İçeriğe geç

Gazi ve Fikriye Kitap Alıntıları – Hıfzı Topuz

Hıfzı Topuz kitaplarından Gazi ve Fikriye kitap alıntıları sizlerle…

Gazi ve Fikriye Kitap Alıntıları

Gerçekte Birinci Dünya Savaşı’nın temelindeki en büyük neden, gelişmekte olan kapitalizmin hammadde ve pazar arayışı yüzünden ülkelerin birbirlerine düşmeleriyidi. Konu tamamen ekonomikti, kapitalizmin bunalımıydı milliyetçiliğin de buna araç edilmeseydi.
Özgürlük olmayan bir ülkede ölüm ve çöküntü vardır.
Fikriye bu olanları Mustafa Kemal’e anlatırken gözyaşlarını tutamıyordu.
Genelde Olimpos birahanesinde buluşup saatlerce devletin geleceğini tartışıyorlardı .
Mustafa Kemal’in Selanik’te yapacağı büyük işler vardı.
Ellerinde kalan iki sıska öküzle arabaları satarak çoluk çocuk Selanik’te bir ev kiralayıp oraya yerleştiler.
Vahdettin, İngilizlere sığınmak için, 16 kasım’da elçiliğe bir yazı gönderdi. Şöyle diyordu yazısında; İstanbul’da hayatımı tehlikede gördüğümden, İngiltere yüce devletine iltica ve bir an evvel İstanbul’dan başka bir yere götürülmemi talep ederim efendim.
Milli Mücadelenin karşıtları da İngiliz elçiliğine sığınıyorlardı.
Şeyhülislam Sabri Efendi,Rıza Tevfik ve Refik Halit de kaçanlar arasındaydı.
İngiltere başbakanı Llyod George görevinden istifa etmiş ve ayrılırken şunları söylemişti.
Arkadaşlar! Yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğe bakın ki o büyük dahi, çağımızda Türk ulusuna nasip oldu ve kader onu bizim karşımıza çıkardı.
Türk ordusu 22 gün 22 gece süren bir meydan savaşını kazanmış ve Yunan ordusunu perişan bir halde Sakarya bölgesinden kovmuştu.
Her büyük adam gibi Mustafa Kemal Paşa’da da yıldızının parıltısıyla gözleri kamaşmamış ve talihinin ihtiraslı aşkından habersiz olanların sadeliği ve alışkanlığı vardı.
Yakup Kadri, büyük bir Mustafa Kemal hayranıydı.
Aile tek eşli evliliğe dayanacaktır. Kadınlar milletimizin gerçek anaları olacaktır. Fikret’in dediği gibi, Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer ( insanlık ).
Karar verilen bir şeyin uygulanması için zamanın geldiğini bilmek gerekir. Zamanı gelince de hiçbir şeyi kaçırmamak doğru olur.
İstanbul hükümeti, Yunanlıları bir yana bırakıp bizim karşımıza Anzavur kuvvetlerini çıkarttı. Yani hem halife ordusuna karşı savaşmak zorundaydık hem de Yunanlılara karşı.
Biz Batı emperyalizmine karşına yalnız kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz. Onların bizi emperyalizmin bir aracı olarak görmelerine de engel oluyoruz. Böylece bütün insanlığa hizmet ettiğimize inanıyoruz.
Düşmanların bayrakları babalarımızın ocakları üstünden ve mabetlerimizin çevresinden çekilinceye kadar savaşmayı sürdüreceğiz. Kendi hükümetimizin yönetimi altında bedbaht ve mutsuz yaşamak, yabancı esareti altında kavuşacağımız mutluluklardan bin kez üstündür.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
“Amerikan mandası diye çırpınanlar, düşman işgali altındaki bu millete ve bize inanmayarak ve bizim hayal ve macera peşinde koştuğumuzu sananlardır. Bunlar umutsuzluk ve bozgunculuk içinde, gerçeklerden uzak olarak yaşayan, ne yapacaklarını ve ne yapıldığını bilmeyen insanlardır.
Tek ve değişmez parola şudur: tek tepe, tek kurşun kalıncaya kadar savaş!
Ya İstiklal, ya ölüm!
Balkan savaşını çıkaran devletler birbirlerine düştüler, ikinci balkan savaşı başladı. Yunanistanla sırbistan Bulgaristan üzerine yürüdüler. Bunu fırsat bilen Osmanlı Hükümeti de doğu trakya’yı Bulgarlardan temizlemeye karar verdi
Osmanlı ordusu ezici bir zaferle Edirne’ye ilerliyordu.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Sadrazam ve Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa 30 Mayıs 1913’te Londra Antlaşmasını imzaladı. Bu antlaşma ile bütün Trakya Yunanlara ve Bulgarlara bırakılıyordu.
Nitekim Mustafa Kemal’in öngörüleri doğru çıktı. Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan ve Karadağ 8 Ekim. 1912’dr aralarında anlaşarak Osmanlı Devletine savaş ilan ettiler. Bu devletlerin amacı Türkleri Avrupa’dan atmaktı. Böylece, ‘Balkan Savaşı’ başlamış oldu.
Mustafa Kemal yıllar sonra bir gün kardeşi Makbule’ye şöyle diyecektir :
İki kadın beni sevdi. Biri ben olduğum için, hiçbir şey beklemeden. Öteki ise mevkiim için
La vie est breve
Un peu de reve
Un peu d’amour
Et puis bonjour
La vie est vaine
Un peu de haine
Un peu d’espoir
Et puis bonsoir

Hayat kısadır
Biraz hayal
Biraz aşk
Sonra iyi günler
Hayat boştur
Biraz kin
Biraz umut
Sonra iyi akşamlar

Ahmak odur ki dünya malı için gam yiye, kim bilir kim kazana kim yiye.”
Teselya savaşından sonra Yunanlılar o topraklara el koydu. Çeteciler Türk ailelerine musallat oldu, babadan kalma topraklarda rahat huzur kalmadı. Çoğu Selanik’e göç etmekten başka çare bulamadı.
Ahmak odur ki dünya malı için gam yiye, kim bilir kim kazana kim yiye!
İngiliz Başbakanı Llyod George :
Arkadaşlar! Yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğe bakın ki o büyük dahi çağımızda Türk ulusuna nasip oldu ve kader onu bizim karşımıza çıkardı
Küçük Hanımlar, Küçük Beyler! Sizler, her biriniz geleceğin bir gülü, bir yıldızı, kaderimizin nurusunuz. Memleketi asıl aydınlığa siz ulaştıracaksınız. Ne kadar önemli, ne kadar değerli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışın. Kızlarım, oğullarım, çocuklarım sizlerden pek çok şey bekliyoruz.
Hayır paşalar, hayır beyefendiler, hayır ; hayır hanımefendiler, hayır ; Manda yok . Ya İstiklal Ya Ölüm var
Geldikleri gibi giderler
Vatan mutlaka selamete kavuşacak ve millet mutlaka mutlu olacaktır. Çünkü kendi selametini ve kendi mutluluğunu ülkemiz ve milletin saadet ve selameti için feda edebilen vatan evlatları çoktur.
Vatanın sınırları nereye kadar uzanıyorsa orada savaşacağız.
İki kadın beni sevdi. Biri ben olduğum için, hiçbir şey beklemeden. Öteki ise mevkim için.
Olgunluğu, zarafeti, soyluluğu insan kendi yaratır.
Küçük Hanımlar, Küçük Beyler! Sizler, her biriniz geleceğin bir gülü, bir yıldızı, kaderimizin nurusunuz. Memleketi asıl aydınlığa siz ulaştıracaksınız. Ne kadar önemli, ne kadar değerli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışın. Kızlarım, oğullarım, çocuklarım, sizlerden pek çok şey bekliyoruz.
Siz bu muharebeyi nerden yönetiyordunuz?
İşte tam süngülerin parıldadığını gördüğünüz yerden. Askerlerin arasındaydım.
Millet nereçeye sürükleniyor? Bunun sorumluları kimdir? Onu göremiyoruz.
Hırsızlık, macera ve şöhret peşinde koşanların hırsını tatmin eden hükümet anlayışı yerine, milletin refahını ve gelişmesini sağlayan bir uygulamaya ihtiyacımız var.
Sayın General , dedi, lütfen anlatır mısınız, Çanakkale’de bizi nasıl yendiniz?
Mustafa Kemal Çanakkale’deki başarılarıyla övünmek istemeyerek,
Bunu tarih yazacak diye yanıt verdi.
Geldikleri gibi giderler.
Macera peşinde koşan hasta bir adam. [ ] Devlet onun umrunda değil, varsa yoksa kendi hırsı. Bu adam her şeyi feda edebilir.
ahlâksızlığın, çıkarcılığın derecesini biliyorduk. Fakat bunun hainlik, alçaklık ve rezalet derecesine varabileceğini asla düşünemiyorduk.
“Mustafa Kemal yıllar sonra bir gün kardeşi Makbule’ye şöyle diyecektir:

‘İki kadın beni sevdi. Biri ben olduğum için, hiçbir şey beklemeden. Öteki ise mevkim için.”

“Gazi Paşa Hazretleri’ne,
Fikriye Hanım bugün geldi. Yarın hemen Ankara’ya hareket etmek istiyor. Yüksek emirlerinizi beklemekteyim.’

Gazi’den hemen o gün Adnan Bey’e şu telgraf geldi:

‘Adnan Beyefendi’ye,
Fikriye Hanım’ı tedavi için Almanya’ya göndermiştim. Benden izin almadan neden dolayı İstanbul’a gelmiştir? Kesinlikle Ankara’ya gelmesine izin veremem. Kendisine gereği kadar para vermiştim. Orada otursun ve bana açıklama yapsın. Benden izin almadan hareketine müsaade olunmaması için gerekenlere emir buyurmanızı ve bildirmenizi rica ederim. Gazi Mustafa Kemal.”

“Ama Paşam, önemli olan onun evlenmiş olması. Ya ben şimdi ne olacağım? Siz de biliyorsunuz, ben bütün yaşamım boyunca onu deli gibi sevdim. En zor günlerinde yanından ayrılmadım. Bütün sorunlarını paylaştım. Köşk’ün hanımefendisiydim. Eşi durumundaydım. Bütün dostlarını birlikte ağırladık. Herkes bana Paşa’nın eşi gibi davranıyordu. Ben gerçekten onun eşi sayılırdım. Aramızda bir nikâh aktinin olup olmaması o kadar önemli miydi? Böyle bir nikâh yapılmış da olabilirdi. Bir kadınla bir erkek bir imam ya da müftünün huzurunda, iki şahidin önünde evlenebilir, sonra da koca istediği anda kadına, ‘Boş düştün, seni boşadım,’ der. Nikâh senedinde belirtilen bir para, yani mihri müeccel varsa onu da öder, evlilik sona erer.”
“Fikriye de her gün umutsuzlukla mektup bekleyenler arasındaydı. Kimden mektup gelebilirdi ki? Sevgili Paşasından mı? İlk günler sabırsızlıkla mektup beklemiş, sonra yavaş yavaş umudunu yitirmişti. ‘Elbette,’ diyordu içinden, ‘bana yazacak zamanı olmamıştır. Türlü devlet işleri arasında nasıl mektup yazar? Başında ne işler vardır Paşa’nın? Kolay mı yeni bir devlet kurmak? Düşmanlarla savaşmak? Ama yine de iki satır yazı yazamaz mıydı? Özel kalem müdüründen ya da yaverlerden birinden benim durumumu sormasını isteyemez miydi? Nikâhını haber vermediği için Enver Ağabey’ini çok kızdırdığını biliyordu. Ama böyle bir durumda ondan ilgi beklemesi çok mu olurdu? Ya Fuat Ağabey’i? Neden hiç ilgilenmiyordu onunla? Fikriye bunları düşündükçe aklını oynatacak gibi oluyordu.”
“Zübeyde Hanım yorgundu, bakım altındaydı ama Lâtife Hanım’ı gelin olarak hiç tutmadı ve Salih Bey’e, ‘Aman,’ dedi, ‘Mustafa’ma söyle ben bu kızı oğluma hiç lâyık görmüyorum.”
“Ertesi gün de bir bomba haber geldi. İngiltere Başbakanı Llyod George görevinden istifa etmiş ve ayrılırken şunları söylemişti: ‘Arkadaşlar! Yüzyıllardır nadir olarak dâhi yetişir. Şu talihsizliğe bakın ki o büyük dâhi, çağımızda Türk ulusuna nasip oldu ve kader onu bizim karşımıza çıkardı.”
“Fikriye ise arkadaki arabada yaşamının en mutsuz günlerinden birini yaşıyordu. Niye sanki şu anda Paşa’nın yanında değildi? Bu coşkulu zafer törenini onunla paylaşmayı ne kadar çok isterdi. Neden bu gezide o hep arka plandaydı? Oysa iki yıl Ankara’da hep birlikte olmuşlardı. Birlikte yaşadıklarını bilmeyen yoktu. Köşk’ün hanımefendisiydi. Şimdi kendini bir yerde itilmiş, gizli tutulmuş gibi hissediyordu. İsmet, Kâzım, Refet ve Asım Gündüz paşalarla kaç kez bir arada bulunmuşlardı. Ya Mustafa Fehmi Efendi? Onların nikâhını kıymış olan, bu muhterem hoca efendi değil miydi? Şimdi onların yanında olmaya nasıl can atardı? Öyle olsa bütün dertlerini unutur, sağlığı da mutlaka yerine gelirdi. Bu coşku dolu ortamda Paşasıyla uzaktan bile olsa bir kez göz göze gelmemişlerdi. Bu kadarcık bir ilgiyi bile ona çok mu görüyordu?”
“Gazi Ankara’dan ayrılalı neredeyse iki ay olacaktı. Bütün günleri ve geceleri cephede geçmişti. Sıcak ve kadınlı bir ev yaşamının özlemi içindeydi. Lâtife’yle aralarında duygusal bir bağın gelişmesi Fikriye’ye ihanet anlamına gelir miydi? Lâtife ile Fikriye’yi kafasında karşılaştırdı, Fikriye elbette ki Lâtife’den çok güzeldi. Ayrıca Fikriye hiç küçümsenecek bir kadın değildi. Üst düzeyde bir eğitim görmemiş ama aile çevresinde çok iyi eğitilmişti. Fransızca ve Rumca biliyor, piyano çalıyordu. Tatlı ve duygulu bir sesi vardı. Yanık yanık türküler söylüyor ve alaturka şarkılarda Mustafa Kemal’e eşlik ediyordu.””
“Çocuğum, sana bu akşam hiç beklemediğin bir şeyler söyleyeceğim. Seninle evlenmeye karar verdim. Bunu ne zamandır düşünüyordum. Sen buraya gelince durum çok değişti. Seninle aynı evde yaşıyoruz. Bu olayı bir gün bana karşı kullanabilirler. Evime genç bir kızı kapattığım ve onunla geleneklerimize uygun olmayan bir şekilde ilişki kurduğum söylenebilir. Böyle bir duruma düşmemizi istemem. Eğer bu nikâhlanma düşüncesi sana da uygun geliyorsa hemen gerekeni yaparım.”
“Kadın sorununda cesur olalım, vesveseyi bırakalım, açılsınlar. Kadınların beyinleri ciddi bilim ve fen bilgileriyle süslensin. İffet sorununu, bilime ve sağlığa dayanarak anlatalım. Saygın ve onurlu olmalarına birinci derecede önem verelim.”
“Ben her zaman söylerim, yarın elime büyük bir yetki ve güç geçse düşünülen sosyal devrimi bir anda bir ‘coup’ ile (bir darbeyle) uygulardım. Çünkü ben, bazıları gibi, halkın ve ulemanın düşüncelerinin benim düzeyime gelmesini bekleyemem. Böyle bir davranışa ruhum isyan ediyor. Neden ben bu kadar yıl yüksek eğitimi gördükten sonra alt tabakanın düzeyine ineyim? Onları kendi düzeyime çıkartırım. Ben onlar gibi olmaya kalkmam, onlar benim gibi olsunlar. Şunu da belirteyim, bu sorun üzerinde incelenmesi gereken bazı noktalar var, bunları iyice araştırmadan işe başlamak hatâ olur.”
“Talât Paşa ile İttihatçıların başlarından Doktor Nâzım, işte o günlerde İttihat Terakki’nin merkezinde Mustafa Kemal’in derecesinin paşalığa yükseltilmesini konuşuyorlarmış. İçeriye Enver Paşa girmiş ve ne kadar da konuştuklarını sormuş. Onlar da Mustafa Kemal’in artık paşa olması gerektiğini söylemişler. Enver Paşa’nın yanıtı şu olmuş:

‘Mustafa Kemal’in mirlivalığa (tuğgeneralliğe) yükseltilmesi emri cebimdedir. Ama siz onu bilmezsiniz. O tuğgeneral olur, korgenerallik ister, korgeneral olur, orgenerallik ister, orgeneral olur mareşallik ister. Mareşal yaparsınız, padişahlık ister ’

Mustafa Kemal’e bu olayı anlattıkları zaman kahkahalarla gülmüş ve şöyle demişti:

‘Ben Enver’in bu kadar zeki ve akıllı olduğunu bilmezdim ”

Paşa tam merdivenlerin önüne geldiğinde, bir de baktı ki yere bir Yunan bayrağı serilmiş.
Bu nedir? diye kükredi.
Paşam Yunan bayrağı. Kral Konstantin bu evde kalmıştı. O zaman da Türk bayrağı sermişlerdi, çiğneyip geçmişti.
Hata etmiş. Bayrak bir ulusun onurudur. Çiğnenemez. Kaldırın hemen şu bayrağı.
Bu bayrak olayı bütün yabancı basına yansıdı.
Tek ve değişmez parola şudur : Tek tepe , tek kurşun kalıncaya kadar savaş ! Ya İstiklal Ya Ölüm!
Ben bu aşkı kafamın, kalbimin ve bütün vücudumun her hücresinde taşıyacağım. Artık o duygular benim duygularım . Hiç kimseyle bunları paylaşmak istemeyeceğim . Ben dünyanın en güzel duygularını yaşadım . Hiç kimse bunları elimden alamaz. Ne Latife Hanım , ne de bir başkası . Beni anlıyor musunuz Paşam?
Olgunluğu, zarafeti insan kendi yaratır. Dünya’nın her yerinde bu böyledir.
Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer.
Vatanın sınırları nereye kadar uzanıyorsa orada savaşacağız
Ordumuzun içinde bulunan Cemiyet üyesi arkadaşlarımız politikada devam etmek istiyorlarsa ordudan çıkmalı ve Cemiyet’in halk içindeki örgütünde görev almalıdırlar. Ordu politikadan uzaklaşmalıdır.
Özgürlük olmayan bir ülkede ölüm ve çöküntü vardır. Her ilerlemenin ve kuruluşun esası özgürlüktür.
Yeni bir güneş doğuyordu Ankara’da. Fikriye de o güneşe ulaşmaya gidiyordu. Ne büyük umutlarla..
Arkadaşlar! Yüzyıllar nadir olarak dâhi yetiştirir. Şu talihsizliğe bakın ki o büyük dâhi, çağımızda Türk ulusuna nasip oldu.
Şu dakikada oynamakta olduğu muazzam tarihsel rolün heybetini benim kadar hissediyor muydu? Hayır. Her büyük adam gibi Mustafa Kemal Paşa’da da yıldızının parıltısıyla gözleri kamaşmamış ve talihinin ihtiraslı aşkından haberiz olanların sadeliği ve alışkanlığı vardı.
Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer.
Mustafa Kemal yıllar sonra bir gün kardeşi Makbule’ye şöyle diyecektir.
İki kadın beni sevdi. Biri ben olduğum için, hiçbir şey beklemeden. Öteki ise mevkim için.
Hayır Fikriye’ciğim, seni nasıl unuturum, nasıl kafamdan çıkartabilirim. En üzüntülü günlerimde de seni düşüneceğim, en mutlu günlerimde de.
Mustafa Kemal İstanbul’dan ayrılalı tam bir buçuk sene olmuştu. Fikriye bu bir buçuk yılı, hiç bitmeyen bir umutla sevgili Paşasının kendisini Ankara’ya çağırmasını bekleyerek geçirdi.
İki kadın beni sevdi. Biri ben olduğum için, hiçbir şey beklemeden. Öteki ise mevkim için.
Fikriye’nin yaşamında hiç başka bir erkek yoktu ve olmayacaktı. O yalnız Paşasına aşıktı. Onun bütün dramı buradaydı. Bu aynı zamanda Mustafa Kemal’in de dramıydı. Çünkü o Fikriye’ye hiçbir zaman aşık olmamıştı.
Mustafa Kemal bana karşı bir sorumluluk duygusu taşıyordu. Benimle olan yakın ilişkisinin kötü yorumlara yol açmasını hiç istemiyor ve beni kanatlarının altına alıyordu. Bana belki aşık değildi ama benim kendisini çılgınca sevdiğimi biliyor ve beni korumaya, üzmemeye, mutlu etmeye çalışıyordu.
Osmanlı Devleti, bu Manda yönetiminin kurulabilmesi için Amerikan kongresine başvurarak ülkede özgürlüklere saygı gösterileceğini, adaletin sağlanacağını, eğitime önem verileceğini açıklayacak, seçilecek bir temsilciler heyeti bir zırhlıyla Amerika’ya giderek kongreye bağlılığımızı bildirecek ve Osmanlı ülkesinde bu Manda rejimini kurmaları için Amerika’ya yalvaracaktı.
Anadolu’da Mustafa Kemal’in ulusal direniş örgütünü kurmaya çalıştığı sıralarda, İstanbul ‘da birtakım aydınlar bu savaşımın asla başarılı olamayacağı kanısındaydılar. Onlara göre yapılacak tek şey şuydu: Ülkeyi Amerikan yönetimine bırakarak Amerikan Mandası denen düzeni seçmek. Böylece ülke İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan işgal bölgelerine bölünmeden bütünlüğünü koruyacaktı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir