, Covid-19 bahanesiyle milyarlarca kişi korkunun kölesi yapıldı.
Gelişmekte olan ülkelerde her sene 5 yaş altı 800 binden fazla fazla çocuk ishalden ölüyor.
Halkın davranışlarını, alışkanlıklarını değiştirmek bulaşıcı hastalıklarla savaşmaktan daha zordur. Dünyadaki en ölümcül hastalıklar çoğunlukla insan davranışlarından kaynaklanmaktadır.
Albert Einstein (ölm. 1955 )’ın 1950 yılında yazdığı bir mektup da şöyle demekteydi; insanoğlunun en büyük zaafı, dünyanın kendi etrafında döndüğünü sanması.
Doğanın daha çok katledilmesi ormanların yok edilmesi ile insanoğlu yeni bulaşıcı hastalıklarla daha çok karşılaşmaktadır.
İnsanlar yalnız doğayı değil birbirlerini de vahşice yok ediyorlar. İnsanlığın en kanlı yüzyılı 20. yüzyılda çıkardıkları savaşlardan dolayı 130 milyondan fazla insan öldü.’
Doğa ile savaş halindeyiz eğer kazanmak kaybederiz.
Kanada’lı Astrofizikçi, Hubert Reeves, (1932 – )
1980’lerde ilaç ihtiyacının % 80’ini yerli üretimle karşılayan Türkiye vardı. Bugün en çok ciro yapan 100 ilacın 95’i ithal.
1 Ocak 2020’de yürürlüğe giren 2020 bütçesinde kamu ve özel sektörün AR-GE ve inovasyon çalışmalarına ayrılan para 5,5 milyar TL. Toyota araba firması senede 10 milyar dolar AR-GE’ye ayırıyor.
İlaç firmaları yalnız ilaç satışından para kazanmıyor bu tip yaygın hastalıklarda ilaçlarının reklam yaparak daha satmadan borsadaki hisse senetlerindeki yükselmeyle yüz milyonlarca hatta milyarlarca dolar kazanıyor.
Hızla gelişen viral salgınların insan üzerindeki ölüm korkusu ve belirsizlik kurtuluş ümitlerini ilaçlara bağladığı içli özellikle aşı işine giren ilaç şirketlerin bu girişimleri kamuoyunda duyulur duyulmaz aşının nasıl bir başarı sağlayacağı bile bilinmeden borsada hisse senetlerinin değerlerini kısa sürede artar daha aşıları piyasaya çıkmadan büyük paralar kazanırlar.
Bir ilacın-aşının getirisi varsa büyük paralar harcanarak üzerinde çalışma yapılır ve piyasaya sürülür. Kazanç yoksa insanlığa yararı olacak diye ilaç firmaları bunların üzerinde çalışma yapmaz.
1927 kurduğumuz aşı merkezimizi 84 yıl sonra kapatıp birileri aşı yapsın da biz de borç para bulup dışarıdan satın alalım diye bekliyoruz.
% 100 güvenli aşı olmadığı gibi % 100 etkili olan aşı da yoktur. Aşı aslında gelişigüzel herkese yapılamaz. İlaçlarda olduğu gibi aşıların da yan tesiri vardır.
İnsan sağlığı bir bütün olarak özel şirketlerin eline bırakılamaz. Covid-19 olayında bu daha iyi görünmüş oldu.
Aşı çalışmalarının kâr amacı güden şirketler değil hükümetler ve kâr amaçlı olmayan kuruluşlarca fonlanması gerektiğine dikkat çeken Schwartz, “Çünkü çoğu çalışma ilaç şirketleri tarafından kârlı görünmüyor” açıklamasını yaptı.
Ortada çok büyük bir gelir pastası olduğundan Covid-19 aşısının sırf rakiplerinden önce çıkarıp bir an önce onay alıp piyasaya çıkartılan aşıların faydasından çok zararı olacaktır. Milyarlarca sağlıklı kişiyi tekrar hasta edecektir. Zaten bazı aşıların gençlerde bazıları da yaşlılarda etkin olmayabiliyor.
SARS’dan az kişi öldüğünden aşısı yapıldığında kar elde etme umudu olmadığından aşısı yapılmadı.
Sezonluk dalgalanmaların dışında ikinci dalga geliyor iddiası sağlıklı değildir. İkinci dalga gelmesi önlenemez ve yıkıcı etkisine karşı bir şey yapılamaz gibi intiba verilmektedir.
virüsler zaten devamlı mutasyona uğruyor. Ama her mutasyon düşünüldüğü gibi insanları daha kötü enfekte edecek bir duruma geçmiyor.
Bugün aradan 100 yıl zaman geçmiş bir pandemiyi örnek alıp, Covid-19’un ikinci dalgası gelip büyük kayıplara sebep olacak demek sadece bir tahmin fakat kesin demek hiçbir bilimsel temele dayanmıyor.
Elde kesin bilimsel veriler olmadan korku paranoyasıyla yaşayan halkı birinci dalga geçmeden ikinci dalga geliyor diye korkutmanın ne bilimsel yanı ne de topluma bir faydası vardır. Yalnızca insanları daha pasifleştirip korkunun esiri yapıp daha paranoyik yaşama itmesine sebebiyet verir.
En tehlikeli mikroplar devamlı temizlenen sterilize edilen hastanelerde ve yoğun bakım servislerinde oluşur.
Yüzbinlere yıldır etrafımızdaki sayısız mikropla beraber yaşıyoruz. Vücudumuz bu patojenlere zamanla bağışıklık kazanıyor. İnsanoğlunun mikroplardan ari ortamda yaşaması bağışıklık sistemini zayıflatır.
Evde kal mutlu kal sloganı ve fikri yeni sağlık sorunlarını tetikleyen bir bomba şekline dönüşmek üzere olduğunu bir an önce anlamamız gerekmektedir.
Covid -19’un hızla yayılmasına karşın ölüm oranının çok düşük olmasına rağmen birkaç merkez pompalanan korku bombardımanı ile yapılan telaşların sonucu bütün dünyada hükümetler ve tıp dünyası karantina, sosyal mesafe, maske derken bu virüse iyi geldiğini tahmin ettiği ilaçlan da alabildiğine hastalar üzerinde denemeye başladılar.
Bağışıklık sistemimiz ruhsal çöküntüden olumsuz etkilenir. Ruhsal açıdan güçlü olur isek hastalıklara karşı da bir o kadar dirençli oluruz.
Zaten bütün dünyada hastanelere Covid-19 virüsünden dolayı hastalığı ilerlemiş hastalar kabul edildi. Çoğu hastalığı evinde atlattı.
İstatistiklere bakıldığında 65 yaş üstü olup kronik hastalıkları olan, organ nakli olmuş veya kanser hastaları aldıkları kemoterapi veya radyoterapiden dolayı akyuvarlarının sayısının düştüğü, bağışıklık yanıtı düşmüş kişiler riskli gruplar oluşturuyor.
Coronavirüsü korkutucu bir virüs değil. Yalnız yayılma oranı diğer coronavirüsü aile üyelerine göre hızlı.
Covid-19 korkusuyla bütün Dünya ölüm korkusu paronayası altında yaşatılmaya başlandı. Bunun ana sebebi virüsün direk öldürme gücünün o kadar etkili olmamasına rağmen yayılma gücünün hızlı olmasıydı. Bu durum bazı gerçeklerin görülmesini önledi.
Uzmanlar dahil bazı kişiler, pandemi konusunda halk üzerinde korkuyu arttıran olur olmaz mesajlar yayınlayacaklarına dünyanın kötü gidişatını önleme konusunda bir şeyler yapmaya çalışıp halkı uyarsalar topluma daha fazla katkıları olur.
Özellikle uzun süre hastahenelerde kalan (özellikle yoğun bakım ünitelerinde) kalan hastaların hastane enfeksiyon kapma riski daha büyüktür. Hastane de gelişen güçlü resistans gösteren mikroplarda ayrı bir sorundur.
Evde kalmayla daha hareketsizlik, yürüme yapamama, güneşten faydalanmama, devam edilen tedavilerin ertelenmesi gibi nedenlerle değişik hastalıklara yol açıldı aynı zamanda çok büyük ekonomik kayıp ve yıkım geldi.
En öldürücü mikroplar devamlı temiz tutulan sterilize edilen hastanelerde olur. Evlerde olmaz.
İnsanoğlu yüzbinlerce yıl mikroplarla haşır neşir olarak bağışıklık sistemini geliştirmiştir. İnsan devamlı sterilize ortamda yaşamaya alışık değildir.
Yaşantımızda devamlı birbirimize ve bazı materyallere toprağa dokunarak belli mikroplarla haşır neşir oluruz. Bunlar bizi öldürmez. Bizi güçlendirir.
Evde kalın, dokunmayın sosyalleşmeyin, işlevsizleşin, belirgin olmayan geleceğiniz konusunda sessiz kalın, emir ve konuta zinciri içinde hareket edin, soruşturmayın, sadece söylenenleri yapın aşırı sterilize edilmiş bir ortamda yaşayın.
İnsanlar o kadar paronayaya sokuldu birbirinden korkar, yanında öksürene vebalı muamelesi yapıp yalnızlığa çekilip kafa karıştırıcı emirlere teslim oldular ki kimse gerçek resme bütün olarak bakıp bunları soruşturmaya cesaret edemiyordu. Etmeye kalkanlar da aforoz edilip toplum düşmanı muamelesi görmekte.
Bir noktadan pompalanan korkuyla insanların hak ve hürriyetlerini kısıtlamalarla yüz milyonlarca insanın işini kaybetmesi, trilyonlarca dolar iş kaybı, insanların psikolojilerinin bozulması, sağlıklarını kaybetmesi, toplumun tümüyle pasifize edilmesi teraziye konulduğunda bu insan hayatını korumak İçin alınan tedbirlerden gerçekten toplumun büyük bir kısmı mı yoksa bizim görmediğimiz bir kısmı mı faydalanıyor sorusunu gündeme getirdi?
Covid-19’un bulaşma oranının yüksek olmasına rağmen öldürme oranı çok küçük olması göz ardı edilerek insanlar bütün dünyada panik havasına itildi.
Sonsuza kadar karantinada kalamayız
Zaten insanlar evlerinde maske takmıyor. Evde herkes yakın mesafeden birbirlerine kolaylıkla virüs bulaştırıyor. Bu gerçeğin ışığında “evde kal, sağlıklı kal” sloganı bir şey ifade etmiyor.
Sokakta yürürken çok yakınınızda bulunan coronavirüslü biri suratınıza hapşırmadığı sürece dışarıda havayı soluyarak bu hastalığı kapmanız (hava şartları çok olumsuz olmadığında) çok zor.
Kadınların yalnız östorojen değil başka nedenlerden de bağışıklık sistemi erkeklere göre daha güçlü ve bu da pek çok hastalığa karşı kadınların erkeklerden daha dayanıklı olmasını sağlıyor.
Covid-19 teşhisiyle hastaneye yatmış olan hastaların bir kısmı stokin fırtınası nedeniyle ölüyor. Bunlarda kayda Covid-19 ölümü olarak geçiyor. Covid -19 virüsü direk sağlıklı kişiyi öldürmüyor. Bu virüsün böyle bir etkisi yok.
Antiviral ilaçlar ise sadece virüsün çoğalmasını engellemeye ve hastalık belirtilerini azaltmaya yöneliktir, gerisi bağışıklık sisteminizin gücüne kalır.
Stokin (cytokine) Fırtınası kontrolden çıkan bağışıklık sisteminin hedefi şaşırıp hastalık yapıcı patojenleri yok ederken sağlıklı doku ve hücrelere saldırıp yok etmeye çalışması sonucu otoimmüne hastalıklara neden olmasıdır.
Dünya genelinde yoğun bakım ünitelerinde yatan Covid-19 hastalan, virüsün akciğerlerine saldırması nedeniyle orada değil bağışıklık sistemi akciğerlere saldırıldığı (Stokin Fırtınasına maruz kaldıkları) için orada yatıyorlar.
Covid-19 virüsü tespit edilen hastalar öldüklerinde otopsi yapılmıyor. Öldüklerinde asıl neden sahip oldukları kronik hastalıklardan biri oluyor fakat Covid-19 nedeni ile öldü diye resmi kayıtlara geçiyor. Otopsi yapılsa gerçekte neden öldükleri ortaya çıkacak eldeki istatistikler de daha net olacaktı.