İçeriğe geç

Hayatını Yenile Kitap Alıntıları – Muhammed Gazali

Muhammed Gazali kitaplarından Hayatını Yenile kitap alıntıları sizlerle…

Hayatını Yenile Kitap Alıntıları

İnsanlar fakirlik korkusundan dolayı fakir, esaret korkusundan dolayı esirdir
Nefislerimiz, memleketimiz, hayatımız, ahiretimiz, şiddetli bir susuzluk içinde.
Daha çok bilgi, daha çok ışık gerekli
Insanlar mali ilişkilerinde, mesela bir emlak satımında, sadece arsayı söylemekle yetinmezler; dört etrafını tanıtırlar,sınırların bittiği yeri izah ederler. Sadece kendilerini ilgilendiren, -başkalarını dolaylı olarak ilgilendiren- ellerindeki hakikati korumak için çekilen çitleri müşteriye gösterirler.
Ömer (r.a.), cahiliyeyi insanlara tanıtmaya çok istek duyuyordu. Cahiliye’nin tanıtılması dini bir görev değildi, ama islam’ın öğretilerinin ve ıslah ettiği şeylerin anlaşılması, dinin içinden çıkarmaya ve kökünü kurutmaya çalıştığı karanlıkların ve haksızlıkların idrak edilmesi açısından büyük önem taşıyordu.
Ömer (r.a.) diyor ki: Cahiliye’yi tanımayanlar, Müslümanlar arasında çoğalınca, islam’ın gücü gevşemeye-
zayıflamaya başlar.
Her uluyan köpeğe bir taş atsaydım, Şimdi taş, para karşılığı satılıyor olurdu

Bir Arap şairden

Peygamberin (s.a.v.) sürekli zirvede olmasının kaynağı, az önce işaret ettiğimiz, kalbinin göklerin ve «yerin
sahibiyle temasta olması, düşüncelerinin belirli bir düzen içinde cereyan etmesidir.
Insan, ne kadar da kuvvetli olduğunu iddia etse de, aslında zayıftır; ne zaman kendi kendiyle başbaşa kalsın, hemen üzerine hüzün çöker veya kafası karışır. Bir çok yol ayrımına, kavşağa ulaşır, fakat hangisine devam edeceğini, hangisini bırakacağını bilemez.
Karşılaştığı bir problemden dolayı yolunu kaybettiği bir gün, artık yola devam etmekte zorlanır. Hedefine ulaşmadan günler ve yıllar kayıp gider. Çünkü başlangıcı doğru yapmamaştır!
Dört bir yandan akın eden hayata karşı, insanları yalnız mı bırakalım; onu gözetecek bir velisi, elinden tutacak bir yardımcısı olmadan hayatın labirentine gömülmesine sessiz mi kalalım?
Bu günlerde, sahipsiz topraklarda biten zararlı otlar gibi maalesef dine karşı olan insanların çoğaldığını görüyoruz. işin iç yüzünü anlamak için bu gençlerden bir grupla oturup sohbet ettim. Allah hakkında bildikleri fikir, babalarından devşirdikleri derme çatma bir kaç malumattan öteye gitmiyor. Ne hakkıyla tanıyorlar, ne de insaflı davranıyorlar!
Çoğunluğunun bu meseledeki düşünceleri körün kanaatlerine benziyor, aptalca bir aldanmanın içinde buldum.
ilim ve imanı birbirinin zıddı zannediyorlar.
Kültürel gelişmenin, dini devre dışı bırakacağına inanıyorlar!
Pozitif ilimlerden hatırı sayılır hiç bir şey bilmemelerine rağmen, kendilerini atomu parçalamış bilim adamları gibi görüyorlar. Gözlerini hayattan ve onun yaratıcısından çevirmişler, yarım yamalak bilgileriyle, kötü bir taklidin peşinde sürüklenip gidiyorlar.
Bu türden bir adam tanıyorum; bir gün olsun gökyüzünü incelememiştir, bir kimya labaratuvarma girmemiştir, hayatta tehlikeli bir tecrübe yaşamamıştır. Ama tüm bu cehalete rağmen dinsizdir. Niçin? Çünkü o, bir bilim adamı ve bilim adamlarının maddeden başka iman edecekleri bir şey yoktur!
Bu kandırılmış guruba, eğitim görmüşlerin yansını da ekleyebiliriz. Bu kesim insanlar hakikatin yarısını biliyorlar, diğer yarısından ise haberleri yok. Bilgilerini tamamlayacak kadar uzun uzadıya okumamışlar, yarım bilgileriyle kesin hükümler vermeye kalkıyorlar.
Hakim, karşı tarafın iddialarının yarısını ve avukatların savunmasının da yarısını dinleyerek karar vermeye kalksa, adalet ne büyük zan altına girer, değil mi?
işte bu dinsizler, böyle yaptılar. Maddenin özelliklerine dair yapılan araştırmalardan aldıkları sınırlı hisse, varlığın ufkuna dair bazı perdeleri kaldırdı. Kimi hikayeler uydurmaya başladılar ve ardından inkarlarını ilan ettiler.
Böyle bir inkar, aldanma ve taklit içerdiğinden, ilk sahibinin inkarından daha şiddetlidir.
Francis Bacon der ki: Az felsefe, insanın zihnini dinsizliğe götürür. Fakat felsefe de derinleşmek, insanın zihnini dine yaklaştırır.
Fırtınayı bir düşünün, çölde estiğinde, tozu dumana katar.
Suda estiğinde suyun yüzünü buruşturur ve dalgaları harekete geçirir.
Dağları da yoklar. Fakat dağlar ona hiç bir şey koklatmazlar.
Insan haddi aşarsa, şeytanın vesveseleri kasırga gibi nefsine işler; ne hortumlar çıkar, ne çamurlu akıntılar iyiyi-doğruyu alıp götürür
Ama kendini kontrol altına alır, bütün işlerini imana göre düzenlerse; iblislerin pençeleriyle sarsılmaz, yalçın dağlar gibi sapasağlam yerinde durur.
Hapsedilmem uzlettir,
sürgün gönderilmem seyahat
ve öldürülmem şehadettir.

Ibn Teymiyye

Ibn-i Kesir der ki: Doktorlar, işkencelere uğramış adamın yanına geldiler. Yarı ölü haldeki mübarek vücudu tedavi etmeye başladılar, tükenmek üzere olan ruhu tekrar geri döndü. Allah şifa verdi ve bir müddet daha yaşadı. Baş parmakları soğuktan sızlıyordu.
Tüm bunlardan sonra, nasıl bir tavır takındı biliyor musunuz?
Bidat ehli hariç, kendine eziyet eden herkese hakkını helal etti. Şu âyeti kerîmeyi okuyordu: Affetsinler ve hoşgörsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz?
(Nur 22).
Şöyle diyordu: Senden dolayı müslüman kardeşinin eziyet görmesinin sana ne faydası olur? ve Rabbu Zülcelâl’in şu sözlerini okuyordu: Kim affeder ve ıslah ederse (dirliği kurup-sağlarsa) artık onun ecri Allah’a aittir. (şûra 40).
Kıyamet gününde, münâdi bağıracak: Ecri Allah tarafından verilecekler kalksın. Affedenler hariç, kimse
kalkmayacak.
Biz öyle bir zevkin içindeyiz ki; sultanlar bunu bilselerdi, kılıçlarla bizi öldürürlerdi.
Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup sakınsalardı,
gerçekten üzerlerine hem gökten, hem de yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık. Araf 96.ayet
Dale Carnegie, sinir hastalığına yakalanan bir gencin hikayesini şöyle anlatıyor: Hava değişiminin fayda
getireceğini umarak, seyahate çıktı, memleketinden ayrıldı. Babası oğlunun hastalığının sebebini
biliyordu. Bu durumun çocuğunun kuruntularından kaynaklandığını anlamıştı ve ona bir mektup yazdı.
Mektupta şunlar yazılıydı: Oğlum! Yurdundan 2400 kilometre mesafedesin. Halin hiç değişmedi değil mi? Öyle olacağını biliyordum. Çünkü bütün dertlerinin biricik sebebini beraber götürdün, o da kendiridir. Senin ne bedenin de, ne de zihninde hiçbir arıza yok. Seni yıldıran, karşılaştığın haller değil, o haller hakkında düşündüklerindir, insan kalben ne düşünürse, kendisi odur. Bunu anlayınca eve gel oğlum, çünkü o zaman şifa bulmuşolursun.

Genç diyor ki: Babamın mektubuna öfkelendim. Ben talimat değil, şefkat bekliyordum. Öyle kızdım ki, o anda bir daha eve dönmemeye karar verdim. O gece Miami’nin arka sokaklarından birinde yürürken bir kiliseye geldim, içeride ayin yapılmakta idi. Gidecek yerim olmadığı için içeriye giriverdim. Verilmekte olan dini vaazı dinlemeye koyuldum.
Vaazın en çarpıp mesajı şuydu: Ruhuna galebe eden, bir şehri ftj hedenden daha kuvvetlidir.
Bir mabedin kudsiyeti içinde oturup da babam mektubunda yazdığı aynı fikirleri işitince, bunların hepsi birden beynimde biriken tozları süpürdü. Ömrümde ilk defa olarak, açık ve akıllı düşünme gücü buldum. Ne kadar aptallık ettiğimi anladım. Kendimi hakiki bir ışıkta görünce şaşaladım. Ben burada, bütün dünyayı ve dünyadaki herşeyi değiştirmek istiyorum, oysa değiştirilmeye en çok muhtaç
olan bendim; düşüncelerim ve zihnimdeki algılama biçimiydi.

“Eğer başına bir iş gelirse, ‘Keşke şöyle yapsaydım; o zaman şöyle olurdu.’ deme. ‘Allah’ın takdiri böyleymiş; O dilediğini yaptı.’ de. Zira, ‘Keşke şöyle yapsaydım.’ sözü, şeytanın vesvesesine yol açar.” 
Bir sabah bizim sınıfla beraber fen labaratuvarına girdik. Hocamız, Mr. Brandwine orada duruyordu, yazı masasının kenarına, dikkati çekecek surette bir şişe koymuştu. Hepimiz oturduk. Süte bakıyor, sağlık koruma dersi ile ne münasebeti olabileceğini merak ediyorduk. Birden bire Mr. Brandwine ayağa kalktı, süt şişesini aldı ve lavabonun içine çarptı. Ardından yüksek sesle şunları söyledi: Dökülen süte ağlanmaz!
Sonra hepimizi musluk başına çağırıp parçaları gösterdi. Đyi bakın dedi. Çünkü bu dersi ömrünüz oldukça
unutmamanızı isterim. Süt gitti, görüyorsunuz, kanalizasyona karışma yolunda. Ne kadar telaş etseniz, saçınızı yolsanız dünyada bir damlası geri gelmez. Biraz düşünülüp dikkat edilseydi, şu süt kurtulabilirdi. Fakat, şimdi oldu bitti ve vakit geçti. Yapabileceğiniz ancak hesabı kapamak, unutmak, başka işlerle uğraşmak.
Yaşadığım hayata bakınca; ilginç ve komik şeyler buluyorum. Nasihatlar ve dersler görüyorum. Çok değerli bir konferansın konusu, insanlar kendilerini kandırmak için ellerinden geleni yaptılar.
Biz çiçekler gibiyiz; bir açar, bir solarız.
Biz yıldızlar gibiyiz; bir doğar, bir batarız
Biz rüzgâr gibiyiz; bir coşar, bir dineriz.
Biz yağmur bulutu gibiyiz;
bir tutar, bir yağarız
Biz zan gibiyiz; bir doğru, bir yalanız.
Biz kısmet gibiyiz; bir güldürür, bir ağlatırız.
Rasûlullah (s.a.v.) buyuruyor ki: Allah’ın sana taksim ettiğine (kısmetine) razı ol, insanların en zengini olursun.
Peygamber Efendimiz, bir kimseyi şöyle derken duyar: Allahım! Senden sabır istiyorum. Der ki: Allah’dan bela istedin, O’ndan sağlık ve selâmet iste.
Derdi bir olanın, dünya dertlerine Allah yeter. Dertlerini çoğaltanın ise Allah’ hangi derdin içinde yuvarlandığına bakmaz ve helak olur, gider. (32),
Derdi ahiret olan kimsenin, Allah kalbini zengin eder, işlerini toparlar ve dünya zorla ayağına gelir. Derdi dünya olan kimsenin ise, Allah iki gözünün arasına fakirlik yazar, işleri darmadağınık olur ve dünyadan ancak kaderinde olan kadarıyla nasiplenir. (33).
Elinizden geldiği kadarıyla dünyanın
dertlerini bir kenara bırakın. Kimin dünya en büyük derdi olursa, Allah malını mülkünü dağıtır ve fakirlik iki gözünün arasına yazdır. Kimin de ahiret en büyük derdi olursa, Allah işlerini toparlar ve kalbine zenginlik verir. Kul, Allah Azze ve Celle’ye yönelirse; Allah’da mü’minlerin kalplerinin ona sevgi ve rahmetle açılmasını nasip eder, Allah o kula tüm hayırları çabuklaştırır. (34).
Nebevi hazinede, bu türden mutluluk ve sükûnet bahşeden bir çok hadis-i şerif bulunmakta Tam olarak anlaşıldığı taktirde son derece hikmetler içermektedir, beşerin duygularının dünyanın arkasına takılıp gitmesi frenlenmekte ve ekmek savaşında önü alınmaz hırsı engellenmek istenmektedir. Koşuşturmanın kin tohumlarını ekmesini; faziletleri unutup doğrulukları ortadan kaldırmasını; nazik ve terbiyeli insanın sadece tırnakları ve dişleri olan bir hayvana
dönüşüp, yeryüzündeki şerefli yerini terkederek yalnızca boğuşan bir yaratık olmasını engellemeye çalışmaktadır.
32 Hâkimin rivayeti.
33 Tirmîzî’nin rivayeti.
34 Beyhakî’nin rivayeti.
Yaşamak çok şeye sahip olmak demek değildir. Yaşamak neşe ve sıhhattir.
Mal sevgisinde, vicdanları ve bedenleri eritecek bir hırs vardır. Geriye son derece değersiz, işe yaramaz Şeyler bırakır.
Batıdaki yaşam tarzı üzerine uzmanlaşmış kimseler, para kazanma ve daha çok mal sahibi olma uğruna hayatın her alanında bitip tükenmez bir savaştan şikâyet etmekteler.
Fertler ve toplumlar pastadan en büyük payı almanın nefes kesen yarışı içindeler.
insanlar fakirlik korkusundan dolayı fakir, esaret korkusundan dolayı esirdir
Doktor Osler Yale, öğrencilerine her sabah Mesih (isa) Efendimize ait şu duayı okumayı önerdi:
Allah’ım bu günkü ekmeğimizi ver.
Unutmayın ki, bu duada yalnız bu günün ekmeği isteniyor. Dün yemeye mecbur olduğumuz bayat ekmekten şikâyet edilmiyor.
Allah’ım! Geçenlerde buğday mıntıkasında çok kuraklık vardı, bir kuraklık daha olabilir, öyle olursa güz mevsiminde nereden ekmek bulacağım. Veyahut görevden alınırsam Allah’ım! O zaman kendimi ve ailemi nasıl doyururum. gibi sözler söylenmiyor.
“Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
Ey Âdemoğlu! Sen bana dua ettiğin ve benden affını umduğun sürece, işlediğin günahlar ne kadar çok olursa olsun, onların büyüklüğüne bakmadan seni bağışlarım.
Ey Âdemoğlu! Günahların gökyüzünü kaplayacak kadar çok olsa, sonra da benden affını dilesen, seni affederim.  
Ey Âdemoğlu! Sen yeryüzünü dolduracak kadar günahla karşıma gelsen; fakat bana hiçbir şeyi ortak koşmamış olsan, şüphesiz ben de seni yeryüzü dolusu bağışla karşılarım.”
Kararsızları doğru yola erdirmek ve zihinleri yenilemek için her yerden hakkın sadâsı işitilmektedir.
Giden dünden geriye kalanları, uykuyla istirahat ederek attıktan sonra, güneşin doğmasıyla yeni günü karşılamak için yatağından kalktığında saygıya durmasını istemektedir. işte bu dönüm vaktinde düşünebilir, sorgulayabilirsin
Kalbini bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi istek ve tutkularına (hevasına) uyan ve işinde
aşırılığa giden kimse (3) buyurulmuştur.Kehf Sûresi, âyet 28.
Burada Aşırı sözü üzerine düşünmemiz gerekmektedir. Arapçada halk arasında, sertliğinden dolayı yere düşen üzüm
tanelerine veya kusurundan ötürü düşen hurma tanelerine Aşırı denir.
Ayrık tanelerin salkımından kopması, sularını çıkarmak için sıkılmalarını gerektirir ki neticede ortaya çıkan da aynı isimle isimlendirilir.
insan da böyledir. Tüm bağlarını ve zorunluluklarını koparıp, işlerini organize edeceği ve gücünü taplayacağı düzeni
yitirince, duyguları ve düşünceleri başıboş haldeki aşırı taneler gibi faydasız ve atıl kalır.
Görüyoruz ki, insanın kendini sürekli düzene sokması ve kontrol altında tutması kaçınılmazdır.
Bir kaç günde bir kitaplığımın raflarını düzenlerim; sağa-sola yayılmış küpürlerin, işi bitmiş fişlerimin ve
kullanılmayan kağıt parçalarının meydana getirdiği karışıklığı gideririm. Her şeyin yerli yerinde olması ve işe yaramayanların çöp kutusuna atılması gerekir.
Ev içinde aynı şey söz konusu. Odalar, salon günlük işlerin sonunda darmadağınık olur. Maharetli bir elin, evin içinde dolaşarak sağı solu temizlemesi, çöpleri alması, her şeyi yerli yerine koyması gerekir.
Peki, insan hayatı böyle bir gayrete lâyık değil mi? Kendi sorunlarını da sürekli kontrol etmesi gerekmez mi?
Böylelikle sıkıntı veren şeyleri açıkça görüp onlardan kurtulur, tıpkı evin içindeki çöplerden kurtulması gibi.
Pişman olan kimse, Allah’ın Rahmetini gözler, Kendini beğenen de Allah’ın gazabını bekler. Herkes Allah’ın huzuruna, ölümünden önce yaptığı amel ile gelir. Ve muhakkak ki amellerin sahipleri hatimelerine göre hüküm giyerler . Gece ile gündüz birer binektir. Ahirete iletme vasıtası olarak bunlara bininiz. (Ömrünüzden istifade edin) Zinhar tövbeyi geciktirmekten sakının. Allah (z.c.hz)’lerinin hilmine de mağrur olmayın (yaptığınız günahtan musibet gelmedi diye aldanmayın) Bilmiş olunuz ki, Cennet ile Cehennem, her birinize, nalınınızın tasmasından daha yakındır. Kim zerre kadar hayır yaparsa onu görür. Kim de zerre kadar şer yaparsa onu görür. Zilzal 7-8.ayet
Allah, gündüzün günahlarını affetmek için geceleyin elini uzatır. Gecenin günahlarını affetmek için gündüz elini uzatır. Güneş battığı yerden doğuncaya kadar bu böyle devam eder Peygamberimiz sav
Oyalanmaya vakit yok.
Zaman, akıp gitmekte.
Yolcular, iradelerinin dirayetine göre
doğru yolda ilerliyorlar.
Yürüyerek veya koşarak
zamanı durdurmak ise imkansız.
Kavmiyet taassubu benim kanımda ölüdür, çünkü ben müslümanım.
Ancak Araplığa ve onun edebiyatına bağlılığım bu vakitlerde bana galebe çaldı. Şöyle ki, Araplıktan ve Arap
lügatından ödünler vermeyi uluslararası siyasetin kirlenmiş vicdanında gizlemeye çalışanları ve ortadoğu topraklarında
onların takipçilerinden ve suç ortaklarından bazılarının, bu değerleri peşkeş çektiklerini büyük bir üzüntüyle müşahede
ediyorum. Bu iddiayı destekleyen deliller, gizlenemeyecek kadar çoktur. Bunun sonucu olarak, bir çok tanınmış yazar tanınmışlıkları, oluşturmaya çalıştıkları cihettendir- düşünce ve hissiyat mirasımızdan bizleri koparmak ve hatta
dilimizi yazdığımız harfleri değiştirmek istemektedirler.
Bu adamlar pek kıymetsiz ve tüm canlı mânâlardan yoksun, son derece fakir bir gazeteci edebiyatı oluşturdular. Bundan dolayı bu kitabımda ilk Araplara ait hikmeti canlandırmaya, dini ve ilmi bilgilerle beraber okuyucunun Arap dilinin zevkini tatmasını sağlamaya gayret ettim. Dale Carnegie okuyucularına katıksız bir Amerika havasını teneffüs ettiriyorsa, benim de vazifem okuyucularımı saf Arap atmosferinde yaşatmaktır.
Söyleyen ne doğru söylemiş:
insanlar iki türlüdür.
Kimileri aydınlıkta uyur.
Kimileri de karanlıkta uyanır.
Dale Carnegie’nin, Üzüntüyü Bırak Yaşamaya Bak kitabını okuyanlar,
kitabın genel içeriği islam’ın öğretileriyle mutabıktır; islam’ın insana yaşatmak istediği yeni hayatla uyumludur
‘Bütün benliğinle korktuğun şiddetli bir musibet ansızın çıkagelse ,ne yaparsın?Kalbini yerinden söküp atacak korkuya kapılır ve seni dipsiz bir kuyuya fırlatacak yok edici kasırgalara teslim mi olursun?’
Tâbiinden bir zat şöyle söylüyor:
Biz, Rasûlullah’ın (s.a.v) hadislerinden, yaşadıklarımızı ezberlerdik.
Yaşamak-amel etmek, kalpleri bilginin dopingi ile canlandırır.
Yaşanılan bilgi, kişinin önünü aydınlatan bir hikmettir. Hayatın karmaşık dar sokaklarında önünü görmesine yardımcı olur.
Anlamıyorum; insanlar neden Rablerine kırbacın korkusuyla yürümek yerine, aşktan kanatlanıp uçmuyorlar?
Allah, gündüzün günahlarını affetmek için geceleyin elini uzatır. Gecenin günahlarını affetmek için gündüz elini uzatır.
” Kısmete razı olmak ” Islâm düşünce tarihinde zaman aşımına uğradı. Olayları yorumlayanlar , meseleleri yerli yerine oturtamadıklarından ; insanları tembelliğe, fakirliğe ve uyuşukluğa sürüklediler .
Ölçüyü aşmamak, sinirlere hâkim olmak. Işte bu kadere imanın meyvesidir.
Maksat , insanın tabiatına, üzülme ve sevinme duygularına karşı gelmek değildir. Asıl maksat , şaşırıp kalmayı önlemektir. Aşırı giden sevinç, insanı çizgiden çıkartır, şımartır. Yüzüstü bırakan üzüntü ise iradeyi siler, baskı yaratır.
Kötümser kimseler, ruhlarına oturmuş kara bulutlardan sıyrılamazlar.
Hak, insanın bütün potansiyel enerjisini tüketirse, bâtıla kullanacak bir şey kalmaz.
Sen nefsini hakla meşgul etmezsen, nefsin seni batılla meşgul eder.
Dünyadan sakınan, sorumluluklarının bilincinde olan gayretli bir müminin bu tutkunluğu; basiretini açar ve iyiyle , kötüyü birbirinden ayıracak hassas bir ölçü verir.
Zihnimizden çıkmayan bilgiler , uyguladıklarımızdır.
Anlamıyorum; İnsanlar neden Rablerine kırbacın korkusuyla yürümek yerine, aşktan

kanatlanıp uçmuyorlar?

Pozitif ilimlerden hatırı sayılır hiçbir şey bilmemelerine rağmen, kendilerini atomu parçalamış bilim adamları gibi görüyorlar.
Evet, mesut düşüncelerimiz varsa mesut oluruz. Sefil düşüncelerimiz varsa sefil oluruz. Korku düşünürsek korkarız. Hastalık düşünürsek, muhtemelen hastalanırız
Ölümü hatırlamak, hayatın zehir edilmesi ve dünyadan el etek çekilmesi için değildir. Dünyanın meşgalelerini hafifletmek ve dalıp gitmekten kurtulmak içindir. Ölçü yakalandı mı; genişlik başıboşluğa, darlık da cehenneme dönüşmez!
Toplumda suçların artması maneviyatın yıkılmasıyla doğru orantılı olduğu gibi, kötülüklerin yaygınlaşması ile de direkt ilgilidir.
Aşırı giden sevinç, insanı çizgiden çıkartır, şımartır. Yüzüstü bırakan üzüntü ise iradeyi siler, baskı yaratır.
Kaderle ilgili hadisi şerifler, üzüntüye ve karamsarlığa karşı iyi birer çözümdür. Yoksa tembellik ve uyuşukluk dayanağı değildir.
İnsanın hayatta yapacağı en doğru iş, tüm vakitlerini kapsayacak bir plan çizmesi ve şeytana, vesveselerini yollaması veya yoldan çıkarması için fırsat vermemesidir.
Șair der ki:
Gözler uyurken, uykusuz sabahladım.
Olacak mı yoksa olmayacak mı diye!
Rabbin sana dün nasıl yettiyse
Yarın yaşayacaklarına da yetecektir.
Aslında zamanı gelmemiş işler için acele ederek zorlamalar yapmak büyük bir ahmaklıktır.
İnsanın hissiyatı ne aklı amaçlarıyla ne kadar az meşgul olursa, o kadar çok șehvetinin girdabında kıvranır, çeşitçeşit tuzaklara düşer
İnsanlar iki türlüdür. Kimileri aydınlıkta uyur. Kimileri de karanlıkta uyanır.
İki adam, hapishane parmaklığından bakar;
Biri çamuru görür, öteki yıldızları.
Ne garip! Gariplikler hiç bitmiyor.
“Hayatımızın aslını düşüncelerimiz tespit eder.”
Hayat bana, bir şeyler öğrendikçe;
Ne kadar cahil olduğumu gösterdi.
Bir kaç günde bir kitaplığımın raflarını düzenlerim; sağa-sola yayılmış küpürlerin, işi bitmiş fişlerimin ve kullanılmayan kağıt parçalarının meydana getirdiği karışıklığı gideririm.
Her şeyin yerli yerinde olması ve işe yaramayanların çöp kutusuna atılması gerekir.
Ev içinde aynı şey söz konusu. Odalar, salon günlük işlerin sonunda darmadağınık olur. Maharetli bir elin, evin içinde dolaşarak sağı solu temizlemesi, çöpleri alması, her şeyi yerli yerine koyması gerekir.

Peki, insan hayatı böyle bir gayrete lâyık değil mi? Kendi sorunlarını da sürekli kontrol etmesi gerekmez mi? Böylelikle sıkıntı veren şeyleri açıkça görüp onlardan kurtulur, tıpkı evin içindeki çöplerden kurtulması gibi.

Hayatta geçilen onca merhaleden sonra ne kazanılmış,ne kaybedilmiş bakmak gerekmez mi? Dönüp bunları değerlendirmeye; şu toprağın üzerinde dalga dalga gelen krizlerin sarsıntısından, bitip tükenmeyen hayat kavgasının ardından itidali yakalamak için kendimize dönmeye ihtiyacımız yok mu?

İnsan gerçeklerden daha çok, kuruntularıyla sınanır; hayatın gerçeklerine yenilmeden önce kendi içinde yenik düşer.
İyi olsun, kötü olsun herhangi bir halin içinde olmak, sıkıntıların vermiş olduğu acıyı hafifletir.
Hakikat şu ki, hayatın yenilenmesinde ki cevher, her şeyden önce insanın kendi içindedir.
Doktor Osler Yale, öğrencilerine her sabah
Mesih (isa)
Efendimize ait şu duayı okumayı önerdi:
Allah’ım bu gün ekmeğimizi ver.
Unutmayin ki, bu duada yalnız bu günün ekmeği isteniyor.
Napolyon, Helen Adası’nda dedi ki: “Düşüşümden dolayı kendimden başka kimse kabahatli değildir. En büyük düşmanım bendim; feci felaketimin sebebi benim.”
“Ben burada, bütün dünyayı ve dünyadaki her şeyi değiştirmek istiyorum, oysa değiştirilmeye en çok muhtaç olan bendim; düşüncelerim ve zihnimdeki algılama biçimiydi.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir