İçeriğe geç

Yeter ki Kararmasın Kitap Alıntıları – Onat Kutlar

Onat Kutlar kitaplarından Yeter ki Kararmasın kitap alıntıları sizlerle…

Yeter ki Kararmasın Kitap Alıntıları

İnsancıl borçlarımızı ödemekte öylesine cimriyiz ki.
kokuyu duyuyor musun? sanki bir yerlerde yasemin var.
•••
Gevezelikleri bir yana bırakalım ve şu
soruya bir cevap arayalım.
Niçin ben susmak zorundayım?
Açın gözlerinizi, bununuzu dikin
ve kulak kesilin:
Çürü­meyi duyuyor musunuz?
Siz başka türlü görseniz de
şu çok yaşlı toprağımızda her günün
tufanından arta­ kalan sayısız şeyin kokuştuğunu, çürüdüğünü biz bi­liyoruz.
Nereye gitseniz yalan ve ikiyüzlülükle
dokun­muş halıların üstünden geçiyorsunuz. Ama bir koku, dayanılmaz bir koku gelmiyor mu burnunuza?
•••

insancıl borçlarımızı ödemekte
öylesine cimriyiz ki.

Niçin her şey bu kadar uzun sü­rüyor?
Bir insan yaşamından her zaman daha uzun?

Alçak sesle de konuşsan,
karşında gerçek bir yüz gerekli.

Niçin başını kaldıran kimse yok unutuşa?

Ve niçin bu kadar çok unutmak istediğimiz şey var?


Düğmeyi çuvaldızla zorlar gibi
yazı yazılır mı?

Binlerce birbirine benzemez durumu
bir düşünün.
Satranç piyadeleri gibiyiz.
Eşyalar bile.
Yüz kez değiştirildi belki yerleri.
Ama şu anda hepimiz
eşyalar ve biz
o gecenin başladığı andaki ye­rimizdeyiz.

Sonuç aynı.
İlişkiler,
bir düşüşün yamaçlarındaki çalılar gibi
birbirine dolanırken renkler solar.
Öfke, kin, ihanet, acı, güçsüz­lük.
«Artık çıksak »

Garson, dedim,
bana biraz sabır ver!
Bilirim, dayanır onlar. Ölümüne dayanırlar. Ama ya bizler? Biz dayanabilecek miyiz? Onların yüzü bin yıllık Anadolu toprağı gibidir. Üstünden galipler, fatihler ve muzafferler geçmiştir. Gene de uzun ve donuk kış uykularından sonra en inanılmaz çiçeği verirler. Onlar, yolları kapalı dağ köylerinde, susuz ve çorak bozkırlarda, kentlerin kondu semtlerinde ve insan onuruna yakışmaz duvarların ardında yaşar, gene de yoksulluğa, acılara, horlanmalara ve insan onuruna yakışmaz daha nice kötülüklere dayanırlar. Peki, ya bütün bu olup bitenleri ‘Suç ve Ceza’ nın karabasanı gibi izleyen bizler?
Yaşadığımız günlerin toprağına acının, yalnızlığın tohumları ekiliyor her gün. Ama gene de hiç unutmadan yapabileceğimiz bir şey var: Bir insan elinin sıcaklığındaki dayanışmayı gerçekleştirmek.
her mektup iki insanın usulca konuşmasından başka bir şey değildir. Okuyan herkes, o satırlarda, insanlar için ortak bir çok şey bulabilir.
“şimdi kış. pek yaprak görünmüyor dallarda. ama hep biliyoruz. bahar mutlaka gelecek.. ve hep birlikte duyacağız yapraklı dalların sesini..”
“tarih yok etmek istediğini kör eder..”
İsterseniz diyalektik düşünün, isterseniz başka türlü. Çürüyen meyvadan çıkar yeni ağaçların tohumu. Doğa’nın da insanın da gençliği bu yüzden muhalif’tir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İlişkiler, bir düşüşün yamaçlarındaki çalılar gibi birbirine dolaşırken renkler solar.
Garson, dedim,
Bana biraz sabır ver!
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Her mektup iki insanın usulca konuşmasından başka bir şey değildir.

Çünkü bilirim, yüzümüzü görmek için eğildiğimiz her aynanın arkasında bir sır vardır.

Şimdi kış. Pek yaprak görünmüyor dallarda. Ama hep biliyoruz. Bahar mutlaka gelecek. Ve hep birlikte duyacağız yapraklı dalların sesini.
Değişim, doğanın ve insanların yasasıdır.
Ay ışığı pencereden içeri doluyordu. Ah, nasıl da parlıyordu ay! Yeryüzü ister coşkuyla dolsun, ister acıyla, parlayacaktı hep böyle!
Çünkü ay ışığı, güzel değişimlerin tanrıçasıdır.
Bir insanın yalnız başına kaldığında ne denli acı çekebileceğini o güzel, o ay ışıklı gecede öğrendim
Şimdi kış. Pek yaprak görünmüyor dallarda. Ama hep biliyoruz. Bahar mutlaka gelecek. Ve hep birlikte duyacağız yapraklı dalların sesini.
Gene yapayalnızım.
Karanlık bir umutsuzluğun tortusu, sık sık deri değiştiren bir yılan gibi, bütün bir gece boyu yüreğime çöreklenmeye çalıştı.
Düş mü gerçek mi, kim bilir?
O tuhaf sesle uyandım. Kendi yüreğimin vuruşu muydu yoksa biri mi dokunmuştu duvara? Kestiremedim.
Yüzünün gülünü, senin ağacının sağlam gövdesine dayayarak, bitmez tükenmez bir yağınura karşı direniyor.
Değişmeyen bir tek şey var onun için: Senin yüzün
Pencerenin önünde, elindeki kitabın sayfalarını dalgın, karıştıran bir kadın. Dışanda günlerdir bitip tükenmeyen bir ince yağmur.
Yaşam sürüp gidiyor. Ama eksik olan bir şey var.
Onunla vedalaştım. Bütün bir akşamı kıyıda geçirdim.
Günümüzün ve geleceğin barbarlan için de tarihin aynı yargıyı vereceğinden kuşkunuz olabilir mi?
Zaman, yanlışlıklar gibi gecikmeleri de bağışlatır.
Nasıl bir alacakaranlık Geceyle gündüzün arasına sıkışmış uzun bir kör saat. Geçmişle geleceğin, doğuyla batının, ölümle yaşamın arasına sıkışmış.
Ah, nasıl da parlıyordu ay!
Yeryüzü ister coşkuyla dolsun, ister acıyla, parlayacaktı hep böyle!»
Şimdi, uzak ülkelerdeyim ve başka zamanlarda. Öyküler, şiirler ve şarkılar sınır tanımazlar.
Yüreğiniz açıklayamadığınız gizli bir coşkunun etkisiyle titrer. Yaşamınızda böyle daha pek çok gecenin olmasını dilersiniz »
«Yazın, öyle anlar olur ki, pelin ağaçlarının kokusu insanı çıldırtabilir. Hele geceleri. Ay ışır, ortalık dingindir. Gene de bir şey vardır ama insanın kendini bırakmasına engel olan, insanı gerginlik içinde tutan.
Biz ekin adamlarıyız. Hiçbir zaman ne ekip biçtiklerini anlamadığınız, anlamak istemediğiniz çiftçiler. Öldüğümüzde karnımızdan kırk tane «gelecek yıl» çıkar ama gene de ayağımız yeryüzünde, topraktadır. Tanrıyla hesaplaşırız. Ama yitirmeyiz yeryüzüne, insana olan inancımızı. Bu yüzden geçer gider tanrılar ama biz kalırız. Hakir ve aciz kullarıyız halkın, padişah değil geda’yız. Ama gerçeği görür ve söyleriz. Sözün kılıcı kendi boynumuzu kesse de. Kördüğümü bir «Can» sözüyle hallederiz.
Çürüyen meyvadan çıkar yeni ağaçların tohumu. Doğa’nın da insanın da gençliği bu yüzden muhalif’tir.
Çürümeyi duyuyor musunuz? Siz başka türlü görseniz de şu çok yaşlı toprağımızda her günün tufanından artakalan sayısız şeyin kokuştuğunu, çürüdüğünü biz biliyoruz. Nereye gitseniz yalan ve ikiyüzlülükle dokunmuş halıların üstünden geçiyorsunuz. Ama bir koku, dayanılmaz bir koku gelmiyor mu burnunuza?
Sen ne dersin arkadaşım, bizler dayanabilecek miyiz «zamanın kamçısına, zorbanın kahrına, gururun çiğnenmesine, sevginin kepaze edilmesine, yasaların bunca yavaş, yüzsüzlüğün bunca çabuk yürümesine ve kötülere kul olmasına iyi insanın?»
Elbette benim gibi, şu kentte hiç kimse, yatak odası­nın duvarının bir idam hükümlüsünün hücresine bi­tişik olduğunu düşünemezdi. Hangimizin aklına geli­yor onlarla böylesine yanyana yaşamakta olduğumuz?
her mektup iki insanın usulca konuşmasından başka bir şey değildir.
Ölü, yiğit, gölge ve buz ne varsa
Tohuma dururlar yeniden
Ve halk, toprağa gömülü
Tohuma durur bir yerde
Buğday nasıl filizini sürer de
Çıkarsa toprağın üstüne
Güzelim kırmızı elleriyle
Sessizliği burgu gibi deler de
Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde.

İmza: Arkadaşımız Pablo Neruda

Edebiyat öğretim değildir elbette, daha iyi bir örnek bulama­·dığım için kusura bakma. Ama öğretmenle öğrencinin yer değiştirdiği zamanlar olur. Bu durumdan öğretme­nin çıkaracağı önemli dersler vardır.
Yiyemiyor, giyinemiyorduk, kısacası insanca yaşayamıyorduk; acaba bu vergilerle yaşantı şeklimiz ne olur! Vergileri halkın sırtına değil de çikita muz yiyenlere, Avrupa’dan giyenlere yüklese, koca göbekleriyle taşımak zor mu gelirdi? Dert çok ya çare?
Bir avuç çığlık boyunca sarsılıyor omuzlarım
Kimliğin düşüyor önüme aydınlanıyorum
Herşeye rağmen yine de mutluyum diyeceğim
Mutsuzluğun ne olduğunu bir anlatabilsem kendime
biz hep kendimizi oynuyorduk. Öykünmedik hiç başkalarının hayatını oynamalara. En zor ve en uzun sahnelerde bile dublör kullanmıyorduk.
Ayrılık gibi ayrılık değil bizimkisi
Yüreğim
Almış yüreğini avucuna
Yürüyor.
uzun bir kış fırtınasına tutuldu umutlarımız. Ve arka sokaklara çekildi gitgide. Biz umutlarımızla varolabilirdik, biz de çekildik arka sokaklara.
Çocukların sessizce geleceğin denizlerine kürek çektiklerine bakmayın. Ayakları geçmişin ağır zincirleriyle yeniden bağlanıyor. Bilginler gittikçe küçülen kurtlar gibi kendi kitaplarının ciltleri arasına gömülüyor. Kendi kuyruğunu yiyen bir masal hayvanı gibi ağır ağır ölüyor yaşam. Ortalıkta dolaşanlar yalnızca çerçiler ve tacirler. Çürümeye yüz tutmuş bir meyveyi evden eve dolaştırıyorlar.
Açın gözlerinizi, burnunuzu dikin ve kulak kesilin: Çürümeyi duyuyor musunuz? Siz başka türlü görseniz de şu çok yaşlı toprağımızda her günün tufanından artakalan sayısız şeyin kokuştuğunu, çürüdüğünü biz biliyoruz. Nereye gitseniz yalan ve ikiyüzlülükle dokunmuş halıların üstünden geçiyorsunuz. Ama bir koku, dayanılmaz bir koku gelmiyor mu burnunuza? Kırbacın rüzgârı, uykunun sisleri ya da altın varaklar kapatabilir, dağıtabilir mi bu pisliği?
Yabancıların uşağı / ve kendi halkının diktatörü /
yabancıların başa geçirdiği / vazgeçemediği adam:..
Öyleyse çok kişiyle birlikte şu soruyu sormanın tam zamanıdır: Dayanabilecek miyiz? Geleceğin, arkasını görünmez bir elin sırladığı aynasında nasıl bir yüz göreceğiz? Gemisini kurtaran, köşeyi dönen, cebini dolduran, tuzunu kurutan, boyun eğen, satılmaya hazır bir yüz mü? Yoksa
Nasıl bir sessizlikti bu kardeşler? Niçin başını kaldıran kimse yok unutuşa? Niçin bu kadar ölü var? Niçin bu kadar çok deniz setleri? Ve niçin bu kadar çok unutmak istediğimiz şey var?
Acılardan daha büyük bir yer yoktur. Bir tek evren var, o da kanayan bir evren
Şimdi kış. Pek yaprak görünmüyor dallarda. Ama hep biliyoruz. Bahar mutlaka gelecek. Ve hep birlikte duyacağız yapraklı dalların sesini.
Bu gülüşü koruyacağım her zaman. Her zaman, ölürken bile.
Dünyası öylesine yasaklarla örülmüştü ki yıllardır, artık istese de 《göz bebeklerine yerleşmiş demir çubukları》aşamıyordu.
Günün, gitgide sınırlanan ve daralan konularından uzaklaşmak, yeryüzüne bir parça uzaktan bakabilmek için eşsiz birer fırsat bu kitaplar.
Ülkemizin bir İran olmadığını biliyorum. Geçmişin karanlıklarına dönmeye kimsenin niyeti olamaz ülkemizde.
Yaşadığımız günlerin toprağına acının, yalnızlığın tohumları ekiliyor her gün. Ama gene de hiç unutmadan yapabileceğimiz bir şey var: Bir insan elinin sıcaklığındaki dayanışmayı gerçekleştirmek. Her şeyi değiştirebilir bu.
Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde.
Ve niçin bu kadar
Unutmak istediğim
Çok şey var?..
yüzümüzü görmek için eğildiğimiz her aynanın arkasında bir sır vardır.
Öyküler, şiirler ve şarkılar sınır tanımazlar.
Bu mektuplar aslında sanadır sevgili arkadaşım.
Adını bile bilmediğim sana.
Öylesine yakından ve derinden tanıyoruz ki birbirimizi,
öylesine ortak bir umut ve bilinçle paylaşıyoruz ki yeryüzünü,
yaşama öylesine inanıyoruz ki,
adını bilmesem ne çıkar?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir