İçeriğe geç

Bahtiyar Ol Nazım Kitap Alıntıları – Vera Tulyakova Hikmet

Vera Tulyakova Hikmet kitaplarından Bahtiyar Ol Nazım kitap alıntıları sizlerle…

Bahtiyar Ol Nazım Kitap Alıntıları

Kaç kere kaybettin beni Nâzım, kaç kere buldun? Daha kaç kere daha kaybedip bulacaksın.
Pek çok kez memur zihniyetlilerin sana kızacaklarına aldırmadan, Pasternak’ı korumak için uğraşmıştın. Basımının hemen ardından Stokholm’de Doktor Jivago’yu alıp okumuş, yanında getirmemiştin. Parti’nin kültür ve sanat işleri merkezine gidip aklınca kurnazlık yapmış, bu “sıkıcı” romanda kötü bir şey olmadığını anlatmaya çalışmıştın. Sadece şiirlerinin mükemmel olduğunu söylemiş, dahilerden korkmamak gerektiğini anlatıp durmuştun…
31 yaşında Nâzım’ı toprağa vermesinin ardından Vera, acı ve yalnızlıkla mücadele etmek zorunda kalmıştı. Yanında insanlar varken zaaflarını göstermek istemezdi. Ancak gündüzleri, mezarlığa gidip Nâzım’la konuşabiliyordu. Nâzım’dan sonraki ilk yıl, her gün yaptığı bu ziyaretlerini anımsıyorum. Bazen beni de götürürdü yanında. On bir yaşındaki bir kız çocuğu için acı deneyimlerdi bunlar. Önce çiçek almak için pazara uğrardık. Annem, “Bunlar hoşuna gider mi acaba?” kaygısıyla seçerdi buketi. Mezar başına geldiğimizde, toprağı okşar, (artık orada olmayan) banka otururdu. Yüzünde tuhaf bir ifade belirir ve beni ve etrafta olan bitenleri artık görmez olurdu. Ona engel olmak mümkün değildi. Yardım etmek ise imkânsızdı. Uzaklarda bir yerlerde onunla buluşurdu sanki. Bana hiç bitmeyecekmiş gibi gelen sürenin sonunda gerçek dünyaya döner ve neredeyse neşeli bir sesle “Yarın görüşmek üzere, Nâzım!” derdi.
“Neden sigara içiyorsun Nâzım? Sana yasak değil mi?”

“Dinle beni kardeş, yıllarca hapisteydim. Sigara da içebilirdim, içki de. Ama ikisi de bulunmuyordu. Sonra çıktım. Özgürdüm! Şimdi de içemiyorum. Kriz vurdu. Doktorlar izin vermiyorlar. Ben de tüm yasakları kaldırdım. Kalan ömrümde canım ne istiyorsa onu yapacağım, Allah kahretsin! Yaşamak istiyorum, anlıyor musun, yaşamak! İnsan gibi!”

Biliyorsun, çok yardımı dokundu bana. Paris’te beni görmeye gelmek, gizlenmeden, sakınmadan benimle konuşmak, tüm o günler boyu sabahın erken saatlerinden gece yarılarına kadar benimle şehirde dolaşmak yürek işiydi. Şiirlerimi ezbere okumaya başladığında mutluluktan aklımı yitiriyordum nerdeyse. Biliyorsun, zaman zaman şiirlerimin Türkiye’de unutulduğu kanısına kapılıyorum. Onun sayesinde, inancım tazelendi Türkiye’ye, yani kendi halkıma, kendi geleceğime.
“Seviyorum Seni Ekmeği Tuza Banıp Yer Gibi ” diye okumaya başladı Samoylov. Küçücük, görünmez bir nokta olmayı istemiştim o an. Kimse beni görmesin, kimse Nâzım’ın bu şiirleri bana yazdığını anlamasın diye
Ülkeme dönmek için ölmek zorundayım.
Ne zaman hamile bir kadın görsem, şapkamı çıkarıp önünde eğilmek istiyorum. Elini öpmeli, çiçek hediye etmeli diye düşünüyorum. Benim için gebe kadın mucizedir! Yaşamın kaynağıdır o. Şaşılası bir şeyler oluşmakta, dünyadaki en seçkin meyve yani insan olgunlaşmaktadır onun içinde. Tüm hamile kadınlar çok güzel görünürler gözüme. İstisnasız, hepsi. Saygım sonsuz onlara.
Ayakta durmak ne zor, oysa kırılmak ne kadar kolay!
Bu şehir güzelse senin yüzünden
“Kadın sizin babanız olduğumu sandı. Kendi kocasının çocuklarına vakit ayırmadığından dert yandı
bana. Pazar günleri sabahtan akşama dek komşularla domino oynuyormuş. Babanız olmadığımı
söylemem gerekirdi kadına. Ama onu bozmak istemedim. Gördünüz mü, cancağızım, babalığı
yakıştırıyorlar bana. Babanız yaşasaydı kaç yaşında olurdu şimdi?”
Şimdi yokluğuna mahkûm yaşarken, sessizliğin farklı anlamlarını çözümlemeye başladım.
Mutluyduk.
İkimiz beraberdik ve başka bir şeye gereksinim duymuyorduk
Gelmezsen hasretten ölürüm
Ve şimdi, elin cebinde öyle durabilirsin. Hâlâ
evimizde yaşamaya devam ediyorsun. Tek farkla. Artık, ev sahibi değil, konuksun.
Varlığım o kadar kuvvetsiz ki hiçbir şey korkutmuyor, ürkütmüyor beni, anlıyor musun? Ne bir tehdit,
ne herhangi bir istek, ne bir dedikodu hiçbir şey acıtmıyor beni. Hiçbir şey işlemiyor bana, Nâzım,
çünkü yokum.
Haklısın Nâzım, binlerce kez haklısın. Sana ve yalnızlığımıza mahkûm olarak yaşıyorum. Gücümü
kaybediyorum.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
“Öyle bir ülkede yaşamak istiyorum ki orada evlerin kapısı kilitlenmesin,
soygun, hırsızlık, cinayet sözcükleri unutulup gitsin.”
Ölmeden üç gün önce annem hiç konuşamaz olmuş, algısı kapanmıştı. Yanına yaklaştığımda acıyla
ağladığını gördüm. “Unuttum!.. Unuttum!..” diyordu. Nasıl olduysa unuttuğu şeyin ne olduğunu
anladım. “Adını mı unuttun? Nâzım Hikmet!” dedim. Bir anda aydınlandı yüzü. Bu annemle son
konuşmamız, onun da son gülümsemesiydi.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
3 Haziran günleri hep en zor günümüzdü. Vera, tıpkı 1963’ teki cenaze günü olduğu gibi donar
kalırdı. Nâzım Hikmet’in vefat ettiği eşikte dururdu uzun süre. O günlerde ne mezar başı ne de her
geçen yıl azalan sayıda toplanan ortak dostları onu teselli edebilirdi.
Ben insanım ve anılarımla varım.
Öldüğü son dakikaya kadar sevmeye devam etti Nazım’ı.
Vera, al, sigara iç! Yaşamdan zevk almayı öğrenmelisin..
“Mutlaka yaşayacağım. Sonra tutma beni. Kendimi eldenayaktan düşmüş, bir nimet gibi ölümü bekleyen yaşlı birisi olarak hayal edemiyorum.
Dünyanın en karmaşık, en berbat kıskançlığı; sevdiğimin bensiz yaşayacağı
geleceğine duyduğum kıskançlık.
Kimi çevrelerin nefreti, politikacıların aptallığı ve bazı yazarların kıskançlığı geçmişte kalacak, bir gün
Bundan sonra beni bir daha sigara içerken görürseniz aklınıza gelen küfrü edin. Bu işe bir son veriyorum artık!”
Ayakta durmak ne zor, oysa kırılmak ne kadar kolay!
“İt ürür, kervan yürür.
Kalan ömrümde canım ne istiyorsa onu yapacağım, Allah kahretsin! Yaşamak istiyorum, anlıyor musun, yaşamak!
İnsan gibi!
İnsanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel, en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde
Hiçbir şeyden korkmadan tüm gerçekleri sonuna kadar yazmak gerek.
Nâzım yok artık, ama onun
sürdürdüğü mücadele bitmedi.
Şimdi bize düşen görev, Nâzım’ın mirasını korumak ve onunher zaman kahramanca söz ettiği gerçekleri savunmaktır.
Yaşarken efsane oldu o. Fakat efsanenin onun önünegeçmemesi, gerçek varlığını ve şiirini unutturmaması gerekir.
“Hayat böyle işte,” dedin sen yaşlı kadına.
“C’est la vie ” oldu kocakarının yanıtı.
bilim insanlarına göre, bireyin entelektüel zekâsının en üst düzeyde olduğu dönem 23 ile 30 yaş arasıydı. Ve ben 23 ile 31 yaş arası dönemimi, kaderin
cilvesiyle seninle geçirmiştim.
Ah, Vera insanın ülkesinde
unutulmaması ne kadar önemlidir bir bilsen, hem de ölüm
yakınken ”
Ölmekten korkuyorlar, korkuyorlar çünkü ölünce unutulacaklarını düşünüyorlar. Bunu anlamayacak kadar saf mısın?
Anlıyorsunuz değil mi, aşk yaşamdan siliniyor.
Huyum böyle. Damarıma bastılar mı atom bombası gibi patlıyorum.
Demokratik yaşam ne kadar güzel bir şey!
Yaşamda başkasının rolünü oynamaya gerek yok! Aslında rol yapmaya gerek yok. İnsan
kendisi olmalı
İnsanlara her olgudan şüphe etmeyi
Marksizm öğretir.
“Eğitiminiz Tanrı’ya inanmanıza engel değil mi? Filozof
olarak, maddenin her şeyin önünde geldiğini bilmeniz gerek.
Ayrıca, tıp eğitimi almışsınız, doktor olarak insanın ölümlü
olduğunu, cerrah olarak da ruh diye bir şey olmadığını biliyor
olmalısınız.”
Çıkardıkları saçma sapan bir kanunla beni halkımdan kopartabileceklerini sandılar! Boş kafalılar! Göbek bağımla bağlıyım ben onlara! Her zamanda yüreğimle, kanımla bağlı kalacağım. Geri kalanlar sadece bir formalite.
Sonra Türkiye’de hakkımda çıkan bir kanunla beni vatandaşlıktan attılar. Kanuna da ‘Nâzım Hikmet kanunu’ dediler. Türkiye dışında yaşayan binlerce insan var, ne ki sadece bana çok gördüler vatandaşlığı! Ne iyi değil mi?!
Sizin moraliniz bozuksa bunun hıncını başkalarından alamazsınız!
Ne zaman hamile bir kadın görsem,
şapkamı çıkarıp önünde eğilmek istiyorum. Elini öpmeli,çiçek hediye etmeli diye düşünüyorum. Benim için gebe
kadın mucizedir!
Anıların sizi ne kadar
gençleştirdiğini, tasalardan uzaklaştırdığını fark etmiyorsunuz
bile
Şeytanlık ve ikiyüzlülük dönemi! Etrafımız yalan ve riya ile dolu. Herkes yalan söylüyor, iyiler de, kötüler de. Fark yalnızca amaçlar ve oranlarda.
Biliyorum Nâzım, Lenin’in de senin gibi düşündüğünden
emin olduğunu biliyorum.
“Hangi dilden konuşurlarsa konuşsunlar yeryüzündeki tüm halklarla dostluk kurun.”
Yaşamımızın bizden daha karmaşık olmasının suçlusu biz değiliz.
Lütfen lirizm çok fazla olmasın, beni daha çok devrimci şiirler ilgilendiriyor, en keskinleri, en uzlaşmazları.
Özgürlük, özgürlük demekti,
anasını satayım.
Şimdiye kadar düşüncelerimi de, yaşam biçimimi de hiç
kimseden saklamadım ben.
Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi
geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,
ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz,
telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,
seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi.
istanbul’da yumuşacık kararırken ortalık
içimde kımıldanan bir yer gibi,
seviyorum seni “yaşıyoruz çok şükür!” der gibi.
Bir yandan dünya daha yaşanası bir yer olsun diye uğraşıyor, insanlık adına mücadele veriyordun.Diğer yandan ise Yaşam güçtü senin için. Salt iyi bir insan olarak seni tanımlamak yeterli değil.
Ben sıradan bir Rus kadını olarak, yazdığı şiirler nedeniyle hapse attıkları ve 55 yıla mahkûm ettikleri şair için, ülkesini aldattı
söylemlerini anlamakta güçlük çekiyorum.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir