İçeriğe geç

Kinyas ve Kayra Kitap Alıntıları – Hakan Günday

Hakan Günday kitaplarından Kinyas ve Kayra kitap alıntıları sizlerle…

Kinyas ve Kayra Kitap Alıntıları

Her şeyin farkında olduğunu iddia eden adam, daha kendisinin farkında değildi.
Dinlemek ve inanmak en zorudur. Anlatmak ve uydurmaktan daha zor. Olağanüstü bir saflık ister. Kulak ile beyin arasında tertemiz bir yol ister.
bir gece aynaya baktığımda, kıpkırmızı gözlerim bana bütün dünyayı ve iğrençliklerini hazmedebileceğini söylemişti.
Top-
raktan nefret ediyorum. Attığım her adımda bugüne kadar içine
gömülmüş ve karışmış milyarlarca yaratığı düşünüyorum. Ölümün
üstünde yürümeyi sevmiyorum. Ve dünya aklıma sadece bunu ge-
tiriyor, içine gömdüğü milyarlarca ölüyle. Birinin burnu, diğerinin
ayaklan. Bunların üzerine basarak gidiyor milyarlarca insan işine,
okuluna. Hepimizin bastığı yerde bir ceset var. Hepimizin altmda
bir ölü var. İnsanlık gömdüğü yakınlarının üzerinde yürüyor. İnsan-
lık ölümün üstünde duruyor. Koşuyor, spor yapıyor..
Ben biliyordum hastalığimi. Adı bile vardı. Belkıs tıp kitaplarında değil,ama edebiyat ve felsefe kitaplarında rastlanıyordu isimine:
Yaşama hastalığı Bir çeşit alerji. Oksijene.
İnsanın en büyük hatası kendini seyretmemesidir. O kadar çok ilgilenir ki dekorla! Tanıyamaz bir türlü başaktörü. Sadece gözleriyle yolculuk edebilen bir insanın kendine tapmasi kaçınılmazdır. Sadece fark edebilsin yeter. Gerisi gelir.
Bir insanın yalnızlığı üzerine söylenecek o kadar söz vardır ki! O kadar büyüktür ki yalnızlık. O kadar kalabalıktir ki. Dünyayı dolduran canlılardan uzak bir hayat yaşamak ya da binlerce bedenin arasında olup hiçbirini dinlemeden ilerlemek.
Hiçbir yere ait olmayanları iyi tanırım. Her yere aitmiş gibi davranırlar.
Biz İstanbul’un görülmeye değer yerlerini bilmeyiz. Biz dünyanın muhteşem, harika yerlerini bilmeyiz. Harika yerler yoktur çünkü. Harika insanlar vardır! Biz onları tanır ve hatırlarız.
Ne yapmak istediğini bilmiyorsan, ne yapmamak istediğini dü-
şün ! demeye çalıştım kendime uzun yıllar boyunca. Böylece ihti-
malleri eleyerek bir ideal, bir amaç bulabilirdim. Hatta hayatın ne
anlama geldiğini bulur, sözlüklere geçmesini sağlardım.
Vücudumdaki dikiş sayısını artık bilmiyorum.
Hayatımı diktiler.
Oysa yırtmak için çok uğraşmıştım.
“ İnsanın kendine verebileceği en acılı cezadır uykusuzluk. Dayanılması en zor olandır.”
“ Bir ölü gibiydim. O kadar ölüydüm ki ölümden korkmuyordum.”
Her şeyi bilmekten çok uzağım. Her şeyi hissetmekse imkansız. Ama her şeyin farkındayım.
Hayat. Hayat sensin! O kadar. Büyütülecek bir şey değil.
Dinlemek ve inanmak en zorudur. Anlatmak ve uydurmaktan daha zor. Olağanüstü bir saflık ister. Kulak ile beyin arasında tertemiz bir yol ister. Var mı dünyada böyle bir insan?
Yalnızdım. Ve bir hayvan kadar huzurluydum..
Bin yaşında gibiyim. Uyusaydım daha az yaşlanırdım. Bin yıl yaşamış gibi. Artık yorulduğumu hissediyorum.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
”gülmek iki şeye yarar şu hayatta; ya mutluluğunu gösterirsin ya da hüznünü örtersin.”
Tabiî bir mezar taşının karşısında durmak, kitabı son sayfasından açmaya, filmin son karesini yakalamaya benziyordu.
“Ben ağlamam” dedim kendime. “Kurutamam gözyaşlarımı çünkü. Başlardam duramam diye ağlamam. Bütün damarlarım, kemiklerim çıkar gözpınarlarımdan. Geriye bir tek derim kalır…”
Dünyada yardım istenecek kimse yoktu. Hiçbir zaman da olmamıştı. Gönüllü yardım kuruluşları doyuruyordu belki birkaç yüz bin kişiyi, ama duyabiliyor muydu, karnını bayat yemeklerle doldurdu insanların haykırışlarını?
Sorarlarsa, Ne iş yaptın bu dünyada? diye, rahatça
verebilirim yanıtını: Yalnız kaldım. Kalabildim ! Altı milyarın arasında doğdum. Ve hiçbirine çarpmadan geçtim aralarından
Ne yapmak istediğini bilmemek kadar acı verici bir şey daha yoktur.
Ne istediğini bilememek insana verilmiş en yırtıcı işkence türlerindendir
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Romeo ve Juliet’in yaptıkları gibi beraber ölmeyi tercih edenlerin sayısı çağımızdaki kadar az olmasaydı belki inanırdım ben de sadakate.
‘Şöyle bir uzanayım. Yol yorgunluğu ne de olsa’ dedim. İşte, dört aya yakın yatmışım.
Ne kadar ilginçtir ki, bazı anılar insanı nerede olursa olsun, alır
götürür her şeyin başladığı yere. Eve! Herkesin bir şekilde bir evi olmuştur. Ve her şey orada
başlar. Kapılarının kilitlenmesinin hoş görülmediği o evlerde. Samimiyetin bozdurulup
harcanabileceği o evlerde. Herkesin, birbirini dinlediği ama duymadığı bir evi olmuştur elbet!
En derini aynı zamanda da en yükseğidir hayatın. Nereden baktığına bağlı.
Yararsız, gündelik hayatla hiçbir ilgisi olmayan bir konuyu kırk dakika boyunca nasıl düşünebilmiştim?
Eğer dokuz yaşında bir şey yapmıyorsan, sırf yaşlandığın için yapma hakkını nasıl bulabilirsin ki?
Mucizeler bitti. Doğmak yeterince mucizevi. Başka bir tane daha beklemek aptalca. Ölmek de ikincisi. Bunların arasında da bir şey yok. Kimse beklemesin…
Bazen normalliğin, bazı insanlara doğuştan verilmiş bir yetenek olduğunu düşünüyorum.
İsteyene ruhumu kiraladım, vücudumdaki dikiş sa­yısını artık bilmiyorum, hayatımı diktiler, oysa yırtmak için çok uğraşmıştım.
Dağdan gelip bağdakini kovmak, daha hasrettendir.
Zaten banka ve bankacılık sektörü insanoğlunun yarattığı en öldürücü zehrin evi
olduğu için bilgisayar veznedarlara güvenmemizin imkânı yoktu Para, banka. Morfin, şırınga.
Kurşun, şarjör
Belki de oynamak istemediği için böylesine kolay
bir yanıt vermişti. Hırs taşımayan insanlar için çok zordur oyun oynamak, rekabete girmek.
Dolayısıyla ben de yendiğime sevinemiyordum.
Kabul etmeliyim ki, altı milyar insanın yerine düşünüyorum. Altı milyar insanın adına yaşıyorum. Ben öldüğümde altı milyarı da ölmüş olacak. Şimdilik hayattayım. Korkmaya gerek yok ! Günahlarınızı ben unuturum. Siz işlemeye devam edin
Yaz Bizi yaz. Her şeyin sonuna geldiğimizin kanıtı olan kitabı yaz.
Yirmi yıldan fazla bir süredir tanıdığım biri alnıma doğru silah uzatmış ve ölümünün doğal yollarla olmamasını sağlamaya çalışıyordu.
Kendi kendime konuşmayı sevmem.
Söyleyeceklerimi daha önceden bildiğim için zevki yok.
Ne kadar ilginçtir ki, bazı anılar insanı nerede olursa olsun, alır götürür
her şeyin başladığı yere.
Şimdiye kadar rakıyı suyla, viskiyi buzla karıştırır gibi hafifletmek için hayatı da içkiyle karıştırmıştım. Ama artık hayatı sek içmenin zamanı gelmişti.
En boktan hikâye bile aynaya anlatılırken iyi gelir!
Eğer bulunduğumuz yerde hâlâ bir McDonald’s bulabiliyorsak, demek ki yeterince uzaklaşamamıştık
Afrika’da, bir sofrada sarhoş olana kadar iyi şeylerden bahsetmenin imkânı yoktur.
Dil paranın peşindedir! Paranın gittiği her yere gider. Ortada Amerikan Doları varsa, İngilizce de vardır.
Oysa hayat, her bölümünde ayrı bir hikâyenin döndüğü neşeli bir dizi değil, sonunda herkesin öldüğü ve katilin bulunamadığı sıkıcı bir filmdi
Sadece müzik vardı, duyulan. Gerisi sağırlar için bir tiyatro
Biz Istanbul’un görülmeye değer yerlerini bilmeyiz. Biz dünyanın muhteşem, harika yerlerini bilmeyiz. Harika yerler yoktur çünkü. Harika insanlar vardır! Biz onları tanır ve hatırlarız.
Yer kalmamıştı hiçbir tanışmaya, hiçbir kalabalığa.
İnsan kendi başını isteyerek ağrıtabilir mi ? Midesini bulandırabilir mi ? isteyerek ölebilir mi? Sadece düşünerek hepsi yapılabilir mi?..
İnsanların birbirlerine âşıkken gündelik hayatlarına
devam etmelerini anlayamıyordum.
Seni anlıyorum demek büyük bir yalandır. Kocaman bir yalan.
Kimse kimseyi anlayamaz ve tanıyamaz dünyada Var olan
en sağlam zırh insan vücududur, içindekileri en iyi saklayan kasa
odur.
Sessizlik bazı insanlara çok ağır gelir. Dayanılmayacak kadar ağır.
Yaşayarak intihar etmeyi seçenlere yardım edilemez
Mucize bizdik ! içimizdeydi.
Üçüncü dünya ülkelerinde insanlar arabalarını, kamyonlarını boyarlar, üzerlerine resimler çizip yazılar yazarlar. Çünkü üçüncü dünya ülkesi insanı bindiği makineyi icat etmemiştir. İcat etmediği için de yakın hissetmez kendini. Sahibi gibi görünmesi, karakter kazanıp kişileştirilmesi gerekir arabanın. ( ) Kadın suratını boyar. Çünkü suratı kendisine değil, güzelliğini takdir edecek olan erkeğe aittir. Kimse kendi yarattığı bir boku boyayamaz.
Kendine ait hiçbir düşünce taşımayan bir karbon kağıdı. ( ) Hayat ne verdiyse o vardı elinde.
Hiçbir rejimi sevmedim. Ne siyasisini, ne kepek ekmeklisini!
Medeniyetten daha kötü bir şey varsa, o da medeni olmaya çalışan bir medeniyetsizlik
Denge, insanoğlunun icat ettiği en vahşi kavramdır. İp cambazının kendini en iyi hissettiği an, kendini ağa bıraktığı andır oysa. ( ) Dengesizlik, gerçek duygusunun ve gerçeğin tek kapısıdır. Dengeyle hiçbir yere varılmaz. Ancak düşmeyi bilenler köprüden, karşıya yüzlerek de geçilebileceğini öğrenir.
Tutunsan da âşıklarına, zincirlesen de kendini dostlarına yine de gömülürsün toprağa. Gerekirse hepsiyle beraber gömerler. Firavunlara yaptıkları gibi.
İlkellik mıknatıs gibidir. Dev bir mıknatıs. Biz istemesek de, vücudumuzdaki demir ona doğru gider. Beynimize işlenmiş bir ilkel insan dövmesiyle doğarız.
Hayatın arka kapısı yoktu.
Tek başarım ölmek olacak. Çok güzel öleceğim. Mükemmel öleceğim.
Ekmeğini yediği toprağa gömülmenin nasıl bir duygu olduğundan bahsederdi. Ve cesedinden var olup torunlarını doyuracak olan ekmeğin gücünün sırlarını anlatırdı.
Romeo ve Juliet’in yaptıkları gibi beraber ölmeyi tercih edenlerin sayısı çağımızdaki kadar az olmasaydı, belki inanırdım ben de sadakate.
İnsan tercih eder. Öğrenmek ve mantığını çözmek arasında bir tercih yapar. Öğrenen insan her şeyi ezberler. Şarkı sözlerini, kitap isimlerini, büyük düşünürlerin doğum ve ölüm tarihlerini ezberler. Mantığını çözmeye çalışansa hayatın işleyişini kavramaya uğraşır.
Vahşi bir entelektüel kadar boktan bir şey yoktur.
En büyük hatam insanlardan cümlelerimi bitirmelerini beklemekti.
Hayat hiç devam etmediği kadar devam ediyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir