İçeriğe geç

Krizantemler Kitap Alıntıları – John Steinbeck

John Steinbeck kitaplarından Krizantemler kitap alıntıları sizlerle…

Krizantemler Kitap Alıntıları

Kimse bilmezdi.
“Dağlara çıkmam gerekiyor.”
Ben kırk yaşına girmiş çocuklar bilirim.
O pencereden ay görünmez.
Öldü artık, ne yapsalar canı yanmaz.
Yarı kapalı gözleriyle o anki sahneyi hayal meyal görüyordu. Usulca aralanan dudaklarında birkaç sözcük hayat buldu: Güle güle güle güle. Sonra da fısıldadı, Seçtiğin yol aydınlık. Parıldıyor ilerisi.
Bak, insanın ne hissettiğini anlatayım sana. Tomurcukları ayıklarken olur bu. Bütün iş parmaklarının ucundadır. Sen sadece seyredersin onları. Kendi kendilerine işler parmakların. Açıkça hissedersin bunu. Tomurcukları ayıklar, ayıklarlar. Hiç yanılmaz onlar. Çiçeklerle karışır, çiçeklerle bir olurlar. Anlıyor musun? Senin parmaklarınla çiçekler. Kollarında hissedersin bunu. Onlar ne yapacaklarını bilirler, hiç yarılmaz onlar. Açıkça hissedersin bunu. Bir kere bu hale geldin mi, yanlış bir iş yapamazsın artık. Bilmem anlıyor musun? Anladın mı ne demek istediğimi?
Kendini akıllı bir şey sanıyorsun, değil mi?
Ben senin gibi yaşamadım hiç ama ne demek istediğini anlıyorum.
Bir çocuğun erkek olabilmesi için dedi önce ailede bir erkeğin yokluğu duyulmalı.
Bazıları zevk için yemek yer.. bazıları hayatta kalmak için çalışır
Sabah Kahvaltısı
Bir türlü tadına doyamıyorum. Bilmem neden, hepsini inceden inceye canlandırabiliyorum gözümde. İkide bir aklıma geliyor. Durup dururken, hem de gittikçe daha iyi hatırlıyorum; hatırladıkça da garip, ılık bir şeyler oluyor içimde, tadına doyamıyorum.
Sabah çok erkendi doğudaki dağlar koyu maviydiler, arkalarından onları ufka kıpkırmızı çizen güneşin ışıkları yükseliyordu. Yükselip başımın üstüne doğru geldikçe soğuyan, bozlaşan, donuklaşan bu ışıklar, batıya yakın bir yerde geceye karışıyor, eriyip gidiyordu.
Soğuktu, pek bir acı vermiyordu ama, ellerimi ovuşturup ceplerime sokmuş, kamburumu çıkarmış, benim bulunduğum yerde, toprak sabahın boz rengine boyanmıştı. Bir dağ yolu boyunca yürüyordum. İlerde, yolumun üstünde, topraktan biraz daha açık renkte boz bir çadır gördüm. Çadırın yanındaki eski, paslı bir saç sobanın çatlaklarından alevlerin turuncu parıltıları sızıyor, sobanın dar, kısa borusundan fışkıran duman dağılıp yok olmadan önce, uzun bir zaman yükseliyordu.
Sobanın yanında genç bir kadın vardı, gerçek bir kadın. Solmuş pamuklu eteklikle, gene pamuklu bir gömlek giymişti. Yaklaşınca, kıvrık koluyla tuttuğu, soğuktan korumak için de başını gömleğinin içine sokmuş olduğu bir bebeğe meme verdiğini gördüm. Ana ateşi karıştırıyor, daha çok hava gitmesi için sobanın paslı kapaklarını aralıyor, üstündeki deliğini açıyor, durmadan hareket ediyordu. Bu işler olurken bebek habire meme emmekteydi, ama anasının işine, hızlı, hafif, ahenkli hareketlerle çalışmasına engel olmuyordu. Kadının her halinden işini bildiği belliydi. Turuncu alevler sobanın çatlaklarından sızıyor, çadırın üstüne vurarak ışıl ışıl oynaşıyordu.
Artık yaklaşmıştım, kızaran domuz pastırması ile pişen ekmek kokularını duyuyordum, bildiğim kokuların en güzelleri Doğuda gün ışığı hızla yükseliyordu. Sobaya yaklaşıp ellerimi uzattım, sıcağın vurmasıyla bütün vücudum ürperdi. O sırada çadır aralandı, önce genç bir adam, arkasından da yaşlı bir adam çıktı. Ceketlerinde pirinç düğmeler parlıyordu. Yüzleri sert hatlıydı; birbirine benziyorlardı.
Gencinin siyah, gür bir sakalı vardı; yaşlının sakallarına ak düşmüştü. Kafaları, yüzleri ıslaktı, saçlarında, sert sakallarında su damlaları duruyor, yanakları parlıyordu. Sessiz sessiz durup doğuda yükselen ışıklara baktılar, birlikte esnediler, dağları ufka çizen çizgi boyunca uzanan kırmızılığı izlediler.
Dönünce beni gördüler.
Yaşlı adam, “Merhaba,” dedi. Yüzünde ne dostluk ne de düşmanlık görülmüyordu.
“Merhaba, efendim,” dedim.
Genç adam da, “Merhaba,” dedi.
Yüzlerindeki su yavaş yavaş kurumaktaydı. Sobaya yaklaşıp ellerini ısıttılar.
Kadın işine devam ediyordu, yüzü başka yana dönüktü, ama gözlerini işinden ayırmıyordu. Önüne düşmesin diye iple bağladığı saçları arkasında sarkıyor, çalışırken iki yana sallanıyordu. Kocaman bir sandığın üstüne teneke maşrapalarla tabaklar yerleştirdi, bıçaklar, çatallar dizdi. Kızarmış domuz pastırmasını bol yağın içinden kepçeyle alıp büyük bir teneke tabağa koydu; pastırma kıvrılıp cızırdayarak büzüldü. Fırının paslı kapağını açıp kızarmış büyük dilimlerle dolu dört köşe bir tava çıkardı.
Sıcacık hamurun kokusu yayılınca adamların ikisi de derin derin kokladılar. Genç adam yavaşça, “Tanrım,” dedi.
Yaşlı adam bana döndü. “Kahvaltı ettin mi?”
“Hayır.”
“Haydi, öyleyse bizimle birlikte ye.”
Bu iyi bir haberdi. Sandığın yanına gidip yere çöktük.
Ama şu anda her şey ölüydü, her şey gerçekliğini yitirmişti.
Öl­dü artık. Ne yapsalar canı yanmaz.
Kadın bilgiç bilgiç, “Bir çocuğun erkek olabilmesi için,” dedi, “önce ailede bir erkeğin yokluğu duyulmalı. Unutmayın bunu. Ben kırk yaşına girmiş çocuklar bilirim, erkek yokluğu duyulmamış, onlar da çocuk kalmışlardır.”
Gece olunca, ortalık kararınca, yavaş yavaş sivrilir uçları yıldızların, sessizlik çöker. Birden göğe yükselirken bulur insan kendini, birden yükseliverir gökyüzüne doğru! Sipsivri yıldızlar içine girer insanın, teker teker. Yakar insanın tenini, batar uçları..
( ) ne yaparsa yapsın ona yaklaşamayacağını anladı. kendine göre bir dünyası olmalıydı onun( ) o dünya, erişilecek gibi değildi.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Öldü artık. Ne yapsalar canı yanmaz.
Sessizlik, bekleyiş günleriydi bunlar. Hava soğuktu. Güney batıdan hafif bir rüzgâr esiyordu;
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Ama karnı aç oldu mu insanın, hiç tadı kalmaz.
Kadın “Hayır” dedi lafı uzatmadan. “Söylediğim gibi, size göre bir işim yok.”
Önce ailede bir erkeğin yokluğu
Duyulmalı. Unutmayın bunu. Ben kırk
Yaşına girmiş çocuklar bilirim, erkek
Yokluğu duyulmamış, onlar da çocuk
Kalmışlardır.
Bir an ya sürdü, ya sürmedi. Kalan kaldı geride. Arkasına bakmadı.
Sessizlik ve bekleyişle geçen günlerdi.
Öldü artık. Ne yapsalar canı yanmaz.
Ama şu anda her şey ölüydü,
her şey gerçekliğini yitirmişti.
Kadın dalgaları yaran bir gemi gibi ilerleyip oyunu bozdu
Sonra hemen toparladı kendini, güzelliğini takındı. Güçlüyüm diye övündü.
Bu kadar güçlü olduğumu bilmezdim, doğrusu.
Sessizlik,
bekleyiş günleriydi bunlar.
Hava soğuktu
Gece olunca, ortalık kararınca, yavaş yavaş sivrilir uçları yıldızların, sessizlik çöker. Birden göğe yükselirken bulur insan kendini, birden yükseliverir gökyüzüne doğru ! Sipsivri yıldızlar içine girer insanın, teker teker. Yakar insanın tenini, batar uçları – ama çok güzeldir.
Seçtiğin yol aydınlıktır. Parlıyorsa ilerisi.
Gece olunca, ortalık kararınca, yavaş yavaş sivrilir uçları yıldızların, sessizlik çöker. Birden göğe yükselirken bulur insan kendini, birden yükseliverir gözyüzüne doğru! Sipsivri yıldızlar içine girer insanın, teker teker. Yakar insanın tenini, batar uçları – ama çok güzeldir.
Derdim güzel havayı yakalamak.
“Gece olunca, ortalık kararınca, yavaş yavaş sivrilir uçları yıldızların, sessizlik çöker. Birden göğe yükselirken bulur insan kendini, birden yükseliverir gökyüzüne doğru! Sipsivri yıldızlar içine girer insanın, teker teker. Yakar insanın tenini, batar uçları – ama çok güzeldir.”
Kendini akıllı bir şey sanıyorsun, değil mi?
Sessizlik, bekleyiş günleriydi bunlar
İkide bir aklıma geliyor. Durup dururken, hem de gittikçe daha iyi hatırlıyorum
Karnı aç oldu mu insanın, hiç tadı kalmaz.”
“Kendine göre bir dünyası olmalıydı onun da, ama Jim’den öyle uzaktı ki o dünya, erişilecek gibi değildi.”
“Evi yakmakla yaşamının pek önemli, pek büyük bir parçasını da yok etmiş olacağına inanır.”
Bazıları zevk için yemek yer, bazıları ayakta kalmak için çalışır.
“Gece olunca ortalık kararınca , yavaş yavaş sivrilir uçları yıldızların, sessilik çöker.Birden göğe yükselirken bulur insan kendini, birden yükseliverir gökyüzüne doğru! Sipsivri yıldızlar içine girer insanın, teker teker. Yakar insanın tenini batar uçları ama çok güzeldir.”
doğuda gökyüzü ışıktan alevlenmiş gibiydi. ben de dağ yolunu tutarak uzaklaştım.
Toprağa sopa dikse boy verir, çiçek açardı. Çiftçi elleriyle doğduysan, neyi nasıl yapacağını onlar bilir, derdi.
“Birisi tüfekle sokak lambalarını patlattı. Sonra cezaevinin kapılarına yüklendik, hepsini yıktık. Sheriff karşı koymaya kalkmadı hiç. O iblis zenciyi kurtarmak için bunca namuslu insanı vuracak değildi ya!”
“Seçim de yaklaşıyor.”
“Derken Sheriff bağırmaya başladı, Aman çocuklar, bir yanlışlık yapmayın, sonda, dördüncü hücrede, aman çocuklar, yanlış birini almayın. Acınacak şeydi.” Mike yavaşça, “Acınacak şeydi,” diye tekrar etti. “Öbür mahkûmlar öyle korkmuşlardı ki Demirlerin arasından görüyorduk onları.”
“Dağın tam tepesindeki o büyük kayalardan birine, artık alıştığı hareketlerle tırmandı. Kayanın üstüne çıkınca yavaşça doğruldu ayaklarının üzerinde, sallandı, dimdik durdu. Ta aşağıda uyuduğu çalılığı görüyordu. Bütün gücünü bacaklarına vererek, orada, kayanın tepesinde sabah göğüne karşı kara bir leke gibi yükselmişti.
Ayaklarının altında bir çıtırtı oldu. Bir taş parçası uçtu, bir kurşun arkadaki vadiye doğru vınlayarak geçti. Arkasından silah sesi geldi. Pepé aşağı baktı, sonra gene dimdik doğruldu.
Vücudu geriye doğru bir sarsıldı.”
Gece olunca, ortalık kararınca, yavaş yavaş sivrilir uçları yıldızların, sessizlik çöker. Birden göğe yükselirken bulur insan kendini, birden yükseliverir gökyüzüne doğru! Sipsivri yıldızlar içine girer insanın, teker teker. Yakar insanın tenini, batar uçları-ama çok güzeldir.
Palavracı avukatlar bir kere karıştılar mı işe, en iblis herifleri bile kurtarıverirler..
Böyle arada bir vatandaşların yasaları kendi ellerine almaları iyi oluyor..
Sana bir kadının neler yapabileceğini göstermek isterdim..
doğuda gökyüzü ışıktan alevlenmiş gibiydi. ben de dağ yolunu tutarak uzaklaştım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir